Kitabın Yazarı: AYŞE KULİN
Kitabın Özeti:
Son Osmanlı Padişahlarından Fazıl Reşat Paşa’nın Leman hanımla evliliğinden Sabiha ve Selva adında iki kızı vardır. Sabiha ve kardeşi Selva kolejlerde okuyup, piyano ve dil dersleri aldılar ve çok kültürlü iki kız oldular.
Sabiha arkadaşlarıyla çay partilerine gidiyordu orada Macit adında bir gençle tanıştı ve 6 ay sonra evlendiler. Selva ise liseden beri hoşlandığı arkadaşı Rafael Alfandiri'yi seviyordu ama Rafo Yahudi olduğundan babası bir türlü razı olmuyordu. O sırada tüm Avrupa’da savaş olduğundan Türkiye'de etkileniyordu. Türkiye kimin yanında olacağına karar veremiyordu.
Ruslar, sartları kabul edilmezse boğazları alacaklar, İngilizler ordu yardımında bulunmayacaklar, Almanlar ise Yahudilerin yanında olduğumuz takdirde saldıracaklardı.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hesabı ama Türkiye akılcı bir politika izliyor, kimsenin yanında değilmiş gibi davranıyordu bu oyalama taktiğiydi yani Türkiye, savaşın ateşine bulaşmadan, Almanlarla Müttefikler arasında gerili ince ipte bir cambaz maharetiyle yürümeye çalışmaktaydı.
Macit üst düzeye yükselmişti ve ani gelen telefonlar ardından sabahlara kadar süren toplantılar Macit ile Sabiha'yı birbirinden uzaklaştırıyordu gitgide Sabiha ile Macit'in Hülya adında yedi yaşında birde kızları vardı.
O sırada Selva ise babasından aldığı keçi inadıyla Rafo'nun da ailesinin ısrarlarına dayanamayıp birlikte Marsilya ya yerleşiyorlar. Ama Naziler her yere zehirli bir gaz gibi sızıyorlardı. Naziler, Türk pasaportu yâda pasaportu yanında olmayanları ve Yahudileri bir yük vagonuna doldurup esir kamplarına götürüyorlar yâda sokağın ortasında iç çamaşırlarını indirip sünnetliler mi diye kontrol ediyorlardı.
Selva her şeyi göze alıp hamile bile kalmıştı. Ankara’ya o sıra, Macitin yanına yeni bir çocuk atanmıştı Tarık diye, dürüst bir Anadolu çocuğuydu. Tarık, Sabiha ve Macit onu çok seviyorlardı.
Tarık kısa zamanda yükseldi ve Fransız (Paris) konsolosluğuna atandı. Sabiha'nın en yakın arkadaşı olmuş, birbirlerinden ayrılacakları için çok üzülmüşlerdi. Tarık'a Selva ile ilgili her şeyi anlatmıştı. Sabiha ve Tarık gidince ona yardım edeceğine söz vermişti. Tarık, Paris’e iner inmez Selva'yı aradı. Trenden indiğinde Naziler yine işbaşındaydı, zaten hiç durmuyorlardı ki.
Tarık, Selva’ya Fransız konsolosu Nazım Kenter’den bir randevu ayarladı. Çünkü herkes SS'lerden kurtulmak ve pasaport için Türk konsolosluğunun önünde uzun kuyruklar oluşturmuştu. Kocasının ve kendinin pasaportunu aldı. Selva bu arada Türkçe bilmeyenlere Naziler yakalarsa diye Türkçe öğretiyordu. Komşularından biri Selva'ya geldi ve konsolosu tanıdığı için kızı ve oğluna pasaport istiyordu. Selva çok iyi yürekli olduğu için kabul etti. Tarık ise İstanbul'dan bir arkadaşı Muhsin ile ev tutmuştu. Muhsin'in eve sürekli arkadaşları gidip geliyordu,bunlardan biri de Ferit idi.
Ferit ile Tarık çok iyi dost oldular. Hatta Tarık, Ferit'in arkadaşı Margot'la çıkmaya başladı, Ferit zaten evliydi. Ferit gizli bir kuruluşta çalışıyordu ve Yahudi olan Türkleri ve pasaportu olmayanları ek bir vagona doldurup İstanbul'a göndermek istiyorlardı. Bu trenden bakanlıktan duymuş olan Tarık'ın da haberi vardı. Selva’da Tarık'tan öğrendi, babasından dolayı gitmeyi düşünmüyordu. Ama doğan küçük çocuğu Fazıl olunca ve Rofo'yu Naziler esir alınca fikrini değiştirdi. Ama Selva kurtulup diğer insanları orada bırakamazdı. Ne yapıp ne edip Tarık ve konsolosu yardın etmeye razı edince, oğlu ve kızına pasaport isteyen kadını, çevre komşularını, Rafo’nun kuzeninin ailesini herkesi bir evde topladılar sahte pasaportlar alındı, resimler yapıştırıldı.
Bu arada Selva herkese ihtiyaç duyacağı Türkçe cümleleri öğretiyordu. Marsilya’da gelişmeler böyleyken Ankara'da da durum karşıktı. Sabiha kocasının ilgisizliğinden çocuğuyla ilgilenmemeye başlar ve depresyona girer. Macit anne ve babasını çağırdı yanına, bir müddet orada kaldılar. Bu sırada Macit karısını briç partilerinden tanıdığı bir ruh doktoruna götürdü. Karısı içinde gizli kalmış bütün duyguları, ihtirasları ve kıskançlıklarını cerahat gibi akıtıyordu doktora, hatta kocasına bile söylemişti doktorunun yanında kendini çırılçıplak hissetiğini. Kocası bu durumdan şüphelenmişti ama sonra kendini ayıplamıştı. Fakat Sabiha kocasından bulmadı ilgi ve şefkati, en yakın arkadaşı doktoru, sırdaşında bulmuştu ve aralarında bir yakınlaşma olmuştu. Fakat bunu durdurup bir şey olmamış gibi devam ettiler hasta doktor ilişkilerine. Ama Sabiha gerçekten de bir gelgitteydi ve tedaviler ona çok iyi geliyordu.
Vatikan'ın İstanbul temsilcisinden sahte vaftiz belgeleri geldi bunları çocuklar için kullanacaklardı. Selva, Rafo ve Ferit sahte pasaport ve kimlikleri hazırlamışlardı ve herkes gerektiğince Türkçe biliyordu. Fakat trenin yolunu nereden geçeceğini bulamıyorlardı bir türlü, derken Ferit'in aklına geldi ve tam Berlin’in ortasından geçeceklerdi, zaten Berlin'in ortasından geçen bir trenden kim şüphelenirdi ki? Bir süre sonra trenin kalkacağı bildirildi ve bindiler trene, durduklarında birkaç kez Naziler kolaçan ettiler ama bir sorun çıkmadı.
Selva yine her zamanki gibi her olaya yetişti. Herkeste mutlulukla korku karışımı acayip bir duygu yüklüydü. İnsanlar o kadar korkmuşlardı ki, kopartıp atamamışlardı yüreklerinden fakat Selva başka bir şey düşünüyordu. Tüm bunlara ablası Sabiha ile annesi Leman Hanım ellerinde beyaz bir mendil sallıyorlardı. Babası gelmedi diye içinden geçirdi Selva, "zaten neden gelsin ki diye düşündü. Rafo küçük Fazıl'ı uzattı Selvaya annesine göstersin diye..işte o zaman gördü, Selva başını kaldırınca orada duruyordu, elinde bastonuyla, beyaz saçlı adam.
Sabiha ve annesinin geleceğinden emindi ama babası? Fazıl Reşat Paşa, kızının küçüklük resimlerini görmüş ve Mucitten savaşın ilerlediğini duyunca kötü oluyordu. Nihayet Edirne'ye girdiler ve vagondaki herkes geldiklerine şükrettiler, daha sonra Rafo Selva'ların komportamanına koştu. Çünkü sirkeci garına girmişlerdi.
Kitabın konusu:
kİTAPTA, Türkiye'nin 2. Dünya savaşına girmeme çabaları, Nazilerin Yahudilere yaptıkları zulüm ve işkenceler ile Türk diplomatların Yahudileri kurtarma çabalarını anlatıyor. Aynı zamanda da o zamanın Türk diplomatların aileleri ile yaşadıkları sorunlarını da konu alıyor.
Kitabın Kahramanları, Kişileri:
Fazıl Reşat Paşa; çok inatçı bir adam, son Osmanlı padişahı olmasından dolayı" keşke saltanat olsa" diyor. Ama cumhuriyete karsıda bir eylemde bulunmuyor.
Kitabın konusu:
kİTAPTA, Türkiye'nin 2. Dünya savaşına girmeme çabaları, Nazilerin Yahudilere yaptıkları zulüm ve işkenceler ile Türk diplomatların Yahudileri kurtarma çabalarını anlatıyor. Aynı zamanda da o zamanın Türk diplomatların aileleri ile yaşadıkları sorunlarını da konu alıyor.
Kitabın Kahramanları, Kişileri:
Fazıl Reşat Paşa; çok inatçı bir adam, son Osmanlı padişahı olmasından dolayı" keşke saltanat olsa" diyor. Ama cumhuriyete karsıda bir eylemde bulunmuyor.
Selva; babasına çekmiş, upuzun boyu var, hoş bir kız, yardımsever, akıllı, saf, iyi, sakin ve cesur fikirli bir kız.
Sabiha; Selvayı kıskanıyor ondan daha uzun diye, deprasyona giriyor. Kıskaç, sarışın, yeşil gözlü bir kız.
Rafo; Yahudi ve sevdiğine sadık. uzunboylu ve yakışıklı bir adam.
Tarık; babasının zorluklarla okuttuğu mert bir Anadolu çocuğu, hayatı Paris'te öğreniyor. Ciddi, şımarık biri değil, yardımsever bir adam.
Macit; devamlı toplantılarda bulunan, uzun boylu, yakışıklı bir adamdır.