Primo Türk Çocuğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2019 Pazartesi

thumbnail

Ömer Seyfettin Hikayeleri - Primo Türk Çocuğu


Hikayenin Adı : Primo Türk Çocuğu

Hikayenin Yazarı : Ömer Seyfettin

Serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız seması altında Selanik, sanki gündüzki heyacanlardan , gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve sakin uyumaktadır.Rıhtım tenhadır. Olimpos Palas’ın , Kristal’in, Splandit Palas’ın,diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür.Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde,denize inen küçükmerdivenin başında,hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır.Gölgenin sahibi tahsilini Paris’te bitirip daha sonra dolgun bir maaşla İzmir’egiden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’dir.Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan garazi Avrupalılara, onların adetlerine, ananelerine, terbiyelerine,cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliği ile tanınmaktadır. Nazik ve şendir. savaşa tamamen karşıdır. İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri,gördükleri gazetelerde okuduklarının etkisindedir. Son derece rahatsızdır. Çünkü savaş çıkmıştır. İtalya Trablus’a saldırmıştır. Hayran olduğu, insaniyte hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların önceden önem vermediği hatta bazen çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmektedir.

İlk Fransa’yı hatırlar. Daima fazilete, insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamakta, masum, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip hayatlarını, ruhlarını zaptetmektedir. Daha sonra İngiliz’leri düşünür ve İspanyol’ları, Almanları hatta Belçika ve Portekiz’lileri en sonunda da İtalyan’ları düşünür. Hepsi aynıdır. Kenan Bey yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, Avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetcisi olduğunu düşündükce kahrolmaktadır. Düne gelinceye kadar kendisine bile Türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkar eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar Avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerek yürür. Evine gitme düşüncesinden uzaktır. Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne gelir. Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır. Yaşadığı olaylar onu şaşırtmış, mevcudiyetini perişan etmiştir. Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinten ansızın uyanan millet, İtalyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır. Ne kadar İtalyan varsa şüphsiz kovulacaktır. İtalyan dostu görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler, içinde tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır.

Başı ağrımakta başını arısından gözleri yaşarmaktadır. Yüzükoyun döner, gözünün önüne zevcesi, çoçuğu, evi gelir. O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır. Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırlar. Bir İtalyan’la izdaviç etmek, hayatını birleştirmek ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir mumtazlık gibi gelmiştir. Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermei şiddetle reddetmiştir. Daha sonra ise gerek kişisel menfaatlerini gerekse kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir. Zira ona göre Türkiye’de sultanın ailesinden başka Türk bir familya yoktur. Bu düşünceler doğrultusunda Kenan Bey’i kızıyla birlikte hayallerinde Rum olarak kabul eder ve bu evliliğe izin verir. Kenan Bey’le Grazi’nin evliliklerinin ilk iki yılında iki erkek çoçukları olmuştur. İtalyan adetlerini takip ederek çoçuklarını numara ile çağırırlar. ‘Primo! Sekundo!’ Sekundo hastalanır ve ölür. Grazia’nın babası Mösyö Vitalis Meşrutiyetin ilanından sonra Türkiye’de işlerin iyi gitmeyeceğini düşünerek İtalya’ya gider ve çiftlik alarak oraya yerkeşir.

Kenen Bey babasının Grazia’yı ve kendisini İtalya’ya çağıracağını düşünür, ne yapacaktır? Gitmeyeceği kesindir. Grazia’nın kendi tabiiyetini bırakmaya razı olup olmayacağı aklına gelir. Çoçukları ve mutlu bir evlilikleri vardır. Birbirlerini çok sevmektedirler.

Şakaklarından soğuk terler akmaya başlar. Mendiliyle yüzünü siler. Sabah olmaktadır, ayağa kalkar uyuyamamaktadır. Otelin kapısından çıkar, tranvaya biner ve yalısına gelir. Kapıyı hizmetçi kız acar. Grazia ve Premo evde yoklardır. İki yol sandığı dikkatini çeker. Grazia’nın yolculuğu düşündüğünü anlar. İlk defa görüyormuşcasına duvarlara , perdelere, eşyalara bakar. Türk hayatına Türk ruhuna ait bir gölge bir çizgi yoktur, birden Bursa’daki çoçukluğunun geçtiği baba evini hatırlar. Merdiven başındaki, ceviz ağcından eski ve guguklu saati, yaldızlı kafesin içindeki sürekli öten kanarya kuşunu ve babasının odasını düşünür. Alçak sedirler ve kalın halılarla döşeli, vişne renginde perdeleri, duvarlarında asılı olan iğri ve altın kakmalı kılıçları, kamaları düşünür ve en önemlisi bu odadaki baş sedirin üstündeki etrafı ipekten ve sırmalı çevrelerle süslenmiş, mert bir Türk ruhundan saçılan iffet, namus, metanet, istiğna tavsiye eden mısraların yazılı olduğu levhayı hatırlar. Mısralardan bazıları aklına gelir.

‘Geçme namerd köprüsünden, koparmasın seni!’
‘Korkma düşmandan, ki ateş olsa yandırmaz seni!’
‘Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni!’

Babası ne kadar genç dururdu. Gelen misafirlerde, ağalarda ona benzerdi. Bu levha güya kalplerin, ahlaklarının tercümesiydi. Başı yeşil örtülü annesiyle daima yere bakan, omzunda hale gibi pembe bir atkı taşıyan mukaddes hemşiresini düşünür. Tahsilde iken annesi ve babası ölmüş, amcasının yanına giden hemşireside oranın yerlilerinden bir beyle evlenmiştir. Kendisi on senedir ne Bursa’ya gitmiş, ne akrabalarını görmüş, hatta mallarını bile İstanbul’dan gönderdiği bir vekil vasıtasıyla satmıştır. Kenan Bey düşünür, düşündükce iki gündür farkına vardığı mevcudiyetinin aşağılığını, sefaletini, adiliğini anlar, unuttuğu milliyetinin kıymetini takdir edemediği esasları için acı bir matem duyar. Vicdan azapları içinde geçen yarım saat ona bir gün gibi görünmüştür. Kapı zili çalar. Grazia gelmiştir. Ona sabah aldığı kararı nasıl söyleyeceğinin sıkıntısı içindedir. Grazia Kenan Bey’e dün gece niye gelmediğini ve onu çok merak ettiğini söyler. Kenan Bey işi olduğunu ve bir otelde kaldığını söyler. Grazia ilan olunan harpten bahseder. Grazia sabah tercüman ile konuştuğunu hiç kimsenin bilmediğini, gazetelerin yazmadığı havadisleri öğrendiğini söyler.

Avrupalılar aralarında Fransa’ya Fas’ı, Almanya’ya Anadolu’yu, İtalya’ya Trablus’u, İngiltere ve Rusya’ya da Acemistan’ı taksim etmişlerdir. Birkaç ay sonra Rumeli’nin her tarafında bombalar patlayacak, Girit Yunanistan’a bağışlanacak, Arnavutluk’a, Makedonya’ya , Suriye’ye, Arabistan’a muhtariye verilecektir. Sultanlık avrupalıların himayesine alınarak Türkiye’de de ‘Beynelminel bir idare’ tesis olunacaktır. Avrupa’nın programı budur. Grazia bunları çabuk anlatır, tercümanın korkularını tekrar eder. Şimdi hükümet genç Türklerin elindedir. İki üç ay içinde Selanik’i terkedip İstanbul, İtalya ve yahut başka bir Avrupa memleketine gidilmelidir, pasaportları bile hazırllatmıştır. Grazia Kenan Bey’e ne zaman hareket edebileceklerini sorar. Kenan Bey buradan bir yere gitmeyeceğini söyler. Grazia inanamaz. Peki ben diye sorar. Sen de... bu sırada Primo içeri girer, yavaş yavaş yürümektedir. Annesi ona hiddetli ve sert bir tavırla önemli bir konu konuştuklarını söyleyerek dışarı çıkarır. Oysa primo olayların farkındadır. Çünkü sabah mektebe gitmemiş Rum çoçuklarıyla rıhtımda balık tutmaya çalışırken mektep arkadaşlarından Orhan’ı görmüş ve yanındaki biraz büyükce olan bir Türk çoçuğuyla tanışmıştır. Bu bir Türk paşasının oğludur. Orhan Primo’ya sorar,

‘Senin baban Türk değil mi?’
Primo biraz kızararak niçin soruyorsun ? der .
Soruyorum , neye inkar ediyorsun? Senin baban Türk mühendisi değil mi?
‘Evet...’
‘O halde sen de Türksün!...’

Primo Türkçe bilmemektedir. Orhan Fransızca olarak elindeki Genç Türklerin beyannamesini tercüme eder. İtralyan’larla Türklerin muharebe ettiğini anlatır. Anlatırken en cesur, en asil, en kavi bir millet olduğunu asırlarca bütün Asya’ya hakim olduklarını, Atilla’nın Avrupa’yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük hükümetini Cengiz’in kurduğunu anlatır. Bir kaç asır evvel Avrupa’yı terbiye eden bu nesle, Osmanlı Türkleri’ne bütün Avrupalıların saldırdıklarını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını söyler. Türkler’in eski deniz muharebelerinden vaktiyle Akdenizi bir Türk gölü yaptıklarını, büyük paşa babasından,mülazım ağabeyinden duyduğu şeyleri oldukca büyüterek, mübalağalaştırarak, uzun uzadıya hikaye etmektedir. Primo dinler ve o an kendisinin, babasının Türk oluşundan derin bir iftihar duyar.

Rıhtımdaki Rum çoçukları onun bir Türk çoçuğu ile saatlerce konuşmasını kıskanırlar. Onu çağırırlar Primo aldırmaz. Orhan bu sineklerin bir şey yapamayacaklarını ancak taciz etmesini bildiklerini ve kendilerini rahat bırakmayacaklarını söyleyerek dışarı çıkmalarını tavsiye eder. Bahçeden çıkarlar, ileride İttehat ve Teraki kulubü önünde dehşetli bir kalabalık görürler. Kapının yanındaki parmaklık setine siyah esvaplı, sarı bıyıklı, küçük fesli bir adam çıkmış, namussuz, alçak, korsan İtalyan’ların haberleri yokken, araları iyiyken dostları iken birdenbire vatanlarına hücum ettiklerini anlatmaktadır. Onların büyük ve kavi zırhlılarına karşılık, kendilerininde mukaddes bir hakları olduğunu bunun onların zırhlılarının karşısındaki kuvvetinden bahsetmektedir. Sonra bir telgraf okunur. Orhan onu tercüme eder. İtalyan’ların Trablusta iki harp gemisi kayalıklara çarparak batmıştır. Daha sonra numayişçiler yukarılara doğru çekilmişlerdir. Primo kapının dibinde bunları düşünür. Dünün hatırasını noktası noktasına hayalinden geçirir ve göğsünün kabardığını hisseder.

Kapıya döner içeride şiddetli ve heyacanlı konuşma devam etmektedir. Anahtar deliğinden içeriyi dinler. Annesi burada kalmayacağını söyler Kenan Bey ise kalırsa artık İtalyan olarak değil Türk olarak kalacağını, gider ve İtalyan olarak kalırsa aralarındaki münasebetin biteceğini , kendisini boşayacağını ve görüşmemek üzere ayrılacaklarını söyler. Annesi yüz sene uzunluğunda geçen bir dakika sonunda cevabını verir. On seneyi, sadakatimi sen düşünmezsen ben hiç düşünmem babamın yanına gider orada rahibe olur kalırım der. Tek isteği Primo’yuda yanında götürmektedir. Kenan Bey bu kararı Primo’nun vermesi gerektiğini söyler.

Annesi Primo’yu çağırır. Annesi içeri giren Primo’yu kucaklamak ister. Primo bunu dehşetli bir ciddiyetle reddeder. Grazia birden bire değişen yavrusunun bu hareketi karşısında donar. Primo büyük bir adam tavrıyla babasının yanındaki koltuğa oturur. Başını eline dayar ve gayet garip bir şive ile Fransızca olarak beni niye çağırdınız der. İtalyanca söylemiyordur. Her ikiside şaşırırlar. Kısa bir sessizlikten sonra Kenan Bey savaş çıktığını annesi ile tamamen ayrılacaklarını ya kendisi ile kalıp Türk olacağını yada annesi ile gidip İtalyan olacağını söyler ve bu konudaki kararını sorar. Primo oturduğu yerden şiddetle fırlar Grazia ve Kenan Bey ne yapıyor diye birbirlerine bakarlar. Primo ellerini kalcalarına dayar, heyecanlı tavrıyla annesini ve babasını süzer ve gayet bozuk bir Türkçe ile ‘Ben .. Turko çoçuk ..Ben yok İtalyano..Ben burda...Ben çoçuk Türk..’ diye haykırır. Grazia hayret ve teessüründen masanın yanındaki sandelyeye yığılır. Kenan Bey gözlerine ve kulaklarına inanamamaktadır. Primo sonra seri bir hareketle kenardaki hasır sandelyeyi kaparak kanepeye fırlar ve şiddetle Victor Emmanuel’in resmine vurarak onu parçalar. Kenan Bey seviçli ve şuursuz bir şekilde ayağa kalkar, kanapenin üzerinde, yükseklerden kendisine bakan bu Türk çoçuğunu kucaklar onu göğsüne bastırır alnından öper, öper.

About