Clifford D. Conner etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2019 Cumartesi

thumbnail

Halkın Bilim Tarihi (Clifford D. Conner) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Halkın Bilim Tarihi

Kitabın Yazarı : Clifford D. Conner

Kitap Hakkında Bilgi :

"Cliff Conner'ın Halkın Bilim Tarihi, bilim tarihine fikir tazeleyen, keyifli, yeni bir bakış sunuyor. Böyle bir eserle daha önce hiç karşılaşmadım; bu kitap tarihe seçkinci önyargılardan arınmış bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve yaratıcı bir üslupla sıradan insanların, çalışan insanların bilimin gelişiminde oynadığı rolü anlatıyor. Yeni tarihsel verileri, bizleri şaşırtarak, gelenekselliğin saraylarında bir heyecan dalgası yaratarak sunuyor." Howard Zinn Hepimiz Okul Kitaplarından öğrendiğimiz bilim tarihine aşinayız: Galileo'nun dünyanın evrenin merkezi olmadığını kanıtlamak için teleskopu nasıl kullandığını. Newton'un ağaçtan düşen elma sayesinde yer çekiminini nasıl keşfettiğini, Einstein'ın basit bir denklemle zaman ve uzamın gizemlerini nasıl çözdüğünü biliyoruz. Bu geleneksel cesaret öyküsü, Büyük Fikirleri olan birkaç Büyük Adamı tüm insanlığın karşısında öne çıkarır ve bilimi tamamıyla bunlara borçlu olduğumuzu salıklar. Oysa Bilim her zaman kolektif bir çabanın ürünü olmuştur. Halkın Bilim Tarihinde ise dikkatler, sonunda, avcı-top-layıcılara, köylü çiftçilere, denizcilere, madencilere, demircilere, halk şifacılarına ve günlük yaşam mücadelesinde var olma çabası içerisinde sürekli doğa ile yüzleşen sıradan insanlara yönelmiştir. Tıp bilimi, okuryazar olmayan antik çağ insanının bitkilerin iyileştirici özelliklerini keşfetmesiyle başlamıştır. Kimya ve metalürji antik çağlarda yaşamış madencilerin, demircilerin ve çömlekçilerin çalışmalarıyla ortaya çıkmış; jeoloji ve arkeoloji de yine madenlerde doğmuştur. Matematik varoluşunu ve, büyük ölçüde, gelişimini binlerce yıl boyunca arazi etütçülerine, tüccarlara, muhasebecilere ve tamircilere borçlu olmuştur. Bilimsel Devrime damgasını vuran ampirik (deneysel) yöntem de, bu yöntemin faydalandığı çok sayıdaki bilimsel veriler de Avrupalı zanaatkarların atölyelerinden doğmuştur.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Özeti :

Halkın Bilim Tarihi, bilimi, muhtemelen bir dizi bilimsel dehanın ortaya koyduğu fikirler yumağı olarak gören anlayışın ne kadar hatalı olduğunu geçmişten günümüze bilimin gelişimini anlatarak ortaya koyan bir eser. Bilim bir grup dehanın düşünsel süreçlerinin sonucu olarak değil, çiftçilerin, ebelerin, gözlükçülerin, denizcilerin, madencilerin, makinecilerin, tüccarların (vesaire) karşılaştıkları sorunlar karşısında ürettikleri pratik çözümlerin bir sonucu olarak doğmuştur. Zanaatkarları değersiz gören hatalı anlayış Yunan’da vardı ve beden gücü ile yapılan işler değersiz görülüyordu. El ile yapılan bir işten ortaya bilim çıkamazdı. Bilim ancak düşünsel süreçlerin bir ürünü olabilirdi. Kitapta bu anlayışın yanlışlığı ile ilgili onlarca örnek var.

Örneğin Yunan Mucizesi, Halkın Bilimi anlayışıyla örtüşmez; çünkü Tales ya da Pisagor – ve hepsinden üstün olan Eflatun ve Aristo – gibi, bireysel dehaları yüceltir ve bilimin oluşturulmasındaki tüm saygınlığı onlara atfeder. Yunan mucizesi gerçekçi bir yaklaşım değildir. Aristo gibi önemli bir otorite de “matematiksel bilim dalları Mısır’ da bulunmuştur.” demişti. Eflatun, sadece “aritmetik ve hesaplama ve geometri ve astronominin” icadını değil, ayrıca “harf kullanımının” keşfedilmesini de Mısırlıların bilgeliğine mal etmişti. Ya politika?

Belki Yunan kültüründeki politik düşüncenin en iyi örneği Eflatun’un Devlet’idir. MÖ dördüncü yüzyılın sonlarında yaşamış olan düşünür Krantor şöyle yazmıştı: “Çağdaşları Eflatun’la devleti onun icat etmediğini, Mısırlı kurumlardan kopya çektiğini söyleyerek alay ediyorlardı.

Halktan doğan bilim zamanla akademi tarafından sahiplenilmiştir ve zanaatkarlar yok sayılmışlardır. Özellikle Rönesans sonrası. Günümüzde ise bilim ve sanayi evliliği bilime yön vermektedir. Kitapta bunun yol açtığı sorunlardan bahsediliyor. Halkın Bilim Tarihi, yani bilimi ortaya çıkaran sıradan halkın yaptıklarına bazı örnekler ve kitaptan bazı alıntılar :

Bugün hastalıklarda kullanılan ilaçların dörtte biri bitkilerden üretilmektedir; bunların çoğu “geleneksel tedaviler ve yerli insanların sahip olduğu halk bilimi üzerine yapılan çalışmalarla keşfedilmiştir. Etnobotanikçiler “etnik yerlilerin kendi doğal çevrelerindeki bitkilerle, yüzden fazla nesil boyunca deneyler yapmış olduklarını ve biyoaktif olanları tanımlamış olduklarını” belirtmektedirler. Örneğin, Samoa şifacılarının (ki çoğu kadındır) sahip oldu ğu botanik bilgi “göz alıcıdır: Tipik bir şifacı 200’den fazla bitkiyi isimleriyle tanıyabilir, 180’den fazla hastalık kategorisini bilebilir ve lOO’den fazla şifa kombinasyonu oluşturabilir.

“Avrupalı doktorlar Kızılderililerin dünyanın en karmaşık ilaç yapım bilgisine sahip olduklarını fark etmişlerdi.” Onaltıncı yüzyılda Seville’de yaşamış bir  doktor olan Nicholas Monardes onları “Hint adalarından getirdikleri, bütün şeyler ilaç yapım ve kullanım sanatına hizmet etti; onların bu getirdikleri olmasaydı bir sürü hastalığın ilacını hala bulamamış ve tedavi edemiyor olacaktık” diyerek övüyordu.

“İngiliz Hipokrat” olarak anılan onyedinciyüzyıl doktorlarından Thomas Sydenham akademik botanik bilim için şunu demiştir: “Saçmalık ! Efendim, ben Covent Garden’da yaşayan ve botanikten daha iyi anlayan bir kadın biliyorum.” “ve anatomiye gelirsek, ” diye eklemişti, “benim kasabım bile bir eklemi mükemmel bir şekilde ögelerine ayırabilir.”

Büyük tarihi öneme sahip bir kalp ilacı olan yüksükotunun keşfi onsekizinci yüzyılda yaşamış bir İngiliz doktora, William Withering’e mal edilir. Oysa Withering, 1785’de buluşlarını aktardığı yayınında, “Yüksükotuna dikkatini ilk kez çeken kişinin” bir halk şifacısı olduğunu belirtmektedir.

Matbaayı Johann Gutenberg icat etmemiştir. Matbaa Çin’de icat edilmiştir. Vücuttaki kan dolaşımını Wil liam Harvey keşfetmemiştir. Bu da, Çin’de keşfedilmiş, ya da daha doğru bir deyişle, her zaman varolduğu kabul edilmiştir. Hareketin Birinci Yasası’nı keşfeden ilk kişi lsaac Newton değildir. O da Çin’de keşfedilmiştir.

Avrupa’nın tarım devriminde Çin’den gelen kulaklı sabanlardan daha önemli herhangi başka bir unsur yoktu.

Manyetik pusula Çin’de, MÖ dördüncü yüzyıla kadar çoktan keşfedilmişti. Çinli gemicilerin bu aleti kullandığına dair belgelenmiş kanıtlar MS 1 17 yıllarına dayanırken, Avrupalıların kullanımına ilişkin karşılaştırılabilir kanıtlar bundan ancak yetmiş yıl sonrasında ortaya çıkmıştır.

Teleskobun icadı genellikle Galileo’ya mal edilse de, Galileo’nun kendisi bunun doğru olmadığını biliyordu. “Aslında biliyoruz ki, ” demişti Galileo: Teleskobu icat eden Hollandalı, basit bir gözlük yapımcısıydı ve elinde farklı türlerde cam parçaları tutarken, tesadüfen aynı anda bunların ikisinin içinden bakmıştı; biri içbükey, diğeri dışbükeydi ve herbiri gözden farklı uzaklıklarda konumlanmıştı. Bu şekilde ortaya çıkan sonucu gözlemledi ve aleti keşfetti.

Bilimsel Devrimle ilgili çoğu anlatı “büyük düşünürler” öyküsünün versiyonlarından ibaret olmayı sürdürmüştür; buna karşın bu yaklaşıma meydan okunmamış da değildir. Halkın Bilim Tarihi de bu meydan okumalardan biridir.

Bilimin! amaca hizmet uğruna nasıl zararlar verebileceği üzerine :

Eflatun, tüm barbarların doğaları itibarı ile düşman olduklarını söyledi; onlara savaş açmak, hatta onları köleleştirmek ya da köklerini kazımak gerekirdi. Aristo da, tüm barbarların doğaları itibarı ile köle olduklarını söyledi; özellikle Asyalılar; özgür olmalarına olanak tanıyan özelliklere sahip değildiler ve onlara köle muamelesi yapmak gerekirdi.

Charles Darwin, köleliğin önde gelen karşıtlarındandı; ama yine de, Afrikalıları ve Avustralyalı Aborjinleri, beyazlar ve şempanzeler arasında bir yere yerleştiren, insan ırklarının hiyerarşik olarak dizilmesi kavramına da sıcak bakıyordu. Tlıe Descent of Man (İnsanın Türeyişi) adlı kitabında, insanlar ve maymunlar arasındaki mesafeyi “bir Zenci ya da Avustralyalı ile goril arasındaki” mesafe olarak tanımlamıştı.

Evrimci doktorlar ve bilim adamları genetik olarak yetersiz olanların kısırlaştırılması gibi temel Nazi politikalarının hayata geçirilmesinde istekle yer alıyordu. 1 939 Eylül’ünde savaşın patlak vermesinden önce bile, genetik sağlığı mahkemelerindeki duruşmalara, hükmü karara bağlamak için katılan doktorlar, 400.000 kadar zihinsel özrü ve hastalı ğı olan insanın, epilepsi hastalarının ve hatta alkoliklerin kısırlaştırılmasını emrettiler. Bunun ardından, akıl hastanelerinde “aç bırakarak ölüme terk etme” gibi “merhametli ölüm” şekilleri sıradanlaştı. Ocak 1940 ve Eylül 1942 arasında 70.723 akıl hastası gaz odalarına gönderildi; bunlar “hayatları yaşamaya değmez” bulunan insanlardan oluşan listelerden ülkenin tanınmış dokuz psikiyatrist ve önde gelen otuzdokuz doktor tarafından seçiliyordu.

Dr. Ishii yaklaşık üçbin insan üzerinde “enfeksiyon şekillerini ve bir salgın oluşturmak için gerekli ölümcül bakteri miktarını belirlemek için” deneyler yaptı. “Diğer deney kurbanları balistik deneme amaçlı vuruldu, donarak ölümü araştırmak için donmaya terk edildi, elektrik verilerek öldürüldü, canlı kaynatıldı, öldürücü seviyede radyasyona maruz bırakıldı ve canlıyken bedenlerinde deneyler yapıldı.” Anestezi uygulanmadan canlı bedenler üzerinde yapılan deneylerin zalimliği hayal edilebilenin ötesindedir. Dr. Ishii’nin deneklerinin çoğu Çinli, bir kısmı da Amerikalı ve İngiliz savaş tutsaklarıydı. Ancak savaş sona erdiğinde, “Amerikan Hükümeti bu vahşeti bir sır olarak saklamayı tercih etti.” çünkü Dr. Ishii ve ekibi savaş suçlusu olarak yargılanmamak için araştırma sonuçlarını Amerikan yetkilileriyle takas etmişti.

Bilimin kaynağı olarak görülen dehaların aslında son bitmek üzere olan resme son noktayı koydukları üzerine :

Keşiflerin sık sık eş zamanlı olarak birbirlerinin peşi sıra ortaya çıkması, bilimsel fikirlerin bağımsız tarihsel faktörler olmadığını gösterir. Bunun pek çok örneği vardır; ama en iyi bilinen ikisi Newton ve Leibniz’in birbirlerinden bağımsız olarak diferansiyel ve entegrasyon hesaplamasını bulmaları, Darwin ve Wallace’ın da doğal seleksiyonla biyolojik evrimi formüle etmesidir. Bir çok keşifte olduğu gibi, bu iki olayda da; Büyük Fikir “havada asılı durmakta” ve tüm belirtileriyle zaten artık görünür hale gelmiş ve illa ki biri tarafından fark edilmeyi beklemektedir. Eğer sıra dışı bir birey bulmacanın son parçasını bulmasa, çok geçmeden bir başkası kesin bulacaktır. Bu nedenle, genel olarak Newton’un fikirlerinin göklere çıkarılması tarihin anlaşılmasına bir katkı sağlamaz; açıklama gerektiren özel bir zaman ve özel bir yerde o fikirlerin ortaya çıkmış olmasıdır.

Nasıl oldu da bu fikirler “havada asılı” hale geldiler? Newton’un yerçekimi kuramı neden, örneğin ondördüncü yüzyılda Çin’ de değil de, onyedinci yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıktı. İşte bu, Boris Hessen’ın “Newton’un Principia (İlkeler) ‘ sının Sosyal ve Ekonomik Kökleri” başlıklı ufuk açıcı makalesinde yanıtlamaya çalıştığı sorudur. Principia (İlkeler) ya da Mathematical Principles of Natura/ Philosophy (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri)’de Newton nesnelerin yere düşmesini sağlayan kuvvetin aynı zamanda ayın ve gezegenlerin yörüngelerini de kontrol ettiğini sergilemişti. Matematik ve optik alanlarında bir dizi başka büyük yeniliğin de ona atfedilmesine karşın, dünyadaki yerçekiminin ve gökyüzündeki hareketin “Newtoncu sentezi” kesinlikle en önemli başarısıdır.

Geleneksel olarak Bacon gerçek bilginin ve doğaya “gerçek hakimiyetin ” zanaatkarların atölyelerinde bulunabileceğini fark eden ilk kişi olmasıyla takdir görür; ama o aslında bu şekilde düşünmeye başlamış ilk modern felsefecilerin sadece bir tanesiydi. Yaklaşık 1450’de, Alman filozof Cusalı Nicolas’ın yazdığı bir kitap hatiplerin bilgili olduğunu reddederek, “bilgeliğin sokaklarda ve pazar yerinde, sıradan tartma ve ölçme işlemlerinin yapıldığı yerlerde bulunabileceğini” iddia etti.

About