Ayşe KULİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2019 Cuma

thumbnail

Köprü (Ayşe Kulin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Köprü

Kitabın Yazarı : Ayşe KULİN

Kitap Hakkında Bilgi :

Elmas da sargılı kollarını bebeğe uzatmıştı. Canını yakmaktan korkarak usulca bırakmıştı Bayram, oğlunu Elmas'ın kucağına. Şimdi burun burunaydılar Elmas'la Öksüz. Bir dişi hayvanla yavrusu gibi koklaşıyor, burunlarını birbirine sürütüyor, birbirlerinin boynuna gömülüyor ve tuhaf mırıltılar çıkartıyorlardı. Bebenin küçük elleri, Elmas'ın saçlarında, Elmas'ın dudakları bebenin yüzünde dolaşıyordu. Elmas, ne diğer hastaları ziyaret edenlerden ne de Bayram'dan hiç utanmadan, hiç gocunmadan, memesini çıkarıp bebenin ağzına vermişti. Bebek mutlu bir kedi yavrusu gibi guruldayarak şapır şupur emiyordu süt akıtmayan, kuru memeyi. Kadınla çocuk birbirleriyle iç içe geçmiş, tek vücut olmuş gibiydiler.

Köprü... Olağanüstü bir bürokratın, otuz yıl bekledikten sonra kavuşulan bir köprünün ve doğunun töreye teslim olmuş insanların öyküsü. Ayşe Kulin'in kaleminden.

Kitabın Özeti :

Bir gün Erzincan Valisinin odasına bir köylü gelir ve masasının üstüne yeni doğmuş bir bebek bırakır. Vali köylü Bayram'a ne olduğunu sorunca durum anlaşılır. Bir süre önce Bayram karısının doğum vakti gelince, doğumun köydeki birkaç kadının yardımıyla yapılamayacağını anlamış ve karısını öküzünün çektiği taş arabasıyla su kenarına getirmiştir. Fırat Nehri üstündeki Başpınar Köprüsü bir süre önce baraj suları tarafından yıkıldığından, nehrin iki kenarı arasındaki ulaşım küçük bir feribot tarafından sağlanmaktadır. Fakat o an feribotun kaptanı ortalarda yoktur. Güllü saatlerce bekler ama karşıya geçemediğinden kan kaybederek ölür. Bayram son anda çocuğunu Güllü'nün karnını keserek kurtarır ve tüm bunlardan devletin sorumlu olduğunu düşünerek validen hesap sormak istemektedir.

Aslında bu olay köprü yüzünden nehrin iki kenarındaki köylülerin yaşadığı ilk olay değildir. Vali de bunun farkındadır ama yıllardır bir türlü bir çözüm yolu bulunamamıştır. Devlet her seferinde Kemaliye'ye gereğinin yapılacağı sözünü vermektedir. Fakat hükümet veya iktidardaki partiler değiştiğinde bir önceki dönemin projeleri rafa kaldırılmakta ve valilikle Ankara arasındaki uzun yazışma dönemi tekrar başlamaktadır.

Bayram, Vali'den oğluna bir anne bulmasını ister. Bunun üstüne Vali, Bayram'ı köye yeni gelmiş ve çocukları yeni doğmuş olan Mevlüt ve Elmas'a yollar. Elmas alevi bir aileden geldiği için ailesi onun Mevlüt'le evlenmesine izin vermemiş, başka biriyle evlendirmeye kalkışmışdır. Mevlüt de Elmas'ı kaçırmış ve İstanbul'a gitmek için yola düştüklerinde doğum için bir süre bu köyde kalmaya karar vermişlerdir. Bayram'ın durumunu öğrenen Elmas az bir maddi yardım karşılığında Öksüz'ü emzirmeyi kabul eder. Kendi oğlu Erdal'dan ayrı tutmayacağını söyler. Bayram ise arasıra Öksüz'ü görmeye gelmek için izin ister ve para bulmak için iş aramaya başlar.

Sonunda Bayram iş bulur. Yakında tekrar inşa edileceği söylenen köprünün temel inşaatında çalışmaktadır. İşini büyük bir gayretle yaptığı için herkesin taktirini toplar. Bayram'ın tek sıkıntısı Elmas ile Mevlüt'ün yakında köyden ayrılacak olmasıdır. Eğer onlar giderse Öksüz'e ne bir ev, ne de bir aile ortamı sağlayabilecektir. Bu nedenle gidip ustasıyla konuşur ve Mevlüt için de iş ister. Bayram'a çok güvenen usta onun bu isteğini kabul eder. Bayram içinde büyük bir sevinçle Mevlüt'ün yolunu tutar. Eve vardığında Mevlüt "Ben de seni çağıracaktım, konuşacaklarım vardı." der. Bayram Mevlüt'e ona iş bulduğunu söyler, fakat Mevlüt ve Elmas bir hafta içinde köyden ayrılmaya karar vermişlerdir. Her ne kadar Bayram onları ikna etmeye çalışsa da, başarılı olamaz.

Kısa bir süre sonra Mevlüt'lerin evinin kapısı yumruklanır. Onlar bunun kendi köylerinden kaçtıkları için peşlerinden gelen kanlıları olduğunu düşünür. İçeri maskeli adamlar girer ve Mevlüt'ü sürükleyerek köyün meydanına çıkarırlar. Elmas köyün tüm erkeklerinin köy meydanına toplandığını görünce bunun bir terörist baskını olduğunu anlar. Kadınların ve çocukların gözlerinin önünde Başbağlar Köyü'nün tüm erkekleri kurşuna dizilir. Bunun üzerine Elmas koşarak eve gider ve Erdal ile Öksüz'ü saklamaya çalışır. Bu sırada teröristlerden biriyle çatışır, onun yüzünü keser ve o zaman onun yıllar önce evden kaçan erkek kardeşi olduğunu anlar. İçeri giren başka bir terörist ise arkadaşına yapılanı görünce Elmas'ın oğlunu öldürür. Bu arada Elmas'ın erkek kardeşinin ağacın dalları arasına sakladığı Öksüz ise kurtulur.

PKK baskınından sonra Bayram, Vali'nin odasına gelir ve teröristlerin tekrar salındığını söyler. Vali başta buna inanmasa da sonradan telefonla gerçek olduğunu öğrenir ve müdahele etmek için hemen mahkemeye gider. Bu sırada köprü yapımı için çalışmalar yapılmaktadır. Belediye Başkanı, Erzincan'ın yerlisi olan müteahhitler ve vali bir olup en sonunda Ankara'dan bir mühendisle anlaşırlar. Köprünün masraflarını devletin karşılamayacağını anladıklarından ülkenin Erzincan'lı zenginlerinden para yardımı toplarlar. Vali mühendisi köye çağırır. Her ne kadar Hüdai bir yerli mühendis olarak Ankara'lı mühendisi ve projesini hiç beğenmese de, valilik projeyi kabul eder. Köprü çelikten yapılacaktır, tam yüz kırk ton ağırlığında olacaktır. Ankara'lı mühendisin inşa edeceği köprü ilk kez kullanılacak olan bir sistemle Ankara'da yapılacak, sonra parçalara ayrılıp demir çubuklar halinde Erzincan'a taşınacak ve parçalar tekrar birleştirilecektir. Köprünün Başpınar tarafında oturacağı nokta doldurularak üç yüz metre açıklık, altmış metreye düşürülecektir. İşte çelik köprü de bu dolgunun üzerindeki beton ayağın üzerine konacak ve karşı yakadaki diğer ayağa uzatılacaktır. İşin dolgu kısmını Hüdai'nin bulduğu bir müteahhit tamamlayacak, üzerine kızakları Hüdai yerleştirecek, geri kalanı ise Ankara'daki köprü tamamlanınca mühendis halledecektir.

Bu sırada Elmas hastanede yatmaktadır, vücudunda bir çok yanık olduğundan uzun bir süre hastanede kalması gerekmektedir. Elmas hastanede olduğundan Bayram, Öksüz'ü, Hatçe adında başka bir kadına emanet etmiştir. Öksüz analığını özlemekte ve sürekli ağlamaktadır. Bayram ilk seferde yanına Öksüz'ü almadan Elmas'ı ziyarete gider. Elmas çok solgundur. Hemşire böyle giderse onun çok kısa sürede açlıktan öleceğini söyler. Bayram ne sorsa Elmas cevap vermemektedir, en sonunda Bayram "Öksüz de seni çok özledi." der. Bunun üzerine Elmas ilk kez gözlerini yerden ayırır ve Bayram'a bakar. Bayram bir dahaki gelişine Öksüz'ü de yanında getirir. Elmas'ın kokusunu alan Öksüz keskin yanık ilaçlarının kokusunun da etkisiyle ağlamaya başlar. Elmas hemen Öksüz'ü emzirmeye başlar ve o da aynı şekilde ağlamaktadır. Bunu gören doktor Bayram'dan Elmas'ın iyileşmesi için her gün Öksüz'ü hasteneye getirmesini ister. Aslında Bayram'ın da başka çaresi yoktur, çünkü Öksüz Hatçe'nin evindeyken bile hep analığını özlemektedir. Bayram müteahhiti arayıp bir aylığına işten çıktığını söyler. Elmas'ın tedavisi bitene kadar her gün Öksüz'ü hasteneye götürüp getirmeye karar verir.

Aradan 2 yıl geçmiş ve Ankara'daki köprünün inşaatı bitmiştir. Mühendis bu haberi valiye müjdeler ve en kısa sürede köprünün parçalarının montaj ekibiyle birlikte Kemaliye'ye geleceğini söyler. Montaj ekibi köye ulaştıktan sonra Ankara'dan mühendisin kalp krizi geçirdiği haberi gelir. Bu, işlerin biraz daha uzayacağı anlamına geldiğinden Vali'nin morali bozulur ama yine de ümidini yitirmez. Tek sıkıntısı Erzincanlı'ların sürekli onu suçlaması ve olup bitenlerin hesabını ona sormasıdır.

Bu sırada yeni bir terör saldırısı daha gerçekleşir. Teröristler Fırat üstündeki tek feribotu yakmışlardır. Olay montaj ekibini korkutur ve bir yıl projeye ara verilir.

Bir yıl sonra artık herşey hazırdır, tek sorun o kadar ağır bir köprünün nasıl karşı yakaya geçirileceğidir. Bu aşamaya kadar kimse bu konuyu düşünmemiştir. Vali Karayolları'ndan yardım ister fakat bir süre önce kendi emekleriyle yeniledikleri yol bir gazetede Karayolları'nın aleyhinde bir haber olarak yayınlandığı için, teklifi kabul edilmez. Sonunda Çemişgezek'te Belediye'nin elinde üç yüz tonluk kızakta bir feribot bulunur. Artık tek umut bu feribottur.

Vali, Kaymakam ve ekibini feribotu almak için Bölge Müdürü'nü ikna etmek amacıyla Elazığ'a yollar. Bölge Müdürü köprünün o teknikle taşınacağına ikna olmadığı için feribotu vermez. Vali mühendisleri yanına çağırır ve onlara taşınıp taşınamayacağı konusunda eminler mi diye sorar ve tekrar Bölge Müdürü'nü arar. Hararetli bir telefon görüşmesi sonrasında karşı tarafı ikna eder. Feribotun bir an önce Kemaliye'ye ulaşması gerekmektedir; çünkü su seviyesi düştüğü anda köprü inşaatı bir yıl daha beklemek zorunda kalacaktır.

Bir hafta sonra feribot gelir ve köprünün karşı tarafa taşınması için hazırlıklar yapılmaya başlanır. Bütün Erzincan heyecanla bu olayı takip etmektedir. İlk denemelerde feribot gerçekten hiç ümit vermez, sürekli motor bozulur ve saatlerce tamir edilmeye çalışılır. En sonunda tam herkes ümidini yitirmişken köprü karşıya geçirilir ve iki parçası birleştirilerek yerine oturtulur. Köyde bayram havası yaşanır, yıllardır süren hasret ve çile sona ermiştir ve vali adını unutulmamak üzere Erzincan'lıların kafasına kazımıştır.

Bayram ve Vali birlikte köprünün üstünden geçerler. Bayram Vali'ye Elmas'ı nikahına aldığını müjdeler. Öksüz'ün ise adı değişmiştir, Bayram ona Vali'nin ismini vermiştir.

9 Eylül 2019 Pazartesi

thumbnail

Tutsak Güneş (Ayşe Kulin) Kitabının Özeti, Konusu Tahlili


Kitabın Adı : Tutsak Güneş

Kitabın Yazarı : Ayşe Kulin

Kitap Hakkında Bilgi :

Ayşe Kulin’in Tutsak Güneş romanında son zamanlarda sık sık karşılaşabildiğimiz erkek üstünlüğü distopya kurgusu üzerinden ele alınmaktadır.

"Güneşimizle aramızda kara kedi gibi duran o Gökcisim, bir gün çekip gidecekti elbette. Belki çok yakındı çözüm. Kapıdaydı. O an gelene kadar bize düşen, sanki güneş gökte parlıyormuşçasına yaşamayı sürdürmekti. Hayata tutunmaktı."

Yakın gelecekte, yeryüzünde bir ülke… Tiran ölmüş ve oğlu başa geçmiştir. Ülke, din ulemaları ve polisler ordusundan oluşan bir demir yumrukla yönetilmektedir. Katı yasalarla sınıflara ayrılan halksa, yoğun denetim ve gözetim altında yaşamaktadır. Güneşse, kimselerin nasıl, neden olduğunu hatırlamadığı bir dönemden bu yana, "Gökcisim" denilen dev bir kütlenin ardındadır. Her yer buz tutmuş, yaşam sevinci tüm canlılardan el ayak çekmiştir. Gelgelelim yıpratıcı uykusuzluğuna çare arayan bilim kadını Yuna, geçmişine, kaderine ve en önemlisi de, bir kadın olarak tutkularına sahip çıkarak, beklenmedik bir şekilde gerçekleri sorgulamaya başlar. Topluma dayatılan kuralların, değişmez varsayılan yasaların, sonu gelmez sansürün mutlak olmadığını fark eden Yuna, sorumluluğunu üstlenip, deyim yerindeyse, güneşe açılan kapıyı aralamayı göze alacaktır.

Geçmişle hesaplaşmalar, düzenle çatışan tutkular ve insanı dönüştüren aşklar… Ayşe Kulin, okurlarını sarsıcı bir gelecek hayal etmeye davet ettiği Tutsak Güneş'te, genç bir kadının unutulmaz uyanış hikâyesini anlatıyor.

Kitabın Özeti :

"Düşünce saksıda büyüyen bitki gibidir, kökleri hiçbir zaman saksının elverdiğinden fazla gelişmez."

Erkeklerin sorgusuz sualsiz egemen oldukları yakın gelecekteki bir toplumda kadınların yeri yeteri kadar çocuk doğurabilmek ve evinin kadını olabilmektir. Bu toplum tek bir genel merkez üzerinden yönetilmektedir.

Uzaydaki bir gök cisminin yaşadıkları ülkenin tam önünde bulunması ve bunun da güneşsiz bir yaşam anlamına geldiği bu ülke Uluhan tarafından yönetilen, polis devlet yapısının olduğu bir ülkedir. Yuna Otis de bu ülkede yaşayan üst düzey bir profesördür.

Bu yönetim merkezi bir ailenin yönetimi altında. Babadan oğula geçen bir yönetim şekli ile el değiştirmektedir. Boyunlarındaki atkılardan toplum içindeki yerlerinin belli olduğu, erkeklerin her zaman kadınlardan daha üstün olduğu ve yaptıklarının genellikle sorgulanmadığı, kadınlar eğer doğuramıyorlarsa ve en az 3 çocuk yapmıyorlarsa kusurlu sayıldıkları hatta bunun bir boşanma sebebi olduğu bu ülkede her şey Merkez denilen yerden yönetilmekte. Yöneten kişi Uluhan ve onun ölümünden sonra yerine geçen Oğulhan yönetimi devralmış durumda. Görünüşte herkesin çok mutlu bir düzen içinde yaşadığı Merkez'de insanların hayatlarını kolaylaştırmak için her şey düşünülmüş. Robotlar, telefon yerine geçen ev bileklikleri, hava araçları, görüntülü iletişim ağı, toz haline gelmiş organik yiyecekler ve dahası. Bunların dışında bir de yasaklar var tabii. Merkez'in izin vermediği bilgilere ulaşmak yasak, belirtilen kitaplar dışında kitap okumak yasak, kılık kıyafette başlık ve kapalı giysiler giymek zorunlu, aile reisi sadece erkek olabiliyor, kız çocukları en iyi okullara alınamıyor çünkü öncelik erkeklerde. Kadının bu toplumdaki yeri erkekten daima sonra gelmektedir. En güzel okullara yerleştirmede önce erkeklerden başlanmaktadır.

Bu ülkede yaşayan Prof. Yuna sadece bir çocuk doğurduğu için kocasından boşanır. Yuna’nın tek bir oğlu olan Regan henüz çok ufakken merkezin en önemli okulunda yetiştirilir ve çok önemli bir mevkide görev alır. Yuna ise hayatıyla ilgili bazı noktaları hatırlamaz ve bunların peşine düşer. Uzun zamandır uyuyama problemi vardır ve uyku seanslarına gitmektedir. Hayatının bir bölümünü yani babasını ve babasının ölümünü hatırlamamaktadır. Bazı bilgileri araştıran Yuna bu bilgilerin araştırılmasının yasak olduğunu bildiği içim Merkez dışında yer alan bir Kanton’da bu bilgileri araştırır. Burada Tamur diye birisiyle tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Tamur ona geri dönüş yolunda eşlik eder. Yuna'nın neden kötü olan hiçbir şeyi sorgulamadığını merak etmiş ve ona bir sürü gizli gerçekten bahsetmiştir. Yuna'nın içine şüphenin ilk tohumları düşer ve Merkez hakkında ilginç düşüncelere kapılarak ve ilk kez sorgulamaya başlamıştır.

Bu durumun farkında olan Regan, annesine izlendiğini ve Tamur'dan uzak durması gerektiğini onun bir muhalif olduğunu, Tamur’la görüşmemesi gerektiğini söyler. Bir süre Tamur’la görüşmeye ara veren Yuna. Tamur’un görüşmesini istediği bir kişi olan Kutkar ise kaçırılmıştı. Bu durum üzerine sistemi sorgulamaya başlayan Yuna, aslında berbat bir sistemde, oldukça kötü bir ülkede yaşadığını fark eder.

Durum kötüye gitmektedir ve halk artık isyanlara başlar. Sürekli eylemler, protestolar olur, insanlar robotlar tarafından katledilir. Regan da artık içten içe bir muhalif olur. Yaşananlar ve gördükleri onu ülkesinden soğutur. Yuna’nın annesi de yine bir eylem sırasında en önlerde yer alır ve robotlar tarafından öldürülür.

Merkez’in yöneticisi konumunda bulunan Oğulhan başka ülkelerin yöneticileri ile bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre gök cismi kendi ülkesinin üstünde kalmaya devam edecek ve buna karşılık diğer ülkeler para verecektir. Regan'ın istihbarat sayesinde edindiği bu anlaşma, Regan tarafından muhaliflere verilir. Merkez muhaliflerle anlaşmak zorunda kalır. Halkın önerileri dinlenerek yeni düzenin garantisi verilir.

Bu anlaşmayla birlikte gelen yeni düzende herkes eski hayatına göre refaha kavuşmuştur. Her şey güzel giderken Oğulhan savaş kararı alır. Oğulhan anlaşma imzalasa da kendine uygun bir yol bularak yasaları değiştirmeyi askıya almıştır.

Bu haberi uçakta seyahate çıkmak üzere duyan Yuna ve Tamur bu durum karşısında ne yapacaktır? Uçaktan inecekler mi yoksa tatile, başka bir ülkeye mi gidecekler?

20 Mayıs 2019 Pazartesi

thumbnail

Füreya (Ayşe Kulin) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Füreya

Kitabın Yazarı : Ayşe Kulin

Kitabın Özeti :

Savaşın çıktığı sıralar Mustafa Kemal İstanbul'da kalarak önemli işler başarmaya imkan olmayacağını anlamıştı. Atatürk silah arkadaşlarının evinde toplantı yaparak fikir alış verişinde bulunuyordu. 

Atatürk Füreya'nın babasının evinde yaptığı gizli toplantılar esnasında Füreya'yla tanışır. Füreya'nın babası Atatürk'ün yanında savaşır ve daha sonra ordu komutanı olarak atanır. Bir süre sonra Atatürk Füreya'nın annesi Hakkiye hanımın yakın arkadaşı Latife hanımla evlendi ve ertesi gün Füreya'ların evine geldiklerinde defterine şunları yazdı: 'Görüyorum ki çok çalışkan bir insansınız. Millet sizden çok şey bekliyor. Siz çalışıp birşeyler vermelisiniz memlekete.' Füreya defterini kutsal bir emanet gibi gögsünün üzerine bastırıp odasına çıktı.

Erken yaşta evlenen Füreya, eşinin kötü davranışları yüzünden çocuğunu kaybederek bunalıma girer. Tedavi ile bunalımı atlatan Füreya ilk evliliğini bitirir.

İkinci evliliğini, Atatürk'ün çok yakın arkadaşlarından olan Kılıç Ali ile ailesinin itirazlarına rağmen gerçekleştirir. Kılıç Ali yaşca kendisinden büyüktür. Bu evlilik onları protokol içerisine sokar. Atatürk'ün vefatı kocasını derinden etkiler.

Eşini motive etmek için büyük bir çaba gösteren Füreya, verem teşhisi ile hastahaneye yatırılır. Adadaki evde bir yıla yakın süre tedavi amaçlı kalır. Hastalığın ilerlemeye başlaması üzerine İsviçre'deki bir hastaneye yatar. Tedavi devam ederken ressam olan teyzesi Fahrünissa'nın yönlendirmesi ile kendisini seramiğin içerisinde bulur. Önceleri çamur ile olaya başlar.

Tedavi için Fransa'ya gönderildiğinde seramik ile iç içe olur. Bir sergi açar, artık o ünlü bir seramik sanatçısıdır. TC'nin ilk bayan seramik sanatçısı olur. Hayatının devam eden günlerinde hem hastalığı ile hem de seramik ile uğraşır. Dünya çapında ödüller, burslar alır.

Çok tehlikeli bir ameliyatla hasta ciğerlerinden birini aldırır. Erkek kardeşinin kızı olan Sara'yı gelinlerinin itirazına rağmen evlat edinir. Çocuklara duyduğu özlemi onunla gidermeye çalışır. Füreya yurdun çeşitli yerlerinde ölümsüz sanat eserleri yapar.

Bundan sonraki yaşantısı tamamen sanata ve seramiğe yönelik olur. Seramik adına Türkiye'deki bir çok ilki gerçekleştirir ve daha sonra 87 yaşında vefat eder.

Kitabın Karakterleri, Kişileri :

FÜREYA: Hayatının tamamını yakınını seramik sanatçılığına adamış, kurallara meydan okuyabilen, risk almayı seven, yapılmamışı yapmaya çalışan bir kişiliği vardır. Aynı zamanda ülkesine güzel hizmetlerde bulunmuş ve fiziksel olarak güzel ve çok alımlı bir yapıya sahiptir.

KILIÇ ALİ: Hayatının büyük bir bölümünü Atatürk'e adamış ve zamanla daha üst makamlara yükselmiş bir askerdir. Füreya ile aralarındaki yaş farkının fazla olmasına rağmen ve onu sevmiş ve saygı duymuştur. Fedakarlığı seven bir yapısı vardır. Olgun kişiliği etrafını etkilemesine yardımcı olmuştur.

FAHRÜNİSSA: Füreya'nın seramiğe başlamasına neden olan en önemli kişidir. Sevecen ve canlı olması etrafınca beğenilmesine neden olmuştur. Ömrü boyunca Füreya'nın yanında yer almıştır.

HAKKİYE HANIM: Annesi. Ailesi tarafından zorla evlendirilmiştir.

17 Nisan 2019 Çarşamba

thumbnail

Gece Sesleri (Ayşe Kulin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Gece Sesleri

Kitabın Yazarı : Ayşe Kulin

Kitabın Özeti :

Ayda özel bir üniversitede öğretim görevlisidir. Küçüklüğünden beri annesinin güzelliğini kıskanır. Gençliğinde yani yetmişli yıllarda solcuların tarafındadır. Ayda gençken annesi ile yaşadığı anne kız çatışmalarını şimdilerde kendi kızı olan Aslı ile yaşamaktadır. Ayda Erzurum’dan İstanbul’a gitmek için uçağa binmiştir. Uçak aktarma için Ankara Esenboğa havaalanına inmiştir. Uçağının kar sebebiyle ertelenmemesini umarak beklemektedir. Ayda sonunda uçağa biner ve yanında oturan anne kızın konuşmalarından kendi annesiyle olan ilişkileri canlanır gözünde.

Ayda annesi ile bindiği vapurda kendisinin yaramazlığına baktıklarını düşündüğü adamların aslında annesine baktığını yıllar sonra anlar. Uçağa ilk kez annesiyle, ikinci babasının ailesiyle tanışmaya giderken bindiğini ve Ege’nin girintili çıkıntılı olan danteli anımsatan kıyılarına hayran kaldığını hatırlar. Uçaktan indiği gibi hastaneye annesinin yanına gider. Yatakta yatan hasta annesinden çok kardeşi gibi görünür. Ayda’nın annesi yaptırdığı onca estetik sayesinde çok genç görünür. Doktor bile Ayda’nın annem dediğine şaşırır.

Bozova’da geçmişten günümüze gelen sırlar vardır. Ziynet dadı gencecik kız iken yaşıtlarına göre biraz daha fazla geliştiği için çiftliğin küçük ağasının dikkatini çeker. Ziynet dadı müzmin bekardır, aynı zamanda Nedim’in süt annesi ve dert ortağıdır. Satı bir gün Sultan Hanım’ın yanındayken Yusuf ağa Ziynet dadının yatağına gelir. Satı, Sultan Hanım’ın yardımcısıdır. Yusuf ağa Kerami ile kardeş ve Nedim’in amcasıdır. Çok fazla zeki olmamasına rağmen fabrikanın başındadır. İki kız evladı vardır. Yağız’ın etkisinde kalarak ağabeyine kafa tutarak aile ortamını bozar. Yağız ise Sultan Hanım ne kadar ebenin oğlu olarak tanıtsa da aslında Ziynet ile Yusuf’un oğludur.

Sultan hanım da Satı ile can yoldaşıdır ve ailede dominant bir kadındır, her şeyi kendisi yönetmek istiyor. Bu durum aslında Satı ve Sultan Hanım arasında ayarlanır. Bozova’da ağalar dışarı çıkıp hastalık almasınlar diye gözlerini gencecik kızların koynunda açarlar. Bir yıl sonra doğum yapan Ziynet’e Satı bebeğinin öldüğünü söyler. Semiha gelinin sütü yetmez. Ziynet dadı da Nedim’e süt annelik yapar ve değeri çiftlikte artar. Yıllar geçer, Nedim delikanlılığa adım atar. Nedim Bey zengin bir ailenin oğludur. Aradığı aşkı kırk bir yaşında bulur ve ikinci kez evlilik yapacak olan Rengigül ile evlenir. Rengigül’ün Ayda adında bir kızı vardır.

Nedim Bey Ayda’ya kendi kızı gibi davranır. Ayda’nın da Aslı adında kızı olur. Nedim Bey önceleri fabrikada çalışsa da sonraları babasının isteği üzerine politikaya atılır. Kerami Bey meclise girer. Yazın Bozova’ya bir bakan gelir ve Kerami Bey bu durumu fabrikalarını değerlendirmek için kullanır. Kerami Bey ve Yusuf kardeştir. Kerami Bey politikaya atılınca ailenin toprağını çekip çevirmek Yusuf’a kalır. Herkes karşılamaya gider. Nedim üstü başı çamur halde gidince Ziynet onu yıkamak için hamama götürür. Genç Nedim Ziynet’in göğüslerini görünce olan olur. Nedim büyüyünce Ayda’nın annesi ile evlenir. Nedim yeni bebeği olunca Ayda’yı sevmeyeceğini düşünse de hiç onun düşündüğü gibi olmaz. Ayda’ya olan sevgisi hiç azalmaz.

Sultan Hanım ölünce oğulları Yusuf ve Kerami hisseler üzerinde anlaşmazlık yaşar. Kerami oğlu Nedim ile İstanbul’a gider. Nedim babasının izinden giderek meclise girer. Ayda da ameliyattan çıkan annesinin evine eşya almak için gider ve orada annesinin günlüğünü bulur. Günlükleri okuyan Ayda aslında annesinin kendisini oldukça düşündüğünü öğrenir. Yıllarca annesi ile arasına duvar ördüğüne pişman olur. Onca geçen zamanı telafi etmek isteyen Ayda hızlı bir şekilde hastaneye gider; ama annesinin hala yoğun bakımda olduğunu öğrenir. Eve tekrar görünce Ziynet dadıyı görür ve onunla sohbet eder.

Aslında dadının Nedim babası ve annesiyle ilgili ne çok şey bildiğini fark eder. Ziynet dadının yanından ayrılırken onu bir daha göremeyeceğini hisseder ve son kez bakar. Ziynet eve dönünce Yusuf Bey’i karşısında görür. Ölüm döşeğinde Satı’nın kulağına söylediklerini uzatmadan söyler. Yağız ikisinin çocuğudur.

Ayda annesinin günlüğünü merakla okumaya devam eder. Ziynet dadı ile Nedim babası arasındaki çarpık ilişkiyi öğrenerek yıkılır. Annesinin bu sebeple kliniğe yattığını öğrenir. Ayda annesiyle yaşadığı sorunları kendi kızıyla da yaşadığını fark eder. Ayda ve Aslı hatalarını düzeltmek için hastaneye gittiklerinde geç kaldıklarını öğrenirler.

30 Mart 2019 Cumartesi

thumbnail

Nefes Nefese (Ayşe KULİN) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Kitabın Adı: Nefes Nefese

Kitabın Yazarı: AYŞE KULİN

Kitabın Özeti:

Son Osmanlı Padişahlarından Fazıl Reşat Paşa’nın Leman hanımla evliliğinden Sabiha ve Selva adında iki kızı vardır. Sabiha ve kardeşi Selva kolejlerde okuyup, piyano ve dil dersleri aldılar ve çok kültürlü iki kız oldular.

Sabiha arkadaşlarıyla çay partilerine gidiyordu orada Macit adında bir gençle tanıştı ve 6 ay sonra evlendiler. Selva ise liseden beri hoşlandığı arkadaşı Rafael Alfandiri'yi seviyordu ama Rafo Yahudi olduğundan babası bir türlü razı olmuyordu. O sırada tüm Avrupa’da savaş olduğundan Türkiye'de etkileniyordu. Türkiye kimin yanında olacağına karar veremiyordu.

Ruslar, sartları kabul edilmezse boğazları alacaklar, İngilizler ordu yardımında bulunmayacaklar, Almanlar ise Yahudilerin yanında olduğumuz takdirde saldıracaklardı.

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hesabı ama Türkiye akılcı bir politika izliyor, kimsenin yanında değilmiş gibi davranıyordu bu oyalama taktiğiydi yani Türkiye, savaşın ateşine bulaşmadan, Almanlarla Müttefikler arasında gerili ince ipte bir cambaz maharetiyle yürümeye çalışmaktaydı.

Macit üst düzeye yükselmişti ve ani gelen telefonlar ardından sabahlara kadar süren toplantılar Macit ile Sabiha'yı birbirinden uzaklaştırıyordu gitgide Sabiha ile Macit'in Hülya adında yedi yaşında birde kızları vardı. 

O sırada Selva ise babasından aldığı keçi inadıyla Rafo'nun da ailesinin ısrarlarına dayanamayıp birlikte Marsilya ya yerleşiyorlar. Ama Naziler her yere zehirli bir gaz gibi sızıyorlardı. Naziler, Türk pasaportu yâda pasaportu yanında olmayanları ve Yahudileri bir yük vagonuna doldurup esir kamplarına götürüyorlar yâda sokağın ortasında iç çamaşırlarını indirip sünnetliler mi diye kontrol ediyorlardı. 

Selva her şeyi göze alıp hamile bile kalmıştı. Ankara’ya o sıra, Macitin yanına yeni bir çocuk atanmıştı Tarık diye, dürüst bir Anadolu çocuğuydu. Tarık, Sabiha ve Macit onu çok seviyorlardı. 

Tarık kısa zamanda yükseldi ve Fransız (Paris) konsolosluğuna atandı. Sabiha'nın en yakın arkadaşı olmuş, birbirlerinden ayrılacakları için çok üzülmüşlerdi. Tarık'a Selva ile ilgili her şeyi anlatmıştı. Sabiha ve Tarık gidince ona yardım edeceğine söz vermişti. Tarık, Paris’e iner inmez Selva'yı aradı. Trenden indiğinde Naziler yine işbaşındaydı, zaten hiç durmuyorlardı ki. 

Tarık, Selva’ya Fransız konsolosu Nazım Kenter’den bir randevu ayarladı. Çünkü herkes SS'lerden kurtulmak ve pasaport için Türk konsolosluğunun önünde uzun kuyruklar oluşturmuştu. Kocasının ve kendinin pasaportunu aldı. Selva bu arada Türkçe bilmeyenlere Naziler yakalarsa diye Türkçe öğretiyordu. Komşularından biri Selva'ya geldi ve konsolosu tanıdığı için kızı ve oğluna pasaport istiyordu. Selva çok iyi yürekli olduğu için kabul etti. Tarık ise İstanbul'dan bir arkadaşı Muhsin ile ev tutmuştu. Muhsin'in eve sürekli arkadaşları gidip geliyordu,bunlardan biri de Ferit idi.

Ferit ile Tarık çok iyi dost oldular. Hatta Tarık, Ferit'in arkadaşı Margot'la çıkmaya başladı, Ferit zaten evliydi. Ferit gizli bir kuruluşta çalışıyordu ve Yahudi olan Türkleri ve pasaportu olmayanları ek bir vagona doldurup İstanbul'a göndermek istiyorlardı. Bu trenden bakanlıktan duymuş olan Tarık'ın da haberi vardı. Selva’da Tarık'tan öğrendi, babasından dolayı gitmeyi düşünmüyordu. Ama doğan küçük çocuğu Fazıl olunca ve Rofo'yu Naziler esir alınca fikrini değiştirdi. Ama Selva kurtulup diğer insanları orada bırakamazdı. Ne yapıp ne edip Tarık ve konsolosu yardın etmeye razı edince, oğlu ve kızına pasaport isteyen kadını, çevre komşularını, Rafo’nun kuzeninin ailesini herkesi bir evde topladılar sahte pasaportlar alındı, resimler yapıştırıldı.

Bu arada Selva herkese ihtiyaç duyacağı Türkçe cümleleri öğretiyordu. Marsilya’da gelişmeler böyleyken Ankara'da da durum karşıktı. Sabiha kocasının ilgisizliğinden çocuğuyla ilgilenmemeye başlar ve depresyona girer. Macit anne ve babasını çağırdı yanına, bir müddet orada kaldılar. Bu sırada Macit karısını briç partilerinden tanıdığı bir ruh doktoruna götürdü. Karısı içinde gizli kalmış bütün duyguları, ihtirasları ve kıskançlıklarını cerahat gibi akıtıyordu doktora, hatta kocasına bile söylemişti doktorunun yanında kendini çırılçıplak hissetiğini. Kocası bu durumdan şüphelenmişti ama sonra kendini ayıplamıştı. Fakat Sabiha kocasından bulmadı ilgi ve şefkati, en yakın arkadaşı doktoru, sırdaşında bulmuştu ve aralarında bir yakınlaşma olmuştu. Fakat bunu durdurup bir şey olmamış gibi devam ettiler hasta doktor ilişkilerine. Ama Sabiha gerçekten de bir gelgitteydi ve tedaviler ona çok iyi geliyordu.

Vatikan'ın İstanbul temsilcisinden sahte vaftiz belgeleri geldi bunları çocuklar için kullanacaklardı. Selva, Rafo ve Ferit sahte pasaport ve kimlikleri hazırlamışlardı ve herkes gerektiğince Türkçe biliyordu. Fakat trenin yolunu nereden geçeceğini bulamıyorlardı bir türlü, derken Ferit'in aklına geldi ve tam Berlin’in ortasından geçeceklerdi, zaten Berlin'in ortasından geçen bir trenden kim şüphelenirdi ki? Bir süre sonra trenin kalkacağı bildirildi ve bindiler trene, durduklarında birkaç kez Naziler kolaçan ettiler ama bir sorun çıkmadı.

Selva yine her zamanki gibi her olaya yetişti. Herkeste mutlulukla korku karışımı acayip bir duygu yüklüydü. İnsanlar o kadar korkmuşlardı ki, kopartıp atamamışlardı yüreklerinden fakat Selva başka bir şey düşünüyordu. Tüm bunlara ablası Sabiha ile annesi Leman Hanım ellerinde beyaz bir mendil sallıyorlardı. Babası gelmedi diye içinden geçirdi Selva, "zaten neden gelsin ki diye düşündü. Rafo küçük Fazıl'ı uzattı Selvaya annesine göstersin diye..işte o zaman gördü, Selva başını kaldırınca orada duruyordu, elinde bastonuyla, beyaz saçlı adam.

Sabiha ve annesinin geleceğinden emindi ama babası? Fazıl Reşat Paşa, kızının küçüklük resimlerini görmüş ve Mucitten savaşın ilerlediğini duyunca kötü oluyordu. Nihayet Edirne'ye girdiler ve vagondaki herkes geldiklerine şükrettiler, daha sonra Rafo Selva'ların komportamanına koştu. Çünkü sirkeci garına girmişlerdi.

Kitabın konusu:


Türkiye'nin 2. Dünya savaşına girmeme çabaları, Nazilerin Yahudilere yaptıkları zulüm ve işkenceler ile Türk diplomatların Yahudileri kurtarma çabalarını anlatıyor. Aynı zamanda da o zamanın Türk diplomatların aileleri ile yaşadıkları sorunlarını da konu alıyor.

Kitabın Kahramanları, Kişileri:

Fazıl Reşat Paşa; çok inatçı bir adam, son Osmanlı padişahı olmasından dolayı" keşke saltanat olsa" diyor. Ama cumhuriyete karsıda bir eylemde bulunmuyor.

Selva; babasına çekmiş, upuzun boyu var, hoş bir kız, yardımsever, akıllı, saf, iyi, sakin ve cesur fikirli bir kız.

Sabiha; Selvayı kıskanıyor ondan daha uzun diye, deprasyona giriyor. Kıskaç, sarışın, yeşil gözlü bir kız.

Rafo; Yahudi ve sevdiğine sadık. uzunboylu ve yakışıklı bir adam.

Tarık; babasının zorluklarla okuttuğu mert bir Anadolu çocuğu, hayatı Paris'te öğreniyor. Ciddi, şımarık biri değil, yardımsever bir adam.

Macit; devamlı toplantılarda bulunan, uzun boylu, yakışıklı bir adamdır.
thumbnail

Adı Aylin (Ayşe KULİN) Kitabının Özeti ve Konusu


KİTABIN YAZARI : Ayşe KULİN

KİTABIN ADI : ADI AYLİN

KİTABIN KONUSU :


Aylin adlı bir kadının yaşamöyküsü.

KİTABIN ÖZETİ :

Aylin, Amerikan kız kolejini bitirdikten sonra, eğitimini tamamlamak üzere Paris’e gider. Bundan sonraki yaşamını bir uçtan diğer uca, baş döndürücü bir hızla akarak geçer, Libyalı bir prensle evlenir. Prenses olur. Tıp okur, ünlü bir psikiyatrist olur. Tekrar tekrar evlenir, ama evliliklerinden sıkılır. Amerikan ordusuna Albay rütbesiyle Subay olur...
İşte bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

Lise yıllarında uzun boylu ve sıska bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiştir. Bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar. Otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir, prenses olur. Ancak herşey düşündüğü gibi gitmez. Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için bazı davranışları, batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmektedir. 

Zamanla Aylin’in özgürlüğünü kısıtlar. Evliliği büyük bir kaçışla son bulur. Yaz sonunda Aylin, ablası Nilüfer’le Cenevre’ye gider. Yaşamının ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yapar, ihtişamlı hayatından sıyrılır, sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalışır. 

Fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlenir. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünü olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini, o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak, peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecektir. 

Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif alır. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif alır; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık biter, müşterek hayatları bir yol ayrımına girer. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kalır sadece.

Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başlar. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep Tarzı çıkar. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştur. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirir. Bütün vakitlerini beraber geçirirler. Paswak’ın bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştır.

Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başlar; ya sevdiği adamın peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktır. Tam meslek uğruna değmez derken hastanede psikiyatri bölümü şefliğine terfi eder. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip gelir. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynar, sonra toparlanır ve işinin başına döner. 

Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel Radomisli ile tanışır. Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde atarlar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başlar. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyler fakat Aylin bunu bile sorun etmez, dinini değiştirmeyi göze alır. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçmadır. Ona göre insan, insan olduğu için çok değerlidir. Onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemez. Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecektir.

Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdir. İşyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçer. Belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkar. Gün geçtikçe birbirlerinden koparlar ve birgün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini, bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini, bunun sonucunda da diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp, birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanabileceklerini açıklar. Fakat düşünülen olmaz. 

Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanışır ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirir. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindedir. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmez.Her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerler fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmez. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez Savaşı’nda ruh sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşünür. Bu nedenle Oklahoma’ya Körfez Savaşı’nda zarar görmüş askerleri tedaviye gider.

Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giyer. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası alır. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam eder, hastalarına çare bulmaya çalışır. Birgün kendisine yeni bir hasta verilir. Bu kez hasta Körfez Savaşı’ndan sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordur. Bunun sonucunda da hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmiştir.

Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptar ve bu sonucu bir tez halinde askeri yetkililere bildirir. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini isterler ve onu uyarırlar. Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrılır.

Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulunur. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapatırlar. Teşhis ise “Freak Accident” yani garip bir kazadır.

“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut durmakta, uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini almaktadırlar. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlamaktadır ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırmaktadır. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıdır.

About