Yaşar Kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşar Kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2024 Pazartesi

Ölmez Otu (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Ölmez Otu

Kitabın Yazarı: Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi:

Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikayelerini örer. Dağın Öte yüzü üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük bir görkemli hiyakesidir.
Üçlünün üçüncü kitabı Ölmez Otu Toros Dağlarından Çukurova'ya uzanan bir toprakta yeşerir. Pamuk toplamaya inen Yalak köylülerine kendi yarattıkları efsane eşlik eder. Ancak mitin yıkılışını anlatan satırlar, vahşi olduğu kadar olağanüstü bir türkü gibi içimize işler. (Tanıtım Bülteninden)

Yaşar Kemal’in Dağın Öte Yüzü üçlemesinin üçüncü romanıdır. Yaşar Kemal, 1952 ile 1957 yılları arasında iki kez romanı yazmaya teşebbüs eder ancak yazdıklarını yırtıp atar. 1967’te yazmaya başlayıp toplamda beş ayda kitabı bitirir. Yaşar Kemal, Ölmez Otu ismini ilk kez yedi yaşındayken yaşadığı köydeki bir ebe kadından duyar. Kendisi Ölmez Otu isminin kaynağını şu sözlerle açıklamıştır: Efsanelerde bir türlü yok edilemeyen bir ot olarak geçer ölmez otu. Ayrık otuna benzermiş. Kökünü kazımaya, kurutmaya asla imkân yokmuş. Yok ettiğinizi sandığınız yerde, bir kuyu kazsanız, gene çıkarmış karşınıza, Ölmez Otu bu işte. Dedim ya, bu efsane otu.

Dağın Öte Yüzü Serisi 
1. kitap Ortadirek, 
2. kitap Yer Demir Gök Bakır, 
3. kitap Ölmez Otu 
 
Kitabın Konusu:

Kitabın kahramanlarından Memidik'in Muhtar Sefer'den almak istediği intikam ve köylülerin Taşbaşoğlu mitini yok etmeleri anlatılır.

Kitabın Özeti:

Uzunca Ali, Sefer ve Memidik mutlu olmak isteyen kitabın üç ana karakteridir. Memidik, kısa boylu biridir. Boyu yüzünden köydeki kızlar onunla alay etmektedir. Yalak Köylülerden bu üç kişi ağaların pamuğunu toplamak için Çukurova’ya inerler. Köyün muhtarı Sefer, Memidik’i Ömer'e dövdürür. Memidik’in, köy meydanında Ömer’den yediği dayak gururuna dokunur. İnsan içine çıkamayan Memidik, Zeliha ile evlenmek istemektedir. Bu olaydan sonra Memidik, Sefer’i öldürmeye karar verir. Köy içinde başı dik gezebilmek için çare olarak muhtar Sefer’i öldürmeyi görmektedir. 

Muhtar Sefer, çok uyanık ve çıkarcı biridir. Köylüleri birbirine düşürmede çok mahirdir. Memidik’i döven Ömer de onun adamıdır. İntikam ve kin Memidik düş ile gerçek arasına sıkışıp kalmasına neden olur. Bazı olayları gerçekten yapmış gibi inanmaktadır. Memidik, Muhtar Sefer'i Şevket Bey’e benzetmektedir.

Memidik, Şevket Bey’i yanlışlıkla öldürür. Memidik’in ifadesine göre Şevket Bey evli, üç çocuk sahibi, uyurgezer bir adamdır. Kimseye kötülüğü dokunmayan iyi bir adamdır. Gerçekte öyle birinin var olup olmadığı kestirilemez. Şevket Bey, hayali bir şahıs gibidir. Memidik, Şevket Bey’in cesedini saklamak ister. İlk önce cesedi su içinde bulunan bir ağaca bağlar. Köylüler görür diye oradan da alıp kuyuya atar. Kuyudan çıkarıp bu sefer yakmaya karar verir. Karar değiştiren Memidik, cesedi gömer.

Köyde Döndülü Gelin adında bir kadın vardır. Köyde istediği ile beraber olan Döndülü Gelin cilveli ve işveli bir kadındır. Köyde Döndülü Gelin diye bir türküyü kocasının yanında söylerler. Kocası olan Deli Bekir sesini çıkarmaz karısına karışmamaktadır. Döndülü Gelin, Memidik’e bir teklifte bulunur. Memidik, Zeliha’yı hayal ederek Döndülü Gelin’in teklifine karşılık verir. Adil Efendi, köyde bakkalı gibidir. Köylüler ondan aldıkları malları pamuktan sonra ödemektedirler. 

Uzunca Ali, Çukurova’ya pamuk toplamaya gitmede kararsızdır. Çünkü daha öceki gidişlerinde annesi Meryemce ile perişan olmuşlar ve eli boş gelmişlerdir. Meryemce aksi, inatçı, beddualar savuran ihtiyar bir kadındır, oğlu Uzunca Ali’nin yaptığı hiçbir işten memnun olmaz. Uzunca Ali, annesi Meryemce’yi köyde bırakıp karısı Elif ve oğlu Hasan ile Çukurova’ya pamuk toplamaya yola koyulur. 

Koca Hasan, pamuk hırsızlığı yaparken Süllü adındaki bir genç tarafından yakalanır. Boynuna ip geçirip yüzüne tükürürler. Uzunca Ali sıcağa ve yola dayanamayacağını düşündüğü annesi Meryemce’yi köyde bırakıp kendi tarlasında çalışmaya giderken Muhtar Sefer de Uzunca Ali’yi sevmediğinden bir dedikodu yayar. Annesi Meryemce’yi Uzunca Ali’nin öldürdüğüne dair yalan bir dedikodu sonucunda Meryemce’yi gerçekten öldürmesi için yeğeni Ömer’i gönderir. Bunun karşılığında Ömer’e evlendirme gibi vaatlerde bulunur. Köylüler Uzunca Ali’yi döverler. Aslında Uzunca Ali, pamuk toplamaya gittiği için Meryemce evde yalnızdır. 

Taşbaşoğlu, köyün iradesini temsil eden bir karakterdir. Her zaman köylünün çıkarları için uğraşsa da korkak köylüler bunu görmez. Taşbaşoğlu, Vurgun Ahmet sayesinde yüceltilir ve evliya olarak görülür. Köyde Kel Aşık adında bir ozan vardır. Bu ozan Taşbaşoğlu’yla alay eder. Gömleksizoğlu adında alıngan, gösteriş meraklısı adam da kendi soyunu sürekli yüceltir. Taşbaşoğlu, dedikodular başını alıp gidince kendisi de bir evliya olduğuna inanır. Köyde alay konusu olan Taşbaşoğlu suda boğulur. Muhtar Sefer de bu duruma içten içten sevinir. 

Ölüm için insanlar hep sebep aramaktadır. Taşbaşoğlu, gururu için ölürken Memidik de gururu için Muhtar Sefer’i öldürür. Ardından tutuklanıp cezaevine götürülür. Görüş gününe Zeliha ile Hasan gider. Çukurova’da işi biten köylüler on dört tarlada pamuk toplayarak iyi hasılat yaparla ve sonunda köyün yolunu tutarlar. Uzunca Ali, annesinin ölmüş olmasından korkmaktadır. Korktuğu başına gelir ve annesi öldürülmüştür. Meryemce’nin şişmiş cesedi evde kokmuş şekilde durmaktadır.

5 Nisan 2020 Pazar

12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları - Cumhuriyet Dönemi Sanatçıları 3, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Tarık Buğra

CUMHURİYET DÖNEMİ SANATÇILARI

17- AHMET HAMDİ TANPINAR (1901 - 1962)

* Gençlik yıllarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'in talebesi ve dostu olmuş, Batı edebiyatından Paul Valery ile Marcel Proust'u kendisine üstat olarak seçmiştir. Bu yazarlar edebiyatta güzellik ve mükemmeliyete ön planda yer verirler. Onlara göre edebiyat, tıpkı resim ve musiki gibi "güzel sanat"tır. Onlardan farkı, boya ve ses yerine, insanı ve hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok daha zengin olan dili kullanmasıdır.
* Tanpınar şiiri hayatının en büyük ihtirası haline getirmiş, fakat asıl kabiliyetini şiir estetiğine göre yazdığı mensur eserlerde göstermiştir. İlk şiiri 1920’ de yayımlanmıştı. Geniş okuyucu kitlesi onu umumiyetle lise kitaplarına ve antolojilere giren "Bursa'da Zaman" şiiri ile tanır. Altmış kadar şiirinden ancak otuz yedisi ile tek şiir kitabını ölümüne yakın çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri
adıyla genişletilmiş olarak 1976). Şiirlerinde bir imaj ve müzik kaygısı taşıdığı, hikâye ve romanlarında da, başta zaten tema’sı olmak üzere, psikolojik anları, bilinçaltını aradığı, yansıttığı görülür.
* Çeşitli baskıları olan eserleri Dergâh Yayınları’nda toplanmaktadır. Enis Batur, 1992 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar’dan “Seçmeler” adlı bir kitap hazırladı. Yazar ile ilgili yayınlanmış en son eser 2007 yılının sonunda çıkan "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa"dır. Eser Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlardan oluşmaktadır.

Yapıtları:
Şiir
* Şiirler
Öykü
* Abdullah Efendinin Rüyaları
* Yaz Yağmuru,
* Hikâyeler,
Roman
* Huzur, 1949;
* Saatleri Ayarlama Enstitüsü,
* Sahnenin Dışındakiler,
* Mahur Beste,
* Aydaki Kadın
Deneme
* Beş Şehir, 1946;
* Yahya Kemal,
* Edebiyat Üzerine Makaleler, (1969)
* Yaşadığım Gibi,
Monografi
* XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi

18- KEMAL TAHİR (1910 - 1973)

* İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini görevinde bulundu. "Körduman", "Bedri Eser", "Samim Aşkın", "F. M. İkinci", "Nurettin Demir", "Ali Gıcırlı" gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aşk ve macera romanları, senaryolar yazdı. Fransızca çeviriler yaptı. 6-7 Eylül olayları sırasında tekrar gözaltına alındı. Harbiye Cezaevi’nde 6 ay yattı. Çıktıktan sonra 14 ay kadar Aziz Nesin'le birlikte kurdukları Düşün Yayınevi’ni yönetti. Edebiyata şiirle başladı. İlk şiirleri 1931'de "İçtihad" dergisinde yayınlandı. Yeni Kültür, arkadaşlarıyla birlikte kurdukları "Geçit", Var, Ses dergilerinde şiirleri çıktı. İlk önemli eseri olan 4 bölümlük "Göl İnsanları" uzun öyküsü Tan gazetesinde tefrika olarak yayınlandı, 1955'te basıldı. Yine 1955'te basılan "Sağırdere" romanıyla adını duyurdu. İstanbul'u bir çerçeve gibi alıp Türklerin Osmanlılıktan Cumhuriyet'e geçişini incelediği "şehir romanları" dizisinin ilk kitabı "Esir Şehrin İnsanları" 1956'da yayınlandı. Bu kitapta Mütareke dönemi İstanbul'unu anlattı. Dizinin diğer kitabı olan "Esir Şehrin Mahpusu" 1961'de, "Hür Şehrin İnsanları" 1976'da basıldı.
* İlk kitaplarında daha çok köy ve köylü sorunlarına eğildi. Daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele aldı. "Devlet Ana"da, kuruluş sürecindeki Osmanlı toplumu ve yönetim sistemini, "Kurt Kanunu"n da Atatürk'e karşı düzenlenmek istenen İzmir suikastını, "Rahmet Yolları Kesti" ve "Yedi Çınar Yaylası"nda ağalık kurumu ve eşkıyalık olgusunu inceledi. "Yorgun Savaşçı"da Anadolu'daki başsız, öndersiz ulusal güçlerin birleşip Ulusal Kurtuluş Savaşı'na başlamasına kadar geçen dönemi anlattı. "Bozkırdaki Çekirdek"te de köy enstitüleri üzerinde durdu,
* Osmanlı - Türk toplumunun kendi kültürel ve sosyal yapısından kaynaklanan çok daha özel bir gelişme süreci, dinamikleri ile yapısal farklılıkları vardır. Bu nedenle Batılılaşma, gerekli altyapısı olmayan bir topluma, soyut ve biçimsel bir üstyapı getirme çabasından başka bir şey değildir. Köklü bir ekonomik ve toplumsal devrim yapılmadan başlatılan tepeden inme uygulamalar taklitçiliktir. Bu ana fikir çerçevesinde "Devlet Ana"da Osmanlı toplumunun kölecilik ve feodalizmden çok farklı ve insancıl bir temel üzerine kurulduğunu anlatmayı amaçladı. Diğer romanlarında da "Türk insanı ve Türkiye özeli" olgusunu ortaya çıkarmaya çalıştı.
* Toplumsal gerçekçi çizgide sürdürdüğü yazarlık yaşamında eserlerinde yalın bir dil kullandı. Diyaloglarla zenginleştirdi, karizmatik karakterler yarattı. En üretken romancılarımızdan biri oldu.

Yapıtları:
Roman:
* Sağırdere (1955)
* Esir Şehrin İnsanları (1956)
* Körduman (1957)
* Rahmet Yolları Kesti (1957)
* Yedi Çınar Yaylası (1958)
* Köyün Kamburu (1959)
* Esir Şehrin Mahpusu (1961)
* Bozkırdaki Çekirdek (1962) * Kelleci Memet (1962)
* Yorgun Savaşçı (1965)
* Devlet Ana (1967)
* Kurt Kanunu (1969)
* Büyük Mal (1970)
* Yol Ayrımı (1971)
* Namusçular (1974)
* Karılar Koğuşu (1974)
* Hür Şehrin İnsanları (1976)
* Damağacı (1977)
* Bir Mülkiyet Kalesi (1977)
Öykü:
* Göl İnsanları (1955)
Notlar:
* Kemal Tahir’in Notları
Mektup:
* Kemal Tahir'den Fatma İrfan'a Mektuplar (1979)

19- TARIK BUĞRA (1918 – 1994)

* Roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.
* Tarık Buğra, ilk piyeslerini ve "Yalnızların Romanı"nı askerliği sırasında yazmıştı. 1940’da tamamladığı roman, 1948’de Çınaraltı dergisinde tefrika edilmişti. Ama adı, bir iddia üzerine üç saatte yazdığı “Oğlumuz” adlı hikâyesinin 1948’de Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı yarışmada ikincilik kazanmasıyla duyuldu. 1949’da yayımladığı ilk hikâye kitabı Oğlumuz’u, 1952’de Yarın Diye Bir Şey Yoktur, 1954’te İki Uyku Arasında, 1964’te Hikâyeler izledi.
* Kasaba yaşantısından, orta sınıf insanların ev ve aile ortamlarından kesitler verdiği hikâyelerinde, yoğun, şiirli bir dille aşk, yalnızlık, uyumsuzluk gibi temaları işledi. Olay örgüsünden çok iç gerçekliğe ağırlık verdi. 1955’te çıkan "Siyah Kehribar"la romana geçti.
* Kurtuluş Savaşı’na merkezden değil, bir kasabadan baktığı Küçük Ağa’da (1963) yakın tarihe resmi tarih anlayışının dışına çıkan bir yorum getirdi. Bu romanın devamını 1967’de Küçük Ağa Ankara’da adıyla yayımladı. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı romanlarında da Cumhuriyet’in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi.
* Ortaoyuncusu “Komik-i Şehir” Naşit’in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş’in Rüyası ile 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda başarı ödülü,
* Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık’la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı,
* Yağmur Beklerken’le Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü’nü aldı. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanını aldı.
* Birey özgürlüğünü savunduğu Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Yapıtları:
Hikâye:
* Oğlumuz (1949)
* Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
* İki Uyku Arasında (1954)
* Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro:
* Ayakta Durmak İstiyorum
* Akümülatörlü Radyo
* Yüzlerce Çiçek Birden Açtı (1979)
Gezi Yazıları:
* Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)
Fıkra ve Deneme:
* Gençlik Türküsü (1964)
* Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
* Politika Dışı (1992).
Roman:
* Siyah Kehribar (1955)
* Küçük Ağa (1964)
* Küçük Ağa Ankarada (1966)
* İbişin Rüyası (1970)
* Firavun İmanı (1976)
* Gençliğim Eyvah (1979)
* Dönemeçte (1980)
* Yalnızlar (1981)
* Yağmur Beklerken (1981)
* Osmancık (1983).
Senaryo ve oyunu:
* Sıfırdan Doruğa - Patron (1994).

20- YAŞAR KEMAL (1922-...)

* Kullandığı sade Türkçe ile Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli romancılardandır. Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli'dir.
* O dönemde şiirleri Adana Halkevi'nin yayını olan "Görüşler Dergisi"nde yayımlandı. Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi işlerde çalıştı. Bu arada "Ülke", "Kovan", "Millet", "Beşpınar" dergilerinde şiirleri görüldü.
* 1940’lı yıllarda Adana’da çıkan Çığ dergisi çevresindeki yazar ve aydınlarla ilişki kurdu ve şiirleri o dergide de yayımlanmaya başladı. Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino ile kurduğu yakınlık onun düşünce ve edebiyat dünyasının gelişimini etkiledi.
* Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalıştığı dönemde Orhan Kemal’le tanıştı. İlk öyküleri “Bebek”, “Dükkâncı”, “Memet ile Memet” 1950’lerde yayımlandı. İlk öyküsü “Pis Hikâye”yi ise 1944’te Kayseri’de askerliğini yaparken yazdı.
* 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi' nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazandı. O yıllarda öyküleriyle de ilgi çeken sanatçının 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı. İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı. 1955 - 1984 yılları
arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı yayımlandı.
* Yaşar Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı'nı kazandı. 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü'nü aldı. "Yer Demir Gök Bakır" Fransa'da 1977 yılında, Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından yılın en iyi yabancı romanı seçildi. "Binboğalar Efsanesi" 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı. 1982 yılında uluslararası Del Duca Ödülü' ne değer görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nın Légion D'Honneur nişanını aldı.
* Yapıtlarında Torosları, Çukurova'yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu ortaya koyan yazarın betimlemeleri yapıtlarının en önemli özelliğidir. Bu yöre insanlarının ekonomik sıkıntılar ve güç doğa koşullarındaki savaşımını insan - doğa - çevre ilişkisi içerisinde ele aldı; giderek uzun öykülere yöneldi.
* 39 dilde yayımlanmış olan kitaplarıyla, dünya yazınında çok önemli bir yere sahiptir.

ESERLERİ:
ROMAN:
* Teneke (1955 - 1987)
* Beyaz Mendil (1955)
* İnce Memed I (1955 - 1989)
* Namus Düşmanı (1957)
* Ala Geyik (1959)
* Ölüm Tarlası (1966)
* İnce Memed II (1969 - 1988)
* Yılanı Öldürseler (1981)
* İnce Memed III (1984 - 1988)
* İnce Memed IV (1987/1989)
* Ortadirek (1960 - 1989)
* Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974 - 1990)
* Yumurcuk Kuşu (Kimsecik I, 1980 - 1988)
* Kale Kapısı (Kimsecik II, 1985 - 1987)
* Yer Demir Gök Bakır (1963 - 1990)
* Üç Anadolu Efsanesi (1967 - 1987)
* Ölmez Otu (1968 - 1988)
* Ağrı Dağı Efsanesi (1970 - 1990)
* Çakırcalı Efe (1972 - 1986)
* Yusufçuk Yusuf (1975 - 1990)
* Al Gözüm Seyreyle Salih (1976 - 1990)
* Kuşlar da Gitti (1978 - 1990)
* Deniz Küstü (1978 - 1990)
* Hüyükteki Nar Ağacı (1982 - 1990)
ÖYKÜ:
* Sarı Sıcak (1952 - 1987)
RÖPORTAJ:
* Yanan Ormanlarda Elli Gün (1955)
* Çukurova Yana Yana (1955)
* Peri Bacaları (1957 - 1985)
* Bir Bulut Kaynıyor (1974 - 1989)
* Allahın Askerleri (1978 - 1987)

16 Ekim 2019 Çarşamba

Filler Sultanı İle Kımızı Sakallı Topal Karınca (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Filler Sultanı İle Kımızı Sakallı Topal Karınca

Kitabın Yazarı : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :

Filler Sultanı'nda bir halk masalından yola çıkılarak güç ve haklılık arasındaki ilişki ele alınır. Filler Sultanı gücüne güvenerek karıncalara savaş açar. Haklı ya da haksız olmak onun için önemli değildir. Gücünü kendinden milyonlarca kez küçük karıncalar üzerinde denemektir niyeti. Ancak karıncalar birleşir ve haksızlığa boyun eğmeden filler sultanlığını devirirler.

"Eğer insan soyunun bu en zaliminin simgesini, benzerini hayvanlar arasında arayacak olsaydım, belki timsahları bulurdum, boa yılanlarını bulurdum. Yok yok, sanmıyorum ki yeryüzünde bu zalimleri simgeleyecek korkunçlukta bir hayvan türü bulabilelim..."
- Yaşar Kemal-

"Korkusuz bir toplum eleştiricisidir Yaşar Kemal. Ve eşsiz bir şair. Onu okuyan herkes büyüleyici, güçlü anlatım yeteneğine hayran kalır."
- Dagens Nyheter,

Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, kocaman cüsseli filler ve çalışkanlıklarıyla nam salmış karıncalar arasındaki savaştan bahsetmektedir. Filler karıncalar ülkesine savaş açar ve güzelim karınca şehirlerini koca ayaklarıyla yerle bir edip milyonlarca karıncayı da telef ederler. Filler karıncalara savaş sizin yüzünüzden başladı, sizin canınızı bağışlamam için bana köle olmak zorundasınız der. Kırmızı sakallı topal karınca köleliği kabul etmeyip küçücük cüssesine bakmadan karşı gelir filler sultanına...

Kitabın Özeti :

Günlerden bir gün, fil ülkesinin sultanı, baş yaveri hüdhüdler başı Ulukepez'in getirdiği haberi alır. Ulukepez, filler sultanının kara kara düşündüğü kıtlığa çare bulmak amacıyla karıncalar ülkesinden getirdiği bolluk bereket haberlerini sultana iletir. Ulukepez hem fil dili hem karınca dili bilir. Bunun üzerine sultan fil askerlerine emir verir ve hep beraber karıncalar ülkesine saldırıya geçerler.

Saldırıda milyarlarca karınca fillerin ayakları altında ezilir. Karıncalar nesli tükenmek üzereyken filler sultanına yalvarır yakarır, savaşı durdurmasını, aksi halde bir tane bile karınca kalmayacağını söylerler. Filler de karıncaların bundan böyle sadece ve sadece filler için çalışması şartıyla savaşı durdurur; bir yıl içinde karıncalardan kendisine devasa bir saray inşa etmelerini, içine dünyanın merkezinde bulunan mavi elmastan bir taht yapmalarını, bütün fillere yüz yıl yetecek kadar da yiyecek doldurulmasını ister.

Karıncalar ise aynen kabul ederler. Bu esnada savaşı durdurması için filler sultanının yanına gelen, karıncaların en bilgini, en ulusu kırmızı sakallı topal demirci karınca, bütün bunların bedelini filler sultanının ödeyeceğini söyleyerek kaçar ve uzaklaşır.

Savaşın bitmesiyle beraber karıncalar derhal sarayın ve tahtın yapımına başlar. Şart koşulduğu üzere bir yıl içinde devasa bir saray yapılır, mavi elmastan parlak bir taht da yapılıp bitirilir.

Bu arada filler sultanı, Ulukepez'in de yardımıyla, hem karıncaların bu çalışkanlığından yararlanmak hem de manevi olarak onları kendisine bağlamak için uzun uzun kafa yorar. Ulukepez gece gündüz demeden uçar karınca kentlerinin üzerinde sultana haber getirir. Yine de sultana yetmez bu tutsaklık, karıncalar karıncalıklarını unutsun kendilerini fil saysın ki öyle canla başla çalışsın fil ırkı için ister. İlkin karınca dilini yasaklar tüm karıncalara fil dili öğrenmelerini emreder. Fil olma okulları açar ve yeni doğan karıncaları bu okullarda fil gibi yetiştirir. Bu okullar sürekli olarak kendisini fil zanneden karıncalar mezun eder; gazeteler, televizyonlar, radyolar sürekli olarak dünyadaki en büyük ve kahraman yaratığın filler sultanı olduğunu, karıncaların da çok çalışarak bir gün fil olabileceğini söyler. Bütün bunlar karıncaların asla düşünmeye vakti kalmaması amacıyladır. Hatta filler sultanı karıncaların düşünmeye vakti kalmasın diye fillerin her biri için ayrı bir saray, mavi elmastan bir taht, kendisi için ise daha büyük bir saray ve taht yapılmasını emreder, istedikleri de aynen yapılır.

Fakat filler sultanı ilk andan itibaren kafasına takılan soru nedeniyle sürekli rahatsızlık duymaktadır; kırmızı sakallı topal demirci karınca ne durumdadır? Savaş esnasında zıplayıp kaçmıştır ancak öldü mü, kaldı mı kendisinden hiç haberi yoktur ve bu karıncadan çok korkmaktadır. Başına ödüller koyar, arkasından sayısız fil gönderir, bir hüdhüdler ordusu gönderir ancak bir türlü yaşayıp yaşamadığından emin olamaz.

Soğuklar bastırıp da etrafta yiyecek kalmayınca karıncalar kentlerine dönerler, orası da tamtakırdır ya. Filler sultanı kızdığından yemek vermez karıncalara, Ulukepez karıncaların açlıktan kırıldığını görünce bir fikir sunar filler sultanına; isyancı kırmızı sakallı karıncaların kellesi karşılığında yemek vereceğini söylemesini ister. Karıncalar da casus sarıca karıncaları bir bir öldürüp sakallarını kırmızıya boyayıp kandırırlar filler sultanını da açlıktan ölmekten kurtulurlar. Sarıca karıncalar tembeldirler, çalışmaktan hoşlanmazlar. Filler sultanına casusluk yapmaları da bu yüzdendir.

Filler sultanı karıncaların düşünmelerine engel olmanın yollarını arar. Yine baş danışman Ulukepez, yardımına koşar filler sultanının. Ülkenin dört bir yanına fillerin barışçıl olduğunu karıncalar ülkesine eşitlik ve adalet getirdiğini karıncalara özgürlüğü getirdiğini karıncaların ezelden beridir cezalandırılmış filler olduğunu fil ulusu için çalışıp tekrar gerçek bir fil olabileceklerini bas bas bağıran borazanlar koyarlar. Diziler, filmler, dergiler ve gazeteler yayınlarlar. Karıncalar adeta düşünemez hale gelir. Sadece çalışırlar daha çok çalışırlar filler sultanı için.

Bir gün yine çalıştıkları bir sırada bir türkü duyarlar karıncaların özgürlük türküsüdür bu. Özgürlüğe çağrıdır, içten ve acıklıdır. Kulak verir karıncalar bu türküye. “Bizler birer karıncayız.” diye bağırmaya başlar. Baş kaldırır karıncalar, filler sultanına; bunu duyan bazı kırmızı karıncalar dağlardan kentlere inmeye karar verir. Topal demirci karınca, inmeyin hepiniz telef olacaksınız der de dinletemez karıncalarına. Amansız bir savaş başlar tekrar, filler sultanı en acımasız fillerini yollar kentlerin üzerine karıncalar ne yol denediyse üstesinden gelir filler. Yine yüzlerce binlerce karınca telef olur. Karıncalar bin beter esir düşmüştür bu sefer. Yeni bir saray yaparlar, yeni bir de taht daha görkemli daha büyük.

Kırmızı sakallı usta ise dağlarda sadece üç tane yaveri ile beraber yıllarca kitap okumuş, filleri nasıl alt edebileceklerini düşünmüştür. Karıncalar sayısız fillere savaş açma teşebbüsünde bulunmuş ancak hepsinde de mağlup olmuşlar, filler sultanının gazabı yüzünden daha fazla sömürülmüşlerdir. Kırmızı sakallı ise bir plan yapar: tüm karıncaları bir araya getirir. Gündüz çalışırlarken gece filler sultanının sarayının etrafını ve altını sürekli olarak oyarlar. Sürekli zeminin altındaki toprağı boşaltırlar. Bitirdikleri gün ise kırmızı sakallı topal karınca filler sultanına giderek onu dışarı çıkması için kışkırtır. Filler dışarıya çıktıklarında ise hepsi oyulan toprağa düşerek helak olurlar.

Yaşar Kemal’in kelimelerle anlatılamayacak ustalığıyla anlattığı bu efsanenin içeriği derinlemesine düşünüldüğünde siyasal ve sosyolojik analizleri de içinde barındırmaktadır. Kitap, ormandaki filler ile karıncalar arası iktidar mücadelesini, fillerin karıncaları sürekli olarak sömürmesini, bir ideoloji yaratıp onların zihinlerini sürekli olarak meşgul etmelerini, bilgi-iktidar ilişkilerini, sınıfsal yapıyı, iktidar-muhalefet ilişkilerini, istihbarat-bilgi-siyaset ekseninde vuku bulan gelişmeleri konu edinmektedir. Kitap boyunca Yaşar Kemal’in siyasal eğilimi olan sosyalist bir toplum tasavvurunun izlerini görmek de mümkündür. Kısacası kitap, fillerle karıncalar arasındaki mücadeleyi anlatırken açıkça güncel siyasi eleştirileri de içinde barındırmakta, bu yönüyle siyasal edebiyat alanının eşsiz örneklerinden birini teşkil etmektedir.

16 Nisan 2019 Salı

Kuşlar da Gitti (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Kuşlar da Gitti

Kitabın Yazarı : Yaşar Kemal

Kitabın Özeti :

Yozlaşmayan, her yeri betonarme yapılar olmayan İstanbul’da Florya düzlüğü tenha iken insanlar ağlarla kuşları yakalayıp cami, sinagog, kilise önlerinde, kalabalık yerlerde satar. Kuşu alan insanlar arkalarından dua okuyarak kuşu özgürlüğüne kavuşturur.

Uzun Süleyman, Hayri ve Semih de kuşları yakalayarak satmaya çalışır. Üç arkadaş farklı şehirlerden gelerek tesadüfen burada buluşurlar. Üç arkadaş çadırlarını Florya düzlüğüne kurarak kuşlara dikenlerin üzerine ağ kurarlar. Kuş çoktur. Kuş ağa girer girmez onu hemen çıkarmaları gerekir; yoksa kuş ağı yırtabilir.

Üç genç geçimini zar zor sağlar veya sağlayamaz. İnsanlar eskisi gibi kuş alıp gökyüzüne salarak azat etmek istemez. Farklı farklı birçok yere kuş satmaya giden, türlü etkinlikler yapan gençler kalabalığı etrafına toplar; fakat kalabalıktan alıcı çıkmaz. Kuşlar artık kafeslerde üst üste yığılıdır. Alan olmazsa birkaç gün içinde ölümleri kaçınılmaz olur.

Çadırda yaşayan gençler yanlarına gelen bir adamla dost olurlar. Çoğunlukla yanlarına uğrayan bu adam, gökyüzünde alıcı bir kuş süzülürken eğer onu yakalayabilirlerse onlara yüz lira karşılığında alabileceğini söyler. Çok sevinen gençler tüm çabalarıyla kuşu yakalamaya çaba göstermesine rağmen kuşu yakalayamazlar.

Dostları onların durumunu görerek üzülür ve parayı peşin vermeyi teklif eder. Gençler parayı kabul eder. Ertesi gün yanlarına tekrar eğelen adam Hayri ve Süleyman’ı üzgün görür. Alıcı kuşu yakaladıklarını; fakat Semih’in onu çok beğendiği için alıp gittiğini söylerler. Dostları bunun önemli olmadığını gökte uçan kızıl kartalı da yakalayabileceklerini söyler. Gençler kızıl kartalı da yakalayamaz. Bu durum gençleri çok üzer.

Yozlaşan İstanbul’da gençler artık ölüm kalım savaşı verir. Kuşları satamadıkları için ekonomik olarak durumları her geçen gün daha da kötüye gider. Kuşlarla beraber insanlığın da gittiğini düşünürler.

8 Nisan 2019 Pazartesi

Yer Demir Gök Bakır (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI : 
Yer Demir Gök Bakır

KİTABIN YAZARI : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :

Roman 1963 yılında yayınlanmıştır. Yaşar Kemal’in Dağın Öteki Yüzü adlı üçlemesinin ikinci kitabı olan Yer Demir Gök Bakır romanında; ümitlerini kaybetmiş olan köylülerin köyde bir ermiş ortaya çıkararak onun işaretleri ve sözleri ile hareket etmesini anlatır. Üçlemenin diğer romanları ise Orta Direk ve Ölmez Otu adlı kitaplardır. Toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yazılan romanda Yaşar Kemal’in doğal anlatımına ve yerel diline rastlamaktayız. Roman aynı zamanda Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli tarafından senaryo haline getirilerek 1988 yılında sinema filmine uyarlanmıştır.

Romanın diğer bir özelliği ise Fransa’da Fransız Eleştirmenler Derneği tarafından yazıldığı yılda en güzel roman olarak seçilmiş olmasıdır. Yaşar Kemal sosyal gerçeklik bakış açısıyla zamane yöneticilerine ve feodal yapıya bir eleştiri getirmiştir. Paranın yönetiminde, kapitalizmin acımasızlığını Çukurova’nın Yalak köyü insanı ile anlatmaya çalışmıştır.

Kitabın Konusu :


Çukurova’nın Yalak köyünde köylülerin zengin bir feodal ağa tarafından sömürülmesi ve bu sömürgenin altında ezilen köylünün düştüğü durumlar romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsanların emeklerini sömüren ve onları kandıran kişiler bir gün gelir bunun bedelini itibarıyla, parasıyla ve hatta canıyla öderler. Herkese emeğinin karşılığını vermeli ve hiç kimseden onun kaldıramayacağı bir yükü istememelidir.

Kitabın Özeti :

Çukurova’daki Yalak köylüsü yıllardan beri pamuk iş ile uğraşmaktadır. Köyün ve köylünün emeğini ve parasını sömüren Adil Efendi o sene de köylüye borç vermiş ve ürün toplama zamanında borcunu alacağını söylemiştir. Lakin o yıl Koca Halil ve Muhtar Sefer yüzünden köylüler beklediği hasadı toplayamamış ve Adil Efendi’ye borçları iyice artmıştır. Herkes Adil Efendi’ye olan borcunu nasıl ödeyeceğini düşünmekte ve ondan çok korkmaktadır.

Koca Halil köylünün düştüğünü bu durumdan kendisini suçlayarak köylünün karşısına çıkacak yüzü yoktur. Bu suçluluk duygusunu o kadar abartmıştır ki artık onlarla bir daha karşılaşmamak için öldüğü haberini oğlu vasıtasıyla köye duyurmuştur. Adına mevlit bile okutmuştur ancak Hoca Halil’in öldüğüne inanmayan Meryem’ce Ana onun gibi bir dinsiz için mevlit okutan köylüye ve kızar ve kimseyle konuşmaz. Bu arada Koca Halil kendisini ambara kilitler ve günlerce karanlıkta kalır. Oğlu Koca Halil’i bu oyundan vazgeçirmek ister ancak o bir türlü ikna olmaz. Oğlu bütün kusurun muhtarda olduğunu söyler. Koca Halil ise her şeyi kendisinin yaptığını düşünerek kabul etmez. Köylünün bu zararına sebebiyet verdiği için onu öldüreceklerini inanmıştır ancak köylü Koca Halil’i aklına bile getirmez.

Koca Halil’in gelini Fatma onu bu ıstıraptan kurtarmaya karar verir ve bütün köylüleri evin önünde toplar. Koca Halil ortaya çıkar, köylüler ona dua ederler ve ona hiçbir suç yüklemezler ancak Koca Halil bundan bile memnun olmaz. Kendisiyle şimdilik alay ettiklerini daha sonra öldüreceklerini düşünerek kendisini dağlara ve yollara vurur, gözden kaybolur ve bir daha hiç kimse ondan haber alamaz.

Köylülerin tek düşündüğü şey Adil Efendi’nin bir gün köye gelip onların her şeylerini alacağı düşüncesidir. Köylüler bir yandan Adil Efendi’nin haksız yere bir sürü para alacağını düşünürler. Diğer yandan ona olan borçlarını nasıl ödeyeceklerini tasa ederler. Bir kimseye borçlu kalmanın verdiği rahatsızlık köylü için yeter de artar. Köylü bugüne kadar kimseye borçlu kalmamıştır. Bundan sonra borçlu kalmak, çevre köylere ve kasabaya rezil olmaktır.

Muhtar Sefer bir gün bütün köylü toplayarak Adil Efendi’ye karşı köylülerin nesi var nesi yoksa saklamasını söyler. Köylüler buğdaylarını, eşeğini, arpasını ve diğer mallarını saklayınca Adil Efendi gelip köyü perişan halde bulacak ve kimseden bir şey istemeden çekip gidecektir. Köylü buna inanır ve Muhtar Sefer’in dediğini yaparlar.

Evlerin arkasında çukurlar açılıp bazı eşyalar oraya saklanır. Köy ıssız ve sessiz bir şekilde Adil Efendi iyi beklemeye başlar. Herkesin üstü başı yırtık, ayaklar yalın ve perişan bir halde dolaşmaktadır. Ancak Taşbaşoğlu ile Muhtar Sefer kılıklarını hiç değiştirmezler.

Aradan günler geçer, Adil Efendi köye gelmez. Köylü bu şekilde beklemekten sıkılmaya ve kızmaya başlamıştır. Muhtar köylünün bu öfkesini Taşbaş’ın üzerine yöneltmek ister ancak köylü her şeyin farkındadır. Diğer yandan civar köyler ve kasaba Yaylak köyünün bütün eşyalarını sakladığını duymuş ve köy rezil olmuştur. Artık beklemeye dayanamayan köylüler muhtara çok sinirlenmeye başlamıştır. Muhtar bu sefer fikir değiştirerek köylüye her şeyi açığa çıkarmalarını, hatta Adil Efendi’nin kapısına götürmelerini söyler. Köylünün bu şekilde adının çıkmasını ancak böyle atlatabilirdi.

Taşbaşoğlu ise köylünün muhtarın sözünü dinlememesini ve ona inanmamalarını söyler ancak köylü muhtarın dediklerinden dışarı çıkmaz. Taşbaşoğlu, Muhtar Sefer’in bu hilelerini ve dolaplarını köylünün önüne getirir ama köylü yine ondan vazgeçmez ve Taşbaşoğlu bunu hazmedemez.

Bir gün Taşbaş’ın karısı bir kavgada yaralanır ve Taşbaş o günden sonra köylüye bela okumaya başlar. Köylü Taşbaş’a hak verir ancak bir yandan da onu öldürmek isterler; lakin bunu yapamazlar. Taşbaş’ın dualarının sanki gerçek olacağını düşünürler. Taşbaş’tan kendilerine bir zarar geleceğini düşünerek ondan sürekli kaçarlar. Artık köyde Taşbaş’ın dedikleri uygulanmaya başlanır.

Adil köye gelmeyecektir. Muhtarın yalanı ortaya çıktıkça köylü muhtardan uzaklaşmaya başlar ve Taşbaşoğlu’na yaklaşırlar. Taşbaşoğlu gün geçtikçe söylediği sözlerle ve davranışlarıyla köylü diye bir ermişlik intibaı uyandırır. Bu sefer Muhtar Sefer Taşbaşoğlu’nun kendi yerine geçeceğini düşünerek köylüyü ona karşı kışkırtmaya başlar ancak köylü onu dinlemez. Taşbaşoğlu hakkında ermişlik hikâyeleri yayılmaya başlar. Muhtar bu gidişe bir dur demezse kendi yerine Taşbaşoğlu’nun geçeceğini ve kendisinin de öldürüleceğini düşünür ve köy kurulunu toplayarak Adil Efendi’nin yanına gider. Adil Efendi hiç beklenmedik bir şekilde köylünün borçlarını sildiğini, hatta köylüye yeni borç vereceğini ve köye de gelmeyeceğini söyler. Çünkü köyde birilerinden korkmaktadır.

Taşbaşoğlu’nun ermişlik üzerine hikâyeleri köyden köye su gibi yayılmaya başlar. Sefer bu hikâyeleri Taşbaş’ı oğlunun kendi uydurarak yaydığını düşünür. Köylüyü Taşbaşoğlu’ndan uzaklaştırmak için üçüncü kadınla evlenir ve köye bir ziyafet verir. Lakin köylü bu ziyafette bile Taşbaşoğlu ve onun ermişliği hakkında sohbetler eder. Bunun üzerine Muhtar Sefer, Adil Efendi’yi köye getirip köylülerin düşüncelerini değiştirmeyi planlar. Köy kurulundan birkaç adamını Adil Efendi’ye yollar. Bir adamını da Taşbaşoğlu’nu öldürmesi için görevlendirir ancak Taşbaşoğlu ölmez. Lakin zaman geçtikçe Taşbaşoğlu bu ermişlik rivayetlerinden sıkılmaya başlar. Herkes onun kerametlerinden bahseder. O da kendisinin böyle birisi olmadığını bildiği için korkmaktadır. Herkes ona saygıyla ve tuhaf bir şekilde bakmaktadır. Karısı ve çocukları bile onun ermiş olduğuna kanaat getirmiştir.

Taşbaş bu girdiği durumdan bir çıkış aramaktadır ancak sözleri ve gösterdiği davranışlardan dolayı çoğu onun keramet gösterdiğine inanmıştır. Köylüye “Ben ermiş değilim” demesine rağmen köylü onu yüceltmeye devam etmektedir. Namı diğer köylere de yayılmaya başlayan Taşbaşoğlu’nun evine hastalar gelir ve ondan şifa dilerler. İşin enteresan tarafı onun evine gelen hastalar iyileşip giderler. Artık Taşbaş da kendisinin bir ermiş olduğuna kanaat getirmeye başlar.

Diğer yandan Sefer, adamlarıyla ve köyü kışkırtma yollarıyla Taşbaş’ı öldürmeye çalışmış ve bunu başaramamıştır. Son çare olarak jandarmaya gidip Taşbaş’ı şikâyet eder. Yüzbaşı Taşbaş’ı ilk önce uyarıp bir daha ermişlik ve keramet hareketleri göstermeyeceğine dair söz ister. Bir süre sonra Muhtar tekrar şikâyet eder. Bunun üzerine iki jandarma hasta kılığında köye gelerek Taşbaşoğlu’nun üfürükçülük yaptığına şahit olurlar. Jandarma erleri bu sefer Taşbaş’ı alır, götürürler.

Taşbaş köyden ayrılmadan önce son kez köylülerin muhtarla bir daha konuşmamasını, konuşanın ve görüşenin başına her türlü belanın geleceğini söyler ve köyden ayrılır. Taşbaşoğlu jandarma ile birlikte giderken orman içinde gökyüzünü kara bulutlar kaplar ve bir sağanak yağmaya başlar. Jandarma ile birlikte Taşbaş da bir mağaraya girer, korunurlar. Jandarma erleri uyuyunca Taşbaş karakolda dayak yiyip hapis yapmaktansa, oradan kaçıp kendisini karlı dağlara ve yollara teslim eder. Çok yorgun ve halsiz bir şekilde sürüne sürüne bir mağaraya sığınır. Köylü bir daha Taşbaş’tan haber alamaz. Bahar gelmiştir köylü de yine Adil’e olan borçların korkusu, un, bulgur ve arpa derdi başlamıştır. Halil’in ölmediği haberi de köyde duyulmuştur. Halil başka bir köye sığınmış ve hayatına orada devam etmiştir. Hatta gidip Adil Efendi’den köylüyü Halil kurtarmıştır.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ


Koca Halil: Romanın ana kahramanlarından birisi olan Koca Halil son derece karakterli ve insanlara verdiği zararlar sebebiyle kendisini suçlu hisseden bir kişidir. Köylüye hasat zamanında muhtarla birlikte zarar verdiğini düşünerek kendisinin öldüğü haberini duyurmuş, bir süre ahırda karanlıkta kalmış, daha sonra başını alıp köyden uzaklaşmış ve başka bir köye sığınmıştır. Yaptığı hatalardan dolayı insanların yüzüne bakamayan ve kendisini affetmeyen bir adamdır.

Muhtar Sefer: Köylüye verdiği zararlardan dolayı onlardan hiç utanmayan ve onları korkutmak için çeşitli söylentiler uyduran, kendi çıkarlarını düşünen bir adamdır. Zengin olan Adil Efendi ile anlaşmaya çalışmış, köyde herkesin itibar ettiği Taşbaşoğlu’nu öldürmeye yeltenmiş ancak bunların hiçbirisini başaramamış; bencil ve karaktersiz bir adamdır. Söylediği yalanlardan ve attığı iftiralardan dolayı köyde itibarını kaybetmiştir.

Taşbaşoğlu: Köyde muhtarın yalanlarına ve uydurmalarına karşı köylüyü bilinçli tutmaya çalışmış ve bunu da başarmış olan bir kişidir. Ancak söylediklerinin doğru çıkması sebebiyle köylü ona bir ermişlik atfetmiş ve bu ermişlik onun üzerine yapışıp kalmıştır. Muhtar Sefer’in şikâyeti üzerine Taşbaşoğlu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarma tarafından tutuklanmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Taşbaşoğlu insanları kandırmayan, doğruları söyleyen ve her zaman haksızlığın karşısında yer alan karakterli ve düzgün bir adamdır.

Adil Efendi: Zengin olduğu için ekim dikim zamanında köylülere borç veren, hasat zamanında ise borçlarını fazlasıyla alan; bir bakıma köylüleri sömüren bir feodal ağadır. Ancak Koca Halil’in ona söylediği bir şeylerden dolayı köye gelememiş, köylünün bütün borçlarını silmiştir. Muhtarın bütün kışkırtmalar rağmen köylüyü sıkıştırmamıştır.

Romanın diğer kahramanları: Meryem’ce Ana, Koca Halil’in oğlu, jandarma yüzbaşısıdır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Yalak köylüsünün Muhtar Sefer ve Koca Halil yüzünden beklediği hasadı toplayamaması ve Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyememesi

Koca Halil’in kendisini suçlayarak öldüğü haberini köyde yayması ve köyden kaçması

Muhtar Sefer’in Adil Efendiye karşı köylüyü bir plan içerisine sokması

Köylünün bu plan gereği eşyalarını saklayıp Adil Efendi’ye perişan olarak gözükmeye çalışması ancak Adil Efendi’nin köye hiç gelmemesi

Muhtarın söylediği yalanlardan dolayı köylünün öfkelenmesi ve artık mallarını saklamaması

Taşbaşoğlu tarafından muhtarın uydurduğu bu yalanların ve planlarım ortaya çıkarılması

Taşbaşoğlu’nun söylediği sözler ve davranışlarından dolayı derviş olarak köyde ve civar köylerde nam salması

Muhtarın Taşbaşoğlu’nu öldürmeye çalışması ancak başaramaması

En sonunda Taşbaşoğlu’nu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarmaya şikâyet etmesi ve tutuklattırması

Taşbaşoğlu’nun jandarmanın elinden kaçarak izini kaybettirerek ve bir daha kendisinden haber alınamaması romanın olay örgüsünü oluşturan olaylar zinciridir.

Yazar Hakkında Bilgi - 
Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı. Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Başlıca Eserleri


Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe
Bugünlere Bahar İndi
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

6 Nisan 2019 Cumartesi

Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Ağrı Dağı Efsanesi

Kitabın Yazarı : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :


Roman ilk defa 1970 yılında yayınlanmıştır. İçinde barındırdığı mitolojik ögeler ve halk edebiyatı motifleri ile aynı zamanda bir destan özelliği gösteren roman yayınlandığı günden itibaren her dönemde sürekli okunan eserler arasında yerini almıştır. Romanda dönemin örf ve adetleri siyasi yapısı bölgenin coğrafi özellikleri ve insanların iç dünyasına ayna tutmuş ve bunlara karşı eleştiri niteliğinde göndermeler de yapmıştır. 1975 yılında Memduh Ün tarafından sinema filmi olarak da çekilen Ağrı Dağı Efsanesi Yaşar Kemal’in en çok okunan eserleri arasında yer almaktadır.

Kitabın Konusu :


Ağrı Dağı’nın eteklerinde yaşayan Ahmet ile Beyazıt ilçesinin ağası Mahmut Han’ın kızı Gülbahar arasında yaşanan mücadele dolu aşk hikâyesi romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsan sevdası ve gelenekleri uğrunda bazen canını hiçe sayarak büyük bir hayat mücadelesi verebilir. İnançları ve gelenekleri hiçe sayarak mücadelemize karşı çıkan insanlarla biz de mücadele etmeli ve haklı olduğumuz davada onları alt etmeliyiz. İnsan sevdiği kişinin uğrunda bütün fedakârlıkları katlanmalı ve ona kavuşmasını bilmelidir.

Kitabın Özeti :

Ağrı’nın Sorik köyünde yaşayan Ahmet, bir gün kapısının önünde bekleyen bir at görür. Atın dizginleri sırma işlemeli, eyeri gümüş, eyerinin altındaki keçe ise güneş suretinde ve Hayat Ağacı işlenmiş bir şekildedir. Atı ilk gören Sofi, Ahmet’e kasabadan ünlü bir aşiret ya da zengin bir misafirin geldiğini düşünür. Ahmet ise olanlardan habersiz bir şekilde kaval çalmaktadır. Kavalın sesi kesilir ve Sofi, Ahmet’in misafirlerinin olmadığını öğrenir. At bir başına kapının önünde beklemektedir. Bu durumda Sofi, Ahmet’e Hak’tan bir armağan geldiğini söyler.

Önce atı aşağıdaki yola bırakıp atın geri dönmesini beklerler. At geri dönerse ve bunu üç defa yaparsa at Ahmet’in olmalıydı. At her seferinde aşağı yoldan kapının önüne kadar gelir. Geleneklere göre bir kişinin kapısının önüne gelen at artık onun olmuştur. Ahmet bu ata sahip çıkar; hayatı pahasına da olsa vermeyi düşünmez. At Ahmet’in evinde altı ay boyunca bekler ve atın sahibine dair hiçbir haber alınamaz.

Bir gün Beyazıt paşası Mahmut Han’ın adamları Ahmet’in evine gelir ve atı almaya geldiklerini söylerler. Ahmet bu atın kendisine yadigâr kaldığını, onu hiçbir şekilde onlara iade etmeyeceğini söyler. Bu cevabı duyan paşa gelenekten haberi olmasına rağmen bir dağ köyünde oturan Ahmet’in bu tavrı karşısında öfkeden deliye döner. Bu durumu çözmek için dostu olan Kürt beylerini saraya çağırır ve atı Ahmet’ten almalarını ister. Kürt beyleri Ahmet’in haklı olduğunu bilirler ama paşaya karşı ses çıkaramazlar.

Ahmet’e atı geri vermesi için bir elçi gönderirler ancak Ahmet bu elçiye aldırış etmez. Kürt beylerinden umduğunu bulamayan Mahmut Han, yanına Kürt beylerini ve askerlerini alarak tekrar Ahmet’in köyüne gider. Köyde yaşayan bir tek canlı bile yoktur. Bütün evleri ateşe vermiştir. Köyde sadece Sofi vardır. Sofi’nin ellerini bağlayıp boynuna lale geçirerek zindana atarlar.

Bu arada paşa askerlerle birlikte beyleri de yanına alarak Ağrı Dağı’nın eteklerindeki köyleri dolaşırlar ancak o köylerde bomboştur. Kızgınlıktan deliye dönen ve sararıp solan Mahmut Paşa, umutsuz bir şekilde dağ köylerini arar; fakat hiçbir şey bulamaz. Durumun vahim olduğunu anlayan beyler, kendi aralarında anlaşıp paşaya Beyazıt’a geri dönmesini 3-4 ay içerisinde Ahmet’i ve köylüleri bulup ona teslim edeceklerini söylerler. Paşa çaresiz bu teklifi kabul eder ve saraya dönüp beklemeye başlar.

Bu arada Sofi, zindanda yatmaktadır ve paşanın kızlarından olan Gülbahar, her gün gizli bir şekilde kendi elleriyle yaptığı yemekleri Sofiye götürmektedir. Sofi de Gülbahar’a kavalı ile Ağrı Dağı’nın Öfkesi ezgisini çalmaktadır. Daha sonraki günlerde paşa Ahmet’in, atın ve köylülerin Şemdinli’de olduğu haberini alır. Milan beyinin oğlu Musa Şemdinli’ye giderek Ahmet’le görüşür. Paşa’nın kendisi ile sadece tanışmak istediğini, köylülerin de artık köye geri dönmesi gerektiğini söyler. Sofi’nin de zindanda olduğunu öğrenen Ahmet, Musa Bey’in samimiyetine inanarak onunla birlikte saraya gider. Paşa bu teklifi ile hem Ahmet’i hem de Musa Bey’i kandırmış, ikisini de Sofi’nin yanında zindana attırmıştır. Kızı Gülbahar’a da artık Sofi’den uzak durmasını emretmiştir. Lakin Gülbahar Ahmet’in de Ağrı Dağı Öfkesi’ni çaldığını duyunca Ahmet’e karşı ince duygular beslemeye başlar.

Zindancı Başı Memo ise Gülbahar’a sevdalıdır. Gülbahar Memo’ya tüm kıymetli eşyalarının bulunduğu keseyi uzatarak onu Ahmet’le görüştürmesini ister. Bu teklifi duyan Memo yıkılır ancak keseyi almadan zindanın anahtarlarını Gülbahar’a uzatır. Gülbahar ile Ahmet zindanın kulesinde sabaha kadar el ele sohbet ederler. Bu buluşmalar birkaç gün boyunca devam eder. Paşa ise Ahmet’e ve köylülere atı getirmezlerse hepsinin başının vurulacağını söylemiştir. Ne yapacağını ve bir çıkmazın içinde bulunduğunu fark eden Gülbahar, bu durumdan kurtulmak için kardeşi Yusuf’a gider. Yusuf Gülbahar’ı dinleyince çok korkar ve bu sevdadan vazgeçmesini ister. Gülbahar’ın teklifini Yusuf kabul etmeyince Gülbahar son çare olarak Demirci Hüso’ya gider. Demirci Hüso onu kervan şeyhine göndererek kervan şeyhi mührünü Hüso’ya verir ve atı getirmesini söyler. Hüso daha dağlara giderek atı geri getirir. Bu mutlu haberi alan Gülbahar ve Ahmet artık kavuşacaklarını düşünmektedirler lakin sevinçleri kursaklarında kalır. Paşa gelen atın kendisine ait olmadığını söyleyerek onları idam ettirme kararını uygulayacağını açıklar.

Gülbahar yine Memo’ya başvurur. Memo’nun yanına giderek Ahmet’i, Musa’yı ve Sofi’yi serbest bırakması karşılığında onun her istediğini yapacağını söyler. Ne Musa Gülbahar’a sevdalı olduğu için saçından birkaç tel vermesi karşılığında onların hepsini serbest bırakır. Sabah olup cellatlar tutsakları asmaya geldiğinde, Memo tutsakları serbest bıraktığını söyler ve kendini kale burçlarında aşağı atarak öldürür.

Bütün bu olaylardan Gülbahar’ın kardeşi Yusuf da çok korkmuştur. Babasına her şeyi tek tek anlatır. Paşa’da aldığı bu haberler üzerine kızı Gülbahar’ı zindana attırır. Bu haber tüm Ağrı Dağı ahalisince duyulur. Ağrı, Erzurum, Van, Erzincan ve Kars’taki tüm halk, sessiz bir şekilde saraya doğru yürüyerek Gülbahar’ı zindandan çıkarırlar. Ahmet ile Gülbahar ahali tarafından Hoşap Kalesi Beyi’ne götürülür. Hoşap Beyi kendisine edilen bu emanetleri hiçbir şekilde paşaya vermeyecek ve gelenekleri uyacaktır. Akşam olunca Ahmet ile Gül Bahar’ı aynı yatağa yatırır ancak aralarında bir kılıç koyar.

Gülbahar ile Ahmet günlerce Hoşap Kalesi birinin evinde kalır. Çaresiz kalan paşa en sonunda Ahmet’i bir sınavdan geçirmeye karar verir. Şimdiye kadar kimsenin çıkamadığı Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmasını ve orada bir ateş yakmasını söyler. Gülbahar’a kavuşmak için bu teklifi kabul eden Ahmet akşama kadar Ağrı Dağı’nın tepesine çıkar ve ateşi yakar bütün ahali bu olayı izler ve ateşin yandığını görür. Gülbahar ile Ahmet sonunda kavuşmuştur. Birlikte Küp Gölü’nün üzerindeki meraya kadar at üzerinde giderler ancak yolda giderken de mağaraya ulaştıklarında hiçbir söz etmezler. Gülbahar artık daha fazla dayanamaz ve ne olduğunu öğrenmek ister. Ahmet ise Memo’nun onları neyin karşılığında serbest bıraktığını Gülbahar’a sorar. Gülbahar Memo’ya ne isterse vereceğini söylediğini ancak Memo’nun hiçbir şey istemediğini söyler. Buna inanmayan Ahmet kendisini Küp Gölü sularına bırakarak kayıplara karışır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ

Sorik köyünde yaşayan Ahmet’in, kapısında bir gün bir at belirmesi ve geleneklere göre bu ata Ahmet’in sahip çıkması ve kimseye vermemesi

Bu atın Beyazıt Paşası Mahmut Han’a ait olduğunun anlaşılması

Mahmut Han’ın Kürt beylerini toplayarak Ahmet’ten atı istetmesi ancak Ahmet’in atı onlara vermemesi

Mahmut Han’ın Ağrı Dağı eteklerindeki köyleri dolaşması ve evleri ateşe vermesi

Köylülerin Şemdinli’ye kaçması

Mahmut Hanım köylüleri ve Ahmet’i kandırarak sadece görüşmek istediğini ve bu yüzden Ağrı’ya dönmeleri gerektiğini söylemesi

Köyde tek kalan kişi olan Sofi’nin Mahmut Paşa tarafından zindana atılması

Ağrı’ya dönen Ahmet’in de zindana atılması

Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar’ın Ahmet’e âşık olması

Gülbahar’ın kendisini seven zindancı Memo’yu kandırarak Ahmet’le günlerce buluşması

Ahmet’e kavuşmak için Gülbahar’ın kardeşi Yusuf’a gitmesi ancak Yusuf’un babasından korktuğu için bu işe karışmaması

Gülbahar’ın daha sonra Hüso’ya başvurması ve Hüso’nun atı getirmesi

Paşa’nın atın kendisine ait olmadığını söylemesi

Gülbahar’ın zindancı Memo vasıtasıyla Ahmet’i serbest bıraktırması

Ahmet’in zindandan kaçıp Hoşap Kalesi beyine sığınması

Gülbahar’ın ise babası tarafından zindana atılması

Bu olay üzerine çevre şehirlerin de ahalisinin toplanıp saraya yürümesi ve Gülbahar’ı zindandan çıkarması

Paşanın çaresiz kalıp Ahmet’e Gülbahar’a kavuşması için bir şart koşması

Bu şartı kabul eden Ahmet’in Ağrı Dağı’nın tepesine çıkıp orada ateş yakması ve paşanın şartını yerine getirmesi

Gülbahar ile Ahmet’in kavuşması ancak Ahmet’in niçin zindandan çıkarıldığını anlayamaması

Gülbahar’ın neyin karşılığında onu zindandan çıkarttığını sorması ve kafasında şimşekler çakarak kendisini Küp Gölü sularına bırakarak hayatına son vermesi romanının ana vakasını oluşturan olaylar örgüsüdür.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Ahmet: Ağrı Dağı eteklerinde Sorik köyünde yaşayan bir gençtir. Kapısının önünde bir at bulmasıyla geleneklere uyarak bu atı vermeyen Ahmet, atın sahibi olan paşa aile çok mücadele etmiş ve paşanın kızını sevmiştir. Hem geleneklerini korumak hem de sevdiği kıza kavuşmak için çok mücadele etmiş, paşanın öne sürdüğü, istediğini şartları yerine getirmiş ve en sonunda mücadelesinde başarılı olmuştur ancak Gülbahar’ın onu hapisten çıkarmak için ne yaptığını düşünerek kendi hayatına son vermiştir. Düzgün karakterli ve romanda mücadele edip kazanan karakteri canlandırmıştır.

Gülbahar: Beyazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı olan Gülbahar romanın ana karakterlerinden olup Ahmet’e âşık olmuş bir kızdır. Ahmet’e kavuşmak için her türlü mücadeleyi vermiş babasını bile karşısına almış ve birçok kişi ile işbirliği yapmıştır. Sevdiği kişiye kavuşmuş ancak kavuştuğu gün kaybetmiştir. Gözü pek kimseden korkmayan sevdası ve inancı için her türlü riski ve tehlikeyi göze alan bir genç kızdır.

Mahmut Han: Beyazıt ilçesinin paşası olan Mahmut Han atının gitmesinden dolayı Ahmet’ten atını istemiş ancak alamamıştır. Bunun için geleneklere karşı çıkıp çok mücadele etmiş ancak Ahmet’in ve kızı Gülbahar’ın direnci karşısında daha fazla duramamıştır. Bu yüzden kızını Ahmet’e vermeyi kabul etmiştir. Romanda güçlü olan lakin küçük insanların hakkını yiyen ve onları hor gören bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hoşap Kalesi’nin Beyi:
İnsanlara değer veren ve inanç ve gelenekler uğrunda kimseden korkmayan bir adamdır. Ahmet’in ona sığınmasına karşın onu hiç kimseye vermemiş. Gülbahar ile Ahmet’i günlerce evinde korumuştur.

Sofi: Kendi halinde yalnız yaşayan, kaval çalan bir çobandır. En yakın arkadaşı Ahmet yüzünden zindana atılmış, iyi kalpli doğru ve dürüst bir insandır.

Yusuf Gülbahar’ın Kardeşi Yusuf:
Babasından çok korkmaktadır. Kız kardeşi için gerekli fedakârlığı yapmayan, babasının haksız yere olan kavgasından tarafta yer almıştır.

Hüso: Gülbahar’ın Ahmet’e kavuşması için ona yardım etmiş ve Ahmet’e ait olduğunu düşündükleri atı paşaya getirmiştir. Zindancı

Memo: Gülbahar’a yürekten sevdalı olan Memo onun için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır. Lakin sevdasını içinden yaşamaktadır. Gülbahar’a bir türlü açılmamıştır. Bu yüzden bir gün kale surlarından kendini atarak canına kıymıştır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ -  Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı.

Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Yaşar Kemal Hikâyeleri
Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri

Yaşar Kemal Ağıtları
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe

Yaşar Kemal Şiirleri
Bugünlere Bahar İndi

Romanlar
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş

Destansı Romanları
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

30 Mart 2019 Cumartesi

İnce Memed (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : İnce Memed

KİTABIN YAZARI : Yaşar Kemal

KİTABIN KONUSU :


Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı ve köy hayatının sefaleti.

KİTABIN ÖZETİ :

Toroslar’dan Akdeniz’e uzanan Dikenliözü’ndeki beş köyden birisi Değirmenoluk’tur. Bu köyün insanları köylerinden dışarıya çıkmazlar. Onun için buraların kendine has kanun ve töreleri vardır. Bu kanun ve töreleri Abdi Ağa koyar ve uygular. Dışarıdan kimse gelmez ve karışmaz.

Köyün yağız delikanlılarından Memed günlerdir Abdi Ağa’nın tarlasını sürmektedir. Artık dayanamayacağını anlayınca herşeyi bırakıp Kemse Köyü’ne gider ve Süleyman’a sığınır. Memed’in bu yaptığı aslında bütün köy ahalisinin hayalidir. Memed kışı Kesme Köyü’nde geçirir. Anasını ve köyünü özlemiş olmasına rağmen dönmemekte kararlıdır. Bir gün köyden bir tanıdık onu görür ve bu haberi hemen Abdi Ağa’ya yetiştirir. Bunu öğrenen Abdi Ağa Süleyman’ın kapısına dikilir ve Memed alıp köye götürür. O yaz Memed hasatı yapar ve Abdi Ağa’nın topraklarını sürer. Abdi Ağa ise ceza olarak ona hasatın beşte birini verir. O kış Memed ve anası çok zorluk çekerler. 

Memed arkadaşı Mustafa ile ilk defa kasabaya giderler. Yolda iyi, mert bir eşkiya olan ve hayranlık duydukları Kara Ahmet’le karşılaşırlar. Kasabadaki yaşam Memed’i çok etkiler. Ağaların olmadığı herkesin hür olduğu bu hayat özlemiyle Memed sevgilisi Hatçe’yi kaçırmak için köye gider ve barber kaçarlar. Abdi Ağa’nın yeğeninin nişanlısı olan Hatçe ile Memed’in kaçmalarının ardından Ağa’nın adamları ve yeğeni onları yakalamak için izlerini sürerler. Nitekim bulurlar. Aralarında çatışma çıkar. Abdi Ağa’nın yeğeni ölür, Memed yaralanır ve kaçar. Hatçe ise yakalanır. Memed’in sığınacak bir yeri olmadığı için Deli Durdu denilen bir eşkiyanın çetesine sığınır. Çetenin yaptığı haksızlıkları gören Memed, Deli Durdu’dan nefret eder. 

Bu sırada Abdi Ağa Hatçe’yi cezalandırmak için ona bir tuzak kurar. Yeğenini Hatçe’nin öldürdüğüne jandarmaları ikna eder ve Hatçe hapishaneye düşer.
 
Eşkiyalığa iyice alışan Memed zulmetmeye dayanamaz ve çeteden ayrılıp yeni dostlar bulur ve onlarla gezmeye başlar. Bir gece köye geldiğinde anasının öldüğünü duyar ve Hatçe’nin başına gelenleri öğrenir. Ardından Abdi Ağa’nın izini sürmeye başlar.
Bu arada Abdi Ağa Memed’i ortadan kaldırmak için bir tuzak kurar. Memed ise kasabada Hatçe’yi bulur ve bir yolunu bulup onu ve arkadaşını hapishaneden kaçırmayı başarır. Köylüleri de Abdi Ağa’ya karşı gelmeleri konusunda yüreklendirir. O kış köylüler Abdi Ağa’ya hasatlarından bir buğday tanesi bile vermezler.

Abdi Ağa Ankara’ya telgraf çeker ve Memed’in gizlendiği yeri ihbar eder. Jandarmalar Memed’i kıstırırlar. Aralarında çatışma çıkar. Tam bu sırada Hatçe doğum yapar. Memed eşi ve çocuğu için teslim olur fakat bu esnada Hatçe vurulur. Memed’in dünyası yıkılır. O sırada çıkan afla serbest kalır. Doğan çocuğunu Hatçe’nin hapishane arkadaşı alır ve Gaziantep’in bir köyüne götürür.

Olaylardan Abdi Ağa’yı sorumlu tutan Memed köye gelir ve Abdi Ağa’yı vurur. Bu duruma sevinen köylü bayram eder. Memed ise atını dağlara doğru sürer ve o günden sonra Memed’den haber alınmaz. 

O gün bu gündür Dikenlidüzü Köylüleri, çift koşmadan önce çakırdikenleri ateşe verirler. İşte tam o günlerde Alidağ’ın doruğunda bir top ışık patlar, üç gün üç gece yanar durur.

KİTABIN ANA FİKRİ : 

En yüksek makamlarda bile olsak kimseye haksızlık etmeye hakkımız yoktur.