Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2024 Pazartesi

Kaplanın Sırtında (Zülfü Livaneli) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Kaplanın Sırtında

Kitabın Yazarı: Zülfü Livaneli

Kitap Hakkında Bilgi:

Doğar doğmaz kaplanın sırtına koymuşlar beni, diye düşünüyor, şehzadelerin kaderi bu, kaplanın sırtında büyümek… Kaplanın Sırtında olmak ihtişamlı görünümün, herkesin gıptayla bakacağı fakat düşünüldüğünde ise sonun belli olduğu bir konumdur. Şehzadeler hatta padişahlar bile hayatları boyu bu korkuyu hep enselerinde hissetmişlerdir. 

“Mutlaka okuyun.” Müjdat Gezen
“Olağanüstü ve ayrıksı bir roman.” Prof. Onur Bilge Kula
“Soluk soluğa okunacak ve bir yazar kurgusu olamayacak kadar müthiş güzellikte…” Sırrı Süreyya Önder
“Tarihi romanlar, edebiyat dışı tartışmaları cezbetmesi açısından yazması zor romanlardır. Kaplanın Sırtında, tüm siyasi ağırlığına rağmen, bu zorluğu aşarak en edebi Livaneli romanı olmuş.” Burhan Sönmez - Pen International
“Muhteşem eser…” Özdem Sanberk
“‘Kaplandan’ inince ‘kendini kaybeden’ bir ‘insanın’ hikâyesi.” Burak Soyer

Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası.

Türk edebiyatının kuşak bağı Zülfü Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, okuru dönemin atmosferine ve düşünce yapısına yaklaştıran bir dil lezzetini, akıcı üslubuyla harmanlıyor. Tarih ile kurgunun iç içe geçtiği bu anlatıda II. Abdülhamid kaplanın sırtından iniyor ve tüm roman kahramanları gibi kendini savunmaya çalışıyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

İki bölümden oluşan kitap birinci bölümde Padişah II. Abdülhamid ve ailesinin sürgün edildiği Selanik günlerini ve Selanik'de yaşadıkları alışılmışın dışındaki hayatlarını anlatırken, ikinci bölümde ise Padişahın sağlığıyla ilgilenen Dr. Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’e, II. Abdülhamid’in anlattığı 33 yılın muhasebesini anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Birinci Bölüm

II. Abdülhamid ve ailesi, ihtilal sonrasında gece yarısı bindirildikleri bir trenle Selanik’e sürgüne gönderilirler. Böylece Padişah ve ailesinin Alatini Köşkündeki geçirecekleri üç buçuk yılın ilk günleri başlamış olur. II. Abdülhamit'in sürüldüğü yer yine kendi topraklarıdır fakat diğer sultanların hazin sonunu bildiğinden kendisi ve ailesi adına korkarak kendini güvende hissedemez. II. Abdülhamid aslen çökmekte olan bir devletin, avcıları birbirine düşürüp avı kaçırma taktiği ile 33 yıl ömrünü uzatmıştır. Ancak yaptığı şeylerin kıymeti bilinmeyerek tahttan indirilmiş ve Selanik'te esir konumuna düşmüştür. Artık tüm ailesiyle birlikte burada yaşayacaktır. 5 karısı, 3 kızı ve 2 de oğlu bulunmaktadır.

Padişah tüm malvarlığını arkasında bırakmıştır. Sadece el çantasında götürebildiği eşyalarla köşkteki hapis hayatı onu derinden etkiler. Yerine getirilen kardeşi Sultan Reşat’ın kendisi hakkında vereceği fermana hem boyun eğmekte hem de için için korkmaktadır. Zaten on yıldır sarayın dışına çıkmayan Abdülhamid’i en çok etkileyen bahçeye çıkamaması ve ülkenin durumundan haber alamamasıdır. Bir süre sonra köşkteki eksikleri giderildikten sonra rutin hayatına geri döner. İstanbul’a dönmek isteyen çocuklarının ve eşlerinin talepleri kabul edilir. En büyük zevki olan marangozluk için kullandığı malzemeler ve şahsi eşyaları kendisine iletilir. Emrine verilen asker ve Dr. Atıf Hüseyin Bey’e her ne kadar güvenmese de dışarıdan bir haber alabilme ümidini yaşar. 

Bunlar olurken devlet içinde isyanlar başlamış, yetmiş iki milleti barındıran ülke büyük güçlerin kışkırtmasıyla bölünmeye başlamıştır. 624 yıl süren Osmanlı İmparatorluğunun son 33 yılını yöneten II. Abdülhamid içinde büyük bir vicdani hesaplaşma yaşamaktadır. Sultan Mahmut’tan sonra başlayan ekonomik çöküşe kendi katkısının da farkındadır. Çağın teknolojisine ayak uyduramayan bir ülkede çıkan karışıklıkları, içeride sükûneti sağlayarak, dışarıda anlaşmazlık yaşadığı ülkeleri birbirlerine düşman ederek vakit kazanma politikasını uygulamıştır fakat bu kaçınılmaz sona bir çözüm olmamıştır. II. Abdülhamit nerede yanlış yaptığını kara kara düşünür.

Padişahın ve ailesinin sıhhatleri ile ilgili görevlendirilen Dr. Atıf Hüseyin Bey ise ihtilalci bir tabip askerdir. Çocukluk yıllarından beri padişahın uyguladığı yasakçı yönetimden yılmış, babasının sürgün edileceği korkusunu içinde yaşamıştır. Sevdiği kadının ailesinin sürgün edilmesi de ona olan bu nefretini katlar. Buna rağmen ettiği Hipokrat yemini her şeyin üstündedir. Bir süre padişahın güvenini kazanamaz çünkü hastası uçan kuştan şüphe duymaktadır. II. Abdülhamid, hayatı boyunca öldürülme korkusuyla yaşadığından doktorların verdiği ilaçlara güvenmez. Kendisi bitkilerden yaptığı ilaçları kullanmıştır. Mesela ağrıyan bir yeri olduğunda bir demir çubuğu ısıtarak ağrıyan yerini dağlar ve ağrıya iyi geldiğini düşünür. Bu yüzden vücudu hep yanık izleri ile kaplıdır. Aradan geçen bir yılın sonunda Dr. Atıf Hüseyin Bey ve II. Abdülhamid günlük sohbetler etmeye başlar. Padişah bundan sonras kendini tarihte kötü anılmasını önleyecek savunmasını yazması için Dr. Atıf Hüseyin Bey’e kendi dönemini anlatır.

Yeni gelen padişah Mehmet Reşat, II. Abdülhamid'in şahsi servetini istemektedir. II. Abdülhamid'in bunu kabul etmek için şartı oğlu Abid'in eğitim görmesi ve kızlarının nişanlıları ile evlenmek üzere İstanbul'a gitmesidir. Bu istekler kabul edildikten sonra padişah ile birlikte sadece en gözde eşi Müşfika Hanım kalır. Doktor Atıf da bu sıralarda eve her gün gelip gitmek de padişahın anlattıklarını can kulağı ile dinlemektedir. Padişah anlattıktan sonra ise evine giderek küçük kağıtlara çok küçük yazılarla bu anıları yazar ve bir yerde padişahın tarih yazıcılığı görevini yerine getirir.

İkinci Bölüm

Dr. Atıf Hüseyin Bey her gün padişah ve ailesinin sağlığıyla ilgilenir ve padişahla günlük sohbetlerini yapar. II. Abdülhamid ona gençlik yıllarından itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar. II. Abdülhamid anlattıkça Doktor Atıf 'ın ona karşı olan siniri sönmeye, ona hak vermeye başlamaktadır.

1867 yıllarında mutlu bir şehzade olan II. Abdülhamid, tahtta gözü olmayan, ticaretle uğraşan bir gençtir. O yıllarda bile babasının ve amcasının yaptırdıkları sarayları lüzumsuz görmektedir. Saray için para harcanmasının ekonomiye zarar verebileceğini idrak etmektedir. 24 yaşında, abisi Murat’la Avrupa’yı gezme hayali kurarken Padişah Abdülmecid’in Avrupa seyahati vasıtasıyla birlikte Avrupa’yı görme hayalleri gerçekleşir. Asırlar boyu hiçbir Osmanlı Padişahı kendisinin olmayan topraklara ayak basmamıştır. Ulema takımının büyük tepkilerini gidermek için padişahın ayakkabısının içine bir tabaka halinde serilen, İstanbul toprağı sayesinde bu sorun çözülür. 

Padişahın, Fransa imparatoru Napolyon’u ziyareti sırasındaki gözlemleri ve 42 gün süren seyahat sonrasında, Avrupa ülkeleri ile aralarındaki mesafenin kapatılamayacak şekilde açıldığını, fabrikaların, trenlerin, geceyi gündüz yapan lambaların, kadın erkek bir arada yaşamın birlikte üretildiğini görünce eksikliğin büyüklüğünün farkına varır. Fakat bu durumu aşabilmek için atılacak küçük adımlar yine ulema takımı tarafından kabul görmez. Doktor bunları dinlerden II. Abdülhamid'e madem geri kaldığımızı fark ettiniz, niçin yenilik yapmadınız? Diye soru yönelttiği zaman en ufak değişimde tahtından olacağını belirtmiştir. Avrupa'dan geri kalışın esas sebebi olarak da kadınları topluma dahil etmeyişimizi görmektedir.

Doktor bir yandan II. Abdülhamid’i dinlerken öte yandan sorgulamayı ihmal etmez. II. Abdülhamid’i tahta getiren Mithat Paşa’nın tek şartı olan anayasa değişikliğini ve paşanın hazin sonunu sormaktan geri durmaz. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra yerini garantileyen padişahın meşrutiyet yanlısı tüm isimlerin sürgüne göndermesini, çıkarılan gazetelerin sansürlenerek yayımlanmasını, ülke içindeki farklı etnik grupların padişah tarafından birbirlerine kırdırılmasını muhatabı olan devrik padişaha sorar. Deneyimli sultanın her şeye verilecek bir cevabı vardır. Fakat bu kadar izah anlamsızdır. 

Ülke ateş altındadır, iktidar hırsı yaşayan yönetim isyanları bastıramamaktadır, farklı etnik grupları körükleyen büyük ülkelerin işgaliyle merkezi yönetim iyice dağılmaya başlamıştır. Doktorun köşkün dışında çalıştığı hastane yaralı askerlerle doludur. Üç buçuk yılsonunda artık imparatorluk Balkanlar’ı kaybetmiş, Bulgar ve Yunan orduları Selanik’e doğru yürümektedir. Bulgar’ın Edirne’ye hücum ettiği, İstanbul, Selanik demiryolu hattının kesilmiş olduğu padişaha söylenir. Büyük bir şaşkınlık yaşayan yaşlı padişah, tüm gücünü toplayarak savunma için taktikler verse de nafiledir. Emiri verecek hükümettir. II. Abdülhamid’de sıradan birisidir artık. Bir süre sonra Yunanların Selanik'e doğru gelmekte olduğu haberi yayılır. 

Bunu duyan Mehmet Reşat, kardeşinin esir topraklarda kalmasına göz yummayarak onu İstanbul'a getirmek üzere damatları görevlendirir. Damatlar gelerek Abdülhamid'i Selanik'ten Alman gemisi yardımı ile İstanbul'a götürür. Yoldayken Abdülhamid'in aklındaki tek şey tahta yeniden geçebilme şansının doğduğudur. Ancak İstanbul'a vardığında böyle bir şeyin olmadığı gerçeği ile yüzleşmek mecburiyetinde kalır. Kardeşi Sultan Reşat’ın onu İstanbul’a çağırması küçük bir taht ışığı açsa da onu bekleyen son Beylerbeyi Sarayındaki yeni hapis hayatıdır.

4 Nisan 2024 Perşembe

Son Adanın Çocukları (Zülfü Livaneli) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Son Adanın Çocukları

Kitabın Yazarı: Zülfü Livaneli

Kitap Hakkında Bilgi:

“Gazetelerin birinde ‘Yeryüzü cenneti adada satılık ev’ başlığı altında, adamızla ilgili övgülere yer veriliyordu. Bu gazete ilanı, yıllardır herkesten sakladığımız Son Adamızın, küçük topluluğumuzun herkes tarafından bilinmesi ve huzurumuzun bozulması anlamına geliyordu. Kim bilir, evi nasıl biri alacaktı?”

Ada sakinlerinin karmaşadan uzak kardeşçe yaşadığı son insani köşeye, son sığınağa, Son Ada’ya bir gün bir adam gelir. Adalıların o güne dek süren hayatları, huzuru ve mutluluğu bir anda yerle bir olur.

Bu beklenmedik durum karşısında adanın çocukları ne yapacaklar? Büyüklerin kararlarının sonuçlarına razı mı olacaklar, yoksa adadaki hayatı koruyabilecekler mi?

Kitapları 40’tan fazla dilde yayımlanan usta yazar Zülfü Livaneli’nin kaleminden genç okurlar için muhteşem bir roman. Son Ada’nın Çocukları, adalı çocukların barış ve özgürlük adına verdikleri ilham verici mücadeleyi anlatıyor. (Tanıtım Bülteninden)

Ada ile diktatör olarak nitelendirilebilecek kişi arasında kıyasıya bir mücadele anlatan kitapta Zülfi Livaneli, adalıların eski hayatlarına dönme çabalarını alaycı bir dille anlatmaktadır. Pastoral bir ada ve mutlu insanlar, romanın ana yapı taşlarından biridir. 

Kitabın Konusu:

Kitap, adada huzurlu bir hayat sürmeye çalışan ada halkının gizemli birinin gelmesi ile hayatlarının nasıl değiştiğini ele alarak, barış ve özgürlük uğruna bir diktatöre karşı verilen amansız mücadeleyi konu edinmiştir. 

Kitabın Özeti:

İnsanlar bir adada mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaktadır. Adada kırk aile yaşamaktadır. Adada her aile ev sayısı ile temsil edilir. Adada paraya pek ihtiyaç duyulmamaktadır. İnsanlar mütevazı bir şekilde yaşamlarını sürdürürler. Bir gün adaya gizemli bir kişi gelir. Gizemli kişinin gelmesiyle birlikte adadaki hayat tamamen değişir. Gizemli kişi emeklilik günlerini geçirmek için gelen başkan bir diktatördür ve adada yirmi dört numaranın yeni sahibidir.

Ada halkı sıradan saf bir topluluktur. Anlatılan her şeye inan ve adada olan şeyleri sorgulamaktan korkan tepkisiz insanlardır. Başkan kendini diktatör ilan eder. Adadaki olağanüstü düzen ve dostluk anlayışı, zorba başkanın gelişiyle birlikte şekil değiştirir. Başkanın yaptığı ilk iş, ada halkı tarafında çok sevilen, yol boyunca gölgelik yapan ağaçların budanması olur. Pek itiraz görmeyen bu dayatmanın sonrasında bir yönetim kurulu oluşturarak ada halkına medeniyet getireceğini söyler.

Başkan, adanın asıl sahiplerinden olan martılardan kurtulmanın yollarını arar. Böylelikle martıların el koyduğu adanın en güzel koylarına beş yıldızlı oteller yaptırılabilecektir. Bu duruma itiraz edenler olsa da başkanın gücü karşısında etkisiz kalırlar. Martıları öldürmek için adaya tilkiler getirir. Başkan halkın çoğunluğunu etkiler ve bu güzel adaya oteller yapılacağını söyler. Martılar azaldıkça doğanın dengesi bozulur ve adada yılanlar çoğalır. Çoğalan yılanlar ada sakinlerine zarar vermeye başlar.

Yılanlar ada halkına zarar verince bir uzmana çağırırlar. Leyleklerin yılan sayısını azaltacağını düşünür ve bunu için adanın her yerine direkler diktirerek adaya leyleklerin yerleşmesini sağlamak ister. Fakat leylekler adaya uğramazlar. Uzman sonunda ada halkını dolandırarak kaçar. Ada halkı yılanlardan kurtulmak için başkanın yönlendirmesiyle ormanı kontrollüce yakıp yılanlardan böylece kurtulmak ister. 

Kontrolden çıkan yangın büyür ve bütün adayı yok eder. Yangından geriye kıyıdaki tekne, bakkal ve en kıyıdaki iki ev kalmıştır. Başkan adadan gider ve geride kalanlar bir fidan dikerek yitirdikleri adayı tekrardan yaşatmaya çalışır.

2 Ekim 2022 Pazar

Arkadaşıma Veda (Zülfü Livaneli) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: Arkadaşıma Veda

Kitabın Yazarı: Zülfü Livaneli

Kitap Test Soruları:

1-) Aşağıdakilerden hangisi Mustafa Kemal’in fiziksel özelliklerinden biri değildir?

A-) Orta boyda olması 
B-) Sarı saçlı olması
C-) Mavi gözlü olması
D-) Esmer tenli olması

2-) Atatürk’ün en yakın arkadaşı ve yaveri olan Salih Bozok’un oğlunun adı nedir?

A-) İzzet
B-) Muzaffer
C-) Zafer
D-) Zeki

3-) Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey oğlunun ileride hangi mesleği yapmasını istiyordu?

A-) Subaylık
B-) Öğretmenlik
C-) Doktor
D-) Cumhurbaşkanı

4-) Atatürk annesine neden küsmüştü?

A-) Annesi ona kızdığı için
B-) Annesi askeri okula gitmesini istemediği için
C-) Annesinin ona söylemeden Ragıp Bey'le evlendiği için.
D-) Başka bir şehre gittiği için

5-) Ali Rıza Efendi öldükten sonra Zübeyde Hanım neden Ragıp Beyle evlendi ?

A-) Mustafa onu sevdiği için
B-) Selanik'te o zamanda üç çocuk büyütmek kolay değilmiş, onları koruması okutması zormuş.
C-) Dedesi istediği için
D-) Dayısı istediği için

6-) Zübeyde Hanım oğlunun hangi okula gitmesini istiyordu?

A-) Dini eğitim veren okula
B-) Öğretmen okuluna
C-) Doktor okuluna
D-) Pilot okuluna

7-) Gelibolu Çanakkalede Atatürkü koruyan şey neydi?

A-) Saati.
B-) Kitabı
C-) Silahı
D-) Bombası

8-) Atatürk köşkün yanındaki ağaç yalıya zarar vereceği için ne yaptı?

A-) Ağacı kestirdi
B-) Köşkü kaydırdı
C-) Ağacı budattı
D-) Ağacı alıp başka yere götürdü.

9-) Ali Rıza Bey hangi hastalıktan ölmüştür?

A-) Akciğer Kanseri 
B-) Sıtma
C-) Bağırsak Veremi
D-) Şeker Hastalığı

10- Aşağıdakilerden hangisi Mustafa Kemal’in manevi çocuklarından biri değildir?

A-) Afet
B-) Sabiha
C-) Ülkü
D-) Soner

Cevap Anahtarı:

1-D       2-B       3-A       4-C        5-B

6-A       7-A       8-B       9-C       10-D

9 Ekim 2021 Cumartesi

Balıkçı ve Oğlu (Zülfü Livaneli) Kitabının Konusu, Özeti, Tahlili

KİTABIN ADI: Balıkçı ve Oğlu

YAZARIN ADI: Zülfü Livaneli

KİTAP HAKKINDA BİLGİ:

Toplumsal konulara duyarlılığı ile tanınan edebiyatçı ve fikir adamı Zülfü Livaneli, bu kez Ege balıkçılarının ve hayal kurmaktan bile mahrum bırakılan göçmenlerin kaderine eğiliyor. Usta edebiyatçı Livaneli, Balıkçı ve Oğlu ile son yılların en can yakıcı ve büyük dramı “göçmenliği” balıkçı Mustafa, Mesude ve Samir bebek üzerinden anlatıyor. O güne dek sıcak evlerinde televizyondan izledikleri haberlerden aşina oldukları ölü insan bedenleri ve yarı ölü bir bebek evliliklerinin tam ortasına düşerek bir bomba etkisi yaratıyor; aile ilişkilerini bambaşka bir çehreye büründürüyor. Balıkçı ve Oğlu, Ege’nin tarihinden bugününe, balık çiftliklerine ve rant hırsıyla dağlara, kıyılara saldıran şirketlerin yarattığı ekolojik yıkıma dair çok şey söylüyor. Bunun ötesinde göçmenlerin bir bilinmeze doğru göze aldıkları yolculuğu, hayatta kalma çabalarını ya da ölümü; kısacası “deryaya yakın, dünyadan uzak” yaşamlarını odağına alıyor. Livaneli’nin belki de en şiirsel romanı olan Balıkçı ve Oğlu; aile, aşk, ebeveynlik, evlat, kadın dayanışması, dostluk, göç, doğa üzerine çağdaş bir epope. Zülfü Livaneli’nin, uzun bir aradan sonra yazdığı ve heyecanla beklenen yeni romanı Balıkçı ve Oğlu, ustalıkla seçilen tasvirlerle okurun zihninde capcanlı bir anlatı oluşturuyor. (Tanıtım Bülteninden)

KİTABIN KONUSU:

Roman Ege'nin bir kasabasında yaşayan Mustafa adlı bir balıkçının hayatını anlatmaktadır. 

KİTABIN ÖZETİ:

Balıkçılık mesleği Mustafa’ya babasından yadigâr kalmıştır. Mustafa iyi yürekli, vicdanlı, merhametli ve kendi halinde biridir. Ekmeğini balıkçılıkla kazanmaktadır. Tüm hayatı denizle iç içe geçmekte hayatını bu sayede devam ettirmektedir. 

Mustafa diğer balıkçılara göre doğaya karşı daha duyarlı ve sevecen tutumludur. Hatta bazen balıklara merhamet edip onları denize bile salmaktadır. Bu özelliği takdire şayan bir şekilde tasvir edilmiş bir karakterdir. 

Denizle iç içe bir hayat süren Mustafa’nın çocuğu Deniz ise denizde boğularak hayatını kaybetmiştir. Mustafa bu olaydan sonra içine kapanmış, kendi halinde biri olmuştur. Bu duruma üzülen Mustafa’nın arkadaşları onu çoğu zaman gece eğlencelerine çağırmıştır ancak Mustafa bu eğlencelerde de yine sessiz ve içine kapanık bir tutum sergilemiştir. 

Mustafa her gün sabah erken saatlerde denize açılıp kendini Ege’nin eşsiz denizine, doğasına bırakmaktadır. Ruhunu doğanın sessiz huzurlu halinde dinlendirir. Yine denize açıldığı günlerden bir gün teknesine sert bir şey yanaşır bu suyun yüzeyine çıkmış bir kadındır, Mustafa şok geçirir. Bu kadını jandarmaya teslim etmek için tekneye alır. Kadını bırakıp tekrar denizde yola koyulur yine aynı durumla karşı karşıya kalır, bu kez de bir erkek cesedidir, bunu da alıp tekneye bırakır. İki kez bu durumla karşı karşıya kalınca muhtemelen bir göçmen botu batmıştır bu cesetler o yüzden su yüzeyinde diye düşünür. Bu düşüncelere dalmışken bu kez de bir bebeği su yüzeyinde görür. Bunu görünce içi daha çok parçalanır. Çocuğun yaşayıp yaşamadığından emin olmak için teknede yiyecek bir şey arar ve çikolata bulur. Bu çikolatayı çocuğun ağzına sürer, çocuk bunu süt gibi emmeye başlayınca Mustafa çok mutlu olur. Onu kurtardığı için sevinir. Çocuğa kanı kaynar. 

Mustafa çocuğunu kaybettiği için evlat hasreti çekmektedir bu yüzden bu çocuğu saklayıp evine götürme planı yapar. Jandarmalara kadın, erkek cesedini teslim eder, daha sonra evine gider. Eşi bebeği görünce şaşırır, Mustafa eşine durumu anlatır. Eşi önce mutlu olur daha sonra bu durum fark edilirse başlarının belaya gireceğini söyler. Mustafa çocuk hasretinden bu dediklerini dinlemez. Eşiyle konuştuktan sonra savcıya bu cesetlerden dolayı ifade vermeye gider, ifadeyi verip acele şekilde eve döner. 

Eşi Mesude çocuğa kendi çocuğu gibi bakar. Gel zaman git zaman çocuğu nereye kadar bu şekilde saklayabileceklerini Mesude eşine sorar. Mustafa çocuğu verme niyetinde değildir. Bu düşünceler içinde kıvranırlarken onların bu durumu ile ilgili köyde bir dedikodu yayılmaktadır. Bu durum savcılığa kadar duyulur. Çocuğun annesi hala yaşamaktadır ve çocuğunu sorup durur. Bu durum üzerine Mustafa savcılığa tekrar çağrılır. Mustafa telaşlanır. Savcılığa gittiğinde de dikkat çekici hareketler sergiler. Bebeği görmediğini söyler ve eve döner. 

Mesude artık işin çıkılmaz bir hal aldığını söyler, çocuğu annesine teslim etmeleri gerektiğini düşünür. Mustafa hayır diye diretir. Aralarında büyük bir kavga olur. Mustafa eşine sen de kadın olaydın da bana çocuk vereydin der, bunu duyan karısı çok kırılır. Çekip annesinin evine gider. Mustafa bu dediklerinden dolayı çok pişman olur. 

Mesude evlat hasretinin ne olduğunu bildiği için çocuğu hastanede annesine teslim eder. Bu durum üzerine Mustafa tutuklanıp hapse girer. Suçsuzluğu avukatın çabası ile açığa çıkar, serbest bırakılır. Mustafa ile eşi hala küslerdir. Mustafa evde yalnız yaşar. 

Bir gün Mesude annesinin evinde otururken resmi bir araçla birkaç kişi gelir. Merakla dışarı çıkar. Gelen bu kişilerin gelme sebebi bir zamanlar sahiplendikleri Samir bebekle ilgilidir. Samir bebeğin annesi çocuğuna bulunduğu göçmen şartlarından dolayı iyi bakamayacağını bundan dolayı çocuğunu Mesude'lere vermek istediğini söyler. Mesude gelenlerden bu durumu öğrenince çok mutlu olur. 

Hemen eşi Mustafa’nın yanına gider durumu anlatır. Mustafa da çok mutlu olur. Beraber çocuğu almaya giderler. Bu olaydan sonra mutlu mesut bir şekilde hayatlarını sürdürürler.

27 Kasım 2019 Çarşamba

Serenad (Zülfü Livaneli) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Serenad

Kitabın Yazarı : Zülfü Livaneli

Kitap Hakkında Bilgi :

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz dengesi.

Kitabın Özeti : 

Maya Duran, İstanbul Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler görevini yürüten sözleşmeli bir memurdur. Eşinden boşanmıştır ve oğlunun ile birlikte yaşamaktadır. Birlikte yaşadığı oğlu Kerem ile aralarında kopuk bir ilişki vardır. Aynı zamanda oğlunun babası eski eşiyle de iletişimi yoktur.

2001 yılının Şubat ayında soğuk bir İstanbul günüdür. İstanbul Üniversitesi’ne konuk olarak gelen Alman asıllı Amerikalı Profesör Maximillian Wagner’i karşılama ve onunla ilgilenme görevi Maya’ya verilir. Maya, buna benzer karşılamaları ve misafirle ilgilenme işini pek çok defa yapmıştır. Maya için Prof. Maximillian Wagner’le tanışana dek bu sıradan bir görevdir. Maya, profesörü karşılamaya havaalanına giderken bu yaşta bir adamın neden geldiğini merak eder. Maya, elinde profesörün isminin yazılı olduğu kağıt ile beklerken, beklediğinin aksine yaşını göstermeyen gayet yakışıklı bir beyefendi kendisini beklediği kişi olarak tanıtır. Prof. Maximillian Wagner 87 yaşındadır. Daha önce İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmıştır. Profesör 1939-42 yılları arasında İstanbul’da yaşamıştır. O zamanlar kaldığı Pera Palas Hotel’inde kalmak ister. Maya, Profesörü kalacağı hotele yerleştirir.

Profesörün İstanbul’da olmasından İngiliz istihbaratından Türk İstihbaratına kadar pek çok kimse memnun değildir. Öncelikle Türk istihbarat görevlileri onu izlemeye almışlardır. Takip edildiği bir gün üniversiteye geldiğinde Rektör onunla görüşmek ister. Bu talebe çok şaşıran Maya’yı bir süpriz daha bekler. Takip ettiğini düşündüğü kişiler Rektör ile birliktedir ve Maya’dan Profesör’ün her hareketini takip etmesini isterler.

Prof. Maximillian Wagner ile Şile’ye gittikleri gün Türk istihbaratçıları Maya’nın evini ziyaret edip, oğlunu kullanarak Maya’ya göz dağı vermişlerdir. Maya bu durumdan üst düzey asker olan abisi tarafından kurtarılmıştır. Daha sonrasında Maya ile iletişime geçen İngiliz istihbarat birimleri de Maya’dan Prof. Maximillian Wagner hakkında bilgi isterler. Maya ve oğlu Kerem de Prof. Maximillian Wagner ile ilgili araştırmalar yaparlar ve onun gerçekte kim olduğunu merak ederler.

Profesör ile Maya’nın ilk yakınlaşması Profesörün gitmesine az bir süre kaldığında yaptıkları Şile ziyaretinde başlar. Maya, Profesör ve Şoför Süleyman Şile’ye doğru yılın en soğuk gününde yol alırlar. Daha önce ziyaret ettiği Şile’yi yazın bile sevmeyen Maya bu gezintiye bir anlam veremez. Şile yakınlarında Profesör diğerlerinden ayrılarak deniz kenarına iner ve kemanını çalmaya başlar. Yanında üzerinde “Für Nadia (Nadia için)” yazan küçük çelenk de vardır. Çelengi denize atar ve kemanını çalmaya başlar. Ancak yaşlı adam soğuğa daha fazla dayanamaz ve soğuktan bayılır. Profesör “sutma, sutum, struma” diye sayıklar.

Prof. Maximillian Wagner, Maya ve Süleyman’ın yardımıyla yakındaki bir otele götürülür, profesör donmak üzeredir. Bu esnada araba da bozulunca Süleyman yardım çağırmaya gider. Maya, vücut sıcaklığı giderek düşen ve baygın olan Profesör’e yardım etmek için kendi vücut ısısını ona aktarmaya çalışır. Ancak Süleyman döndüğünde olanları yanlış anlar. Bu olayı üniversite yönetimine anlatan Süleyman daha sonra Maya’nın başına dert açar.

Proseför’ü hastaneye götüren Maya, arkadaşı Filiz’den yardım ister. Maya, Profesöre yapılan tetkiklerde, onun kanser olduğunu ve az ömrü kaldığını öğrenir. Profesörün 6 aylık ömrü kalmıştır. Maya, yaşlı, hüzünlü ve şimdi de kanser olduğunu öğrendiği adamın Şile’de deniz kıyısında ne işi olduğunu ve baygınken sayıkladığı ismin kime ait olduğunu çok merak eder. Maya’ya bir hayat borçlu olan Profesör, hayat hikayesini anlatmaya başlar. Anlattıkları Maya’yı derinden etkileyecektir.

Nazi Almanya’sında, Hitler döneminde bir üniversite öğretim üyesi olarak çalışan ari Alman olan Wagner, Yahudi bir genç kıza aşık olur. Bu genç kızın adı Nadia’dır. Prof. Maximillian Wagner ve Nadia evlendikten sonra Nadia “Deborah” ismini alarak Yahudi kimliğini saklamaya çalışır. Hitler’in dayattıkları, artık dayanılmaz hale gelip de Scurla Raporu ile Deborah’ın gerçek kimliğinin ortaya çıkma korkusundan dolayı Prof. Maximillian Wagner ve Deborah Paris’e gitmeye ve orada özgürce yaşamaya karar verirler. Ancak olaylar istedikleri gibi gelişmez. Prof. Maximillian Wagner’in bir anlığına Nadia’nın yanında olmadığı bir sırada Nadia’nın Yahudi geçmişi anlaşılarak, trenden indirilmiştir. Prof. Maximillian Wagner mecburen Nadia’sız Fransa’ya gelmiştir. Arkadaşları vasıtası ile Türkiye’nin türlü mesleklerden profesör kabul ettiğini öğrenir. Oradan da pek çok Yahudi arkadaşlarının bulunduğu İstanbul’a gelir.

İstanbul’a geldikten sonra Prof. Maximillian Wagner aynı zamanda hamile olan karısını Hitler’in işkencelerinden kurtarmak için pek çok yola başvurduysa da sonuç alamaz. Karısı “Struma” adlı gemiye biner. Yanında Katolik olduğunu gösteren Prof. Maximillian Wagner’in temin ettiği belgeler de vardır. Gemi arıza yapması nedeniyle İstanbul’da demir atar. Ancak gemiden kimsenin inmesine izin verilmez. Gemi iki buçuk ay İstanbul açıklarında kaldıktan sonra Ruslar tarafından havaya uçurulur. Gemideki Nadia da hayatını kaybeder. Struma olayı İngiltere, Rusya, Türkiye ve Almanya devletleri için bir kara sayfadır ve her devlet profesör olayın üzerine gider diye korkmaktadır. Bu yüzden onu takibe almışlardır.

Prof. Maximillian Wagner’in Şile sahilinde kemanla çaldığı parça Nadia için bestelediği ve evlenme teklif ederken çaldığı parçadır. Wagner bu parçayı Schubert’in Serenad’ından esinlenerek büyük aşkı Nadia’ya yazmıştır. Şile’ye gittikleri gün olan 24 Şubat ise Nadia’nın ölüm yıldönümüdür. Dinlediği bu gerçek hayat hikayesi Maya’yı derinden etkiler.

Prof. Maximillian Wagner’in Amerika’ya geri dönüşünden sonra Maya şoför Süleyman’ın anlattıklarından dolayı zor günler geçirir. İşinden istifa eder. Yaptığı yolculuk ve ziyaretlerle Prof. Maximillian Wagner’la ilgili bir çok bilgiye daha ulaşır. Ulaştıklarının en önemlisi de arşivde saklanan “SERENAD FÜR NADİA”nın orjinalidir. Maya Amerika’ya giderek elindeki notaları Prof. Maximillian Wagner’a ulaştırır. Profesörün ölmeden önce Maya’dan son bir arzusu vardır. Arzusunu belirttikten sonra da hayata gözlerini yumar. Prof. Maximillian Wagner’in vasiyeti üzeine külleri Maya tarafından Şile sahiline getirilerek, denize serpiştirilir. Bu şekilde iki sevgili Prof. Maximillian Wagner ve Nadia kavuşmuş olur.

2 Eylül 2019 Pazartesi

Mutluluk (Zülfü Livaneli) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Mutluluk

Kitabın Yazarı : Zülfü Livaneli

Kitabın Arka Kapak Bilgisi :

Barnes & Noble Büyük Yazar Ödülü / 2007

Harika bir roman!
Theo Angelopoulos

Meryem: Van Gölü kıyısındaki bir kasabada, Allah'ın kendisini sevmesinden başka bir şey beklemeyen 17 yaşında bir kız.

Prof. Dr. İrfan Kurudal: İstanbullu tanınmış bir aydın. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış. Sahip olduğu her şeyi geride bırakarak, teknesiyle amaçsız bir Ege yolculuğuna çıkıyor.

Cemal: Gabar Dağları'nda PKK peşinde koşmuş bir komando. Askerliğini bitirip eve döndüğünde ömrünün en zor göreviyle karşı karşıya kalıyor: Ailenin yüzkarası amca kızını töre gereği öldürmesi gerekiyor.

Her biri mutluluğu arayan Meryem, İrfan ve Cemal, kendilerinin, birbirlerinin ve ülkenin ruhunun derinlerine doğru çalkantılı bir yolculuğa çıkıyorlar. Peki, onları neler bekliyor?

Kitabın Özeti :

Mutluluk, Zülfü Livaneli’nin sevilen kitaplarından biridir. 2002 yılında yayınlanan ve 2007 yılında da filme uyarlanmıştır.

Mutluluk romanının baş karakterleri Meryem, İrfan Kurudal ve Cemal'dir. Doğu ve Güney Doğu Anadoludaki namus ve töre cinayetlerinin genç kızların hayatlarını ölüme nasıl sürüklediğini anlatır.

Meryem Van Gölü kıyılarında Suluca yöresinde yaşayan 17 yaşında bir genç kızdır. Annesi Meryem'i doğururken ölmüştür. Babası ise Döne adında genç bir kadınla evlidir. Amcası, teyzesi (teyzesi amcasıyla evli), babası, üvey annesi ve amca çocuklarından oluşan geniş bir ailesi vardır. Cemal ise amcasının Gabar dağlarında komando olarak görev yapan, PKK ile mücadele eden oğludur. Amcası evde sözü geçen tek kişidir ve Meryemin babası abisinden oldukça çekinmektedir. Meryem, Cemal'in annesini, aynı zamanda kendi annesinin ikizi olan teysesini hiç göremediği annesinin yerine koymuştur. Fakat Meryem teyzesi tarafından hep nefretle büyütülmüş bir yeğendir olmuştur. Çünkü teyzesi kızkardeşinin ölümünden Meryem'i sorumlu tutmaktadır. Zavallı Meryem ne yaparsa yapsın teyzesinin zincirlerini kıramamıştır.

Üvey annesi Döne ise Meryem'den nefret eder. Meryem onu "Yılan gözlü Döne" diye düşünür. Meryem'in çok sevdiği birde bibisi vardır, köyün ebesi. Hayatı boyunca Meryem'in kılına zarar gelmesinden korkan bir insandır o.

Bir gün Van Gölü’nün kıyında babası tarafından baygın bir şekilde bulunan Meryem, birisinin tecavüzüne uğramıştır. Babası sırtladığı gibi Meryem’i eve getirir ve eski püskü, ahırdan bozma bir yere kapatılır. Meryem’in, namuslarını kirlettiğini düşünürler ve köydeki insanların yüzüne bakamaz olurlar. Bir an önce Meryem’in intihar etmesini isterler, bu yüzden üvey annesi Döne de her akşam getirdiği bir kaşık yemeğin yanında Meryem’in önüne kendini asması için büyük bir halat fırlatıp gitmiştir. Şayet Meryem kendi intihar etmezse, onu öldürme görevi askerdeki amcasının oğlu Cemal’e kalacaktır.

Birkaç gün sonra askerden gelen Cemal’e durumu bildirirler. Fakat Cemal buna karşıdır. Her ne kadar kızı öldürmek istemese de törelere karşı gelemeyeceğinin de farkındadır. Köyde Meryem’in öldüğü duyulmasın diye Cemal ile Meryem’i İstanbul’a gönderirler. Köydekilere, Meryem’e İstanbul’dan bir talip çıktığını söyleyeceklerdir. Ertesi gün gecikmeden yola çıkan Meryem ve Cemal, uzun bir tren yolculuğunun ardından İstanbul’a varırlar. İlk gece Cemal’in ağabeyi Yakup’un evine sığınırlar. Bir gece orada kaldıktan sonra ertesi sabah erkenden yeni arayışlara koyulmak için evden ayrılırlar. Cemal’in, Meryem’i öldürmesi gerekiyordur. Bu yüzden onu bir köprüye çıkarır ve aşağıya atlamasını söyler. Meryem gözünü karartıp atlayacağı vakit de atlamasına dayanamaz. Askerde yüreği nasır tutan Cemal bu küçük kızı bi türlü aşağıya atamaz ve Meryem'i geri çeker.

Onu öldürmeden de köye dönemeyeceği için İstanbul'da balıkçılık yapan asker arkadaşının yanına sığınır. Arkadaşı ona elini uzatır ve Çeşme kıyılarında bir kulübe ayarlar ve geçimlerini sağlamaları için balıkçılığı öğretir.

Bir gece balıklarla ilgilenen Cemal’in yanına bir tekne yaklaşarak, teknenin içindeki adam bu gece orada konaklaması gerektiğini söyler. Bu adam Prof. İrfan Kurudal’dır. İrfan’ın başarılı bir kariyeri ve zengin bir yaşantısı vardır. İrfan Kurudal İzmirli fakir bir ailenin oğludur ve Harward Üniversitesinde bursla okumuş bir profesördür. İstanbul'da yaşamakta ve Aysel adında zengin bir kadınla evlidir. Bunlara rağmen son zamanlarda kendini çok kötü hissettiğinden eşi Aysel’i geride bırakıp günler sürecek bir tekne turuna çıkmıştır. Gösterişli, zengin hayatın içinde mutlu değildir. İrfan ertesi sabah tekne motorunun tamiri için Cemal’den yardım ister. Geri döndüklerinde balık çiftliğinin gerçek sahibinin geldiğini ve artık Cemal ile Meryem’in orada durmalarını istemediğini öğrenirler. Durumu gören İrfan bu iki gencin, teknesinde kendisine yardımcı olmalarını ister. Cemal de gidecekleri bir yer olmadığından İrfan’ın teklifini kabul etmek zorunda kalır.

İrfan bey Meryem'i çok sever ama Cemal her zamanki gibi çok soğuktur. İrfan, Cemal ile Meryem’i karı koca bilmektedir. Cemal de gerçek sorunu anlatmak zorunda kalmamak için İrfan’a evli olmadıklarını söylememektedir. İrfan, ilk önce kıyafetleri perişan olan bu gençlere temiz kıyafetler ayarlamakla işe koyulur. Sonra da Cemal’in kendisine, Meryem’in de yemeklere yardım etmesini söyler. Bu sıralarda Cemal’in amcası ve babası İstanbul’a gelmişler ve onları aramaktadırlar. İrfan, Cemal ile Meryem’in hayatını değiştirmiştir. İkisi de onunla çok iyi anlaşıyorlardır. Cemal ise aklının bir köşesinde, Meryem'i nasıl öldürebileceğini düşünmektedir ama gerçekleştiremeyeceğini de biliyordur.

Ege kıyılarında yaşayan bir büyükelçinin evini kiralarlar. Ve olaylar bu evde patlak verir. Orada gözleme yapan bir kadının oğlu olan Mehmet Ali, Meryem'den çok hoşlanır. Bir gün İrfan, Cemal ve Meryem’i kavga ederken görmüştür. Dahası, Meryem’i Cemal’e “Cemal Ağabey” der iken… Yalanlardan uzaklaşmak için çıktığı bu yolculukta, yalanlarla karşılaşan İrfan çok öfkelenir ve ters şeyler söyler. Bunun üzerine Meryem ve Cemal daha fazla orada duramaz, hemen yola koyulurlar. Fazla uzaklaşmadan hatasını anlayan İrfan peşlerinden gider ve onlardan özür diler. Zaten gidecek bir yeri olamayan Cemal ne kadar istemese de tekneye geri döner.

Bir dönem daha teknede yaşamaya devam ederler ve sonrasında ise Meryem’e tecavüz edenin kendi öz amcası ve Cemal’in de babası olduğu ortaya çıkar. Meryem'in öz amcası tarafından tecavüze uğradığını öğrenen Prof. İrfan, Cemal ile kavga ederken Cemal'e söyler. Cemal'in bunu öğrenmesi onu şok etmiştir. Çünkü tecavüz edip, kızı öldürtmek isteyen babasıdır. Cemal ne yaparsa yapsın Meryem ondan uzaklaşmak kendine yeni bir hayat kurmak için gözlemecinin oğlu Mehmet Ali'ye varır. Cemal bu küçük kıza karşı içinde büyük bir pişmanlık, suçluluk duyar ama boşuna.. Prof. İrfan'a gelince; o da macerasını yarıda bırakır ve eve geri dönmeye karar verir. Gitmeden önce Meryem'e yüklü bir miktar para bırakır. Meryem bu paranın bir kısmını Cemal'e vererek, hayatından çıkıp gitmesini ister.

Ve böylece, Meryem için de yepyeni bir hayat başlamaktadır.