Tahlil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tahlil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2024 Pazar

Çöplük Kralı (Elizabeth Laird) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Kakkında Bilgi


Kitabın Adı: Çöplük Kralı

Kitabın Yazarı: Elizabeth Laird

Kitap Hakkında Bilgi:

Elizabeth Laird, Çöplük Kralı adlı kitabını Etiyopya’da yaşadığı sırada tanıştığı bir grup sokak çocuğunun hayatından ilham alarak, büyük ölçüde gerçeklere dayanarak kaleme almıştır.

Dani ile Mamo normal koşullarda asla karşılaşmayacaktı. Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa'daki hayatları bambaşkaydı. Dani kocaman bir villada yaşıyordu, Mamoʼnun ise evi yoktu. Ama bu iki çocuk şimdi şehrin sokaklarında kaçak. Biri despot babasından, ötekiyse bir insan tacirinden kaçıyor. Tesadüf onları bir araya getirince yetişkinlerin bencil dünyasında hayatı birlikte göğüslemek zorunda kalıyorlar.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, iki çocuğun gözünden dayanışma, empati, cesaret, dostluk gibi kavramları konu edinmiştir.

Kitabın Özeti:

Dani zengin bir ailenin çocuğudur ve kocaman bir villada yaşamaktadır. Dani'nin babası kısa süre önce sona ermiş olan iç savaşta orduda görev almıştır. Eski bir asker olarak otoriter bir adamdır. Ticaret hayatında başarılı olmuş acımasızlığıyla tanınan zengin biridir. Dani'nin annesi şefkatli ve anlayışlı biridir. 

Dani'nin annesi ölümcül bir hastalıkla uğraşmaktadır. Tedavi için İngiltere’ye giderek Dani’yi gaddar babasıyla baş başa bırakmıştır. Dani hiçbir konuda babasını memnun etmeyi başaramamaktadır. Derslerinde, sporda ve arkadaşlık ilişkilerinde sıkıntılar vardır. Babasına göre Dani'nin tek yaptığı şımarık bir zengin çocuğu gibi tembellik yapmak, hayaller kurmak ve hikayeler uydurmaktır. Dani sonunda annesinin yokluğunda babasının artan baskısına dayanamaz ve evden kaçar.

Mamo’nun ise gidecek bir evi yoktur. Mamo babasını bile hatırlamıyordur. Etiyopya'nın Addis Ababa şehrinin varoşlarında, ev bile denemeyecek bir barakada annesi ve ablasıyla hayatta kalmaya çalışmaktadır. Bir gün Mamo’nun annesi ölür ve ablasıyla birlikte beş parasız ortada kalırlar. Ablasının iş aramaya gittiği bir gün Mamo’nun dayısı olduğunu söyleyen bir adam gelir. İş bulma bahanesiyle Mamo’yu kandırıp şehir dışına çıkarır. Mamo böylece bir insan tacirinin eline düşmüştür.

Mamo ve Dani’nin ortak özellikleri çocuk ve kaçak olmalarıdır. Biri babasından diğeri ise bir insan tacirinden kaçmaktadır. Sokakta özellikle de bir çocuk olarak hayatta kalmak kolay bir şey değildir. Bambaşka ortamlardan gelen iki çocuk bambaşka zorluklarla mücadele etmek zorunda kalırlar. 

Bir şekilde Dani ve Mamo'nun yolları kesişir. İki çocuk yetişkinlerin hoyratlığına, dış dünyanın acımasızlığına karşı birbirlerine destek olup hayata tutunmaya çalışırlar.

26 Ekim 2024 Cumartesi

Köprü Altındaki Aile (Natalie Savage Carlson) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Kakkında Bilgi


Kitabın Adı: Köprü Altındaki Aile

Kitabın Yazarı: Natalie Savage Carlson

Kitap Hakkında Bilgi:

1959'da Newbery Onur Ödülü'ne layık görülen sıcacık bir aile öyküsü...

Armand, yokluk içinde yaşamayı öğrenmiş bir evsizdir. Hayatını dilenerek ve tuhaf işler yaparak kazanır. Üstelik bu dertsiz tasasız hayatından da epey memnundur. Neden olmasın ki? Bir kere hırsızları dert etmesine hiç gerek yoktur, çünkü bütün varı yoğu bir bebek arabasını ancak doldurur. Bütün Paris sokakları onun evi olduğundan kira ödemek gibi bir derdi de yoktur. Ailesi olmadığından kimseyi merak etmesi gerekmez. Kimseleri de istemez zaten. Hele de çocukları. O yerinde duramayan küçük çekirge kuşlarına hiç mi hiç tahammülü yoktur. Kalbini güzelce saklamazsa bu minik haylazların ne yapıp edip onu çalacağından korkar. Ama çocuk demek ev, iş, sorumluluk demektir; Armand ise macera arar. Onun için de ne zaman bir çocuk görse kalbinin üzerini kalın yün paltosuyla sıkı sıkı örter. Derken soğuk bir kış günü üç küçük çocuk girer hayatına. Anneleriyle birlikte sokaklarda kalmış üç evsiz çocuk. Ve Armand'un korktuğu başına gelir. Bu üç küçük çekirge kuşu onun o özenle sakladığı kalbini çalıverir. Ve o güne dek kimse için endişelenmemiş avare Armand ona sığınan bu biçare aileye kol kanat gerer.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Sokakta kalan evsiz üç çocuk, bir anne ve bir köpeğin sokakta yaşayan bir adam tarafından himaye edilmesi anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

Armand, eski bir bebek arabasına sığan eşyasıyla Paris’in sokaklarında yaşayan iyi yürekli yaşlı biridir. Armand, yokluklar içinde yaşamayı öğrenmiş bir evsizdir. Hayatını dilenerek ve tuhaf işler yaparak kazanır. Armand evsiz olmaktan ve bu dertsiz tasasız hayatından fazlasıyla memnundur. 

Armand'ın hırsızları dert etmesine hiç gerek yoktur, bütün varı yoğu eşyası bir bebek arabasına sığacak kadardır. Bütün Paris sokakları onun evi olduğundan kira ödemek zorunda değildir. Ailesi olmadığı için kimseyi merak etmesi gerekmez. Zaten kimseyi de hayatında istememektedir. Özellikle de çocukları, yerinde duramayan o küçük çekirge kuşlarına hiç mi hiç tahammülü yoktur. Armand çocukları küçük çekirge kuşlarına benzetmektedir.

Paris’te yaşayan çingeneler her yerde olduğu gibi geçimlerini kap kacak tamir ederek sağlamaktadır. Çingeneler göçer bir yaşam yaşamaktadırlar. Çingene Mireli yaşlı Armand ile konuştuğu bir gün ona çekirge kuşu gibi gördüğü çocukların hiç beklemediği bir anda insanın kalbini çalıvereceklerini söyler.

Bir şeylere bağlanmak istemeyen Armand yer değiştirdiği bir kış günü hiç beklemediği bir şeyle karşılaşır. Köprü altındaki eski yerine yerleşmek için döndüğünde karşısına üç küçük çocuk, anneleri ve bir köpek çıkar. O güne kadar kimse için endişelenmemiş avare Armand ona sığınan bu çaresiz aileye kol kanat gerer. Babaları öldükten sonra kirayı ödeyemedikleri için evlerinden atılmışlardır. Küçük çocuklar bir süre sonra büyükbaba olarak benimsedikleri Armand’dan ayrılmak istemezler.

Çocuklar Armand'a yanında kendilerini de geitrmesini isterler. Armand çocukları yanında ayak bağı olarak istemez. Israr karşısında Armand çocukları Louvre alışveriş merkezindeki Noel Baba’ya götür. Çocuklar yolda gördükleri herşeye ilgi duyarken Armand onları engellemeye çalışır.

Armand, Paris'e beyaz beyaz kar yağan bir gün çocuklar için endişelenir ve onları korumak için çingenelerin yaşadığı kamp yerine getirir.

Anneleri gün boyunca karınlarını doyurmak için çalışmaktadır. Çocuklar okula gitmemektedir. Armand ise yalnız kalan küçük çekirge kuşları gibi gördüğü çocuklarla ilgilenmektedir. Armand kalbini onlara bir büyükbabaymış gibi yavaş yavaş kaptırmaya başladığını fark eder. Böylece köprü altında hayatları kesişen bu evsiz insanların yeni yılla beraber hayatları da değişir.

Beyaz Yunus (Gill Lewis) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Kakkında Bilgi


Kitabın Adı: Beyaz Yunus

Kitabın Yazarı: Gill Lewis

Kitap Hakkında Bilgi:

Bir deniz biyoloğu olan annesi bir gün hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolunca on iki yaşındaki Kara için zor günler başlar. Bir yandan annesinin yokluğunu kabullenmeye çalışırken bir yandan da okuma güçlüğü çektiği için onunla alay eden zorba öğrencilerle uğraşmak zorunda olan Kara kendini sadece tekneleri Moana ile denize açıldığında eskisi gibi mutlu ve güvende hisseder. Ama tekneleri de maddi sıkıntılar yüzünden satılmak üzeredir. Üstelik çok sevdiği deniz ve içindeki canlılar bilinçsiz avlanan balıkçılar yüzünden tehdit altındadır. Bütün bu sorunların ortasında, kaybolan annesinden hâlâ bir işaret bekleyen Kara bir gün denizde sıçrayan beyaz bir yunus görür. Ve uzun zamandır ilk kez içinde, kaybettiği annesine ve çok sevdiği denize dair bir umut belirir.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, annesiz büyüyen ve zorluklarla karşılaşan küçük bir kızın azimle hayata tutunmasını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Kara, bir deniz biyoloğu ve bir balıkçının küçük kızıdır. Kara için hayat zor geçmektedir, herşey tepe taklak olmuştur. 

Kara'nın annesi bir yıl önce yunus balıkları ile ilgili bir projede görev almıştır. O günden beri Kara'nın annesinden haber alınamamaktadır.

Kara'nın balıkçı olan babası yaşadığı ekonomik sıkıntılardan dolayı zor bir karar alır. Aileyi temsil eden tekneleri Moana'yı satılığa çıkarır.

Kara'nın okuldaki bir grup kendisine kötü davranan zorbalık yapan çocukla başı derttedir. Ayrıca Kara disleksisi olan bir çocuktur. Pek çok konuda sıkıntılar yaşayan küçük Kara, doğa sevgisi ile doludur. 

Kara yaşadığı tüm sorunlardan kurtulabilmenin yolunu deniz olarak görmektedir. Bir gün Allah'tan kendisine her şeyin yolunda gideceğine dair bir mesaj vermesi için dua eder. Tam da o anda denizde küçük beyaz bir yunus balığı görür. 

Kara umudu tazelenmiş olarak boyundan büyük işlere kalkışır. Artık doğaya karşı savaş açmış insanların karşısına çıkma cesareti gösteren bir savaşçıya dönüşmüştür.

7 Ekim 2024 Pazartesi

Uzay Dolmuşu Kalkıyor (Muzaffer İzgü) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Uzay Dolmuşu Kalkıyor

Kitabın Yazarı: Muzaffer İzgü

Kitap Hakkında Bilgi:

126 sayfadan oluşan bir çocuk kitabı olan Uzay Dolmuşu Kalkıyor, 7 yaş ve üzeri okurlara hitap etmektedir. 1994 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlan eser yıllardır tekrar tekrar basılır. Dorukhan Özcan’ın çizdiği siyah beyaz resimlerle süslenen kitabın büyük yazı boyutu sayesinde ilkokul 1. sınıftan itibaren kolaylıkla okunabilir uzay temalı bir kitap.

Küçük bir uzay aracı düşünün. İçinde kaptan ve on bir çocuk var. Denizin babaannesini de unutmamak gerek tabii. Aracımız uzayın derinliklerine doğru yol alırken acaba yolcularımızı neler bekliyor? Her satırında kahkahanızı tutamayacağınız bir serüven.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, Deniz adında bir çocuk, arkadaşları ve babaannesinin mucit mahalle berberi Necati Amca ile yaşadıkları uzay macerasnı konu almaktadır. 

Kitabın Özeti:

Berber Necati Amca babasını ve dedesini çocuklara anlatır. Dedesi uçmak, babası ise uçak yapmak için ömrünü harcamıştır. Berber Necati Amca ise uzaya yolculuk yapma hayali kurmaktadır. Berber Necati Amca, bu hayalini gerçekleştirmek için Uçuçböceği adında bir uzay aracı yapar. Çocukların isteği üzerine uzay aracını çacuklara gösterir. 

Çocuklarla Necati Amca, Uçuçböceği’nin içine girip etrafını incelerlerken Deniz’in babaannesi de yanlarına gelir. Deniz’in babaannesi gelmişken de Uçuçböceği’nin içine girer. Uçuçböceği’nin içine giren 11 çocuk ile babaanne ve berber Necati Amca’nın maceraları başlar.

Kısa bir süre içinde Uçuçböceği havalanarak uzaya doğru yola çıkar. Uçuş berber Necati Amca’nın kontrolü dışında gerçekleşen bir yolculuğa döner. Uçuçböceği'nin ilk uçuş denemesini yaptıkları için herkes sevinç ve heyecan içindedir. Uçuşun Necati Amca’nın kontrolü dışında olduğunu öğrendiklerinde panik yaşarlar ama ellerinden bir şey gelmez. 

Necati Amca, Uçuçböceği'nin kontrolünü sağlayıp dünyaya dönebilmek için çabalar. Necati Amca, uzay yolculuğunun sorunsuz geçmesi için çocuklara ve Deniz’in babaannesine çeşitli görevler verir.

Uçuçböceği ve içindekiler bir süre uzayda kontrolsüzce yol alırlar. Bir süre sonra 999 adlı gezegene mecburi iniş yaparlar. Uçuçböceği'nin kontrolünü 999 gezegenindekiler yüzünden kaybettiklerini anlarlar. 999’lular inceleme yaptıktan sonra dünyaya dönebileceklerini öğrenirler. Uçuçböceği, 999 gezegenine iniş yapınca içindekilere her birine farklı ten renklerine ve ırklara sahip çocuklar eşlik eder. Uçuçböceği'nin içindekiler 999 gezegenindekilerle hemen kaynaşırlar. 999 gezegenini gezerler ve hem dünyaya çok benzeyen hem de çok farklı olan şeyler görürler.

Deniz, 999 gezegenindeki arkadaşlarının isimleri değil de numarası olduğunu öğrenince çok şaşırır ve 999 gezegenindeki arkadaşlarına Su ile Gül isimlerini verir. Deniz’i çok seven 999’lu arkadaşları da bu isimlerden çok hoşlanırlar ve bu isimleri sahiplenirler. Diğerleri de kendi 999’lu arkadaşlarına uygun isimler teklif ederler. Böylece 999 gezegenindeki çocukların her biri yeni isimlere kavuşurlar. Deniz'in babaannesi Halime Teyze, 999’lu çocukların başındaki 999’lu kadına İpek ismini teklif eder. 

999 gezegeninde herkes halinden memnundur. Bir süre sonra Uçuçböceği'nin dünyaya dönme vakti gelir. Deniz gitmeden önce 999’lu arkadaşlarına hatıra olarak birer bozuk para verir. 999'lu arkadaşı Gül de pantolonundaki kırmızı boncuklardan birini koparıp Deniz’e verir. Uçuçböceği ile dünyaya doğru yola çıkarlar. 

Deniz, gözlerini açtığında kendini annesi ve babaannesinin yanında, evlerinde bulur. Annesi yanlarından gidince babaannesiyle 999 gezegeni hakkında konuşmaya çalışır. Ancak babaannesinin 999 gezegeni hakkında hiçbir şey hatırlamadığını fark eder. Babaannesinin sözleri üzerine hastalığı yüzünden ateşi çıktığı için hayal gördüğünü düşünür. Deniz, yastığının altına bakınca kırmızı boncuğu eline alınca şüphesi gider.

2 Ekim 2024 Çarşamba

Sözcüklerin Kamera Arkası - Üç Arkadaş Bir Film (Ferhat Taştekin) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Sözcüklerin Kamera Arkası - Üç Arkadaş Bir Film

Kitabın Yazarı: Ferhat Taştekin

Kitap Hakkında Bilgi:

“Sanırım insan büyüdükçe dünyası küçülüyor ve hiçbir şey ona eskisi kadar büyük görünmüyor.”

Sıkıcı bir ödev, üç sıra dışı arkadaş ve gizemlerle dolu bir dil macerası!
Ece, Ozan ve Mete`nin yolları beklenmedik bir film projesinde kesişiyor. Peki ya...
• Papapilov ne demek?
• Vampir sözcüğü Türkçe`den mi geliyor?
• Yaşlı komşuları Süha Bey`in sırrı ne?
Kahkahalar, sürprizler ve keşiflerle dolu bu yolculukta, sözcüklerin esrarengiz dünyasına hazır olun!
Deyimler canlanıyor, atasözleri dans ediyor!
Bu kitabı okuduktan sonra, dile bir daha asla aynı gözle bakamayacaksınız.
Heyecan verici bir macera, sıcacık bir dostluk hikâyesi ve dilimizin zenginliklerini keşfetme fırsatı sizi bekliyor! (Tanıtım Bülteninden)

Kitabı okuyanlar; Ana dilimizi öğrenmenin ne kadar eğlenceli olabileceğini keşfedecek. Sözcüklerin diller arası etkileşimdeki rollerini ve nasıl aktarıldıklarını fark edecek. Derslerin istenildiğinde eğlenceli hâle getirilebileceğini, sıkıcı zannedilen şeylerin gerçekten ne kadar ilgi çekici olabileceğini öğrenecek. Her öğrencinin uygun koşullar sağlandığında güzel çalışmalar ortaya koyabileceğini, her bireyin değerli ve kendi alanında yetenekli olabileceğini fark edecek. Dostluk, çalışmak, emeğiyle kazanmak, yardımseverlik gibi kavramları içselleştirecek. Sinemanın birçok şeyi anlatmanın güzel bir yol olduğunun farkına varacak.

Kitabın Konusu:

Kitap, okulda öğrencilere verilen ödev üzerinden sözcüklerin anlamları ve sinema ile bir şeyler anlatma olgusunu konu almıştır.

Kitabın Özeti:

“Sanat, ruhumuzu uyandırmanın ve bilincimizi genişletmenin bir yoludur.”

Derste dalgın olan Ece'ye öğretmeni seslenmiş ama duymamıştır. Öğretmeni “İkidir sana sesleniyorum, burada mısın?” der. Ece bu sırada öğretmeninin saç modelini düşünmektedir. Aklındaki tek şey de bu değildir. Genelde kafasında çok fazla ve karışık düşünceler olurdu. 

Ece “Özür dilerim, öğretmenim, aklıma bir şey geldi de” dedi. Öğretmeni “Yoksa sunum ödevin için bir fikir mi buldun?” diyerek şaka yaptı. Ece’den cevap gelmeyince şakasını devam ettirerek. “Sunumun için bir konu belirledin mi?” dedi. Ece “Hayır, öğretmenim.” dedi. 

Şaka gerçeğeğe dönmüştür. Öğretmen hafta bitmeden herkesin konu seçmesini ve iki-üç kişilik gruplar halinde çalışmalarını söyledi. Yapacakları şey hem öğretici hem de eğlenceli bir sunum hazırlamak. 

Ece henüz sunu konusunu belirleyememişti. Bir ekip arkadaşı da yoktur. Ece yolda ürürken kendi kendine konuşmaktadır. Yolda karşılaştığı yaşlı bir amca sayesinde harika bir proje konusu bulur.

Ece önce projeyi tek başına gerçekleştirmek ister. Öğretmeni projeyi duyunca çok beğenir. Ece'den bu projeye sınıfın sessiz karakteri Ozan ve bir sakatlık yaşamış olan Mete'yi de dahil etmesini ister.

Ece 'nin grubunda olmayı Ozan kabul etse de Mete reddetmiştir. Ece'nin sunum projesi bir sinema filmidir.

Ece ile Ozan proje hazırlıkları devam ederken Mete'nin manavda çalıştığını görürler. Ece neden manavda çalıştığını sorunca Mete babasına sormasını söyler.

Mete'nin babası çalışamadığı için manavda çalışmak zorunda kalmıştır. Bu durumu Mete herkesten saklamaktadır. Mete bu durumun ortaya çıkmaması için zorda kaldığı bir anda Ece kendisine destek verir. Mete'de yavaş yavaş gruba dahil olmaya başlar.

Mete'nin babası yeniden çalışmaya başlar. Ancak Mete kardeşlerinin ve kendisinin yemek paralarını temin etmek için ailesinin haberi olmadan çalışmaya devam eder. Bu durum okulda öğrenilir.

Ece babasıyla konuşarak okula yemek sponsorluğu konusunda ikna etmeye çalışır.

Bir süre sonra proje konusu olan film biter. Tüm okul velileri davet edilere film için gala yapılır.

1 Ekim 2024 Salı

Yuan Huan'ın Kulübesi (Miyase Sertbarut) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Yuan Huan'ın Kulübesi

Kitabın Yazarı: Miyase Sertbarut

Kitap Hakkında Bilgi:

Ezber bozan kalemiyle çocuk ve gençlik edebiyatımıza pek çok yenilikçi eser kazandıran Miyase Sertbarut’un, okumaya mesafeli duran çocuklardan esinlenerek yazdığı Yuan Huan’ın Kulübesi, beş mucizevi hikâyeyi dikkat çekici bir üst kurguyla birleştiren, merak uyandırıcı bir roman.

Başta kitapların renkli dünyasına ısınamayanlar olmak üzere, 9 yaşını aşmış her yaştan okurunu gözü pek bir hikâye avcısına dönüştürmeyi vadeden bu heyecan dolu serüven; yerel ile evrenseli, geleneksel ile dijitali bir araya getirerek, zamanı ve mekânı genişleten, enfes bir anlatım sunuyor.

“Herkesin bir hikâyesi vardır,” düşüncesi izleğinde, çocukları eleştirel okumaya yönlendiren Yuan Huan’ın Kulübesi; hikâyelerin ölümsüzlüğüne vurgu yaparak, aslolanın onları aktarma yöntemlerini çeşitlendirmek ve geleceğe taşımak olduğunu savunuyor.

İlhami, oyun olsun diye girdiği bir telefon kulübesinin ahizesinden tuhaf hikâyeler dinlemeye başlar. Geçmiş ile bugün arasında sıkışıp kalan işçi çocukların, parmaklıklar ardında büyüyen çocukların, hatta okula gitmek istedikleri halde gidemeyen çocukların gizemli hayatlarına tanıklık eden kahramanımızın aklına parlak bir fikir gelir. Dinlediği hikâyeleri Türkçe ödevi için kullanacaktır. Kitap okumayı sevmeyen İlhami için işler yoluna girmiş gibidir. Ancak unuttuğu önemli bir ayrıntı vardır. Ya okuduğu kitabı okula getirmesini isteseler? Peki, adını Yuan Huan olarak uydurduğu Çinli bir yazar gerçekte var mıdır? Bant kaydı sandığı sesin ardında yatan sır nedir? İlhami’nin zihni son hikâyeye kadar karmakarışıktır. Yoksa, anlattığı yalanlara artık kendi de mi inanmaktadır?..

İçindeki gizli hikâyeciyi, Çinli yazar Yuan Huan’a atfettiği ters köşe hikâyeler ile açığa çıkaran Miyase Sertbarut, İlhami’yi ve dolaylı olarak bütün okurlarını esrarengiz bir edebiyat evrenine konuk ederek, benzersiz bir kitap deneyimi yaşatıyor.

Çok katmanlı metnini daha da derinleştirmek adına aralara gizem tohumları serpiştirmekten kendini alıkoyamayan yazar, Yuan Huan'ın Kulübesi'nde yanıtını aradığı cevapsız sorularıyla okurunun kitapla olan etkileşimini arttırıyor ve geniş geniş düşündürüyor.

Kitabın Konusu:

Kitap, tarih, adalet, vicdan ve benzeri önemli konuları, ilgi çekici ve düşündürücü yönleriyle konu olarak işlemektedir.

Kitabın Özeti:

Okula yeni gelen Türkçe öğretmenleri Berrin Hanım öğrencilerinden her hafta bir öykü okumalarını ister. Aynı zamanda öğrenciler okudukları bu öyküyü sınıfta arkadaşlarına da anlatacaklardır. Sınıftaki öğrenciler bu duruma tepkilidir. Türkçe öğretmenleri Berrin Hanım'ı ikna ederek bir hikayede karar kılınır. Bir cuma günü okul çıkışı İlhami, Zümrüt ve Caner birlikte kütüphaneye giderler. 

Kütüphaneden kitaplarını aldıktan sonra çocuklar birlikte biraz yürürler. İlhami kitap okumayı hiç sevmeyen bir öğrencidir. Çocukların ertesi gün düzenlenecek olan sirk için birer biletleri vardır ve sirke gidecekleri için çok heyecanlılardır. Sirkin olduğu alana gittiklerinde sirkin yerinde olmadığını görürler. Sirk yerini bir eşya yığınına bırakmıştır. Çocuklar bu duruma çok üzülür. Kalan eşyaların arasında çocukların dikkatini bir telefon kulübesi çeker. 

İlhami, telefon kulübesindeki ahizeyi kulağaına dayar. Ahizeden gelen ses "Dinle" der. İlhami telaş ve şaşkılık içindedir. İlhami bu durumu arkadaşlarının fark etmesini istememektedir. Arkadaşlarının gitmesini bekledikten sonra İlhami telefon ahizesini tekrar kaldırır. Ahizedeki ses “Dinle, bir hikayem var sana.” der. İlhami'nin aklına Türkçe öğretmeninin verdiği hikaye ödevi gelir. Kitap okumak zorunda kalmadan ahizeden dinlediği hikayeyi derste anlatabileceğini düşünür. Böylece hikayeyi dinler ve derste anlatarak 100 puan alır. 

İlhami telefon kulübesini belediye gelip kaldırmadan önce sıkça ziyaret eder. Her ziyaret ettiğinde ahizeyi kulağına dayayarak bir öykü dinler. Dinlediği bu öyküleri de Türkçe dersinde anlatmaya başlar. Öğretmen, bu öykülerin yazarının kim olduğunu sorduğunda kendisinin uydurduğu Yuan Huan adlı birisinin olduğunu söyler. Telefon kulübesindeki ahizeden gelen ses, İlhami’ye beş farklı öykü anlatır.

Türkçe öğretmeni İlhami'nin ödevlerini yapmasından çok memnundur. Arkadaşları ise bu duruma çok şaşkındır. İlerleyen günlerde İlhami sırrını korumaya çalışır. Yalanının ortaya çıkmaması için uğraşı içindedir. Yeni hikayeler dinleyebilmek için telefon kulübesine giderken zor durumlarda kalır. İlhami için dinlediği her hikaye buna değmektedir. 

Telefonun ucundaki kişi onu tanıdığını ve gördüğünü ima eden şeyler söylemektedir. İlhami bu durumu sorgulamaya başlar.

28 Eylül 2024 Cumartesi

İyilik Timi (Metin Özdamarlar) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: İyilik Timi

Kitabın Yazarı: Metin Özdamarlar

Kitap Hakkında Bilgi:

İyilik Timi’yle beraber birbirinden heyecanlı maceralar yaşamaya hazır mısın?
Çikolata makinesi yapımı,
Kuru Fasulye Şenliği,
Tüm mahalleye dondurma dağıtmaca,
Tek dostu arabası olan amcayla macera,
Aras’ı kurtarma serüveni ve daha neler neler…

Bu kitap seni birbirinden heyecanlı maceraya sürüklerken bir yandan da kalbinden hiç çıkmayacak olaylarla karşı karşıya bırakacak!

“İyi olacağız, iyi kalacağız ve ne olursa olsun iyiliği yaymaya devam edeceğiz.”

Bu kitabın gelirinin bir kısmı SMA hastalarına bağışlanacak. İyilik Timi, İlk Genç okurlarına; dayanışmanın, yardımlaşmanın, imece usulünün, şefkatin, merhametin, arkadaşlığın güzelliğini kalpleri ısıtacak şekilde anlatıyor. Araştırmanın, öğrenmenin, kültürümüzü korumanın, sorgulamanın, beyin fırtınasının, iyilik için beraber hareket etmenin önemini vurguluyor. SMA hastalarına dikkat çekiyor.

Kitabın Konusu:

Kitap, SMA hastalığına dikkat çekerek şefkatin, merhametin ve arkadaşlığın önemini anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Benim adım Asel. Telefonumun alarmını kurmaya gerek kalmadan erkenden kalkan biriyim. Sabah saat 07:00 civarı vücudumun biyolojik saati uyanmaya ayarlanmış gibidir. Babam, başarılı olmak için uykudan çalmak gerektiğini söyler. Bunun yanında gelişmek için uykunun ne kadar faydalı olduğunu da biliyorum. Erken kalkmamı sağlayan kural, erkenden yatmak. Böylece her sabah annemin ya da babamın beni uyandırmasına ihtiyaç duymadan erkenden kalkıyorum. 

Bu sabah kalkar kalkmaz her zamanki gibi pencereyi açtım. Bir süre kuşların sabah konserini dinledim. Sonra banyoya geçerek yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım. Kıyafetlerimi giyip akşamdan hazırladığım okul çantamı kontrol ederek mutfağa geçtim. İkisi de öğretmen olan annem ve babam beraberce kahvaltı hazırlıyorlardı. Ben de buzdolabından reçeli, peyniri ve zeytini çıkardım. 

Tıp fakültesinde okuyan ablam ortalıkta görünmüyordu. Geç saatlere kadar ders çalıştığı için uyuyor olmasına alışmıştık. Babam hergün tereyağında yumurta yapar ve “Yedikten sonra kontrol edin, bir parmağınız eksik mi?” diye espri yapardı. Babam yumurtayı gerçekten güzel yapar. 

Ailenin en küçük bireyi benim. Ekmek alma görevi de bana ait. Mahalle fırınımızda odun ateşinde pişmiş ekmekler ve bol susamlı simitler yapılırdı. Fırından çıkarken dijital tabelaya baktım. “Askıda Ekmek: 38” yazıyordu. Dünden 8 adet fazlaydı. İnsanlar askıya “iyilik” asıyor ve hiç bilmedikleri insanlara sunuyorlardı. İyiliğin anlamı da tam olarak bu değil miydi? 

Eve geldim. babam “Dönemin sonuna yaklaşıyoruz. Şunun şurasında karne almanıza bir şey kalmadı. Tatil planlamanı yaptın mı?” diye sordu. “Yaptım babacığım. Kitaplığımda okunma sırasını bekleyen kitapları okuyacağım. İzlemeyi düşündüğüm filmleri izleyeceğim. Uzun süredir yazmayı planladığım kitabımı yazmaya başlayacağım.” dedim.

Annem, aile bireyleri için duyuruları panoya asar, renkli kalemler kullanarak bazen özlü bir söz de yazar. Panodaki yapışkan bir kâğıtta benim için şu not vardı: Okul dönüşü fırından bir tane ekmek alalım. En iyi yaptığımız şeyi yapaılm, gülümseyelim. Gülümsedim. Evden çıktım. 

Okula yürürken bir mahallenin tüm sıcaklığını hissederim. Mahallemiz, kendisini çevreleyen büyük sitelerin arasında, müstakil evlerden oluşuyor. Bizim mahallede; sabahları horoz sesleriyle uyanılır; yaz aylarında bahçeden toplanan domates, salatalık ve biberlerle kahvaltı yapılırdı. Kışın sobaların üzerine portakal kabuğu konulur, kestane pişirilir ve büyükler küçüklere eskimeyen masallar anlatırdı. Mahallemizin adı Sevgi Mahallesi.

Bizim mahallede yaşan Mehmet amca, Almanya’da uzun yıllar çalışmış, emekli olunca mahallemize yerleşmişti. Mahallede kimseyle iletişim kurmazdı. Tek dostu, 1967 model Chevrolet arabasıydı. Çocuklar top oynarken kaleleri arabadan uzağa kurar, bisiklet sürerken arabanın yanından geçmezdi. Mehmet amca her sabah arabasını özenle siler, onu, bir insanın insanı sevmesi gibi severdi. 

Mahallemizde çok güzel bir arkadaşlık ortamı var. Eslem, Arhan, Bilgin ve Dilek ile çok iyi anlaşıyoruz. Hepimiz aynı sınıfta 7. sınıfa gidiyorduk. Birlikte kurduğumuz üç kulübümüz vardı. Birincisi, okuduğumuz kitapları her hafta değerlendirdiğimiz Kitap Okuma Kulübü. Kitap kulübümüzün sorumlusu Eslem. İkincisi Film İzleme Kulübü ve sorumlusu da Dilek. Son kulübümüz Türkü Dinleme Kulübü ve sorumlusu benim. Arkadaşlarımla tam bir ekip halindeyiz. 

Zeki öğretmenimizin verdiği proje ödevi ile iyilik projelerine başladık.

İlk projemiz olan çikolata şelalesini Sevgi Evlerine bağışlayarak orada yaşayan çocuklardan mektuplarla harika dönüşler aldık. Bunun üzerine İyilik Timi'ni kurduk.

Görev dağılımı yapıp Kuru Fasulye Şenliği, Askıda Kitap ve Zimem Defteri gibi güzel projeleri Sevgi Mahallesinin harika insanlarının desteği ile gerçekleştirdik.

Bir akşam yemek esnasında komşumuzun çocuğunun SMA hastası olduğunu ögrenince buna çok üzüldüm. İyilik Timi'nin yeni görevi belli olmuştu artık. Valilik izni alınarak ekibimiz projeleri ile bu yardım kampanyasına destek verdiler.

17 Eylül 2024 Salı

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu

Kitabın Yazarı: Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi:

Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?

“Gülümseten Öyküler” ve “Tombiş Kitaplar” dizileriyle çok sevilen mizah ustası, yazar Behiç Ak, teknolojinin gündelik yaşamlarımıza etkisini irdelediği Yaşasın Ç Harfi Kardeşliği! kitabının ardından, yine gülümseten bir eleştiri yapıyor.Ânı yaşamak ve hissetmek yerine, o ânı teknolojik araçlarla kaydedip arşivleyen Sude’nin sanal dünyaya tutkusunu anlatan roman, ilginç karakterleriyle de dikkat çekiyor. Yazar, desenleriyle etkileyici bu romanında, bir yandan çocukların doğadan kopması üzerine, bir yandan da dijital ilişkiler nedeniyle değişen aile ve arkadaşlık ilişkileri üzerine düşündürüyor. Çocukların, içine doğdukları dijital ortamlara ilişkin farkındalık kazanmalarını sağlayan roman, günümüz dünyasını anlamaya ve gelecek için öngörülerde bulunmaya davet ediyor. Her yaştan okur için keyifli bir okuma ve mizah dolu desenleriyle keşif dolu bir yolculuk.

Pantomimci babasının ve avukat annesinin yoğun iş yaşamları, Sude’nin ailesiyle paylaştığı saatleri iyice azaltmıştır. Arkadaşının önerisiyle bir tablet bilgisayar edinen Sude, kısa bir süre içinde, sanal dünyanın parçası olup çıkar. Sıkılmadan oyalanıyor, üstelik her an ulaşılabiliyor diye, onun yeni ilgisini önce olumlu bulan ailesi, zamanla Sude’nin aşırı tutkusundan endişelenmeye başlar. Annesi kızını “kurtarma” operasyonuna girişir. Sude dijital labirentten kurtulabilecek midir?..
(Tanıtım Bülteninden)

Behiç Ak'ın yazıp resimlediği çocuk romanı olan Postayla Gelen Deniz Kabuğu yirmi iki bölümden oluşmaktadır.

Kitabın Konusu:

Kitap, günümüz problemlerinden teknolojiyi bilinçsizce kullanmanın zararlarını ve aile ilişkilerinin zayıflamasının sonuçlarını konu almaktadır.

Kitabın Özeti:

Sude, ülke ülke gezen pandomimci Rıfkı Bey ile işine sıkı sıkıya bağlı avukat Sevda Hanım'ın sevgili kızlarıdır. Sude, babası ve annesinin çok yoğun çalışmaları nedeniyle genellikle yalnız kalmaktadır. Aile sadece pazar günleri bir araya gelebilmektedir. Küçük bir kız çocuğu olan Sude anne ve baba ilgisinden uzak olarak büyümektedir. Sude, okul dışındaki vakitlerini sahilde yürüyerek ve deniz kabuğu toplayarak geçirmektedir. Diğer çocuklar da eskisi gibi sokakta vakit geçirmediği için Sude'nin yalnızlıktan canı çok sıkılmaktadır. 

Bir gün kapılarına gelen bir tablet bilgisayar satıcısından aldıkları tablet ile hayatları birden değişir ve olaylar başlar. Sude, tablet bilgisayarı ile yalnızlığını giderme yoluna girer. Sude, artık evden çıkmaz olmuştur. Sürekli olarak tabletiyle internette gezinmekte ve oyunlar oynamaktadır. Önceleri bu durum pek sorun teşkil etmez. Bir süre sonra Sude her şeyi tabletinin ekranına bakarak yapmaya başlar. 

Sude artık öğretmeninin de izniyle derslerini bile tabletine kaydederek izlemektedir. Okula veya başka bir yere giderken hep tabletindeki yol bulucuyu kullanır. Bir gün annesi Sevda Hanım, Sude'yle televizyon izlerken, Sude'nin televizyonu da tablet ekranından izlediğini fark eder. Sude'nin ekran bağımlılığının çok ciddi bir seviyeye çıktığını görerek bir şeyler yapmaya karar verir. Sude'yle bu durumu konuşur.

Aile artık Sude'yle daha fazla ilgilenmeleri gerektiğine karar vererek hep birlikte dışarıya çıkarlar. Sokaktaki herkesin ellerindeki tablet ya da telefon ekranlarına baktığını görünce çok şaşırırlar. Sude ise tabletinin yol bulucusuna bakarak ilerlediği için etrafında olan bitenin farkında bile değildir. Tiyatroya varırlar ama Sude tiyatroda bile tabletini bırakmayarak tüm gösteriyi kaydeder. Bu durum Sevda Hanım'ın iyice endişelenmesine ve harekete geçmesine neden olur.

Sevda Hanım, Sude'nin en çok vakit geçirdiği oyunun Gogoluku olduğunu öğrenir. Annesi Sude'ye Gogoluku oyunu hakkında sorular sorar. Ardından da kızı için bu oyuna katılması gerektiğine karar verir. Oyunda kızının dikkatini çekmesi için Tarator adında, kıvırcık saçlı Kanadalı bir çocuk karakter oluşturur.

Planını uygulamaya başlayan Sevda Hanım, işe bir tablet alarak başlar. Gerçek dünyanın aksine sanal dünyada ne kadar da kolay yalan söylediğini fark eder. Eşiyle kızlarının sanal dünyadaki kişiliği hakkında konuşurlar. Sude'nin gerçek dünyada ailesi yaşamak isteyip yaşayamadığı anıları, sanal dünyada sanki yaşamış gibi göstermesinden çok etkilenirler.

Sevda Hanım her geçen gün Sude'yle daha çok ilgilenir. Kızının iş yapmaktan nasıl kaçtığını ve ne kadar sakarlaştığını fark eder. Sevda Hanım artık Sude'nin tabletini elinden almayı düşünmektedir. Sude'yle bu konuyu konuşmaya başlar ama konuşmaları bir telefon görüşmesiyle yarım kalır. Telefonda ülkedeki en büyük iletişim şirketi olan Tokudo önemli bir iş için hemen Sevda Hanım'la görüşmek istemektedir.

Sevda Hanım apar topar şirkete giderek şirketin garip genel müdürüyle görüşür. Bu görüşme sırasında Gogoluku oyununun Tokudo şirketine ait olduğunu ve oyunun şirketin şifrelerini çalan korsanlar tarafından kontrol edildiğini öğrenir. Böylece, kendisini de bu durumla ilgilenmesi için çağıran Tokudo şirketiyle, korsana karşı mücadele etmek için anlaşır.

Sevda Hanım nihayet planını uygulamak için Gogoluku oyununa girer. Bazen zor bazen kolay sorularla birkaç saatini Gogoluku ile geçirir. Gogoluku oyunu hakkında bilgi ve fikir edinir. Sonunda çok zor bir soruyla karşılaşınca oyunu bırakmak zorunda kalır. Soru gerçekten zordur ve Sevda Hanım bu soruyu günlerce bulamaz.

Bir pazar günü, Sude için özel posta servisiyle bir paket gelir. Paketten Gogoluku oyununu üç boyutlu hale getiren bir gözlük çıkar. Sude, bu gözlüğe hemen alışır ve eskisinden de kötü bir duruma düşer. Günler böyle geçerken Sevda Hanım, kızını bu oyundan kurtarmak için sürekli çabalar ve Gogoluku macerası sürpriz bir şekilde sona erer.

15 Eylül 2024 Pazar

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Veba Geceleri

Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk

Kitap Hakkında Bilgi:

Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.

1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.” -LE POINT, FRANSA
“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.” -THE INDEPENDENT, İNGİLTERE
“O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı.” -THE NEW YORK TIMES, ABD
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, gerçekte var olmayan kurgusal Minger Adası ve ahalisi üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun Veba karşısındaki tutumunu, komşu ya da uzak ülkelerin bu salgınla nasıl baş ettiklerini, ne gibi yöntemler uyguladıklarını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

“Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.”  Sayfa 119

“İnsanların birbirleriyle ilişkileri zayıflamıştı, dostlukları ve yeni bir şeyler öğrenme, yeni söylentilere öfkelenme isteği de azalmıştı. Herkesin yeterince korkusu, yarası, telaşı vardı. Kimse komşusunun ölümüyle meşgul değildi.” Sayfa 452

Yıl 1901, yer Osmanlı’nın yirmi dokuzuncu vilayeti olan ve Akdeniz’de Girit ile Kıbrıs’ın arasında çok eski zamanlardan beri Minger halkının yaşadığı ve Mingerce’nin konuşulduğu tarihi Minger Adası’dır.
Minger adasında Veba salgını başlar. Minger'deki salgını için Sultan Abdülhamit tarafından adanın durumunu kontrol etmek üzere İzmir’deki salgını başarıyla durduran ve Sağlık Başmüfettişi olan kimyager Bonkowski Paşa’yı görevlendirilir.

Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Çin deki veba salgınında Müslümanlar ile konuşmak ve karantinaya ikna etmek için Aziziye gemisiyle Çin'e doğru yola çıkmışlardır. Pakize Sultan, padişah V. Murat'ın en küçük kızıdır. Babası tahttan indirildikten sonra bir saraya kapatılmışlardır. Evlilik çağına kadar da kapatıldıkları sarayda yaşamışlardır. Amcası Sultan Abdülhamid kendisini Doktor Nuri ile tanıştırarak evlenmesini sağlamıştır. Çin'e doğru yol aldıkları gemide eczacı ve aynı zamanda karantinadan iyi anlayan Bonkowski Paşa ve onun yardımcısı Doktor İlias'ı görürler. Bonkowski Paşa ile konuştuklarında Minger adasında veba salgını şüphesi olduğunu öğrenirler. Bonkowski Paşa ve yardımcısı Doktor İlias'ı Minger adasına bıraktıktan sonra gemi ile Çin yolculuğuna devam ederler.

Koruma amaçlı bir Osmanlı askeri olan Kolağası Kamil, Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri'nin yanında seyahat etmektedir. Sabah uyandıklarında Bonkowski Paşa'nın öldürüldüğünü ve veba salgınının gerçek olduğunu anlatan Sultan Abdülhamid'ten bir mektup alırlar. Bonkowski Paşa'nın gizemi çözülemeyen bir biçimde öldürülmesi sonucu daha önce tahttan indirilen Sultan Abdülhamit'in kardeşi V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ve kocası Doktor Nuri'nin derhal Minger adasına gitmelerini istemektedir. 

Minger Adası'nın valisi olan Sami Paşa, Bonkowski Paşa'nın katili olarak bir tekke şeyhi olan Şeyh Hamdullahın üvey kardeşi olan Ramiz'i tutuklamıştır. Osmanlı'dan gelen bir telgrafla Ramiz'in idam kararı ertelenir. Veba salgın gittikçe daha çok yayılmakta, halk ise karantina kurallarına uymamaktadır. Minger halkı yurt dışına kaçmak için gemilere binmeye çalışır. Salgının kendi ülkelerine yayılmasını engellemek için Osmanlı'nın Mahmudiye isimli savaş gemisi ve başka iki ülkenin gemisi adayı abluka altına alıp giriş çıkışları yasaklamıştır. Vali Sami Paşa, Osmanlı'dan gelen telgraflar yüzünden karantina'yı tam olarak yönetemediğini düşünmektedir.

Minger Adası'nda halk karantina kurallarına değil de hoca ve şeyhlerin yazdığı muskalara inanması yüzünden Veba salgını durdurulamamaktadır. Valisi Sami Paşa Saray tarafından yalnız bırakılmıştır. Adada yalnızca durumu kötü olan Rumlar, Türkler ve gerçek Mingerliler kalmıştır.

Karantina Neferlerinin başına getirilen Kolağası Kamil, Ramiz'in eski sevgilisi olan Zeynep'e aşık olarak evlenmiştir. Kamil, bir sabah vali daha rahat karantina işlerini yürütebilsin diye postaneyi basarak, telgraf geliş gidişlerini durdurur. Böylece Osmanlı'dan emir almaz bir hale gelmiştir. Yine de karantina kurallarına uymayan halk yüzünden salgın hızla yayılmaktadır. Duruma kızan Osmanlı hükümeti Vali Sami Paşa'yı başka bir vilayete vali olarak atayarak yerine başka bir vali gönderir. Sami Paşa'nın ise Minger'den gitmeye niyeti yoktur. Sultan Abdülhamid kararında döner diye beklerken yeni Vali adaya gelir. Sami Paşa onları karantinaya alıp bekletirken Şeyh Hamdullah ve papaz efendiden birlikte karantina vaazı vermelerini ister. 

Bu sırada Ramiz, yeni valiyi kaçırarak vilayet binasını basar. Vali'nin adamları ile Ramiz'in adamları arasında çatışma çıkar. Ramiz ve adamları tutuklanarak idama mahkum edilir.

Kolağası Kamil eline yeni bir bayrak alarak imparatorluğa başkaldırıp adanın bağımsızlığını ilan eder ve artık Osmanlıya bağlı bir ada olmadıklarını söyler. Çatışma sırasında gönderilen yeni vali öldürülmüştür. Kamil liderliğinde yeni bir devlet gibi hareket etmeye başlarlar. 

Kamil'in eşi Zeynep hamiledir ve veba'ya yakalanır. Veba, Zeynep'ten de Cumhurreisi Kamil'e geçerek bir hafta arayla ikisinin de vefat etmesine neden olur. Kamil'in ölümü sonrası hapishane de isyan çıkar. Şeyh Hamdullah ve adamları yönetimi ele geçirir. Karantinayı tamamen kaldırarak 2 ay boyunca hüküm sürerler. 2 ay sürecinde her gün 50'yi aşkın ölü verirler, veba daha hızlı yayılmaya başlar.

Doktor Nuri ve Pakize Sultan odalarında hapsedilmiş, Vali Sami Paşa da idam edilmiştir. Şeyh Hamdullah vebaya yakalanınca 2 gün içerisinde ölür. Şeyh Hamdullah'ın adamları yönetimi Pakize Sultan ve Doktor Nuri'ye bırakırlar. Tamamen sokağa çıkma yasağı ilan eden Doktor Nuri, birkaç doktor ve Mazhar Efendi'nin de yardımlarıyla bu süreci çok iyi yönetmiştir. Sokağa çıkma yasağının çok iyi uygulaması etkisini gösterir ve bir süre sonra salgın durarak her şey eski haline dönmeye başlar.

O zamanlar kraliçe ilan edilen Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Mazhar Efendi tarafından bir süre sonra Çin'e gönderilirler. Bu hem Osmanlı hem de Minger adası tarafından verilen bir sürgündür. Çin de tam 25 yıl kaldıktan sonra Londra'ya gitmişlerdir. 

7 Eylül 2024 Cumartesi

Sıkıntıdan Patlayacağım Sınıfı (Hatice Kübra Tongar) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Sıkıntıdan Patlayacağım Sınıfı

Kitabın Yazarı: Hatice Kübra Tongar

Kitap Hakkında Bilgi:

Yatırköy İlkokulu’nda… Ve Yatırköy Mahallesi’nde…Okulda öğrenciler ve öğretmenler… Evlerde babalar ve anneler… Herkes ama herkes çok sıkkın, bıkkın ve gergindi! Peki, tüm bu kötü duyguların nedeni neydi?

Uzman Psikolog Hatice Kübra Tongar, çocukları ve yetişkinleri çepeçevre kuşatan sıkıntının gerçek nedenini anlatıyor! Bu hikâyeyi okuyan herkes sıkıntıdan kurtuluyor,kıkır kıkır kırkırdıyor!

Bu Kitap Neden Okunmalı?

Çocukların Modern Dünyadaki Hâllerini Yansıtır: Günümüz çocuklarının teknoloji bağımlılığı ve bunun getirdiği sosyal izolasyonu eğlenceli ve düşündürücü bir şekilde ele alır. Bu sayede, çocukların kendi durumlarını sorgulamalarına ve bu bağımlılıktan kurtulmalarına yardımcı olur.

Geleneksel Oyunların Yeniden Keşfi: Çocukların geleneksel oyunlarla yeniden tanışmalarını sağlar. Beştaş, yakan top, körebe gibi oyunlar, çocukların fiziksel aktivitelere yönelmelerini ve sosyal becerilerini geliştirmelerini teşvik eder.

Aile İlişkilerini Güçlendirir: Teknolojinin aile ilişkilerini nasıl zayıflattığını ve bu ilişkileri yeniden nasıl güçlendirebileceğinizi anlatır. Ailelerin çocuklarıyla daha kaliteli zaman geçirmesinin yollarını göstererek, aile içi iletişimin ve bağların kuvvetlenmesine katkıda bulunur.

Toplumsal Mesajlar Verir: Teknolojinin kontrolsüz kullanımının toplumsal etkilerini mizahi bir dille ele alarak hem çocuklara hem de yetişkinlere farkındalık kazandırır. Teknolojiyi bilinçli ve dengeli kullanmanın önemini vurgular.

Çocuklar İçin İlham Verici: Çocukların kendi başlarına çözüm bulma ve üretici düşünme yetilerini teşvik eder. Okurlar, karakterlerin yaşadıkları zorluklarla nasıl başa çıktıklarını görerek, kendi hayatlarında da bu yaklaşımları uygulamaya cesaret ederle

Kitabın Konusu:

 Kitap, çocukların enerjik, meraklı ve hayal gücüyle dolu dünyalarına keyifli bir kapı aralayan okul, öğretmen ve öğrenciler arasında geçenleri anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Yatırköy İlkokulu’nun neşesiz, bezgin öğrencileri ve onların hayatına ansızın giren Serdar Öğretmen’in etkileyici öyküsü, yazarın güçlü kalemiyle okurlarını hem eğlendiriyor hem de düşündürüyor.

Kitap, modern teknolojinin ve sosyal medya alışkanlıklarının çocukların hayatındaki yerini eğlenceli bir dille ele alıyor. Teknolojik cihazların bir yatırın etkisi altında kalmış gibi gösterilmesi, hem çocukların hem de yetişkinlerin yaşadığı kopukluğu mizahi bir şekilde gözler önüne seriyor. Serdar Öğretmen’in bu durumu fark edip özgün bir planla öğrencilerini tekrar oyuna ve hayata döndürmesi, kitabın merkezinde yer alan mesajı güçlendiriyor: Teknoloji hayatımızda önemli bir yer tutsa da, gerçek bağlar ve paylaşımlar hiçbir zaman onun yerini tutamaz.

Samimi ve gerçekçi bir dille bu hikâyeyi ele alan yazar, çocukların doğrudan yaşayarak öğrenmesini ve birlikte oyun oynarken sosyalleşmesini ön plana çıkarıyor. Özellikle geleneksel oyunların tekrar hatırlatılması ve ailelerin de bu sürece dâhil edilmesi, hikâyeye nostaljik ve sıcak bir dokunuş katıyor. Serdar Öğretmen’in çocuklar ve velilerle kurduğu bağ, günümüz öğretmen-öğrenci ilişkilerine dair de önemli ipuçları veriyor.

“Sıkıntıdan Patlayacağım Sınıfı”, mizahi unsurlar, canlı karakterler ve akıcı anlatımıyla hem çocuklara hem de ebeveynlere hitap eden, öğretici olduğu kadar eğlendirici bir eser. Yatırköy İlkokulu’nun serüvenine tanık olmak, okurların da kendi hayatlarındaki teknolojik alışkanlıkları gözden geçirmesine vesile olabilir. Zira “Sıkıntıdan Patlayacağım Sınıfı”, sadece çocuklara değil, yetişkinlere de çok şey söylüyor. Teknolojinin hayatımızdaki yerini sorgulatırken, gerçek bağların, paylaşılan anların ve birlikte olmanın ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor

1 Eylül 2024 Pazar

Söyleme Bilmesinler (Şermin Yaşar) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Söyleme Bilmesinler

Kitabın Yazarı: Şermin Yaşar

Kitap Hakkında Bilgi:

“Yalansızız artık. Hâlâ birkaç sırrımız var. Ama yalansızız.”

Evlenip aynı çatı altında yaşıyorlar diye karı koca olur mu insanlar?
Aynı ana babadan oldular diye birbirlerine sahiden kardeş olur mu çocuklar?
Yıllar kalbini dağlasa da içlerindeki o kor söner mi âşıkların?
Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur?

Şermin Yaşar, Söyleme Bilmesinler’de, kalabalık bir ailenin ilk bakışta sıkı örülmüş gibi görünen nakışlarını ilmek ilmek çözüyor. Hem de roman kahramanlarına ayrı ayrı söz hakkı vererek yapıyor bunu. “Herkesin hikâyesini dinledin. Haydi, şimdi sen anlat: Aslında ne oldu, nasıl oldu?” diyor adeta. Karakterleri konuştukça çözülen bir sırlar yumağı, Söyleme Bilmesinler. Yumak çözüldükçe iplerin uçları nerelerden çıkmıyor ki…

Aile bağları nasıl düğümler atar insanların yazgısına? Anne babaların, çocukların omuzlarına yükledikleri onlara neler yapar? Hayatlarımıza vicdan azabı gibi oturanlar bir gün yerinden kalkar mı? Yanı başınızdaki o sıradan evlerde aslında neler yaşanır? Romanda bunların cevaplarını okurken acı bir gülümseme, hatta katran karası bir gülümseme belirecek yüzünüzde. Yazar, avuç içlerinden yazgılarını okumuyor insanlarının; kalplerinin kıvrımlarındaki sırları cesaretle döküyor kâğıda. Gülümsemenin acı yanını bilenler, göründüğü gibi olmayanla ve bir şeyin iç yüzüyle hesaplaşmaya cesareti olanlar için...

Prof. Dr. Mustafa Kurt

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, kalabalık bie ailede yaşananları ailede yaşayan her ferde teker teker anlatırarak aile içi yaşananları ve sırları anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Kazım Bey, Mürüvvet Hanım ailemizin anne ve babasıdır. Diğer kahramanlarımız ise evin çocukları Emin, Ethem ve Ekrem ile ailenin gelinleri Hülya, Nurten ve Sevgi'dir. Çocuklar hayatlarının anne babalarının gölgeleriyle şekillendiğine ve anne babalarından dolayı hayatlarının karardığına inmaktadırlar. 

Emin ailenin tek okumuş ve öğretmen olan ferdidir ve annesinin göz bebeği olarak büyür. Üniversiteden tanıdığı Çiğdem adında bir sevdiği vardır. Evlilik çağı geldiğinde Çiğdem yerine annesinin köyden bulduğu Hülya ile evlenmek zorunda kalır. Emin öğretmenlikten emekliye ayrılınca kendine bir emlakçı dükkanı açar. Annesinin vefatından sonra yalnız kalan babasına bakmaya başlar.

Emi diğer kardeşlerinin bencil olduğunu, babasına sadece onun baktığını düşünmektedir. Kardeşlerinin çektiği zorlukları bilmediklerini düşünür. Emin'in karısı Hülya aksi bir kadındır. Hülya sigara da içiyordur. Emin karısı Hülya'yı sevmese de ondan boşanmaz. Hülya babasıyla ilgilendiğinden boşanırsa babasına tek başına bakamayacağını düşünmektedir. 

Bir gün Çiğdem’den Emin'e bir mektup gelir. Emin yıllarca Çiğdem’le mektuplaşır. Hastalanıp ölüm korkusu içine düşünce mektupların başkasının eline geçmesinden korkup kardeşi Ethem’i çağırır. Ethem’e mektuplardan bahseder ve ‘Ben öldüğümde ister yak ister sakla ancak sakın okuma’ der. 

Ethem evin pek de sevilmeyen ortanca çocuğudur. Ethem, annesinin sevmediği babasının da sevmekten korktuğu çocuktur. Ethem askere gitmeden önce annesi onu da gittiği hocanın kardeşinin kızı Nurten’le evlendirir. Nurten'in bir ayağı aksaktır. Hayatını dinine ve imanına adamış bir kadındır. Ethem karısının dindarlığı karşısında öyle sıkılıp bunalır ki ne karısını kadın gibi görür ne de evini ev gibi hisseder.

Küçük kardeş Ekrem de Ethem kadar olmasa da sevilmeyen bir çocuktur. Abileri gibi annesi tarafından istemediği biri ile aniden evlendirilmemek için yeni tanıştığı Sevgi’yi kaçmaya ikna eder. Aileler razı geldiğinde evlenirler ancak bir türlü birlikte olamazlar. Sevgi birlikte olmaktan korkar haliyle çocukları da olamaz ancak onlar çocuklarının olmadığını söyleyerek yalan söylerler. Ekrem bu durumdan sıkılıp boşanmak istediğinde Sevgi bunu kabul etmeyerek başka kadınlarla görüşmesine müsaade eder. 

Ekrem içgüveysi olduğu evliliğinde defalarca başka kadınlarla beraber olur. Ekrem bir keresinde yengesi Hülya’ya yakalanır. Hülya durumu abileri Ethem ile Emin’in konuştuğu günde gidip onlara anlatır. Ethem her iki kardeşinin de karılarını aldattığını ve sıkıntılarına çözüm olarak başka yollar bulduklarını fark eder. 

Kardeşler her hafta bir ailede geleneksel olarak yemek yemektedirler. Geleneksel yemek verme sırası Ethem’dedir. Akşam yemek vakti geldiğinde babaları Kazım Bey eşliğinde yemeklerini yerler. Muhafazakar ve dini bütün olan Nurten eltisi Sevgi’ye çocuğu olsun diye götürdüğü türbenin faydasını gören kadınların hikayelerini anlatmaya başlar. O esnada anlattığı hikaye uyuklayan Kazım Bey’in kulağına gelir. Olayı yanlış anlayan Kazım bey yıllardır sakladığı sırrı ifşa etmek durumunda kalır. Bu sır üç kardeşe de Nurten’e de büyük bir şok etkisi yaratır. 

Kardeşler oradan ayrılıp evlerine dönerler. O gece herkes eve döndüğünde Ethem ve Nurten birbirlerinin yaralarını ilk defa karı koca gibi beraber sarar. Sabah olduğunda Kazım Bey’in öldüğü haberi gelir.

31 Ağustos 2024 Cumartesi

Gece Yarısı Kütüphanesi (Matt Haig) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Gece Yarısı Kütüphanesi

Kitabın Yazarı: Matt Haig

Kitap Hakkında Bilgi:

42 Dile Çevrilen Uluslararası Çoksatan Kitap 2020 Goodreads Yılın En İyi Romanı

“Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var,” dedi. “Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün…
Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?”

Nora Seed berbat halde. Kedisi öldü. İşinden kovuldu. Abisi onunla konuşmuyor. Kimsenin ona ihtiyacı yok. Art arda alınmış kötü kararların sonucunda bir kütüphanede buluyor kendini. Zamanın hiç akmadığı bir gece yarısı kütüphanesinde, sonsuz sayıda kitabın ortasında... Kitapların her birinde Nora’nın farklı bir hayatı yazılı. Başka kararlar verseydi yaşamış olabileceği hayatlar.

Farklı kariyerler, farklı eşler, farklı arkadaşlar, farklı şehirler arasında gidip gelen Nora’nın aklı sorularla doluyor. Mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde mi gizli? Yanlış giden her detayın sorumlusu gerçekten biz miyiz? Hayatı yaşanılır kılan ne? Yanlış bir karar insanın tüm hayatına mal olabilir mi?

İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Matt Haig; Nora’nın pişmanlıklara, ihtimallere ve yeniden seçme imkânına dair çıktığı bu yolculukta, ona eşlik edecek okurlara sürükleyici ve insanın en temel sorunlarını konu alan bir kurgu sunuyor.

“Değişmesini istediğimiz bir dünyada hep birlikte sıkışıp kalmışken, tam zamanında yazılmış bir modern çağ masalı, günümüzün Şahane Hayat’ı.”
Jodi Picoult

“Kitapların yaşamı değiştirme gücünü kutlayan, içtenlikle ve mizahla yazılmış, baştan çıkarıcı bir roman.”
Sunday Times

“Matt Haig sözcükleri konserve açacağı gibi kullanıyor. Konserve de biziz.”
Jeanette Winterson

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, hayatın anlamı ve insanın kendi yaşamını şekillendirme gücü hakkında derin bir felsefi düşünce içerir, insanların hayatındaki küçük seçimlerin bile büyük sonuçları olabileceği fikrini konu alır.

Kitabın Özeti:

Nora Seed, kendini değersiz ve yetersiz hisseden bir kadındır. Nora hayatından memnun değildir. Nora’nın Joe, adında bir abisi vardır. Annesi ve babası ayrı olmasa da çok anlaşamazlar. Nora, küçük yaştan itibaren yüzme dersleri almıştır. Nora yüzme derslerini babasının isteği ile yapmıştır. Bir gün okulun kütüphanesinde Bayan Elm ile birlikteyken annesi onu almaya gelir ve babasının öldüğünü söyler. Babasının ölmesi Nora’yı içok üzmüştür.

Nora'nın abisi Joe ise müzikle ilgilenmektedir. Joe'nin müziğe olan ilgisi Nora'nın da ilgisini çekmişti. Nora yüzmeyi bırakarak müziğe başlamaya karar vermişti. Nora'nın o sıralar hayatında Dan adında bir sevgilisi vardı. Nora ve Joe birlikte kurmuş oldukları Labirentler adında Rock grubu vardı. Labirentler'de hem solist hem söz yazarı olan Nora sevgilisi Dan'in rock grubundan ayrılmasını ister. Labirentler'den ayrılınca Nora ve Dan birlikte Pub açma hayali kurar ve böylece abisiyle arası açılır. 

Küçük yaşta babasını kaybeden Nora, Dan ile evlenmeye çok az bir zaman kalmışken annesi vefat eder. Nora düğünü ertelemek ister ama Dan kabul etmez. Nora bunun üzerine Dan'ı terk eder ve en yakın arkadaşı olan İzzy'nin de Avustralya'ya gidiş teklifini reddederek kendi hayatını yaşamaya başlar. Nora bu arada felsefe okumaya başlar.

Nora okul bittikten sonra yaşadığı yerde kalır. Nora'nın artık abisiyle arası iyidir. Tel Teorisi adında müzik aletleri satan bir yerde çalışmaktadır. Ayrıca piyano dersleri vermektedir. Felsefeye ve buzul bilime ilgi duymaktadır. Labirentler grubundan ayrıldığı için hep kendini suçlar. Bir gece evde kedisi Volts’un öldüğü haberini işyerinden tanıdığı Dr. Ash'ten alır. Nora buna çok üzülerek sabah işe gider ancak işten de atılır. Artık hiç umudu kalmayan Nora, antidepresan ilaçlarını içerek intihar eder ve  Gece Yarısı Kütüphanesi'ne ışınlanır. 

Gece Yarısı Kütüphanesi'nde kütüphaneci küçükken okuduğu ilkokulun kütüphanecisi olan Bayan Elm'dir. Bu kütüphanede saat hep 00.00 dır. Kütüphanede insanın pişmanlıklarının olduğu bir kitap ve farklı seçimler yapsa hayatının nasıl olacağını gösteren sonsuz kitap vardır.

Nora büyük pişmanlıklarını düşünmeye başlar. Dan ile evlenmemek, Izzy ile gitmemek, Labirentler grubundan ayrılmak, yüzmeyi bırakmış olmak, Ash'in kahve teklifini reddetmiş olmak gibi bir sürü pişmanlığı vardır. Nora bu hayatları yaşamaya başlar.

Nora, Dan ile evlendiği hayatına gittiğinde Dan'in onu aldatmış olduğunu öğrenir. Boş yere pişman olduğunu görerek kütüphaneye döner. 

Nora, Izzy ile Avustralya'ya gittiğinde İzzy'nin öldüğünü öğrenir. Tekrar pişman olmaması gerektiğini görerek kütüphaneye döner. 

Nora, Labirentler grubundan ayrılmasa çok iyi, çok ünlü biri olacağını görür. İlk başta bu hayatı sevmeye başlasa da sonradan abisi Joe'nun öldüğünü öğrenir ve pişman olmaması gerektiğini görüp tekrar kütüphaneye döner. 

Nora bu şekilde bir sürü hayat yaşar. Henüz mutlu olacağı hayatı bulamayan Nora sonunda Ash ile kahve içmeyi kabul ettiği hayata gitmeyi ister. Nora bu hayatta uzun süre kalır. Bu hayatta kızları Molly'yi, köpekleri Platon'u ve abisiyle arasının düzelmiş olduğunu gördükten sonra bu hayatta kalmayı ister. Nora istemeyerek kütüphaneye geri döner.

Kütüphanede saat ilk kez ilerlemeye başlamıştır. Kütüphane de deprem olmaya başlar. Bunu gören Nora yaşamak istediğini haykırmaya başlar. Kütüphaneci bayan Elm, Nora'ya bir kalem vererek boş kitabın yerini söyler. Nora o kitabı deprem ve yangın arasında zar zor bulur. Kitaba yaşıyorum yazarak kendi hayatına yaşama isteği ile döner. 

Nora artık intihar etmek istememektedir. İntihar etmeden önce abisine atmış olduğu mesaj yüzünden abisi hastaneye onun yanına dönmüştür. Böylece abisi ile arası düzelir. Nora iyileştikten sonra piyano dersi vermeye devam eder. Nora artık hayata sıkı sıkı tutunur ve artık geçmişteki pişmanlıklarını düşünmemektedir.

Dinozorumun Saklandığı Yer (Mert Arık) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Dinozorumun Saklandığı Yer

Kitabın Yazarı: Mert Arık

Kitap Hakkında Bilgi:

“Mert Arık, nitelikli kitaplarıyla çocukların yaratıcı düşünme becerilerinin gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlıyor.”

Prof. Dr. Serdarhan Musa Taşkaya

Satış rekorları kırarak bir milyondan fazla okura ulaşan Mert Arık’tan yine ŞAHANE bir hikâye!

Dinozorunuzun nereye saklandığını biliyor musunuz?

O sabah öğretmen sınıfa büyük bir sürprizle gelmişti. Atlas sürprizleri çok seviyordu, büyük sürprizlere ise bayılıyordu. Peki, neydi bu büyük sürpriz?
Haydi! Kemerlerinizi bağlayın. Heyecan dolu, inanılmaz bir yolculuğa çıkıyyoruz.
Dinozorumun Saklandığı Yer, sizleri büyüleyici bir maceraya davet ediyor!

"Bizim olduğumuz her yere, hayallerimiz de sığar."

Bu eğlenceli kitap, ilkokul 1. sınıfa giden ve okumayı yeni öğrenen çocuklar için harika bir arkadaş! Minik okurların okuma sevgisini artırmak ve okuma becerilerini geliştirmek için tasarlandı. İçindeki metinler kısa ve kolayca anlaşılır, resimler ise capcanlı ve renkli! Her sayfa, çocukların dikkatini çekecek şekilde tasarlandı. Bu kitapla, çocuklar hem okuma becerilerini geliştirecek hem de hayal güçlerini zenginleştirecekler. Ayrıca, farklı değerler hakkında yeni şeyler öğrenecekler.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap okumaya yeni başlayan bir çocuğun hayal dünyasını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Yağmurlu bir sonbahar sabahıydı. İncir Çekirdeği İlkokulunda ders zili çalmıştı. Öğretmen neşeyle sınıfa girdi ve çocuklara okumayı öğrendiğinizde sizi büyük sürprizler bekliyor dedi. Sınıftaki öğrencilerden kahramanımız Atlas hemen parmak kaldırdı. Ne gibi sürprizler öğretmenim ben büyük süprizlere bayılırım diyerek öğretmenine süprizden bahsetmesini söyledi.

Öğretmen öncelikle okumayı öğrendiğiniz zaman her yere gidebilirsiniz dedi. Sınıftaki diğer öğrenciler de parmak kaldırarak her yere mi öğretmenim? diye sordular. Sırayla sorular soran çocuklar Kuru Salatalık kasabasına da gider miyiz? Ya da Mor Portakal köyüne de uğrayalım mı? Uzaya da çıklamım mı öğretmenim? diyerek öğretmenlerine sorular sordular. 

Öğretmenleri her seferinde Elbette diye cevap veriyordu. Öğretmenleri İstediğiniz her yere gidebileceksiniz dedi. Sınıftaki bütün çocuklar bunun nasıl olacağını merak ediyordu. Öğretmenleri konuşmasına devam ederek örnekler vermeye başladı. 

- Ormanda bisiklet turu yapabilirsiniz. 
- Bir helikoptere binip volkanik lavların döküldüğü yere ulaşabilirsiniz. 
- Uçağınızla Sahra Çölü’ne inebilirsiniz. 
- Ağrı dağının zirvesine hep birlikte tırmanabilirsiniz. 
- Bir balonla seksen günde dünyayı dolaşabilirsiniz. 
- Gemilere binip dev dalgaların arasında güvenle yol alabilirsiniz. 

Sınıftaki çocuklar bunların hepsi inanılmaz diye bağrışıyorlardı. 

- Bir gergedanla pat pat kartopu oynayabilirsiniz. 
- Bir fille çim sahada futbol maçı yapabilirsiniz. 
- Hatta zamanda yolculuk yaparak geçmişe gidebilirsiniz. 

Sınıftaki çocuklar çok şaşımışlardı. Bütün bunlar nasıl olacaktı? Çocuklar hayal güçlerinin sınırlarını zorluyorlardı. Öğretmenleri, okumayı öğrendiğiniz zaman sınıfa bir sürü yeni arkadaş gelecek dedi. Herkes sevinçten çok mutluydu. 

Atlas, nasıl arkadaşlar gelecek diye öğretmenine sordu. Öğretmeni ise mesela kalbi araba büyüklüğünde bir arkadaş. Bu arkadaşının boyu bir spor sahası büyüklüğünde bile olabilir. Bir zürafa ile arkadaş olup Afrika’da akasya yaprakları toplayabilirsiniz dedi. 

Okulda eylül, ekim, kasım ve aralık ayları her gün sesli ve sessiz okumalar yaparak geçti. Ocak ayı geldiğinde sınıfatki çocuklar okumayı öğrenmişti. Artık sürprizler için daha bir heyecanlandılar. Balinalar, aslanlar, kaplanlar, zürafalar, filler ile sınıfa nasıl sığacaklarını öğretmenlerine sordular. Öğretmenleri merak etmeyin hepimiz sığarız dedi. Bizim olduğumuz her yere hayallerimiz de sığar diyerek devam etti. 

Artık sürprizi açıklama zamanı gelmişti. Öğretmenleri de çok heyecanlıydı. İkili sıra halinde okul koridorlarında yürüyerek bir kat yukarıya çıktılar. Bir kat daha ve bir kat daha derken kocaman bir kapının önüne geldiler. Kapı balonlarla süslenmişti. Çocuklardan çıt çıkmıyordu herkes çok sessizdi. 

Kütüphaneye hoş geldiniz yazısı duruyordu çocukların karşısında. Öğretmen bütün maceraların gerçekleştiği yer burası çocuklar dedi. İçerisi mis gibi kitap kokuyordu. Gerçekten de küçücük yere bir dünya sığmıştı. Öğretmen fısıldayarak kütüphanede istediğiniz kahramanlarla arkadaş olabilirsiniz dedi. 

Atlas hemen eline turuncu kapaklı bir kitap aldı. Kapakta bir dinozor gülümsüyordu ona. Artık bir dinozorla arkadaş olacaktı. Demek dinozoromun saklandığı yer burasıymış. Atlas, kitap yolculuğum artık başlıyor dedi.

27 Ağustos 2024 Salı

Suda Kaybolmak (Vladimir Tumanov) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Suda Kaybolmak

Kitabın Yazarı: Vladimir Tumanov

Kitap Hakkında Bilgi:

Rus Yazar Vladimir Tumanov tarafından yazılan eser üç kitaptan oluşmaktadır. İlk kitap Haritada Kaybolmak, ikinci kitap Suda Kaybolmak ve üçüncü kitap Ateşten Kaçmak'tır. Bu üç kitap da Chris ve Francis adında iki erkek kardeşin başından geçmektedir.

Çözülecek bilmecelerimiz, kurtarılacak bir dünyamız var!

Matematiği ve coğrafyayı sevdiren fantastik romanlarıyla ünlü Vladimir Tumanov, yeni kitabında günümüz dünyasının en önemli ve acil sorunu olan iklim krizine dikkati çekiyor. Yüz binlerce hayranı olan Haritada Kaybolmak romanıyla başlayan "Gizemli Haritalar" dizisinin, yine ilk kez Türkçe yayımlanan ikinci kitabında macera devam ediyor. Alt Kardeşler bu kez büyük bir sel felaketinde sürükleniyor, bilmeceler ve ipuçlarıyla ilerleyen soluksuz bir yolculuğa çıkıyor. Buzulların erimesi, okyanusların yükselmesi ve küresel ısınma gibi, dünyanın geleceğini belirleyecek sorunlar üzerine düşündüren romanda, bilginin, araştırma yapmanın, dayanışmanın değeri de vurgulanıyor.

Alt Kardeşler Chris ve Francis, her gün hızla yaşlandıkları inanılmaz yaz macerasından sonra kendilerini, büyük bir fırtınanın ortasında bulurlar. Anne babalarını kurtarmak için şehir merkezine gitseler de, her yeri çoktan sular basmıştır. Çocuklar, terk edilmiş ofis binasında mahsur kalır. Üstelik, gizemli bilmecelerin bulunduğu yeni bir ruloyla! Neyse ki, teknelerden anlayan Mariana da onlara katılır. Yat, fıçı, gondol gibi çeşitli araçlarla selde sürüklenen üçlü, tüm dünyayı yutan suların çekilmesi için bilmeceleri çözme telaşına düşer...

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, küresel iklim krizine dikkat çekerek suların yükselmesi sonucu olabilecekler konusunu bilmeceler dolu bir macera ile ele almıştır.

Kitabın Özeti:

Alt Kardeşler; Chris ve Francis pek çok kardeşten daha fazla birbirlerine yakınlardır. Bunun kendilerine göre sağlam bir nedeni vardır. Geçen yaz tatilinde tam anlamıyla inanılmaz bir macera yaşamışlardır. Yaşadıkları ilginç yolculuk sonsuza kadar Chris’le Francis kardeşlerin zihinlerinde kayıtlı kalacaktır. 

Kolomb Bulvarı’ndaki çok acayip sarı şekerlemeler yedikleri o tuhaf hediyelik eşya dükkanını sık sık anımsıyorlardı. Kardeşler kısa bir süre içinde büyük bir hızla yaşlanmaya başlamış ve ancak iki aylık ömürleri kalmıştı. Bu ölümcül yaşlanma sürecini durdurmak için dükkanın sahibi Bay Empedocles Chagrin’in onlara sunduğu Toprak rulosunu hiç akıllarından çıkarmıyorlardı. Hayatta kalabilmek için çözmek zorunda oldukları eski harita rulosunun bilmeceleri hala ezberlerindeydi. 

Artık o macera geride kalmıştı. Kardeşler artık dikkatlerini okula, arkadaşlarına, spor etkinliklerine, ailelerine ve çocukluklarını yaşamaya vermişlerdi. Yakıcı öğlen sıcağından sonra Chris’in okulda coğrafya dersi vardı. Öğretmen, kutuplarda eriyen buzulların okyanus seviyelerini yükselttiğini anlatmıştı. Deniz seviyesindeki kentlerin yakın gelecekte sular altında kalması en kötü senaryoydu. Kardeşlerin yaşadıkları Mandeville şuanda New York eyaletinin iç bölgesinde güvendeydi. Yinede bütün kaygı verici haberler Chris’i fena halde tedirgin ediyordu. 

Okuldan eve dönüş yolunda Chris derste öğrendiklerinin bir kısmını kardeşi Francis'e anlatınca kardeşi de kaygılandı. Ertesi gün okuldan eve dönüş yolunda şiddetli bir yağmur başlar. Mandeville’in kuzeyindeki Watson Barajı çatlamış her yer sular altında kalmıştır. Anne ve babaları aynı büroda çalışmaktadır. Annesi evi telefonla arayıp Chris ve Francis'e dışarı çıkmamalarını söyler. 

Anne ve babalarının çalıştıkları yer daha kötü durumdadır. Kardeşler anneleri dışarı çıkmayın demesine rağmen söz dinlemeyip botlarını giyerek anneve babalarını kurtarmaya giderler. Tekrardan Kolomb Bulvarı’ndaki dükkanı bulup giderler. Dükkanda su ,hava ve ateş rulosu içerisinden Su rulosunu alırlar ve bilmecelerin izinden gitmeye başlarlar. 

Anne ve babasının çalıştıkları yere gidince orada kimseyi göremezler. Mariana isminde ki bir kız çocuğu da aralarına katılır. Mariana babasıyla saklambaç oynarken dolapta uyuya kalmıştır. Herkes büroyu terk ederken Mariana orada mahsur kalmıştır. Her bilmeceyi çözdüklerinde sular biraz daha alçalır. Son bilmeceyi de çözdüklerinde giderler ve artık sular çekilmiştir. Karşılaştıkları insanlar yaşadıkları hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. 

26 Ağustos 2024 Pazartesi

Bu Kadar Tantana Yeter (Mert Arık) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Bu Kadar Tantana Yeter

Kitabın Yazarı: Mert Arık

Kitap Hakkında Bilgi:

"Bu kitap bitmişti ama sırada yenileri vardı. Yeni bir kitapla başlayacak yeni bir macera için çok heyecanlıydım."
Kitapları satış rekorları kıran Mert Arık’tan yine ŞAHANE bir hikâye!
Devasa kanatlı Dino ve kitap kurdu Atlas’ın büyüleyici macerasına cumburlop atlamaya hazır mısınız? Sadece bir kitabın sayfalarını çevirerek arı gibi vızıldayan dinozorların, futbol maçı yapan papatyaların, şarkı söyleyen ahtapotların, şakır şakır konuşan ananasların olduğu bir dünyaya gidebileceğinizi biliyor muydunuz?
Hadi! Şimdi sıkı tutunun! Bu Kadar Tantana Yeter, tüm okurlarını kurgu dünyasında gürültülü patırtılı bir maceraya davet ediyor.

Bu kitap, çocuklara okuma sevgisi kazandırmada büyük bir rol oynuyor. Atlas'ın dinozor dostu Dino ile yaşadığı heyecanlı maceralar, okumayı unutulmaz bir deneyime dönüştürüyor ve çocukları kitapların büyülü dünyasına davet ediyor. Fantastik unsurlarla bezenmiş hikâye, çocukların hayal güçlerini besliyor ve onları yeni arkadaşlıklar kurmaya, farklı dünyaları keşfetmeye teşvik ediyor. Kitap sayesinde çocuklar, okumanın sınırları nasıl genişletebileceğini ve dünyayı daha geniş bir perspektiften nasıl anlayabileceklerini keşfediyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Okumaya yeni başlayan bir çocuğun okuduğu kitaptaki hayali arkadaşı Dino ile yaşadığı hayal gücüne dayalı maceralar kitabın konusunu oluşturmktadır.

Kitabın Özeti:

Atlas okumaya yeni başlayan bir çocuktur. Okumaya başlayan arkadaşlarının okuduğu kitapları ve yaşadıkları maceraları merak etmektedir. Kendisi de kitap okuyacağı ve çeşitli maceralar yaşayacağı için çok mutlu ve heyecanlıdır.

Atlas okumak için eline aldığı kitabı açar açmaz içinden çıkan hayali dinazor Dino ile konuşmaya başlar. Dino ve Atlas hemen tanışıp kaynaşırlar. Dino, Atlas'a sanırım ilk okuduğun kitaplardan biri bu kitap, kitabı heyecanla elinde tutuyorsun der. Gerçekten de Atlas ilk kitabını okuduğu için çok heyecanlidır. Kitabın her sayfasını çevirdiğinde yeni maceralara atılacağının heyecanını yaşamaktadır.

Atlas hayali dinazor arkadşı Dino'ya bu kitapla beraber büyük maceralara atılmaya ne dersin? diye sorar. Dino, maceralara bayılırım diyerek cevap verir. 

Atlas ve Dino kitap boyunca kendilerini futbol maçı yapan papatyaların, arı gibi vızıldayan dinozorların, şakır şakır konuşan ananasların arasında bulurlar.

Kaplanın Sırtında (Zülfü Livaneli) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Kaplanın Sırtında

Kitabın Yazarı: Zülfü Livaneli

Kitap Hakkında Bilgi:

Doğar doğmaz kaplanın sırtına koymuşlar beni, diye düşünüyor, şehzadelerin kaderi bu, kaplanın sırtında büyümek… Kaplanın Sırtında olmak ihtişamlı görünümün, herkesin gıptayla bakacağı fakat düşünüldüğünde ise sonun belli olduğu bir konumdur. Şehzadeler hatta padişahlar bile hayatları boyu bu korkuyu hep enselerinde hissetmişlerdir. 

“Mutlaka okuyun.” Müjdat Gezen
“Olağanüstü ve ayrıksı bir roman.” Prof. Onur Bilge Kula
“Soluk soluğa okunacak ve bir yazar kurgusu olamayacak kadar müthiş güzellikte…” Sırrı Süreyya Önder
“Tarihi romanlar, edebiyat dışı tartışmaları cezbetmesi açısından yazması zor romanlardır. Kaplanın Sırtında, tüm siyasi ağırlığına rağmen, bu zorluğu aşarak en edebi Livaneli romanı olmuş.” Burhan Sönmez - Pen International
“Muhteşem eser…” Özdem Sanberk
“‘Kaplandan’ inince ‘kendini kaybeden’ bir ‘insanın’ hikâyesi.” Burak Soyer

Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası.

Türk edebiyatının kuşak bağı Zülfü Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, okuru dönemin atmosferine ve düşünce yapısına yaklaştıran bir dil lezzetini, akıcı üslubuyla harmanlıyor. Tarih ile kurgunun iç içe geçtiği bu anlatıda II. Abdülhamid kaplanın sırtından iniyor ve tüm roman kahramanları gibi kendini savunmaya çalışıyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

İki bölümden oluşan kitap birinci bölümde Padişah II. Abdülhamid ve ailesinin sürgün edildiği Selanik günlerini ve Selanik'de yaşadıkları alışılmışın dışındaki hayatlarını anlatırken, ikinci bölümde ise Padişahın sağlığıyla ilgilenen Dr. Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’e, II. Abdülhamid’in anlattığı 33 yılın muhasebesini anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Birinci Bölüm

II. Abdülhamid ve ailesi, ihtilal sonrasında gece yarısı bindirildikleri bir trenle Selanik’e sürgüne gönderilirler. Böylece Padişah ve ailesinin Alatini Köşkündeki geçirecekleri üç buçuk yılın ilk günleri başlamış olur. II. Abdülhamit'in sürüldüğü yer yine kendi topraklarıdır fakat diğer sultanların hazin sonunu bildiğinden kendisi ve ailesi adına korkarak kendini güvende hissedemez. II. Abdülhamid aslen çökmekte olan bir devletin, avcıları birbirine düşürüp avı kaçırma taktiği ile 33 yıl ömrünü uzatmıştır. Ancak yaptığı şeylerin kıymeti bilinmeyerek tahttan indirilmiş ve Selanik'te esir konumuna düşmüştür. Artık tüm ailesiyle birlikte burada yaşayacaktır. 5 karısı, 3 kızı ve 2 de oğlu bulunmaktadır.

Padişah tüm malvarlığını arkasında bırakmıştır. Sadece el çantasında götürebildiği eşyalarla köşkteki hapis hayatı onu derinden etkiler. Yerine getirilen kardeşi Sultan Reşat’ın kendisi hakkında vereceği fermana hem boyun eğmekte hem de için için korkmaktadır. Zaten on yıldır sarayın dışına çıkmayan Abdülhamid’i en çok etkileyen bahçeye çıkamaması ve ülkenin durumundan haber alamamasıdır. Bir süre sonra köşkteki eksikleri giderildikten sonra rutin hayatına geri döner. İstanbul’a dönmek isteyen çocuklarının ve eşlerinin talepleri kabul edilir. En büyük zevki olan marangozluk için kullandığı malzemeler ve şahsi eşyaları kendisine iletilir. Emrine verilen asker ve Dr. Atıf Hüseyin Bey’e her ne kadar güvenmese de dışarıdan bir haber alabilme ümidini yaşar. 

Bunlar olurken devlet içinde isyanlar başlamış, yetmiş iki milleti barındıran ülke büyük güçlerin kışkırtmasıyla bölünmeye başlamıştır. 624 yıl süren Osmanlı İmparatorluğunun son 33 yılını yöneten II. Abdülhamid içinde büyük bir vicdani hesaplaşma yaşamaktadır. Sultan Mahmut’tan sonra başlayan ekonomik çöküşe kendi katkısının da farkındadır. Çağın teknolojisine ayak uyduramayan bir ülkede çıkan karışıklıkları, içeride sükûneti sağlayarak, dışarıda anlaşmazlık yaşadığı ülkeleri birbirlerine düşman ederek vakit kazanma politikasını uygulamıştır fakat bu kaçınılmaz sona bir çözüm olmamıştır. II. Abdülhamit nerede yanlış yaptığını kara kara düşünür.

Padişahın ve ailesinin sıhhatleri ile ilgili görevlendirilen Dr. Atıf Hüseyin Bey ise ihtilalci bir tabip askerdir. Çocukluk yıllarından beri padişahın uyguladığı yasakçı yönetimden yılmış, babasının sürgün edileceği korkusunu içinde yaşamıştır. Sevdiği kadının ailesinin sürgün edilmesi de ona olan bu nefretini katlar. Buna rağmen ettiği Hipokrat yemini her şeyin üstündedir. Bir süre padişahın güvenini kazanamaz çünkü hastası uçan kuştan şüphe duymaktadır. II. Abdülhamid, hayatı boyunca öldürülme korkusuyla yaşadığından doktorların verdiği ilaçlara güvenmez. Kendisi bitkilerden yaptığı ilaçları kullanmıştır. Mesela ağrıyan bir yeri olduğunda bir demir çubuğu ısıtarak ağrıyan yerini dağlar ve ağrıya iyi geldiğini düşünür. Bu yüzden vücudu hep yanık izleri ile kaplıdır. Aradan geçen bir yılın sonunda Dr. Atıf Hüseyin Bey ve II. Abdülhamid günlük sohbetler etmeye başlar. Padişah bundan sonras kendini tarihte kötü anılmasını önleyecek savunmasını yazması için Dr. Atıf Hüseyin Bey’e kendi dönemini anlatır.

Yeni gelen padişah Mehmet Reşat, II. Abdülhamid'in şahsi servetini istemektedir. II. Abdülhamid'in bunu kabul etmek için şartı oğlu Abid'in eğitim görmesi ve kızlarının nişanlıları ile evlenmek üzere İstanbul'a gitmesidir. Bu istekler kabul edildikten sonra padişah ile birlikte sadece en gözde eşi Müşfika Hanım kalır. Doktor Atıf da bu sıralarda eve her gün gelip gitmek de padişahın anlattıklarını can kulağı ile dinlemektedir. Padişah anlattıktan sonra ise evine giderek küçük kağıtlara çok küçük yazılarla bu anıları yazar ve bir yerde padişahın tarih yazıcılığı görevini yerine getirir.

İkinci Bölüm

Dr. Atıf Hüseyin Bey her gün padişah ve ailesinin sağlığıyla ilgilenir ve padişahla günlük sohbetlerini yapar. II. Abdülhamid ona gençlik yıllarından itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar. II. Abdülhamid anlattıkça Doktor Atıf 'ın ona karşı olan siniri sönmeye, ona hak vermeye başlamaktadır.

1867 yıllarında mutlu bir şehzade olan II. Abdülhamid, tahtta gözü olmayan, ticaretle uğraşan bir gençtir. O yıllarda bile babasının ve amcasının yaptırdıkları sarayları lüzumsuz görmektedir. Saray için para harcanmasının ekonomiye zarar verebileceğini idrak etmektedir. 24 yaşında, abisi Murat’la Avrupa’yı gezme hayali kurarken Padişah Abdülmecid’in Avrupa seyahati vasıtasıyla birlikte Avrupa’yı görme hayalleri gerçekleşir. Asırlar boyu hiçbir Osmanlı Padişahı kendisinin olmayan topraklara ayak basmamıştır. Ulema takımının büyük tepkilerini gidermek için padişahın ayakkabısının içine bir tabaka halinde serilen, İstanbul toprağı sayesinde bu sorun çözülür. 

Padişahın, Fransa imparatoru Napolyon’u ziyareti sırasındaki gözlemleri ve 42 gün süren seyahat sonrasında, Avrupa ülkeleri ile aralarındaki mesafenin kapatılamayacak şekilde açıldığını, fabrikaların, trenlerin, geceyi gündüz yapan lambaların, kadın erkek bir arada yaşamın birlikte üretildiğini görünce eksikliğin büyüklüğünün farkına varır. Fakat bu durumu aşabilmek için atılacak küçük adımlar yine ulema takımı tarafından kabul görmez. Doktor bunları dinlerden II. Abdülhamid'e madem geri kaldığımızı fark ettiniz, niçin yenilik yapmadınız? Diye soru yönelttiği zaman en ufak değişimde tahtından olacağını belirtmiştir. Avrupa'dan geri kalışın esas sebebi olarak da kadınları topluma dahil etmeyişimizi görmektedir.

Doktor bir yandan II. Abdülhamid’i dinlerken öte yandan sorgulamayı ihmal etmez. II. Abdülhamid’i tahta getiren Mithat Paşa’nın tek şartı olan anayasa değişikliğini ve paşanın hazin sonunu sormaktan geri durmaz. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra yerini garantileyen padişahın meşrutiyet yanlısı tüm isimlerin sürgüne göndermesini, çıkarılan gazetelerin sansürlenerek yayımlanmasını, ülke içindeki farklı etnik grupların padişah tarafından birbirlerine kırdırılmasını muhatabı olan devrik padişaha sorar. Deneyimli sultanın her şeye verilecek bir cevabı vardır. Fakat bu kadar izah anlamsızdır. 

Ülke ateş altındadır, iktidar hırsı yaşayan yönetim isyanları bastıramamaktadır, farklı etnik grupları körükleyen büyük ülkelerin işgaliyle merkezi yönetim iyice dağılmaya başlamıştır. Doktorun köşkün dışında çalıştığı hastane yaralı askerlerle doludur. Üç buçuk yılsonunda artık imparatorluk Balkanlar’ı kaybetmiş, Bulgar ve Yunan orduları Selanik’e doğru yürümektedir. Bulgar’ın Edirne’ye hücum ettiği, İstanbul, Selanik demiryolu hattının kesilmiş olduğu padişaha söylenir. Büyük bir şaşkınlık yaşayan yaşlı padişah, tüm gücünü toplayarak savunma için taktikler verse de nafiledir. Emiri verecek hükümettir. II. Abdülhamid’de sıradan birisidir artık. Bir süre sonra Yunanların Selanik'e doğru gelmekte olduğu haberi yayılır. 

Bunu duyan Mehmet Reşat, kardeşinin esir topraklarda kalmasına göz yummayarak onu İstanbul'a getirmek üzere damatları görevlendirir. Damatlar gelerek Abdülhamid'i Selanik'ten Alman gemisi yardımı ile İstanbul'a götürür. Yoldayken Abdülhamid'in aklındaki tek şey tahta yeniden geçebilme şansının doğduğudur. Ancak İstanbul'a vardığında böyle bir şeyin olmadığı gerçeği ile yüzleşmek mecburiyetinde kalır. Kardeşi Sultan Reşat’ın onu İstanbul’a çağırması küçük bir taht ışığı açsa da onu bekleyen son Beylerbeyi Sarayındaki yeni hapis hayatıdır.