Deliliğe Övgü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deliliğe Övgü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2019 Cuma

Deliliğe Övgü (Roterdamlı Desiderius Erasmus) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Deliliğe Övgü

Kitabın Yazarı : Desiderius Erasmus

Kitap Hakkında Bilgi :

Delilik, çoğumuzun aklında sürekli dönüp duran sorgulayıcı bir kavramdır. Hangimiz zaman zaman bir deli olduğumuzu düşünmemişizdir ki yahut bir deli ile birlikte olduğumuzu? Delilik dediğimiz şey tüm duyguları zirvede yaşamak mıdır yoksa zirveden aklı başında insanlığa bakmak mıdır; bunu sorgulamak gerekir. İşte çağlar öncesinden Erasmus, günümüz insanının sorgulayacağı bu kavramın ipine sarılmış. Erasmus (1469-1536), Rönesans hümanizminin en büyük temsilcilerindendir.

İlk olarak 1511’de yayımlanan Deliliğe Övgü, güncelliğini zamanımıza değin koruyabilmiş başyapıtıdır. Erasmus, dostu Thomas More’u eğlendirmek için bir yolculuk sırasında yazdığını söylediği Deliliğe Övgü’de şu soruyu sorar: İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve salt özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir? Gülmece bu çerçevede gelişir ve söz kendisini övmesi için deliliğe bırakır. Delilik, yaratıcısının savunduğu her şeyi eleştirerek gençliği, hayattan zevk ve neşe almayı, baş döndüren cinselliği över. Çocuklukta, yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve evlilikte, savaşta ve barışta, kendisinin insanlara nasıl egemen olduğunu ve onları nasıl mutlu kıldığını gösterir. Deliliğe Övgü, yazılışından günümüze, felsefe ile gülmecenin birleştiği en yetkin eserlerden biri olma özelliğini sürekli koruyabilmiş bir kitaptır.

Desiderius Erasmus (1469-1536): Yeni Ahit'in ilk editörü, ilahiyat edebiyatının önde gelenlerinden ve Kuzey Avrupa Rönesansı'nın en önemli hümanistlerinden olan Erasmus, filolojik yöntemleri kullanarak tarihsel-eleştirel geçmiş araştırmalarının temelini attı. Eğitim alanındaki yazıları klasiklere eski dini müfredat yerine hümanist bir bakış açısıyla yönelinmesine katkıda bulundu. Kilisenin gücünün kötüye kullanılmasını eleştirirken yükselen reform taleplerini teşvik etti. Bu tutumu hem Protestan Reformu'nda hem de Katolik Karşı Reformu'nda ses buldu. Luther'in doktrinini ve papalığın sahip olduğunu iddia ettiği güçleri reddeden bağımsız duruşu nedeniyle her iki tarafın hedefi haline geldi. İngiltere'ye giderken tasarladığı ve Thomas More'un evinde yazdığı Deliliğe Övgü ile dönemin entelektüellerini eleştirdi, öğretmenler, papazlar, ilahiyatçılar, filozoflar, tüccarlar, avukatlar, hükümdarlar, azizler ve kendini zeki sayan herkesi alaycı bir dille yerdi.

Kitabın Özeti :

Rönesans'la birlikte ortaya çıkan Hümanist akımın öncülerinden ve en büyük temsilcilerinden Roterdamlı Erasmus, Deliliğe Övgü'yü 1509'da kaleme almıştır. Bu başyapıtta yaşadığı dönemin portresini çizen Erasmus, çağının tabu sayılan birçok konusuna da eleştiriler getirmiştir. Yazıldığı tarihten bu yana, asırlar geçmesine karşın hâlâ okunuyor olmasıysa, yazarın ele aldığı sorunların birçoğunun günümüzde de aynen devam etmesine bağlanır.

Küçüklüğümüzü hatırlayalım biraz. Top oynadığımız sokaklara geri dönelim bir an için de olsa. Neler hatırlıyoruz o sokaklar hakkında? Kimler gelirdi, kimler geçerdi o sokaklardan? Düşünelim biraz' Bizim mahalleden ayı oynatıcıları, değişik ilahiler söyleyen dilenciler, sabahın kör saatlerinde yollara düşmüş simitçiler, eskiciler, bakkallara sıcak ekmek yetiştirmeye çalışan sokakları delen gürültülü arabalarıyla fırıncılar geçerdi. Bir de delileri vardı bizim mahallenin. Günün her saatinde karşımıza çıkabilirlerdi, her an sokağın bir köşesinden belirme ihtimalleri vardı. Hatırlıyorum da kimileri geçerken tüm sokak derin bir sessizliğe bürünürdü; değişik bakışları, sesleri, halleri korkuturdu insanları. Kimileri geçerken ise tüm mahalleyi bir gülme alırdı. Herkesin suratına bir sırıtma otururdu. Ev işlerini yapan kadınlar, her şeylerini bırakıp pencerelere koşar, onların geçişlerini bir merasim gibi seyrettikten sonra tekrar işlerine dönerlerdi. Ama bir tanesi vardı ki onu hiç unutmam. O sokağın başından göründüğü zaman herkes kendine çeki düzen verip biraz toparlanırdı. Başımıza iş açar korkusu değildi bu toparlanmanın sebebi. Herkes iyi bilirdi ki, o deli kimseye zarar vermezdi. Bir köşede durur, tüm mahalleliye iyisiyle kötüsüyle yaptıklarını haykırıp yoluna devam ederdi. Mahalleli kendine çeki düzen verirdi; çünkü o delinin söylediği her şey doğru olurdu her zaman, içlerinde bir yalan bulunmazdı. O yüzden herkes, bir sırrının ortaya çıkmasından korktuğu için bu deliye karşı, korkuyla karışık bir saygı beslerdi.

Roterdamlı Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünü okurken sürekli yukarıda anlattığım deli geldi aklıma. Onun delisi, hatta deliliğin ta kendisi 'Moria' da tıpkı bizim mahalleninki gibi, şehrin ortasında bir kürsüye çıkıyor ve kendini tanıttıktan sonra herkesin suratına doğruları bir bir vurmaya başlıyor. Erasmus, bu başyapıtın adını 'Deliliğe Övgü' koymuş; çünkü Moria, yani Delilik kürsüye çıktığı andan itibaren kendini dinleyenler karşısında yüceltmeye başlıyor. Ne giydiği komik kıyafetler ne de insanların onun yüzüne gülümsemeleri umrundadır. Hatta o insanların yüzlerindeki gülümsemeyi bile kendi 'tanrısal tesirlerine' bağlayarak bundan pay çıkarıyor. Kendini, dinleyenlere anlatırken öyle büyük laflar söylüyor ki, 'Bunları ancak bir deli söyler' dedirtiyor okuyana da. Hayat ışığının kendi olduğundan, dünyadaki tüm iyi şeylerin onun sayesinde gerçekleştiğinden, insanlığın ona muhtaç olduğundan bahsediyor. Bunları anlatırken yandaşlarından, insanlığa hizmetindeki yardımcılarından da bahsetmeyi unutmuyor. Yandaşlarını da 'cariyelerim' olarak tanıtıyor onu dinleyen kalabalığa: Özsaygı, Yüze Gülme, Unutma, Tembellik, Şehvet, Bunaklık, Zevku Sefa, Eski Yunan'daki içki alemlerinin unutulmaz karakteri Komos ve rüyalar tanrısı Morpheus onun bu, insanlığa hizmetindeki vazgeçemediği yardımcılarıdır. Cariyelerinden de kendisi gibi gurur duyuyordur Delilik ve bunu da yine ona has, bir cümleyle duyuruyor kalabalığa. 'Bu sadık hizmetkârlarımın yardımıyladır ki ben evrende ne varsa hepsini devletime tâbi kılar, dünyayı idare edenleri idare ederim.'

Bu nasıl deli?
Kürsüdeki Delilik, kendini tanıtmayı bitirdikten sonra insanlığa sunduğu nimetleri birer birer anlatmaya başlıyor. İlk olarak diline doladığı, özür dilerim, kendi özünden bir parça ikramda bulunduğu insanlar olarak ise çağın bilgelerini gösteriyor. Deliliği ve bilgeliği aynı çizgide gördüğünü söylediği tüm sözlerden anlayabiliyoruz. Bu bilgeler için büyük bir övgü; çünkü onları kendi 'yüksek' seviyesinde gördüğünü herkese duyuruyor; ama bir yandan o kadar iğneleyici cümleler kuruyor ki insanın kafası karışıyor. İlk olarak bir iki güzel sözle gönüllerini alıp ağızlarına bal çalıyor, sonrasında dönemine göre düşünüldüğünde çok ağır eleştiriliyor yöneltiyor. Tam 'Bu deli bizimle dalga mı geçiyor?', 'Ne yapmaya çalışıyor şimdi bu?' dediğimiz noktada ise sahnenin arkasından ona sufle veren Roterdamlı Erasmus canlanıveriyor gözümüzün önünde. Kürsüdeki Delilik'in böylesine ironik bir üslupla halka seslenmesi, en ağır eleştirileri yaparken bile o çok iyi kullandığı mizahi dilinden ödün vermemesi Erasmus'un bunları onun kulağına fısıldamasıyla gerçekleşiyor. Zaten Delilik de bu halka seslenişinde sık sık belirtiyor Erasmus'la çok iyi bir dostluklarının olduğunu. İşte, 1509 yılında Erasmus tarafından sadece birkaç günde yazılıp bugünlere kadar uzanmış olan klasik, Deliliğe Övgü bu iki iyi dostun yardımlaşmasıyla ortaya çıkmış.

Erasmus'un günümüzden çok seneler önce kaleme aldığı bu yapıt, döneminde çok ses getirmiş; çünkü o zamanın tabu olarak görülen birçok kurumuna ve meslek grubuna büyük eleştiriler yöneltilmiş kitapta. Papa, kilise, krallar, şairler, filozoflar, hukukçular ve o dönemde dokunulmaz sayılan pek çok grup Erasmus'un yönelttiği bu eleştirilerden nasibini almış. Erasmus, Deliliğe Övgü'de eleştireceği kişileri önce ironik bir üslupla toplumun gözündeki yerlerini, özelliklerini övmüş. Savaşçıların vahşi içgüdülerini, devlet adamlarının iktidar tutkularını, sanatçıların çılgınlıklarını, bilginlerin kendini beğenmişliklerini, din adamlarının da ellerinde bulundurdukları büyük gücü göklere çıkarmış. Bunların hepsinin Delilik sayesinde olduğunu, hayatın yürümesini sağlayan tüm bu grupların içinde bulunan insanların, kendinden olduğunu söylemiş. Sonrasında da eleştiri oklarını sakladığı yerden çıkarıp biraz önce övdüğü bu insanlara tek tek saplamış. Bu eleştirileri de kişisel çıkarlar veya dünyevi kaygılarla değil, tamamen çağdaşlarına 'ayna tutmak', yaşanılan dönemin bir portresini çizmek amacıyla yapmış. Bu yüzden de dönemin tabularını konu edinen yapıttaki eleştiriler, tepkiden çok Erasmus'a karşı hissedilen bir saygıya yol açmış.

Erasmus'un 'şakacı bir ifadeyle' yüzlerine vurduğu gerçekler, o dönemde eleştirdiği kurumlar ve gruplar tarafından hoşgörüyle karşılanmış. Özellikle kilise ve din adamlarına yönelttiği ağır eleştirilerin hoşgörüyle karşılanması oldukça şaşırtıyor; çünkü yapıtta en fazla konusu geçenler yine onlar. Kilisenin eleştirilere karşı takındığı sert tutum göz önüne alındığında, Erasmus'a döneminde duyulan saygı daha iyi anlaşılıyor. Kendisi de bir din adamı olan Roterdamlı Erasmus'un, çok iyi tanıdığı kurumu, yani kiliseyi tüm ayrıntılarıyla anlatması çok ilgi çekici. Bir din adamının dilinden, dönemin kilisesinin karanlıkta kalan taraflarını, tüm ayrıntılarıyla dinlemek, üstelik bunu bir delinin nutku aracılığıyla duyumsamak, yapıtı okurken ayrı bir zevk unsuruna dönüşüyor. Ayrıca, tüm anlatı boyunca metne hâkim olan bir 'karamizah' da söz konusu.

'Deliliğe' duyulan ihtiyaç
Ahmet Cemal, Deliliğe Övgü'den 'çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri' olarak söz ediyor. Ahmet Cemal'in bu yorumundan yola çıkarak, yapıtın bugüne kadar uzanmasının nedenini, her türlü düşünce bağnazlığına karşı yapılmış bir eleştiri olmasına bağlayabiliriz. Zaten, yapıtı okudukça da 1500'lü yılların başındaki Avrupa'da geçen konu ve sorunların eleştirisi üzerine kurulmuş olmasına karşın, bunların bugün de canlı bir şekilde yaşamın içinde varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Eğitimdeki sorunların, dindeki dogmaların, ellerinde bulundurdukları iktidar gücüyle istedikleri gibi at koşturan siyasetçilerin varlığını yok sayamayız. İşte bu başyapıt bize, insanlığın kendi başat sorunları üzerinde nasıl olduğu yerde saydığını gösteriyor. Ayrıca, kürsüye çıkıp tüm doğruları yüzümüze vuracak bir delinin ihtiyacını da hatırlatıyor.