Şermin Yaşar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şermin Yaşar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2024 Pazar

Söyleme Bilmesinler (Şermin Yaşar) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Söyleme Bilmesinler

Kitabın Yazarı: Şermin Yaşar

Kitap Hakkında Bilgi:

“Yalansızız artık. Hâlâ birkaç sırrımız var. Ama yalansızız.”

Evlenip aynı çatı altında yaşıyorlar diye karı koca olur mu insanlar?
Aynı ana babadan oldular diye birbirlerine sahiden kardeş olur mu çocuklar?
Yıllar kalbini dağlasa da içlerindeki o kor söner mi âşıkların?
Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur?

Şermin Yaşar, Söyleme Bilmesinler’de, kalabalık bir ailenin ilk bakışta sıkı örülmüş gibi görünen nakışlarını ilmek ilmek çözüyor. Hem de roman kahramanlarına ayrı ayrı söz hakkı vererek yapıyor bunu. “Herkesin hikâyesini dinledin. Haydi, şimdi sen anlat: Aslında ne oldu, nasıl oldu?” diyor adeta. Karakterleri konuştukça çözülen bir sırlar yumağı, Söyleme Bilmesinler. Yumak çözüldükçe iplerin uçları nerelerden çıkmıyor ki…

Aile bağları nasıl düğümler atar insanların yazgısına? Anne babaların, çocukların omuzlarına yükledikleri onlara neler yapar? Hayatlarımıza vicdan azabı gibi oturanlar bir gün yerinden kalkar mı? Yanı başınızdaki o sıradan evlerde aslında neler yaşanır? Romanda bunların cevaplarını okurken acı bir gülümseme, hatta katran karası bir gülümseme belirecek yüzünüzde. Yazar, avuç içlerinden yazgılarını okumuyor insanlarının; kalplerinin kıvrımlarındaki sırları cesaretle döküyor kâğıda. Gülümsemenin acı yanını bilenler, göründüğü gibi olmayanla ve bir şeyin iç yüzüyle hesaplaşmaya cesareti olanlar için...

Prof. Dr. Mustafa Kurt

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, kalabalık bie ailede yaşananları ailede yaşayan her ferde teker teker anlatırarak aile içi yaşananları ve sırları anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Kazım Bey, Mürüvvet Hanım ailemizin anne ve babasıdır. Diğer kahramanlarımız ise evin çocukları Emin, Ethem ve Ekrem ile ailenin gelinleri Hülya, Nurten ve Sevgi'dir. Çocuklar hayatlarının anne babalarının gölgeleriyle şekillendiğine ve anne babalarından dolayı hayatlarının karardığına inmaktadırlar. 

Emin ailenin tek okumuş ve öğretmen olan ferdidir ve annesinin göz bebeği olarak büyür. Üniversiteden tanıdığı Çiğdem adında bir sevdiği vardır. Evlilik çağı geldiğinde Çiğdem yerine annesinin köyden bulduğu Hülya ile evlenmek zorunda kalır. Emin öğretmenlikten emekliye ayrılınca kendine bir emlakçı dükkanı açar. Annesinin vefatından sonra yalnız kalan babasına bakmaya başlar.

Emi diğer kardeşlerinin bencil olduğunu, babasına sadece onun baktığını düşünmektedir. Kardeşlerinin çektiği zorlukları bilmediklerini düşünür. Emin'in karısı Hülya aksi bir kadındır. Hülya sigara da içiyordur. Emin karısı Hülya'yı sevmese de ondan boşanmaz. Hülya babasıyla ilgilendiğinden boşanırsa babasına tek başına bakamayacağını düşünmektedir. 

Bir gün Çiğdem’den Emin'e bir mektup gelir. Emin yıllarca Çiğdem’le mektuplaşır. Hastalanıp ölüm korkusu içine düşünce mektupların başkasının eline geçmesinden korkup kardeşi Ethem’i çağırır. Ethem’e mektuplardan bahseder ve ‘Ben öldüğümde ister yak ister sakla ancak sakın okuma’ der. 

Ethem evin pek de sevilmeyen ortanca çocuğudur. Ethem, annesinin sevmediği babasının da sevmekten korktuğu çocuktur. Ethem askere gitmeden önce annesi onu da gittiği hocanın kardeşinin kızı Nurten’le evlendirir. Nurten'in bir ayağı aksaktır. Hayatını dinine ve imanına adamış bir kadındır. Ethem karısının dindarlığı karşısında öyle sıkılıp bunalır ki ne karısını kadın gibi görür ne de evini ev gibi hisseder.

Küçük kardeş Ekrem de Ethem kadar olmasa da sevilmeyen bir çocuktur. Abileri gibi annesi tarafından istemediği biri ile aniden evlendirilmemek için yeni tanıştığı Sevgi’yi kaçmaya ikna eder. Aileler razı geldiğinde evlenirler ancak bir türlü birlikte olamazlar. Sevgi birlikte olmaktan korkar haliyle çocukları da olamaz ancak onlar çocuklarının olmadığını söyleyerek yalan söylerler. Ekrem bu durumdan sıkılıp boşanmak istediğinde Sevgi bunu kabul etmeyerek başka kadınlarla görüşmesine müsaade eder. 

Ekrem içgüveysi olduğu evliliğinde defalarca başka kadınlarla beraber olur. Ekrem bir keresinde yengesi Hülya’ya yakalanır. Hülya durumu abileri Ethem ile Emin’in konuştuğu günde gidip onlara anlatır. Ethem her iki kardeşinin de karılarını aldattığını ve sıkıntılarına çözüm olarak başka yollar bulduklarını fark eder. 

Kardeşler her hafta bir ailede geleneksel olarak yemek yemektedirler. Geleneksel yemek verme sırası Ethem’dedir. Akşam yemek vakti geldiğinde babaları Kazım Bey eşliğinde yemeklerini yerler. Muhafazakar ve dini bütün olan Nurten eltisi Sevgi’ye çocuğu olsun diye götürdüğü türbenin faydasını gören kadınların hikayelerini anlatmaya başlar. O esnada anlattığı hikaye uyuklayan Kazım Bey’in kulağına gelir. Olayı yanlış anlayan Kazım bey yıllardır sakladığı sırrı ifşa etmek durumunda kalır. Bu sır üç kardeşe de Nurten’e de büyük bir şok etkisi yaratır. 

Kardeşler oradan ayrılıp evlerine dönerler. O gece herkes eve döndüğünde Ethem ve Nurten birbirlerinin yaralarını ilk defa karı koca gibi beraber sarar. Sabah olduğunda Kazım Bey’in öldüğü haberi gelir.

8 Eylül 2021 Çarşamba

Babaannem Geri Döndü (Şermin Yaşar) Kitabının Konusu, Özeti, Tahlili

Kitabın Adı : Babaannem Geri Döndü

Kitabın Yazarı : Şermin Yaşar

Kitap Hakkında Bilgi :

Dedemin Bakkalı ve Abartma Tozu kitaplarıyla her yaştan yüz binlerce çocuğun en sevdiği yazarlardan biri olan Şermin Yaşar'ın son kitabı Babaannem Geri Döndü yine bol bol ironi, kahkaha ve katıksız sevgi içeriyor.

7’den 70’e tüm okurların sayfalarında kendilerinden bir parça bulacağı Babaannem Geri Döndü, aslında son derece tonton ve şefkatli bir babaanne olan Hasibe Hesapoğlu’nun hiç beklenmedik bir şekilde çocuklarının evine yerleşme macerasını anlatıyor. Torununun ağzından dinleyecek olursak olaylar tam olarak şöyle gelişiyor:

Her şey babaannemin âniden kapıda belirmesiyle başladı. Ayağında pateni, üstünde balerin eteği ve pembe saçlarıyla bir babaanne ancak bu kadar kapıda belirebilirdi! Neredeyse bir barınağı dolduracak kadar evcil hayvanın yanı sıra legolar, yapraklar, taşlar, hayalî bir arkadaş ve daha bir sürü tuhaf şeyle dolu 15 valiziyle bize yerleşmeye karar verdi!

İnsanın babaannesinin yaramaz bir çocuğa dönüşmesi çok acayipti. Bazen oturup bağıra çağıra ağladı, bazen de olur olmadık kahkahalar attı! Kıyafetleri de arkadaşları da fikirleri de oyuncakları da birbirinden garipti.

Babaannem yüzünden ne uyuyabildik ne oturabildik ne de eğlenebildik.

Tek istediğimiz eski tonton, şefkatli babaannemizdi. Gerçek babaannemi o kadar özlemiştik ki...

Ve tam da artık ümidimizi kestiğimiz anda işler değişti.

Ne mi oldu?

Babaannem geri döndü! (Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Özeti :

Kitabımızın baş karakteri olan Çınar çok yaramaz ve meraklı bir çocuktur. Çınar, kendisi yaramazlığının nedeni olarak can sıkıntısını söyler. 

Çınar gerek okulda gerekse evde çeşitli yaramazlıklar yapar. Çınar'ın annesi Leyla ve babası Yusuf'un ikisi de çalışmaktadırlar. Anne ve babası eve geldiklerinde de çoğunlukla yorgun oldukları için Çınar'la ilgilenememektedirler. Anne ve babası Çınar'la oynamadıkça Çınar'ın canı daha çok sıkılır. 

Anne ve babası ise sürekli Çınar'ın yaramazlıklarından şikayet ederler. Çınar'ın bir an önce büyümesini isterler. Çınar'ın halası Ayşe, onun eşi olan eniştesi Murat ve Çınar'ın kuzeni olan Beren ile birlikte yanlarındaki evde oturmaktadırlar. Beren ile Çınar çok fazla anlaşamasa da sonuç olarak yaşıt kuzenlerdir. Ayşe kızı Beren'i, babası Yusuf ise Çınarı sürekli olarak Çınar'ın babaannesi olan Hasibe hanım'a şikayet ederler. Hasibe hanım onların da bir zamanlar çocuk olduklarını hatırlatmak üzere onlara bir oyun oynamaya karar verir.

Bir gün kapıyı açtıklarında Hasibe hanım iki kedi, bir köpek, muhabbet kuşları, balıklar ve kaplumbağa ile birlikte on beş valiz ile kapıya gelir ve artık Çınarlar da yaşayacağını söyler. Ancak her zamanki halinden çok farklıdır. Bir çocuk gibi davranmaya başlar. Sürekli mızmızlanan, evi batıran, dağıtan, yaramazlık yapan küçük bir çocuk haline dönmüştür. Yusuf, Ayşe, Leyla ve Murat ne yapacaklarını bilmez halde Hasibe hanımın peşinde dolanırlar. Çınar ve Beren de çok şaşkındır. Günboyu Hasibe Hanım'ın yaramazlıklarını temizlemeye çalışırlar. Hasibe hanımı normal haline döndürmeye çabalarlar ancak tüm çabalar yetersiz kalmıştır. Hasibe hanım gün sonunda hala küçük bir çocuk gibi davranmaktadır.

Getirdiği valizlerin içerisinde taş, sopa, küçük kağıt parçaları, eski bir gelinlik, boya gibi farklı ve çeşitli şeylerle on beş tane valiz ile gelmiştir. Tüm zamanı boyunca duvarlarda resim yapmış, sürekli çizgi film izlemiş, evin içinde futbol oynamış, Çınar'ın anne ve babası olan Yusuf ile Leyla'nın aralarında uyumuş, yemekleri beğenmemiş, yeniden yapılmalarını istemiş, sofraya geç gelmiş, taş boyamış bu taşları sokakta satmaya çalışmış, eski bir gelinlik giyip gün boyu onunla gezmiş, dışarıya külotlu çorap ve atlet ile çıkmak gibi birçok şey istemiş ve yapmaya çalışmıştır. Yusuf, Leyla, Ayşe, Murat, Çınar ve Beren Hasibe Hanım’ı durdurmak için birçok yol denemişlerdir.

Ayşe'nin psikolog arkadaşına gitmişler o ise Hasibe Hanım'ın uslu çocuk sendromuna yakalandığını söylemiştir. İnternette ise bu sendromla ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ne yapacaklarını şaşırmış haldeyken Çınar kendisini anne ve babasının nasıl davranmasını istiyorsa Hasibe Hanım’a da öyle davranmaya karar vermiş ve ailecek yapılan etkinlikleri çoğaltmıştır. Orman yürüyüşleri, çeşitli piknikler, ormanı tanıma, babaannesi ile birlikte resim yapma gibi hem ailecek hem de babaannesi Hasibe Hanım ile birlikte çok fazla etkinlik yapmıştır.

Bir haftanın sonunda ise Hasibe Hanım artık evlatlarının ve torunlarının yorulup, kendisinin öz halini özlediklerini anladıktan sonra bir kahvaltı sofrası hazırlayarak ebeveynlere kendilerinin de bir zamanlar çocuk olduklarını ve Çınar ile Beren'in yaptıklarının çok normal şeyler olduklarını çocukların bu şekilde büyüdüklerini Yusuf, Leyla, Murat ve Ayşe'ye göstermiştir. Hasibe Hanım onların yanından gitse de artık Çınar ve Beren'in aileleri onları daha iyi anlamakta ve onlarla birlikte vakit geçirmektedir.

2 Kasım 2019 Cumartesi

Oyuncu Anne (Şermin Çarkacı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Oyuncu Anne

Kitabın Yazarı : Şermin Çarkacı

Kitap Hakkında Bilgi :

Ah be annesi, Çocuğunu al spora götür, oradan çık baleye git, oradan çık tenise, dönüşte oyuncakçıya uğra, alabildiğini al, çeşit çeşit oyun gruplarına üye ol, odasına pahalı oyuncakları yığ, eve gelince aç televizyonu sen de elinde cep telefonun yanında otur. Aaaa noldu, o kadar koşturdun ama çocuğun yine mi mutsuz? Ev işleri, hayat telaşı, o kurs bu kurs derken büyüyüverdi çocuklar değil mi?

Gel, gerçek nitelikli zamanın peşinde ol ve onunla oyna. Yeterince yaratıcı değilim ve ne yapacağımı bilmiyorum diyorsan, senin için yüzlerce oyun fikri paylaştım. Hepsi çok kolay, çok eğlenceli ve verimli. Hepsi üç çocukla bizzat denendi. Hadi sıva kollarını, birlikte mutlu çocuklar büyüteceğiz...

Eğer siz de Şermin Çarkacı gibi düşünüyorsanız yani çocuğunuzla güzel ve verimli zaman geçirmenin tek yolunun şu yukarıda sayılanlar olmadığına inanıyorsanız, işte bu kitap tam size göre…

Buza saklanmış penguenleri, bulgurdan yapılmış çölleri ve mavi çarşaftan denizleri çocuğunuzla paylaşmak istiyorsanız Oyuncu Anne ile tanışmanın tam zamanı…

Şermin Çarkacı‘nın Oyuncu Anne kitabı 160 sayfadan oluşmaktadır.

Oyuncu Anne kitabının gelirleri Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’na bağışlanmaktadır.

Kitabın Özeti :

Yazar; üç çocuk annesi ve  yoğunda bir iş kadınıdır. "Her oyuncağın kırılmaya hakkı vardır ama çocukların asla.’’ düşüncesiyle kitabın ilk sayfasında kendini belirtmiştir. Onları dinleyerek, izleyerek, nelerden daha çok hoşlandıklarını kestirmeye çalışarak oyunlar hazırlamakla işe başlamıştır. Bu dünyada daha mutlu, daha yaratıcı, daha sorgulayıcı çocuklar yetiştirmek için çalışan, araştıran, birilerine ulaşan, çaba harcayan ebeveynleri hedef aldığını belirtmiştir.

‘’Hangi eşya insanın çocuğundan daha değerli olabilir ki?’’ der. Yaşadığınız evin onunda evi olduğuna dikkat çekerek, sınırların, kuralların elbette olması gerektiğini ama ‘’ne kadar ve neden?’’ olacağını sorgulamamızı ister. İş çığırından çıkmadan hangi düzenlemelerle evi kontrol altına alacağımız konusunda fikirler vermektedir. Aynı zamanda oyuncakları kategorize edip, bunları saklama kabına koyma, kutuları şeffaf almak ve böylece aramada da kolaylık sağlayacağı üzerine fikirler sunar.

Ev işleri vakit alır, doğru. Ama ‘’şu işimi de yapayım çocuklarımla öyle ilgilenirim,’’ demek yerine ‘’çocuklarımla ilgileneyim de, işimi öyle yaparım,’’ denmesi gerektiğine dikkat çeker. Televizyon vakit alır, misafirler vakit alır, misafirliğe gitmek vakit alır… Ama en önemlisi çocuklar için zaman yaratmaktır.

Bizim zamanlarımızda ki onlarca oynadığımız sokak oyunlarını hatırlatır bize. Ne yazık ki artık sokak oyunlarının kalmadığını da! Yetinmemeyi, yaşadığımız şehrin en güzel parkını bulmayı, en çok ağaçlı, en aktiviteli, en kalabalık parkını bulmayı önerir. Çocuklardan birer doğa kaşifi ya da küçük çevreciler yaratma konusunda yol gösterir; hatta çocukların rozet, sertifika gibi ödül işlerini çok sevdiğini ve bunları bile kendimizin nasıl hazırlayabileceği konusuna değinir. Ve en önemlisi ağaç ve çiçek dikmenin önemini hatırlatır. Böceklerden korkmamayı, ağaçlarla konuşmayı, en güzel malzemenin doğa olup dışarıda resim yapabilmenin zevkini anlatır.

Sayfalarda ara ara oyun hikayeleri ile karşılarız. Oyunları için gerekli malzemeler anlatılır, kısaca yapımına geçilir. Her şey tamamlandığında oyun zamanı gelir. Bu zevkli zaman bittiğinde ise bu oyunun faydaları nelerdir, ‘’ sor bakalım ne diyecek?’’ kısmı ile de eğitim zamanı gelir.

Mesela suyun insanlar üzerindeki rahatlatıcı etkisini hepimiz biliriz. İşte yetişkinler kadar çocuklarda da yarattığı etkileri örneklerle anlatır. Hatta birlikte yapabileceğiniz onlarca ‘’Su Oyunu’’ fikrini sunar.

‘’Kıyafetlerin üzerindeki lekeler, aslında birlikte geçirdiğiniz zamanın izleridir. Ve ne güzeldir ki birlikte oynanan bir oyunun, çocuğun ruhunda bıraktığı izleri hiçbir leke çıkarıcı silemeyecektir,’’ deyip hem fikrini hem duygusunu katarak oyundan oyuna koşuyor.

Aslında oynadıkları her oyunla bizleri onların anına götüren anne yazar; zaman zaman esprili bir dille kendi çocukluğuna da dönmeden edemez. Hayatında edindiği en hayırlı, en değerli davranışının kitap okumak olduğunu söyler ve çocuğunun okumadığından dert yanan anneleri ‘’ Peki sen okuyor musun?’’ diyerek dürter.

Her anne için en büyük problemlerden birine de değinir: Yemek Yeme! Daha doğrusu yedirememe diyelim. Oysa bu yazarımız için oldukça kolaydır hatta nispet yapar gibi keyif aldığından bile bahseder. Nasıl mı? Özel yemek tabakları, servis altlıkları, renkli bardaklar… Gibi bir sürü fikre değinir. Mesela omletten yüz, peynirden bulut yaptınız mı? Peki, birlikte yaptığınız yemekleri alıp, herhangi bir odada piknik yapmaya kalktınız mı? Ya da dolma biberin öyküsünü duydunuz mu? Bunlar gibi fikirler…

Herkes yaratıcı çocuklar istiyor. ‘’İyi de siz evde çocuğunuzun hayal dünyasını genişletmek için neler yapıyorsunuz?’’ diye soruyor yine yazar ve deneyebileceğiniz yollar ve örneklerden bahsediyor. Tabii Hababam Sınıfı’ nın kimya deneyi gibi sonu patlamayla bitecek denemeler yapmamaya da dikkat çekiyor. Sınırlara akılı kalmamayı resmin illa resim kağıdına yapılmayacağını söylüyor. ‘’Özgürlük tanı, her şeyden önce sen; inan, hayal et, araştır,’’ diyerek sesleniyor.

Çocuklara iyi bakmanın, doyurmanın, korumanın annelik olmadığının mesele; onların ruhlarını, kalplerini, zihinlerini doyurup korumak olduğunun altını çiziyor. Çocuğunun nelerden hoşlandığını, nelere nasıl tepki verdiğini en iyi anne babanın bilmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Hastalanmış çocuklarla oyun oynamanın, hiçbir şey yokken varmış gibi hayal kumanın sınırının olmadığının, oyuncağın sadece oyuncakçıdan alınmayacağının, korkuları yenebilmenin oyun haline getirilmesinin, klasik oyunlara yaratıcılıkla dokunmanın ve aslında çocuklardan öğrenecek çok şey olduğunun konularını ayrı başlıklar altında anlatıyor.

Bu enerji yüklü, macera dolu yazar anne, bir de üşenmeyip kitabın sonunda gün gün, ay ay uygulanacak birde yıllık tablo hazırlamıştır.

14 Ekim 2019 Pazartesi

Dedemin Bakkalı (Şermin Çarkacı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dedemin Bakkalı

Kitabın Yazarı : Şermin Çarkacı

Kitap Hakkında Bilgi :

O, tuz ruhu isteyen müşteriye yemek tuzu gönderip "ruhu arkadan gelecek" diyen bir girişimci…

O, fakir müşterilere bedava ürünler satıp ücreti zenginlerin hesabına yazan bir kahraman…

O, bakkaldaki içecekleri birbirine karıştırıp daha güzelini bulmak ve müşterilerine sunmak için uğraşan bir sivri zeka…

O, Afrikalı çocuklara yardım göndermek için arkadaşlarının ellerinden kandil yiyeceklerini toplayan bir yardımsever…

O, attığı her adım olay olan, aşırı eğlenceli, cin fikirli, fena halde yenilikçi bir bakkal çırağı…

Ticaret hayatında tam gaz koştu ama her seferinde yetişkinlerin dünyasına tosladı. Yetişkinler yüzünden başına gelmeyen kalmadı… Ve tüm deneyimleriyle, senin için harika bir rehber hazırladı.

Çocukların Yetişkinlerle İletişimde Dikkat Etmesi Gereken Hassas Konular, bu kitapta.

Tam on madde. Oku ve dikkat et…
Sana bir sır vereyim:
Yetişkinler...
Her yerdeler…

Şermin Çarkacı'nın kendi hatıralarından ilhamla kaleme aldığı Dedemin Bakkalı, büyüklere çocukların gözünden kendilerini görme imkânı verirken; küçüklere ticaretin, yenilikçi düşünmenin, büyüklerin dünyasının ve insan ilişkilerine dair inceliklerin ipuçlarını veriyor. Epey güldürüyor, biraz hüzünlendiriyor, uzun uzun düşündürüyor.

Kitabın Özeti :

Dedemin Bakkalı kitabı, yazarımızın dedesine daha çok para kazandırma istemesini ve ticari fikirlerini uygulamaya koymasını anlatır. Küçük kız pek çok fikir dener fakat hepsinde de dedesinin gazabına uğrar. Dedesine daha çok para kazandırayım derken müşteri kaybettirir.

Küçük Şebnem henüz 8 yaşındaydı. Bursa'nın bir köyünde ailesiyle birlikte yaşıyordu. Etrafındaki herkes ona büyüyünce ne olacaksın, diye soruyordu. Henüz karar vermemişti ancak bir liste yaparak bu işe koyulmuştu. Annesi gibi ev hanımı olabilirdi mesela. Bütün gün evde temizlik ve yemek yapıyordu. Bu iş ona göre değildi. Babası gibi işçi olabilirdi. O ise bütün gün, "Çok yoruldum. Bugün çok yorucuydu." deyip duruyordu. O da Şebnem'e göre değildi. Polis olabilirdi. Öğretmen olabilirdi. Ya da dedesi gibi bakkal olabilirdi! Bu fikir Şebnem'in çok hoşuna gitti ve okul dışındaki vakitlerinde dedesine çıraklık yapmaya başladı. Şeker tarttı. Limon kolonyası doldurdu. Bakkalı süpürdü. Biten ürünleri yenisiyle doldurdu. Dedesi ise sabah namazını kılıp bakkalı açar, gazete okuyup uyurdu. Onun dışında camiye gidiyordu.

Bakkalda çalışmaya başlamak Şebnem'e yaramamıştı. Sürekli bir büyüme, daha çok para kazanma peşinde icatlar yapmaya karar vermişti. Bir gün gelen müşteriye ne içecek önerse kabul etmemesi üzerine birkaç şişesini icadı için heba ederek sonunda vişneli sodayı bulmuştu. Ama açık olduğu için kimse tercih etmiyordu. Bu fikrini dedesine sunar ve hatta kendi karışımını oluşturarak dedesine içirir. Dedesi gazozu beğense de bu fikre sıcak bakmaz. Yıllar sonra bu fikir bir ticari zekâ olarak patlama yapsa bile o gün için, dedesi tarafından ahmakça bir fikir olarak kabul edilmiştir bir kere.

Bakkalda açık çekirdekte satıyorlardı. Düğün olduğu zaman inanılmaz satışlar yapıyorlardı. Ancak çekirdekleri koyacakları kağıtları yapması gerekiyordu. Şebnem kağıtları yapıp çekirdekleri içine koymayı düşündü. Bu şekilde çok daha hızlı satılacaktı. Bu muhteşem bir fikirdi! Çekirdekleri keselere koydu ancak kimse onun hazır çekirdeklerinden almadı. Açık istediler. İtiraz edemedi Şebnem. Boşalt şunları diye kızdı, dedesi ona.

Bir gün müşterilerinin görüşlerine önem vererek herkese kağıtlar bıraktı ve bakkalla ilgili olumlu olumsuz düşüncelerini yazmalarını istedi. Bir gün dedesi içerideyken ellerinde kağıtla geldiler. Kağıtta Şebnem'i kötülemişlerdi. Sinirlenmişti Şebnem. Dedesi yine kızmıştı ona, kimse anlamıyordu onu. Dükkanı büyütme çabalarını... Kahveci dedesine gitse "Boşveer, koy bi oralet!" derdi ona. Orada da çalışıyordu arada Şebnem ama bakkalın yerini tutmuyordu. Bakkala dönüyordu her seferinde. Orada istediği kadar abur cubur yiyebiliyordu. Çöplerini daha uzak bi yere atsa dedesine yakalanmayacaktı aslında. Yazın dedesi köye dondurma getirdiğinde tam bir şenlik havası olurdu. Elektrikler gittiği zaman olumsuz etkileniyorlardı. Dedesi dondurmalar erimesin diye ilçeye götürüp birinin buzluğuna koyduruyordu. Elektrikler gelince geri getiriyordu. Şebnem, dedesinin yokluğunda bu elektrik krizinden faydalanarak mumları iki katı fiyatına satmaya karar verdi. İki de mum yakarak ilgi yakalamaya çalıştı. Ancak kimse mum almadı ve dedesi yine ona kızdı.

Şebnem bir gün müşteri memnuniyetine önem vermek için bütün kapaklı gıdaların içine 'Afiyet olsun.' yazdı. Müşteriler dedesine şikayette bulundu. Bunlar açılmış, dediler. Dedesi kızdı.

Köylerine zengin bir aile ziyarete geldi. Anne-oğul indiler arabadan ve bakkala girdiler. Çocuk ne istese, annesi, "Olmaz oğlum bunlar sağlıksız. Ben sana evde aynısını yaparım." diyordu. Sonunda bi şey alamadan çıktılar. Bunun üzerine düşündü Şebnem. Günümüzde organik adı altında satılan şeyleri Şebnem de komşularına yaptırarak bakkalda satabilirdi. Hemen işe koyuldu ve sanki komşular birbirinden istiyormuş gibi bakkalda satacağından bahsetmeden, turşu, tarhana aldı. Halasına kurabiye bile yaptırdı. Köşesini hazırladı. Dedesi gelip görene kadar her şey mükemmel gitti. Ancak dedesi yine baltaladı planlarını. O iş de suya düştü.

Bütün bu yaramazlıklarına rağmen çok iyi yürekliydi küçük Şebnem. O zamanlar telefon kulübesinde asker sevgilisiyle konuşan bir kıza yarı fiyatına jeton verirdi. Kavga ettiklerini görünce de iki katına satardı. Köyde fakir birine kalıp kalıp peynir ve zeytin verirdi. Tüm bunları köyün zengin amcasının hesabına yazmasa dedesi kızmayacaktı aslında.

Hasta teyzelere ilaç bile verirdi. Bir gün yaşlı bir nine bakkala gelir ve ağrı kesici almak ister fakat ağrı kesici yoktur. Küçük kız artık o günden sonra gelen müşterilere evden arakladığı ilaçları ağrı kesici diye satmaktadır. Sağlık ocağına gitmeye üşenen teyzeler müdavimi olmuşlardı. Kısa bir süre sonra köy halkı bu ilaç için doktora gitmek yerine bakkala gelir ve bu durumu öğrene doktor bakkalın yolunu tutar. Bakkala gelen doktor küçük kızdan bir ağrı kesici ister, küçük kızda gelen kişinin doktor olduğunu bilmeden ağrı kesiciyi verir. Dedesi de oradadır. Yakayı yine ele verir. Dedesi onu azarlar. Doktor bi kenara çekip konuşur. "Oku doktor ol. Reçete yaz." der.

Şebnem, "Yazar olacağım." dedi. İnanmadılar.

Şu an iki çocuk annesi bir yazar o.

3 Ekim 2019 Perşembe

Abartma Tozu (Şermin Yaşar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Abartma Tozu

Kitabın Yazarı : Şermin Yaşar

Kitap Hakkında Bilgi :

Abartma Tozu adlı kitap yirmi altı bölümden oluşmaktadır. Her bölümü birbirinden komik olan kitapta yazar, günümüz insanının halini biraz abartarak gözler önüne sermektedir. Buna ek olarak çeşitli zamanlarda ortaya çıkan ve hala devam eden bazı dil sorunlarına da değinmektedir.

Günümüzde insan ilişkileri gittikçe zayıflamaktadır. İnsanlar çeşitli sebeplerle sürekli ve gereksiz alışverişler yapmakta, sağlıklı beslenmeyi yanlış anlamakta, okul başarısını ondan daha önemli olan insani erdemlerin önüne geçirmekte ve daha çok kazanma hırsıyla elindekilerin kıymetini fark edememektedir. Yazar, Abartma Tozu ile herkesi durup düşünmeye ve zararın neresinden dönülse kardır diyerek harekete geçmeye çağırmaktadır.

Kitabın Özeti :

Olaylar, tam olarak sabah 6’da başlıyor. Yani daha önce hiç adetleri olmadığı hâlde, spor ve sağlıklı yaşam konularında epey agresif bir tutum takınan, çılgınca spor yapıp tüm gündemlerini “sağlıklı yaşam” fikri etrafında şekillendirmeye başlayan anneyle babanın tuhaflığıyla başlıyor. Beslenme rejimini ve aile düzenini kökten değiştiren anne babasından kaçıp, kasabadaki tek pansiyonu işleten, mütevazı ve misafirperver babaanneye sığınmayı akıl ediyor. Ancak mütevazı pansiyon geceden sabaha oteller zincirine; misafir, müşteriye dönmüş bile. Çocukların dağınıklığına, pasağına hiç dertlenmeyen yenge, onları küvete yatıracak kadar temizlik hastasına; “gözünüzdeki ışıltı yeter,” diyen teyze, delicesine hırslı bir anneye; komşusunu, ağacını, hayatı seven tüm kasabalılarsa türlü türlü çılgınlara dönüşmüş bile! Birkaç saat içinde gerçek bir “başkalaşma” yaşanmış, insan olduğu şeyden başka, yapay bir şeye dönüşmüş. Her şeyin bir raf ömrünün bulunduğu, havanın bile bedava olmadığı, insanların birbirinin başının etini yediği, tüketimin iliklere işlediği, inceliklerin unutulduğu ve kabalığın hüküm sürdüğü bu durumdan etkilenmeyen tek kişi de romanın anlatıcısı olan, henüz 10 yaşındaki çocuk. Anlatıcı da aynı vurguyu yapıyor pek çok kez: “Ben sadece bir çocuğum,” diyor. “Nereden bilebilirim, nasıl çözebilirim, bunu da ben mi söyleyeyim size,” vs. İklim krizine kadar tüm sorunların çözümüne çocukların tayin edildiği, yetişkinlerin sorumluluk almadığı bir dönemde anlatıcının çocuk oluşunu vurgulayışı, anlamlı.

Kitabın daha ilk sayfalarında kendini çok yaşlı hissettiğini söyleyen, emekliye ayrılma hayalleri kurduğunu ve insana tahammülü kalmadığını bildiğimiz çocuk, kasabanın, içindeki yaşam enerjisini sünger gibi emdiğini anlatıyor. Bu sayede, daha ilk sayfalardan itibaren kasaba yabancı, yapay bir şey olarak canlanıyor okuyanın gözünde; neredeyse bir canavar olarak. Ancak çok geçmeden kasabanın da bu yapaylığın ve canavarlığın mağduru hâline geldiğini görüyoruz. Küçük evleri, geniş buğday tarlaları, anıt ağaçları, kendine yeter halkıyla mutlu ve doğa zengini bir kasaba olan Buğdaylı, kısa süre içinde gölü kurutulmuş, tarlaları talan edilmiş, tarihi yapıları yıkılmış, yolları asfaltlanmış, ağaçları sökülmüş, kendi gıdasını üretemeyip dışarıdan alır hâle gelmiş ucube bir yere dönüşmüş. İyi gibi görünen şeylerin bile suyunun çıkarıldığı bu kasabada olup bitenler, çok tanıdık. Doğaya bu kadar yabancı ve saldırgan bir çevre içinde anlatıcı çocuğun yaşadığı yalnızlık hissi de benzer biçimde tanıdık.

İçinden çıkılmaz bir hâl alan olayların Pis İşleri Bakanlığına yansıması sonucu, bakanlık görevlendirmesiyle inceleme yapmak üzere kasabaya gelen müfettiş Tevfik Kılıkırkyarar, romanın ikinci önemli karakteri. Daha en başından, anlatıcımız kendini bir tek ve ancak Tevfik abisine yakın hissettiğini söylüyor. Kasabaya dışarıdan gelen ve bu sayede başkalaşmamış olan Tevfik abi olayların çözülmesini sağlıyor. Onun ve anlatıcı çocuğun dedektifliği sayesinde sorun tespit ediliyor, çözüm üretiliyor. Bu arada, anlatıcının glüten alerjisi var, Tevfik abinin de onlarca şeye alerjisi var. Romanın kabalıktan, bencillikten etkilenmeyen iki karakteri de alerjik yani. Bu da başka bir “anlamlı” dokunuş.

Kitabın Bölümleri :

Bir sabah uyandık ve bizim kasaba toptan delirdi. Annem sağlıklı yaşam uğruna evi dev bir organik tarım alanına dönüştürdü. Babaannem sevimli, minnoş pansiyonunu oteller zinciri yaptı. Babam daha çok para kazanmak için eve uğramaz oldu. Kuzenim ata binerken resim yapmaya, flüt üflerken piyano çalmaya başladı. Yengem temizlikle kafayı bozdu. Kocasını pis diye evden kovdu ve çocuklarını her gün suya yatırdıktan sonra mandalla çamaşır ipine astı. Sevgi Teyze, daha çok sevebilmek için çocuklarını koltuğa bağladı, hepsine aynı kombin kıyafetler giydirdi ve onları sevgi komasına soktu. Fehmi Abi, bilgisayarın başından tuvalete gitmek için bile kalkmadığından hastanelik oldu. Okulda daha başarılı olmak için teneffüs yapmamaya, hafta sonları da okula gitmeye başladık. Etrafımda bir tane normal insan kalmadı. Ha şimdi diyeceksin ki bir tek sen mi normalsin? Evet, bir tek ben normalim. Neyse ki mücadeleci bir ruhum var. Bu kasabadaki insanlara bir süper kahraman lazımsa o kesinlikle benim. Koca kasabada yanımda olan tek kişi, Tevfik Kılıkırkyarar. Gerçi o da çok normal değil ama olsun, o da insan.

Cozutmak Bizim İşimiz

İlk bölümde kahramanımız, başından geçen olayların ne kadar can sıkıcı ve yorucu olduğundan bahsetmekte ve okuru hikayesini dinlemeye davet etmektedir.

Bir Ki Üç, Bir Ki Üç

Bir gece kahramanımız her şey normalken uyur fakat sabahın en erken saatinde, çok kilolu olan anne-babası tarafından spor için uyandırılınca bir şeylerin değiştiğini sezer. Bu duruma bir anlam veremese de ailesiyle spor yapmak için dışarı çıkar. Dışarı çıkıp herkesin spor yaptığını görünce sadece ailesine değil herkese bir şeyler olduğunu anlar ve şaşkınlığı iyice artar. Eve döndüklerinde ise bu değişimin yeme alışkanlıklarına da etki ettiğini görür.

Günaydınlar Oteller Zinciri

Hem içinde bulunduğu durumla ilgili yardım almak hem de güzel bir kahvaltı yapmak için babaannesinin pansiyonuna gider. Fakat babaannesinin de aşırı derecede değiştiğini görerek hayal kırıklığı yaşar.

Okul Değil Gerilim Filmi

Daha sonra okula gider ama okul ve arkadaşları derdine derman olmak yerine derdine dert katar.

Birsen Başar, Hep Sen Başar!

Okuldan sonra teyzesinin kızıyla konuşmak için teyzesinin evine gider. Böylece teyzesinin işi bırakarak kızının her saniyesiyle ilgilendiğini görür.

Cozutma Salgını

Günün sonunda eve dönünce yeni bir sürprizle karşılaşır: Salonun ortasında bir sera ve organik bal için yaylaya gitmiş bir baba...

Fikriye Gıcır'la Her Yer Gıcır Gıcır

Dayısının evinin önünden geçerken bir itfaiye aracı görür. Çok geçmeden itfaiye aracının yangın söndürmek için değil evi yıkamak için orada olduğunu anlar. Oradan da nasibini alarak yoluna devam eder.

Veli Keskinbıçak

Bir ümitle, babasının dostu olan Kasap Veli Amca'nın yanına gider. Ama ondan da umduğu desteği bulamaz ve durumun gittikçe daha da kötüleştiğini görür.

Çok Al, Hep Al, Daha Çok Al

Daha sonra ise komşuları Seval Abla ile annesinin çılgınca alışveriş yaptıklarına ve zamanla herkesin onlar gibi alışveriş delisi olduğuna şahit olur.

Herkes Napolyon

Kahramanımız aradığı yardımı kasabanın hayırseveri Servet Amca'dan görebileceğini düşünür. Fakat Servet Amca da değişimin etkisinde olduğundan kendisine yardım edebilecek başka kişiler aramaya devam eder.

Sevgi Koması

Çareyi bir de annesinin arkadaşı Sevgi Teyzeler'de arar. Ama onların durumu da diğerlerinden pek farklı değildir.

Tekno Fehmi

Artık son olarak Fehmi Abi'ye danışmaya karar verir. Fakat Fehmi Abi'nin gözü teknolojiden başka bir şey görmediği için oradan da eli boş döner.

Mutluluk Dükkanı

Yolda mutlulukla ilgili tabelalar görür. Böylece herkesin bir olup kendisine şaka yaptığına karar verir. Tabelaları takip eder ama durum hiç de sandığı gibi değildir. Çünkü yolun sonunda karşısına Mutluluk Dükkanı diye bir yer çıkar. Bu son saçmalığın ardından iyice ümidini kaybeder.

Kime Diyeyim Ben Derdimi?

Bir gün televizyonda Pis İşleri Bakanlığı'nın numarasını duyar ve oradan destek alabileceğini öğrenir. Zor olsa da bakanlığa ulaşır ve görevliyle konuşur. Ağlaya ağlaya yardım ister, görevli de yardım edeceklerini bildirerek telefonu kapatır.

Tevfik Kılıkırkyarar

Birkaç gün sonra bakanlığın yardımı Tevfik Kılıkırkyarar gelir. Böylece kahramanımız biraz da olsa rahatlar ve dedektiflik macerası başlar.

Tevfik Abi Olaya El Koydu
İlk Raporlar
Buğdaylı'nın Kısa Tarihi
Buğdaylı Müzesi
Beni Tanıyalım
Kasım Nakitoğlu ya da Asım Naitoğlu
Son Kabartma Tozu Paketi
Şimdi Ne Yapacağız?
Artık Üç Kişiyiz
Buğdaylı Yeni Bir Güne Uyanıyor
Aşağı Buğdaylı Kasabası

Kahramanımızla Tevfik Kılıkırkyarar'ın ilginç dedektiflik macerası kitabın diğer bölümlerinde meraklı okurlarını beklemektedir.