11. Sınıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11. Sınıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2020 Pazar

Tarih İlminin Faydalandığı Bilimler Nelerdir?


TARİHİN FAYDALANDIĞI BİLİMLER: 

1- Coğrafya: Yeryüzü bilimi, Her tarihi olay belli bir coğrafi mekanda meydana gelir .Tarihi olayların oluşumu esnasında iklim,yeryüzü şekiller,ekonomik faaliyetler konum vb. coğrafi faktörler etkili olabilmektedir.Bu faktörlerin bilinmesi tarihi olayın tüm yönlerinin aydınlatılmasına büyük ölçüde katkı sağlamaktadır.

2- Arkeoloji: Kazı Bilimi, eski medeniyetlerin kalıntılarını araştırır. Toprak veya su altında kalmış eski insan topluluklarına ait tarihi kalıntılar ve eserleri kazı yaparak ortaya çıkaran ve inceleyen bilimdir. Arkeoloji özellikle tarih öncesi döneme ait araştırmalarda tarih biliminin en önemli yardımcısıdır. 

3- Kronoloji: Takvim bilimi, tarihsel olayların sırasını takip eder. Kronoloji, tarihi olayların zamanının belirlenmesinde ve sıralanmasında tarihe yardımcı olur. Zamanı tespit edilemeyen olayların doğru olarak değerlendirilmesi mümküm olmayacaktır. Kronoloji bilimi belli bir sistem içinde zamanın bölümlere ayrılmasını sağlayarak tarihi olayları sıralamaktadır. Dolayısıyla tarihi gelişmelerin birbiri üzerindeki etkilerinin ortaya konulmasına (olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurulmasına) yardımcı olmaktadır. 

4- Paleografya: Eski yazı bilimi. Paleografi eski yazıları okuma bilimidir. Tarih araştırmalarında bir toplumun dilini bilmek kadar kullandığı yazıyı da bilmek gerekir. Mezopotamya tarihi için çivi yazısının, Mısır tarihi için hiyerogliflerin (resim yazısı), Orta Asya Türk tarihi için Kök Türk Uygur ve Çin alfabelerinin, İslam tarihi için Arap alfabesinin, Avrupa tarihi için Latin alfabesinin bilinmesi gerekir.

5- Epigrafi: Tablet Bilimi. Epigrafi anıtlar üzerindeki kitabeleri ve yazıları inceleyen bilim dalıdır. Filoloji ve paleografi bilimleri ile iş birliği içerisinde çalışır. Anıtlar üzerindeki kitabeler ait olduğu dönem hakkında önemli bilgiler verir. Örneğin Kök Türkler zamanında oluşturulan Orhun Kitabelerinde devletin siyasi, sosyal yapısı hakkında birtakım bilgi verilmiştir. 

6- Filoloji: Dil Bilimi. Geçmişte veya günümüzde var olan dilleri inceler. Diller arasındaki bağları ve sözcük alış verişlerini araştırarak, toplumların kültürel alandaki gelişmişliklerini ve değişil kültürler arasındaki ilişkileri aydınlatır.

7- Diplomatik: Devletler arası antlaşmalar bilimi. Devletler arasında yazışmaları inceleyen bilim dalıdır. Tarihsiz belgelerin tarihlendirilmesi, sahte belgelerin gerçeklerinden ayrılması gibi konular diplomatik biliminin kapsamına girer. 

8- Antropoloji: İnsan ırkı bilimi. İnsan ırklarını fiziksel açıdan inceleyen bilim dalıdır.İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasında tarihe yardımcı olur. Antropolojinin bir dalı olan sosyal antropoloji ise toplumların kültürel gelişmeleri üzerinde durur. 

9- Etnografya: Halk ve kültür bilimi. Toplumların kültürel özelliklerini (örf, adet ve geleneklerini) inceleyen bilim dalıdır. Etnografyanın ortaya çıkardığı bulgular özellikle yazılı kaynakların yetersiz kaldığı dönemlerin aydınlatılmasında önemli yararlar sağlar.

10- Sosyoloji: Toplum Bilimi. Sosyoloji toplumdaki sosyal kanunları ortaya koyar. Tarih ise geçmişteki olayları bu kanunları göz önünde bulundurarak inceler. Tarih araştırmalarında doğru sonuçlara varabilmesi için sosyoloji kanunlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

11- Psikoloji: Ruh Bilimi. İnsan davranışları ve toplum psikolojisi tarihsel olayları açıklamada yardımcı olur.

12- Nümizmatik: Para bilimi. Nümizmatik eski paraları inceler. Bu paraların ait oldukları medeniyetlerle ilgili bilgi edinilmesinde tarih bilimine yardımcı olur. Para üzerinde yer alan bazı yazılar devlet, hükümdar, devletin mali gücü gibi konularda tarihçiye önemli ipuçları verebilir.

13- Onomastik: Yer adları bilimi. 

14- Siciliografi: Mühür bilimi

15- Heraldik: Arma bilimi. Heraldik armaları inceleyen bilim dalıdır. Armalarda tarihin aydınlatılmasında önemli rol oynadığı için heraldik, tarihin faydalandığı bilim dallarından biri olarak kabul edilmektedir.

16- Geneoloji: Şeçere, soy kütüğü bilimi

17- Ekoloji: Doğa ve çevre bilimi. Canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen ve doğanın korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir bilim dalıdır. İnsanın üretim ve tüketim faaliyetlerinin doğanın dengesini bozması bu bilimin doğmasına neden olmuştur. Doğal dengedeki bu bozulma da insan yaşamı, olayların oluşumu ve tarihin akışını önemli bir şekilde etkilemiştir.

18- Hukuk: Kanun bilimi. Bir toplumda insanların birbirleriyle ve devletle ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Bir topluma ait hukuk kurallarıyla o toplumun iktisadi, siyasi, kültürel yapısıyla ilgili bilgiler elde edilebilir. 

19- Edebiyat: Duygu ve düşünce aktarma bilimi. Duygu ve düşünceleri söz veya yazı ile etkili bir biçimde anlatma sanatıdır. Tarih boyunca meydana gelmiş olaylar edebiyata konu olmuş, bu olayların günümüze kadar aktarılmasında edebiyat önemli rol oynamıştır.

20- Felsefe: İnsan doğru düşünme bilimi. Felsefe doğru ve bilinçli düşünmeyi belirtiler arasındaki genel bağları kurmayı öğreten dünya görüşlerinin kavranmasına imkan hazırlayan bir bilim dalıdır. Tarihi düşünüş ve münasebetleri gösteren kolu ise Tarih Felsefesidir. Olayların doğru tahlili ancak o devrin felsefesini bilinmesiyle mümkün olur.

21- İktisat: Ekonomi bilimi

22- Sanat Tarihi: Sanatsal gelişmeler bilimi. Sanat tarihi kısmen arkeolojinin de metotlarını kullanarak son zamanlarda gelişme göstermiş bir bilim dalıdır. Sanat tarihi bir sanat eserinin sanatçısını ve sanatsal değerini, toplumun sanata karşı bakış açısını belirlemeye çalışır. Ayrıca toplumların kültür seviyelerinin, medeniyete katkılarının tespiti ve o toplumdaki sanatın geliştiği ortamın ayrıntılarıyla bilinmesi aşamasında tarih bilimine yardımcı olur. 

23- İstatistik : Belirli bir amaç için veri toplama, tablo ve grafiklerle özetleme, sonuçları yorumlama, özellikler arasındaki ilişkiyi araştırma ilkelerini kapsayan bir bilimdir. İstatistiksel veriler, tarihi olayların değerlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. 

24- Kimya : Karbon 14 metodu ile tarihi buluntuların madde yapısını inceleyerek ait oldukları zamanı belirler. Bu sayede uygarlık gelişimi daha iyi anlaşılır. Aynı zamanda belgelerin yada bulguların kimyasal özellikleri (kağıdın cinsi, kullanılan mürekkep, boyalar) incelenerek orijinal olup olmadığı hakkında değerlendirilmelerde bulunulur. 

27 Eylül 2020 Pazar

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Anlatım Bozuklukları

ANLAMLA İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Gereksiz Sözcük ve Ek Kullanımı : 

İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir : 

a- Eş ve Yakın Anlamlı Sözcüklerin Aynı Cümle İçinde Kullanılması : 
Örnek: 
Atatürk’ün yaptığı yenilikçi devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 
Atatürk’ün yaptığı devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 

Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı unutma. 
Yatmadan dişlerini fırçalamayı unutma. 

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranış biçimlerinde bir gariplik yoktu. 
Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranışlarında bir gariplik yoktu. 

b- Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması : 
“Et, ol” yardımcı eylemlerinin yerini ad ve ad soylu sözcüklere gelen herhangi bir yapım eki tutuyorsa, ya da bunlar cümleden çıkarıldığında, bir anlam değişimi veya daralması olmuyorsa, yardımcı eylemlerin kullanılması gereksizdir. 

Örnek: 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hasta oluyor. 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hastalanıyor. 

Bu işin en kısa sürede biteceğini umut ediyordum. 
Bu işin en kısa sürede biteceğini umuyorum. 

c- Gereksiz Ek Kullanımı : Örnek: İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katılmıştı. İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katılmıştı. Bu bestesi onun en tanınmış eseridir. Bu beste onun en tanınmış eseridir. Yanlış 

Anlamda Kullanılan Sözcükler: Kimi sözcükler aynı kökten türediği için yazılış ve okunuş olarak birbirine benzer; ancak bunların anlamları farklıdır. Bu sözcükler karıştırılıp birbirinin yerine kullanılırsa, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Ayrıca kimi durumlarda cümlenin anlamıyla, o cümlenin içinde yer alan bir sözcük anlamaca uyuşmaz, çelişir. Sözcük yanlış anlamda kullanıldığı için de anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Güzelliğinin farkında olduğunu belirten davranışlar sergiliyordu. 
Güzelliğinin farkında olduğunu gösteren davranışlar sergiliyordu. 

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar sağlamaktadır. 
Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar vermektedir. 

d- Yanlış Yerde Kullanılan Sözcükler : 
Bir cümlede her sözcüğün yerli yerinde, başka bir deyişle her sözcüğün kullanılması gereken yerde olması gerekir. Cümle içindeki bir tek sözcüğün bile yerini değiştirmek farklı anlamlar, farklı yorumlar ve yargılar oluşturur. Kimi zaman da mantıksal tutarsızlıklara yol açar. 

Örnek: 
Ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış ülkemizin belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 
Ülkemizin ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 

e- Anlamca Çelişen Sözcükler : 
Anlamca, cümlenin yargısıyla uyuşmayan, cümlede iletilen yargıyla çelişen ya da karşıtlık yaratan sözlerin bir arada kullanılması önemli bir anlatım kusurudur. Cümlenin anlamında çelişki, genellikle “kesinlik” ve “olabilirlik” anlamı taşıyan sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanır. 

Örnek: 
Kapının önünde tamı tamına üç beş nöbetçi vardı. 
Kapının önünde üç beş nöbetçi vardı. 

Eminim ki bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 
Bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 

f- Mantıksal Tutarsızlık : 
Bir cümlede, iletilmek istenen anlamın eksiksiz olabilmesi için düşünce ve mantık son derece önemlidir. İyi bir anlatımda sağlam bir düşünme ve mantık yürütme temel koşuldur. Mantıksal hataları ve tutarsızlıkları içeren cümleler, dil bilgisi kurallarına uygun olsalar bile anlamı ve yargıyı eksiksiz iletmezler. Bu tür yanlışlar genellikle dikkatsizlik sonucu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık. 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere tanıtmaya çalıştık. 

DİL BİLGİSİ KURALLARI İLE İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Yüklem Yanlışları : 

a- Yüklem Eksikliği : 
İki farklı yargının tek eylemsiye veya tek yükleme bağlanması, çoğu kez yargılardan birinin eylemsiyle ya da yüklemle uyumsuzluğuna neden olur ve bu durum anlatım bozukluğu yaratır. Bu durumda her farklı yargıyı ayrı bir yan cümleye (eylemsiye) ya da yükleme bağlamak anlatım bozukluğunu ortadan kaldırır. 

Örnek: 
Çok az veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 
Çok az çalışarak veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 

İş konusunda ben onu, o da beni etkilemek istemez. 
İş konusunda ben onu etkilemek istemem, o da beni etkilemek istemez. 

b- Yüklem Uyuşmazlığı : 
Sıralı cümlelerde yüklemlerin kip ve kişi ekleri yönünden uyumlu olmaları gerekir. Bu eklerin uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Sabahları bana uğrar, okula birlikte giderdik. 
Sabahları bana uğrardı, okula birlikte giderdik. 

Badana boya bitmiş, evi yerleştirecektik. 
Badana boya bitmişti, evi yerleştirecektik. 

Özne Yanlışları: 

Sıralı ve bağlı bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan öznenin bütün yüklemlere uyması gerekir. Özne, bu eylemlerden birine uymazsa cümlede özne yüklem uyuşmazlığı ortaya çıkar. Bu tür anlatım bozuklukları, her farklı yargıya ayrı bir özne kullanılmasıyla giderilebilir. Ayrıca özneyle yüklem arasında, kişi yönünden ve tekillik çoğulluk yönünden bir uygunluk da olmalıdır. 

Örnek: 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve ikinci baskıya girecek. 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve kitap ikinci baskıya girecek. 

Nesne Yanlışları: 

Nesne-Yüklem Uyuşmazlığı: 
Bu uyuşmazlık, bileşik cümlelerde nesnenin, ilk cümlenin yüklemine uymamasından kaynaklanır. Bu bozukluk ikinci cümleye dolaylı tümleç, edat tümleci veya nesne eklenerek giderilebilir. 

Örnek: 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman mektup yazdı. 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman bana mektup yazdı. 

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, yerine oturttu. 
Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, çocuğu yerine oturttu. 

Tümleç Yanlışları : 

a- Dolaylı Tümleç-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan dolaylı tümlecin, ilk cümlenin yüklemine uyarken ikinci cümlenin yüklemine uymadığı görülebilir. Böylece tümleç-yüklem uyuşmazlığı ile ilgili anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Kadına her fırsatta bağırıyor, sürekli aşağılıyordu. 
Kadına her fırsatta bağırıyor, kadını sürekli aşağılıyordu. 

Sana her konuda güveniyor ve yardım bekliyoruz. 
Sana her konuda güveniyor ve senden yardım bekliyoruz. 

b- Zarf Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, zarf tümleci ortak olmadığı halde, bütün yüklemler için ortak öğe kabul edilirse, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Bu anlatım bozukluğu, ikinci cümleye bir zarf tümleci ilavesiyle giderilebilir. Bu nedenle bu anlatım bozukluğunun diğer adı, zarf tümleci eksikliğidir. 

Örnek: 
Her zaman senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım. 
Her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım. 

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, ailesinin mutluluğu için çalıştı. 
Hiçbir zaman kendini düşünmedi, her zaman ailesinin mutluluğu için çalıştı. 

c- Edat Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, edat tümleci durumundaki öğe, ortak olmadığı halde ortak kabul edilirse anlatım bozukluğu meydana gelir. Bu uyuşmazlık ikinci cümleye uygun bir tümleç ya da nesne eklenerek giderilebilir. Aynı şekilde bir dolaylı tümleç, nesne ya da öznenin yüklemle uyum sağlamayış nedeni bir edat tümleci eksikliği olabilir. 

Örnek: 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce sohbet ederdi. 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce onunla sohbet ederdi. 

Arkadaşımın babası geldi, bir süre sohbet ettik. 
Arkadaşımın babası geldi, bir süre onunla sohbet ettik. 

Tamlama Yanlışları : 

a- İsim Tamlaması Yanlışları : 
Bir ad tamlamasında; Tamlayan ya da tamlanan sözcüklerden birinin eksikliği, Tamlayan veya tamlanan eklerinden birinin kullanılmaması dolayısıyla tamlayan eksikliğinin anlam belirsizliği yaratması, ad tamlamasına ilişkin belli başlı yanlışlıklardır. 

Örnek: 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de zamanıdır. 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de bunun zamanıdır. 

b- Sıfat Tamlaması Yanlışları: 
Sıfat tamlamasına ilişkin yanlışlıklar şu şekilde oluşabilir; “Bir” den büyük sayı sıfatlarıyla kurulan sıfat tamlamalarında adın çoğul eki alması yanlışlık yaratır. Bu tür sıfat tamlamalarında adın tekil kullanılması gerekir. 

Örnek: 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacılar söz alacakmış. 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacı söz alacakmış. 

Yapıları Yanlış Olan Sözcükler : 

Kimi zaman yapım eklerinin sözcüklere, kurallara uygun olarak seçilmemesinden dolayı, kimi zaman da eklerin yanlış seçilmesi nedeniyle sözcüklerin yapıları bozuk olur. Yanlış yapılandırılmış sözcükler, dil bilgisi kurallarına uymaz ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Çocuğu iyi bir doktora bakıtmak gerekiyor. 
Çocuğu iyi bir doktora baktırmak gerekiyor. 

Alıkoyulan paketleri yarın postaya verelim. 
Alıkonulan paketleri yarın postaya verelim. 

Yanlış Ek Kullanımı: 

Bir sözcüğe, gelmesi gereken ekin dışında yanlış bir ekin getirilmesi de kimi zaman anlatım bozukluğuna yol açar. 

Örnek: 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor. 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olmasından kaynaklanıyor. 

Noktalama Yanlışları: 

Noktalama işaretlerinin eksik ya da yanlış yerde kullanılması; cümleleri bir anlam belirsizliğine sürükleyebileceği gibi cümleden birden fazla anlam çıkmasına da yol açabilir. Bu nedenle noktalama işaretlerinin anlama etkileri ve kullanıldığı yerler iyi bilinmelidir. Yanlış kullanımlar ortaya çıkarsa amaçlanan anlama ulaşmak mümkün olmaz. Bu durumlar da cümlede bir anlatım bozukluğu yaratır 

Örnek: 
Kadın şoförü şöyle bir süzdü. 
Kadın, şoförü şöyle bir süzdü. 

"Kİ" NİN YAZIMI: 

"ki" eğer bağlaçsa; Genel olarak iki cümleyi bağlama görevi yapar. 

Örnek: 
Hava o kadar güzeldi ki kendimi hemen sokağa attım.
Bir de baktım ki ortalıkta kimse kalmamış. 

Kişi ve işaret zamirlerinden sonra gelen "ki" de bağlaç olup ayrı yazılır. 

Örnek: 
Ben ki, Bizler ki, Durum o ki 

Kişi zamiri kişi zamiri işaret zamiri Bazı bağlaçlarla birlikte kullanılmasına karşı, kalıplaşmış "ki" ayrı yazılır. 
Öyle ki, yeter ki, kaldı ki 

UYARI : "ki", eğer bağlaçsa daima ayrı bir sözcük olarak yazılır. Ayrıca kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine uyum gösterip "kı" olmaz. 

Kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılan "ki" ler ise şunlardır: "de" ekinden sonra gelip addan sıfat yapan "ki" : 
Evdeki hesap, kafamdaki plan, yoldaki insanlar 

İlgi zamiri olan "ki" Seninki, sınıfınki, bizimki 

Bazı bağlaçlarla kalıplaşan "ki" Oysaki mademki, hâlbuki sanki 

Zaman bildiren sözcüklerden sonra gelen "ki" Dünkü, akşamki, az önceki 

"DE, DA" BAĞLACININ YAZIMI: 

Genel olarak "dahi, bile" bağlaçlarıyla aynı anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarmayı deneriz. Cümleden çıkarıldığında, cümle yapısı bozulmazsa bağlaç olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. 

Örnek: 
Buraya kadar gelip de ona uğramamak olmaz. 
Sen de çok oldun artık! 

Bu bağlaç kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine kalınlık-incelik yönünden uyar. 
Gençliğimizle birlikte umutlarımız da uçup gitti. 
Onu gördüyse de görmezlikten geldi. 

Kendinden önce gelen sözcük, sert ünsüzle bitse bile, bu bağlaç sertleşerek "te, ta" biçiminde yazılamaz. Yazılırsa yazım yanlışı ortaya çıkar. 
Bu iş küçük te sen gözünde büyütüyorsun. (Yanlış) 
Bu iş küçük de sen gözünde büyütüyorsun. (Doğru) 

Bağlaç olan "de, da" ile, ad durum eki olan "-de, - da" karıştırılmamalıdır. "-de, -da" eğer ad ad durum ekiyse kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılır. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı da yapısı da bozulur. 

Örnek: 
Bir süre sessizce yolda yürüdük. 
Çiçeklerin kökünde bir hastalık var. 

İki "de, da" üst üste gelirse birincisinin ad durum eki, ikincisinin bağlaç olduğu dikkate alınmalıdır. 
Telefon ettim evde de yokmuş. 

"Mİ" SORU EDATININ YAZIMI: 

"mi" edatı, cümleye soru anlamı katsa da katmasa da kendinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır 

Örnek: 
O da bizimle gelecek mi? 
Gördün mü şimdi yaptığını! 
Konuşmaya başladı mı susmaz. 

"mi" soru edatı, ayrı yazılmasına karşın kendinden önce gelen sözcüğe, kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık yönünden uyum sağlar. Okudun mu? Güzel mi? 

"mi" soru edatından sonra gelen zaman ve kişi eklentileri soru edatıyla bitişik yazılır. 
Onunla sık sık görüşüyor musunuz? 
Olanları bilir miydi de?

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite İyi ve Etkili Yazabilmek ve Konuşabilmek İçin Gerekli Özellikler

İYİ VE ETKİLİ YAZABİLMEK VE KONUŞABİLMEK İÇİN GEREKLİ ÖZELLİKLER 

1- Gözlem yapmak 
2- Düşünmek 
3- Okumak 
4- Ana dili iyi kullanmak 

1- Gözlem Yapmak :

İyi ve güzel bir yazı yazabilmek ve etkili konuşabilmek için her şeyden önce iyi bir gözlemci olmak gerekir. 

Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. 

Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir. Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. 

Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır. İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır. 

Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir? Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız. 

2- Düşünmek (fikretmek = tefekkür) : 

İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşünmek" tir. 

Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. 

Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. 

Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir. Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. 

İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar. 

Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. 

3- Okumak : 

"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. 

Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır? 

Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır. 

Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın? 

Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü kelime hazineleri büyük. Çünkü onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır. Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir. 

4- Ana Dili İyi Kullanmak : 

Günümüzde, insanların çoğunun dört yüz - beş yüz kelimeyle konuşup anlaştığı bir gerçektir. 

Aydınların pek çoğu ise ortalama üç bin - beş bin kelimeye işleklik verebilmektedir. Bu durum, ana dilini iyi kullanmakla ilgili önemli bir toplumsal kusur olarak görülmektedir. Çünkü toplumun yönlendirici ve yöneticisi durumundaki aydınlar, en az on beş bin - yirmi bin kelimeye işleklik kazandırmak zorundadır. 

Bu gerçekler ışığında; etkili ve güzel yazı yazmak ve konuşmak için ana dili iyi bilmek gerekir. Bu ise, dil bilgisi kurallarının ve anlatım bozukluklarının bilinmesini zorunlu kılar. 

Gözleme değer veren, plânlı düşünen, sağlıklı okuyan ve ana dilini iyi kullanan insan; üstün bir ifade yeteneğine sahip olur. Bu dört önemli özellik, birbirleriyle yakından ilgilidir. Birinin yokluğu, diğerlerinin yokluğuna yol açar. Bu nedenle, dört özelliğe de aynı şekilde önem verilmelidir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Biyografi (Hayat Hikayesi), Gezi Yazısı (Seyahatname), Söyleşi (Sohbet)

II. Ünite Öğretici Metinler Günlük

4. Biyografi (Hayat Hikayesi) :

Çeşitli bilim dalları ile güzel sanatlar ve spor alanlarında ün yapmış bir kişinin hayatının derlenip toparlanması ve sonunda yazıya geçirilmesidir. 

Biyografilerin yazılmasındaki amaç; tanınmış, yararlı olmuş kişilerin çektikleri sıkıntıları, karşılaştıkları güçlükleri nasıl yendikleri, başarıya nasıl ulaştıklarını anlatmaktır. Bu şekilde, okuyucuların "kıssadan hisse çıkarmaları" sağlanır; sabırlı, düzenli ve plânlı çalışmanın başarıya olan katkısı verilmek istenir. 

Biyografiler; sanata, edebiyata, tarihe ışık tutarlar. Anma ve kutlama günlerinde, sanat gecelerinde bu tür yazılardan yararlanılır. Ayrıca, biyografiler; belli bir dönemin olaylarını, toplumun yapısını ve sanatını da belgeler niteliktedir. 

Biyografiye, eski edebiyatımızda "Tercüme-i Hâl" (Hâl Tercümesi) denirdi. Divan edebiyatındaki "Şuara Tezkireleri", sadece şairlerin özelliklerini veren biyografi niteliğindeki eserlerdir. Biyografiler açık, sade bir dille, tarafsız bir görüşle yazılmalıdır. 

Biyografi türleri şunlardır: 
Otobiyografi: Yazarın kendisi tarafından yazılmış biyografiye denir. Kendi hayatını yazan kişi, doğumundan otobiyografisini yazdığı döneme kadar geçirdiği safhaları anlatır. 

Otobiyografik roman: Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazmasıdır. Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen romandır. Mehmet Süreyyâ'nın "Sicil-i Osmânî"si, Çeşitli kişiler tarafından kaleme alınmış "Şuarâ tezkireleri", Şevket Süreyyâ AYDEMİR'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam"ı biyografik eserlere örnektir. 

NOT: Biyografi türüyle benzerlik gösteren eserlere Divan edebiyatında “tezkire” denir. 

Türk edebiyatında ilk biyografi örneğini (tezkire) Ali Şir Nevai 16. Yüzyılda “Mecalis’n- Nefais” adlı eseriyle vermiştir. 

5. Gezi Yazısı (Seyahatname) :

Yazarların yurt içinde ya da yurt dışında yaptıkları gezilerde, gördüklerini anlattıkları edebî eserlerin ortak adıdır. 

Bu eserlerde yazarlar; gezip gördükleri yerlerdeki insanların bütününün ya da belli bir kesiminin yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, dikkatlerini çeken ve okuyucuların da ilgi duyacaklarına inandıkları özelliklerini anlatmaya çalışırlar. 

Gezi yazılarında ilginç bir anlatım vardır. Yazılarda anlatım, yeri gelir hikâyeye dayanır; yeri gelir bir portre çizilir, tasvir yapılır. Konuşmalar da bulunabilir. Yani anlatım, yer yer değişiklikler gösterir. 

Gezi; hayale değil, yazarının gözlemine ve doğru olarak duyduklarına dayandığı için tarih, coğrafya, toplum bilim, hukuk vb. bilim dallarına kaynaklık eder. 

Gezi; gazete ve dergilerde yayımlanacak ölçüde yazılabileceği gibi, kitap hâlinde de yazılabilir. Gezi türü, edebiyatımızda yeni değildir. Divan edebiyatı zamanından beri "Seyahatname" adı altında türlü eserler bulunmaktadır. Bazı sefaretnameler ile tarihî, coğrafî konularda yazılmış pek çok eser, bütünü ile olmasa da gezi yazısı özelliği gösteren bölümler taşırlar. 

Türk edebiyatında gezi türünde kaleme alınmış en büyük eser, Evliya Çelebi'nin (1611-1685) on cilt olarak yazdığı Seyahatname'dir. Evliya Çelebi, bu eserinde gezip gördüğü memleketlerin tarihi, insanları, âdetleri, yaşayış tarzları ve her türlü özellikleri hakkında geniş ölçüde bilgi vermiştir. 

Ayrıca, Seydi Ali Reis'in Mir'âtü'l-Memâlik (Ülkelerden Manzaralar), İzzet Molla'nın Mihnet Keşan adlı eserlerini, Tanzimat'tan önceki dönemde yazılmış gezi eserleri (seyahatnameler) arasında sayabiliriz. 

Gezi yazısı yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir: 
1- Gezilen yerlerin, hiç bir yere benzemeyen özelliklerini dile getirmek. 
2- Gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini (ırk, dil, hayat tarzı, folklorik özellikleri vb.) belirtmek. 
3- Gezilen yerlerin tarihî, mimarî ve uygarlık özelliklerini belirtmek. 
4- Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmelerini belirtmek. 

NOT: 
1- Anılarda amaç yazarın yaşamındaki ilgi çekici olayları anlatmasıdır, 
2- Gezi yazılarında ise amaç gezilip görülen yerleri okuyucuya tanıtmaktır. 
3- Üslup olarak hem anı hem de gezi yazıları açık, sade, anlaşılır, içten bir anlatım vardır. 
4- Gezi yazılarında gözlem önemli bir unsurdur. Anılarda ise yazarın kendi yaşamına dair izlenimleri önemlidir. 
5- Her iki türde de dil göndergesel işlevde kullanılır. 
6- Her iki türde de öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı anlatım türleri kullanılır. 

6. Söyleşi (Sohbet) :

Söyleşi anlamındaki Arapçadan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir: 
1. Arkadaşlık, yârenlik; 
2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme. 

Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. 

1- Gazete ve dergi yazılarındandır. 
2- Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. 
3- Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. 
4- O, daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. 
5- Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır. 
6- Herkesi ilgilendiren konular işlenir 
7- Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. 
8- İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir. 
9- Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir. 

Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 
1-  Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır. 
2- Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır. 
3-  Gazete ve dergi yazılarındandır. 
4- Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür. 
5- Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. 
6- Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır. 
7- Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır. 
8- Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Günlük (Günce), Anı (Hatıra)

II. Ünite Öğretici Metinler

2. Günlük (Günce):

Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. 

Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. 

Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. 

Özellikleri şunlardır: 
1-Günlükler kısa, içten ve sevecen yazılardır. 
2-Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır. 
3-Yazar günlükleri kendisi için yazmıştır. 
4-Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır. 
5-Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür. 
6-Kısa yazılardır. 
7-Günlükler; roman, gezi yazısı, hatıra gibi metin türlerinde kullanılabilir. 

Günlük - Anı farkı: 

Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. 

Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. 

3. Anı (Hatıra): 

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. 

Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. 

Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz. Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. 

Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. 

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır. Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. 

Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır. 

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. 

Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; 
Sain-Simon (1675-1755) ve 
Rousseau (1712-1778)' dir. 

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır: 
Sain-Simon : "Hatıralar" 
Rousseau : "İtiraflar" 

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır: 
Ziya Paşa : "Defter-i A'mâl" 
Muallim Naci : "Ömer'in Çocukluğu" 
Ahmet Rasim : "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip" 
Halit Ziya UŞAKLIGİL :"Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi" 
Hüseyin Cahit YALÇIN : "Edebî Hatıralar" 
Falih Rıfkı ATAY : "Çankaya" ve "Zeytindağı" 

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır: 
1- Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak. 
2- Anıları unutulmaktan kurtarmak. 
3- Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak. 
4- Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak. 
5- Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak. 
6- Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak. 
7- Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak. 
8- İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak. 

Özellikleri: 
1- Anılar ilgi çekici, bilinir nitelikte olmalıdır. 
2- Anıların öğretici yanı vardır. 
3- Anlatıcı yazarın kendisidir. 
4- Yazar her türlü kaynaktan yararlanabilir. 
5- Objektif eserlerdir ve dönemle ilgili belge niteliği taşırlar. 

Anı – Otobiyografi farkı: 
Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır. 

Anı- Gezi Yazısı farkı: 
Anılar, üslup yönüyle gezi yazısına benzese de yazarın dış dünyadan çok kendisinden söz etmesiyle gezi yazısından ayrılır. Gezi yazılarında özne dış dünyadır. Anılarda ise özne kişinin kendisidir. Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

26 Eylül 2020 Cumartesi

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Mektup, Dilekçe

II. ÜNİTE ÖĞRETİCİ METİNLER 

1. MEKTUP 

Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür. 

Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir. Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil, büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. 

Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir. Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. 

Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır: 
1. Özel Mektuplar 
2. Edebî Mektuplar 
3. Resmî ve İş Mektupları 
4. Açık Mektuplar 

1. Özel Mektuplar :

Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir. Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara "edebî mektup" da denmektedir. 

Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır: 

a. Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
b. Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır. 
c. Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır. 
d. Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır. 
e. Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır. 
f. Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır. 

2. Edebî Mektuplar: 

Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. 

Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı. Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır: Ali Şir Nevaî (XV. yy.) Kınalızade Ali (XVI. Yy.) Veysî (XVII. yy.) Ragıp Paşa (XVIII. yy.) Namık Kemal (XIX. yy.) Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.) 

NOT: Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir. 

3. Resmî ve İş Mektupları: 

a. Resmî Mektuplar: Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler. Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. 

Bu mektuplarda tarih ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır. 

Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa "... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur. 

b. İş Mektupları: Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir. 

İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz: 

1- Sipariş mektupları 
2- Satış mektupları 
3- Şikâyet mektupları 
4- Alacak mektupları 
5- Tavsiye mektupları 
6- Başvuru mektupları vb. 

İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup bitirilir. 

Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı ile imzası yer alır. İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır. 

Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır: 
Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır. 
Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılmalıdır. 
Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır. 
Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır. 
Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kâğıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır. 
Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır. 
Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilmelidir. 
Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır. 
Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir. 

4. Açık Mektup: Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır. Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır. Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır. 

NOT: ” Halide Edip; Handan Hüseyin Rahmi; Sevda Peşinde Reşat Nuri; Bir Kadın Düşmanı Yakup Kadri; Bir Serencam” adlı eserler mektup tarzında yazılmıştır. 

DİLEKÇE 

Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği, isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur. 

Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç, sağında bir santimetre boşluk bırakılır. Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir: 

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır. 

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir. 

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir. 

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. 

Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır. 

NOT: Özel mektup, iş mektubu ve dilekçede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır; Ayrıca akıcılık, duruluk, yalınlık bakımından açık bir anlatım özelliği taşır.

11. Sınıf Dil Anlatım Ders Notları - I. Ünite Metinlerin Sınıflandırılması, Öğretici ve Sanatsal Metinler, Mektup, Günlük, Anı, Biyografi, Gezi Yazısı, Sohbet, Fıkra, Deneme, Eleştiri, Tiyatro, Masal, Roman

I. ÜNİTE

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI


Bilgi alanının genişlemesiyle birlikte bilimde sınıflandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu sınıflandırmayla konuların birbirine bağlanması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.

Edebiyatta gerçeklik: Somut olarak var olan bir durumun hiçbir müdahaleye uğramadan ifade edilmesidir.

Kurmaca: Bu ifadeye duygu ve hayallerin katılmasıdır.

NOT: Dil günlük hayatta göndergesel işlevde kullanılır.

Öğretici ve sanatsal metinler:

1- Öğretici metinlerde amaç, okuyucuya bilgi vermektir.

2- Sanatsal metinlerde amaç, yazarın okuyucuya kendi dünyasını yansıtmak
istemesidir.

3- Öğretici metinlerde üslup kaygısı ön planda değildir.

4- Sanatsal metinlerde üslup ön plandadır.

5- Öğretici metinlerde dil göndergesel işlevde kullanılır.

6- Öğretici metinlerde kelimeler gerçeklik anlamında kullanılmıştır.

7- Sanatsal metinlerde ise kelimeler daha çok yan ve mecaz anlamlarında kullanılır.

NOT: Edebi metinlerde dil şiirsel işlevde kullanılır.

Anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerin ortak yönleri:

1- Metinlerin yapısının zaman, mekân, olay örgüsü ve kişiler unsurları üzerine kurulması

2- Hem anlatmaya hem de göstermeye bağlı metinlerin birer edebi metin olması.

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

1. Sözlü anlatım:


* Konferans

* Açık oturum

* Sempozyum

* Forum

* Münazara

2. Yazılı anlatım:

A) Öğretici metinler:


* Mektup

* Günlük

* Anı

* Biyografi

* Gezi yazısı

* Sohbet

* Fıkra

* Deneme

* Eleştiri

B) Sanatsal metinler:

* Göstermeye bağlı metinler (tiyatro)

* Anlatmaya bağlı metinler (fabl, masal, roman, hikâye)

Metinler gruplandırılırken;

* Gerçeklikle ilişkilerine,

* Kullanılan dilin işlevine,

* Yazılış amacına,

* Kullanılan anlatım türüne bakılır.

Öğretici metinlerin özellikleri:

* Dilin daha çok göndergesel işlevde kullanılması

* Hikâye öğelerine yer verilmesi

* Kaynağını gerçek dünyadan alması

* Anlatımın akıcı, duru, açık ve yalın olması

* Kelimelerin gerçek anlamda kullanılması

* Ağırlıklı olarak öyküleyici ve betimleyici anlatım türünün kullanılması.

* Amacının bilgi vermek olması.

Göstermeye bağlı metinlerin özellikleri:

* Genellikle sahnede sergilenmek üzere yazılması

* Amacının okuyanlara bilgi vermek olması

* Monologlardan ve diyaloglardan oluşması

* Kahramanlarının karakterlerinin parantez içinde verilen açıklamalar ile belirtilmesi

23 Mart 2020 Pazartesi

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 8. Ünite Eleştiri

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı 8. Ünite Eleştiri Özet Ders Notları
8. Ünite Eleştiri içeriği:

* Eleştiri türünün özellikleri
* Eleştiri türleri
* Eleştiri türünün gelişimi
* Cumhuriyet öncesinde eleştiri
* Cumhuriyet Dönemi’nde eleştiri
* Türk edebiyatında önemli eleştirmenler

ELEŞTİRİ (TENKİT)

Tanımı: Bir edebi eserin ya da sanat eserinin iyi ve kötü, başarılı ve zayıf yanlarının belli bir takım bilimsel yöntemlerle incelenip ortaya koyulduğu yazıları tenkit yani eleştiri denir.

Edebiyatımızdaki ilk eleştiri yazısı Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr’da yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” adlı yazısıdır.

İlk eleştiri ESERİ ise yine Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat’ıdır.

ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN ÖZELLİKLERİ

* Düşünsel plânla yazılır.
* Her eser ya da sanatçı eleştirinin konusu olabilir.
* Eleştiride bir eser olumlu ya da olumsuz özellikleriyle birlikte ele alınır.
* Eleştiri yapılırken somut verilerden yararlanılmalıdır.
* Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı unutulmaktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir.
* Eleştirmenin görevi kılavuzluk yapmaktır.
* Eleştiriler yıkıcı değil yapıcı olmalıdır.
* Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı kalmalıdır.
* Eser ile ilgili, değerli ve değersiz diye gösterilen yargılar, eserden alınacak örneklere dayandırılmalıdır. Yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı, "beğendim, hoşuma gitti" gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır.
* Bunun yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi, kendine özgü yorumlayışı ve anlatımındaki üslubudur.
* Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır.
* Alanındaki diğer çalışmalarla karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla, kendisinden beklendiği halde katamadıklarıyla ele alınmalıdır.
* Eleştiride açıklama, tartışma, tanık gösterme ve örnekleme gibi yöntemler kullanılır.

ELEŞTİRİ TÜRLERİ :

Sanatçıya dönük eleştiri : Sanatçıyı ele alan, onun sanatını iyi ve kötü yönleriyle eleştiren eleştiri türüdür.

Okura dönük eleştiri : Eleştirmen eserin kendisi üzerindeki etkilerini değerlendirir.

Topluma dönük eleştiri : Eserin toplumsal olay ve olgulara bağlantısı, toplumsal gelişmeye katkısı değerlendirilir.

Esere dönük eleştiri : Eseri oluşturan yapısal unsurlar, konu, olay örgüsü, dil ve anlatım özellikleri, tür özellikleri vb. değerlendirilir.

Nesnel eleştiri : Yazarın eleştirdiği konu üzerinde tarafsız kalmasıdır.

Öznel eleştiri : Eleştiri yazılarında yazarın kendi düşüncelerini belirterek taraflı bir tutum sergilemesidir.


ELEŞTİRİ YAZARLARINDA OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER

* Bir sanat eserinin gerçek değerini, özünü, yapısını, değerli-değersiz yönlerini ortaya koymalı.
* Nesnel olmalı.
* Araştırmacı olmalı.
* Ciddi, ağırbaşlı olmalı
* Dili sade, anlatımı açık ve anlaşılır olmalı.
* Yıkıcı değil yapıcı olmalı.
* Kanıtlama yoluna gitmelidir.
* Geçmişin ve çağının sanat olaylarını iyi bilmeli.
* Geniş bilgi ve kültür birikimiyle donanımlı olmalı
* Dünya Edebiyatı, sanatı ve kültürüyle ilgili genel bilgilere sahip olmalı
* Eleştirdiği konuyu, eseri veya olayı bütün olarak kavramalı.

DÜNYA EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ

Eski Yunancadan Latinceye oradan da Fransızcaya geçen critique (kritik) sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan “eleştiri” Batı’da ortaya çıkıp gelişmiş bir türdür.

Dünya edebiyatında Boileau (Bualo), Hippolyte Taine (Hippolit Ten), Anatole France (Anatol Frans) ve Thomas Stearns Eliot (Tamıs Störns Elyıt) eleştiri türünde tanınmış isimlerdir.

TÜRK EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ

Türk edebiyatında eleştiri, Tanzimat edebiyatıyla başlamıştır.

Edebiyatımızdaki ilk eleştiri yazısı Namık Kemal’in Tasvir-i Efkar’da yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” adlı yazısıdır.

İlk eleştiri ESERİ ise yine Namık Kemal tarafından yazılan Tahrib-i Harabat’tır.

Servetifünun Dönemi’nde ise Batılı bir anlayışla bu türde eser verilmeye başlanmıştır.

Eleştiri kavramını karşılamak üzere, Tanzimat edebiyatında muaheze, Servetifünun ve daha sonraki dönemde tenkit terimleri kullanılmıştır, eleştiriciye de münekkit denmiştir.

Tanzimat Dönemi’nde Namık Kemal (Tahrib-i Harabat), Muallim Naci (Demdeme) gibi kimi yazarlar eleştiriyi yergiye dönüştürmüştür. Muallim Naci gibi bazı yazarlar, sadece dil bilgisi açısından eleştiri yapmıştır. Bu dönemde Batı'daki anlamda eleştiri yazısı, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılmıştır.

Serveti Fünun Dönemi’nde, Cenap Şahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden ayırmak) anlayışıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Nabizade Nazım, Hüseyin Cahit dönemin eleştirmenleridir.

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ELEŞTİRİ

Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlar. İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar.

Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin iki öznelci eleştirmendir.

Sistematik eleştirmenler Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk bağımsız yöntemi geliştirdi. Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol hümanist eleştirmenlerdir.

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ELEŞTİRİ TÜRÜNDEKİ ÖNEMLİ ESERLER

* Mehmet Kaplan - Şiir Tahlilleri, Hikaye Tahlilleri
* Orhan Şaik Gökyay - Destursuz Bağa Girenler,
* Berna Moran - Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış
* Fethi Naci - Yüz Yılın 100 Türk Romanı, Eleştiri Günlüğü
* Gürsel Aytaç - Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 7. Ünite Tiyatro, Cumhiriyet Dönemi, Dünyada Tiyatro, Tiyatro Terimleri

11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 7. ÜNİTE: TİYATRO DERS NOTLARI

Ünite İçeriği

* Cumhuriyet Dönemi’nde tiyatro (1923-1950)
* Cumhuriyet Dönemi’nde tiyatro (1950-1980)
* Dünya edebiyatında tiyatro

Tiyatro : Sahne üzerinde ve bir seyirci topluluğu önünde, sanatçılar tarafından, hareketli olarak canlandırılacak nitelikte yazılan edebi türdür.

Başka bir tanımla ifade edilecek olursa; herhangi bir olay, durum veya tasarının sahnede canlandırılması amacı ile yazılmış eserlere “dramatik metinler” denir. Bu metinlerin sahnede canlandırılması ile ortaya çıkan sanat da tiyatro olarak adlandırılır.

TÜRK TİYATROSUNUN GELİŞİMİ

Türk edebiyatında sözlü gelenek içinde ortaya çıkıp gelişen geleneksel Türk tiyatrosu (Karagöz, orta oyunu, meddah, seyirlik köy oyunları, kukla vb.) yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür.

* Modern tiyatro, Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan gelmiştir. Bu dönemde Şinasi ilk yerli oyun olan Şair Evlenmesi’ni yazmış; Ahmet Vefik Paşa, Fransız sanatçı Moliére’den uyarlamalar yapmıştır. Modern tiyatro kurulurken kimi zaman geleneksel tiyatroya ait unsurlardan da yararlanılmıştır.

* 1877-1908 arasında II. Abdülhamit’in “istibdat” adı verilen baskıcı dönemi, sanatçılar üzerinde etkili olduğu için Türk tiyatrosunda bir gelişme olmamıştır.

* Millî Edebiyat Dönemi’nde tiyatro yeniden canlanmıştır. İlk Müslüman kadın oyuncu Afife Jale bu dönemde sahneye çıkmıştır. Musahipzade Celal bu dönemin en önemli tiyatro yazarlarındandır.

* Milli Edebiyat tiyatrosunda görülen gelişme; Cumhuriyet Dönemi’nde devlet konservatuvarlarının, devlet tiyatrolarının, şehir tiyatrolarının açılması ve özel tiyatro gruplarının oluşması ile güçlenerek devam etmiştir.

* Çağdaş tiyatro anlayışı, modern tiyatro salonları, yeni eserler (çeviri, uyarlama, telif), profesyonel oyuncu, yönetmen, sahne tekniği, makyaj, kostüm vb. ile tiyatro artık kurumsallaşmıştır.

* Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda tiyatro türünün Batı edebiyatındaki tiyatro geleneği ile ilişkisi güçlüdür. Bu dönemde Batı tiyatrosu örnek alınarak trajedi, komedi ve dram türlerinde eserler yazılmış; müzikli, danslı; benzetmeci, göstermeci, epik tiyatro örnekleri verilmiştir.

TÜRK TİYATROSUNDA İLKLER

Modern tiyatro öncesinde Anadolu'da geleneksel Türk tiyatrosu egemendi. Karagöz, Meddah, orta oyunu ve köy seyirlik oyunları...

* Bizde Batılı anlamda tiyatro ilk kez Tanzimat Dönemi'nde görülmüştür. Bu dönemde Tanzimat sanatçıları Batı'dan tiyatro çevirileri yapmıştır. (Örneğin Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı çeviriler)

* Modern anlamda ilk yerli tiyatro Şinasi'nin Şair Evlenmesi'dir. Bir töre komedisi olan oyunda görücü üsulüyle evlenmenin sakıncaları işlenmiştir.

* Sahnelenen ilk yerli tiyatro Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı oyunudur.

* Türk edebiyatında ilk dram örneği Recaizade Mahmut Ekrem’in Afife Anjelik adlı eseridir.

* Modern anlamda Türk tiyatrosunun asıl kurucusu Muhsin Ertuğrul’dur.

* Cumhuriyet Dönemi’nde heceyle yazılan ilk tiyatro Yusuf Ziya Ortaç’ın Binnaz adlı oyunudur.

* Epik tiyatronun kurucusu Cumhuriyet Dönemi sanatçısı Haldun Taner’dir. (Keşanlı Ali Destanı)

* İlk Müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale’dir.

* İstanbul’da temsil vermek üzere kurulan ilk tiyatro Gedik Paşa Tiyatrosu’dur.

* Güngör Dilmen; Canlı Maymun Lokantası eseriyle absürt (saçma) tiyatronun önemli temsilcisidir.

CUMHURİYET DÖNEMİ'NDE TİYATRO (1923-1950)

Millî Edebiyat Dönemi’nde tiyatroda görülen gelişme; Cumhuriyet Dönemi’nde devlet konservatuvarlarının, devlet tiyatrolarının, şehir tiyatrolarının açılması ve özel tiyatro gruplarının oluşması ile güçlenerek devam etmiştir.

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda Batı tiyatrosu örnek alınarak trajedi, komedi ve dram türlerinde eserler yazılmış; müzikli, danslı; benzetmeci, göstermeci, epik tiyatro örnekleri verilmiştir. Çağdaş tiyatro anlayışı, modern tiyatro salonları, yeni eserler (çeviri, uyarlama, telif), profesyonel oyuncu, yönetmen, sahne tekniği, makyaj, kostüm vb. ile tiyatro artık kurumsallaşmıştır.
Bu dönemde Muhsin Ertuğrul, modern Türk tiyatrosunun oluşmasında önemli katkılar sağlamıştır.

1923-1950 yılları arasında tiyatro, daha çok, Cumhuriyet değerlerinin halka aktarılmasında bir araç olarak kullanılmıştır.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında tiyatro yazarları daha çok Türk tarihi, efsaneler ve masallara yönelmiş, bu yolla ulusal bilinci pekiştirmek istemişlerdir. Özellikle 1930'lu yıllarda Atatürk'ün belirlediği amaç doğrultusunda konusunu Türk tarih ve uygarlıklarından, destan ve efsanelerden, Cumhuriyet kazanımlarından, devrimlerinden alan birçok oyun yazılmıştır. Bu yıllarda Yaşar Nabi'nin Mete; Behçet Kemal'in Çoban ve Atilla, Necip Fazıl'ın Sabır Taşı adlı oyunları Türk'lerin erdemleri ve uygarlığını yansıtmak amacını taşırlar.

1940'lı yıllarda değer yargılarının değişmesi ve ekonomik koşulların aile üzerinde etkisi durulmuş, ayrıca bu yıllarda geleneksel Türk tiyatrosunun izleri görülmüştür.

1950'li yıllarda tiyatromuzda hem nicelik hem nitelik bakımından büyük bir gelişme görülür. Devlet ve şehir tiyatrolarının, özel tiyatroların, oyun yazarlarının ve tiyatro türündeki eserlerin sayısında da ciddi bir artış görülür. Bu dönemde yerli oyunlar Devlet Tiyatrolarında sahnelenerek seyirciyle buluşur.

Konular ve Temalar Anadolu’ya yönelimin yoğunlaştığı bu dönem tiyatrosunda Kurtuluş Savaşı yılları, Atatürk'ün fikirleri, Cumhuriyet düzeninin olumlu yönleri, mitoloji, efsaneler ve masalları, Türk tarihi, Türk milliyetçiliği, Batılılaşma, toplumsal değerlerdeki değişimler, eski ve yeni yaşam biçimlerinin çatışması vb. sıkça işlenen temalardır.

Musahipzade Celal, Milli Edebiyat Dönemi oyun yazarıdır. Teknik bakımından zayıf ama gözlem, tarihi ayrıntı ve yergi bakımlarından başarılı komediler yazmıştır. Konularını Osmanlı İmparatorluğu’ndan, kendi deyişiyle “tarihin gölgesi altında hayal-meyal seçilen halk hayatından” almıştır. Köprülüler, Türk Kızı, Fermanlı Deli Hazretleri, Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı eserlerinden bazılarıdır.

1950-1980 ARASI CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU

1950 sonrasında tiyatro teknik açıdan ilerlemiş, tiyatroda işlenen konular çeşitlenmiştir.

Bu dönemde hem çeviri oyunların hem de nitelikli yerli oyunların sayısı artmış, bir yandan da çoğu uyarlama olan müzikli oyun türlerinde eserler verilmiştir.
Sahne tekniğine uygun, yalın bir dil kullanılmıştır.

Bireysel ve toplumsal konuların işlendiği bu dönemde yurt sorunları, kadının toplum yaşamındaki yeri; köy, töre, kuşak çatışması, değer yargıları vb. temalara yönelim artmıştır.

Bu dönemde eğitim ve sorunları ön plana çıkar. Kuşaklar arası ve kentli köylü arası eğitim farkından doğan çatışmalar işlenir. Ebeveyn-çocuk, kadın-erkek, ağaç-köylü, imam-muhtar-öğretmen ilişkileri işlenir.

Sosyal değişimlerin birey ve toplum yaşamındaki etkileri siyasal, sosyal ve psikolojik yaklaşımlarla yansıtılmıştır.

1970'ten sonra 12 Mart olayı buna bağlı olarak Türk tarihini yeniden gözden geçirme, işçi sorunları, Almanya'ya gidenlerin kültür çatışmaları, Almanya'da yetişmekte olan birinci, ikinci kuşak sorunları işlenir.

1950 - 1980 ARASI ÖNEMLİ TİYATRO YAZARLARI VE ESERLERİ 

Ahmet Kutsi Tecer - Koçyiğit Köroğlu
Adalet Ağaoğlu - Çatıdaki Çatlak
Başar Sabuncu - Şerefiye
Cahit Atay - Gültepe Oyunları
Cevat Fehmi Başkut - Buzlar Çözülmeden
Güngör Dilmen - Midas’ın Kulakları
Haldun Taner - Keşanlı Ali Destanı
Necati Cumalı - Boş Beşik
Nezihe Meriç - Sular Aydınlanıyordu
Oktay Arayıcı - Dışarda Yağmur Var
Orhan Asena - Hurrem Sultan
Recep Bilginer - Sarı Naciye
Refik Erduran - Karayar Köprüsü
Selahattin Batu - Oğuzata
Tuncer Cücenoğlu - Kördövüşü
Turan Oflazoğlu - IV. Murat
Turgut Özakman - Töre
adlı eserleri bu dönemde türün tanınmış örneklerindendir.

DÜNYA EDEBİYATI’NDA TİYATRO

İlk yetkin örnekleri Eski Yunan’da görülen tiyatro, yüzyıllar içinde farklı türlere ayrılarak gelişimini sürdürmüştür.

Eski Yunan edebiyatında:
Aiskhylos - Zincire Vurulmuş Prometheus,
Sophokles - Kral Oidipus

İngiliz edebiyatında:
Shakespeare - Romeo ve Juliet,
George Bernard Shaw - Kırgınlar Evi
Samuel Beckett - Mutlu Günler

Fransız edebiyatında:
Racine’in (Rasin) - Andromaque (Andromak),
Corneille’in (Korney) - Le Cid (Lö Sid),
Moliére (Molyer) - Cimri,
Victor Hugo - Hernani

Alman edebiyatında:
Schiller - Wilhelm Tell (Vilhelm Tel),
Goethe - Faust (Faust),
Bertolt Brecht (Bertolt Bireşt) - Evet Diyen Hayır Diyen

Norveç edebiyatında:
Henrik İbsen - Bir Bebek Evi, Yaban Ördeği;

Rus edebiyatında:
Gogol - Müfettiş,
Çehov - Üç Kız Kardeş, Vanya Dayı
adlı oyunları dünya edebiyatının tanınmış tiyatro eserlerindendir…

Andromak, beş perdelik bir trajedidir. Fransız sanatçı Racine, Andromak’ı Eski Latin edebiyatında trajedileriyle tanınan Vergilius’un (Vircilyus) Aeneis (Eneis) adlı eserinden esinlenerek yazmıştır. Racine, kahramanlarının ruh hâllerini başarıyla vermiş, Andromak’ın oğlunun ölmesine veya yaşamasına sebep olacak kararı verme ikilemini gerçekçi bir şekilde yansıtmıştır.

TEMEL TİYATRO TERİMLERİ

Adapte: Yabancı bir eseri yer adları, şahıs adları, deyimleri, gelenek ve görenekleriyle yerli hayata uygulayarak çevirme; uyarlama.
Adaptasyon: Adapte etme. uyarlama.
Aksesuar: Tiyatro sahnesinde kullanılan eşya.
Aktör: Erkek tiyatro sanatçısı.
Aktris: Kadın tiyatro sanatçısı.
Akustik: Tiyatro, konser salonu ve benzeri kapalı yerlerin, sesleri bozmadan yansıtabilme özelliği.
Antik tiyatro: Eski Yunan - Latin tiyatrosu.
Darülbedayi: İstanbul Şehir Tiyatrosunun eski ismi. 1914'te kurulmuştur.
Dekor: Tiyatroda, sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamada kullanılan eşyanın toplu adı. Üç çeşit dekor vardır: realist dekor, şairane dekor, stilize dekor.
Diksiyon: Tiyatro ve benzeri edebiyat türlerinde dilin müzik karakterini başarı ile yaşatabilme yeteneği. Tiyatro okullarında ders olarak okutulmaktadır.
Diyalog: Oyundaki iki ya da daha çok kişi arasındaki karşılıklı konuşmalar
Dramatize etmek: Bir olayı, duyguyu, düşünceyi canlandırarak anlatmak; bir vakayı olduğundan daha acıklı bir şekle sokmak.
Entrik unsur, Entrika: Roman, hikâye ve tiyatro türlerinde, olayların okuyucuda ya da seyircide merak uyandıracak şekilde birbirine dolanması.
Figüran: Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşması çok az olan rollere çıkan kimse.
Epizot: Bir hikâyede asıl olaya karışan ikinci derecede önemli bir olay. (Bugünkü perde karşılığı.)
Fars (Farce): Komedinin, sanat yönü az, kaba bir türü. Çok eskiden tiyatrolarda perde arası gösterisiydi, sonra bağımsız olmuştur.
Fasıl: Bölüm. Tiyatroda perde karşılığı kullanılmıştır. Karagöz oyununda belli bir vakanın geçtiği bölüm.
Feeri: Masalların tiyatro sahnesinde dramatize edilmesinden doğma, cinlerin perilerin de rol aldığı bir tiyatro türü.
Grotesk: Gülünç, güldürücü.
Jest: Tiyatro sahnesinde, sanatçıların bütün el, kol, ayak ve benzeri beden hareketleri.
Kabare tiyatrosu: Daha çok güncel konuları iğneleyici, taşlayıcı biçimde ele alan skeçlerin oynandığı, monologların, şarkıların ve şiirlerin söylendiği küçük tiyatro.
Kanto: Tanzimat Dönemi'nde Türk sahnesinde azınlık aktrislerce başlatılan oyunlu ve neşeli şarkılar.
Koro: Eski Yunan tiyatrosunda bir grup erkek ve kadından kurulu şarkıcılar topluluğu. Oynanan eserin konusuna da katılırlar ve eserdeki olaya karşı, toplumun duygu ve düşüncelerini temsil ederlerdi. Hayvanlar, ağaçlar, bulutlar yerine sembol olarak kullanıldıkları da olmuştur.
Kostüm: Tiyatroda sanatçıların giydiği oyuna uygun kıyafet.
Kulis: Tiyatroda, sahnenin arkasında bulunan kısım; sahne arkası.
Makyaj: Tiyatro ve sinemada sanatçıların yüzlerinde boya ve başka maddelerle yapılan değişiklikler.
Mimik: Bir duygu veya düşüncenin kaş, göz, ağız, yüz hareketleriyle anlatılması.
Mizansen: Bir tiyatro eserinin sahneye konması, sahneye göre düzenlenip uygulanması.
Monolog: Tek kişinin konuşması. Tek kişilik taklitli bir komedya türü. İnsanın içinden kendisiyle konuşması.
Muhavere: Konuşma. Tiyatro, roman, hikâye, fabl, röportaj ve benzeri türlerde kahramanların konuşmaları.
Pandomim: Sessiz hareket. Sessiz hareketler, jestler, yüz ifadeleri ve kostümler yoluyla duyguları, düşünceleri, tutkuları anlatmaya yarayan tiyatro çeşidi.
Perde: Tiyatro eserinde bir perdenin açılmasından, kapanmasına kadar geçen bölüm.
Piyes: Tiyatro eseri.
Reji: Sahneye koyma ve yönetme işi.
Rejisör: Sinema ve tiyatroda, eserin sahneleninceye veya seyirci önüne çıkıncaya kadar geçirdiği her anı yöneten kimse; yönetmen.
Replik: 1. Oyuncunun sözü karşısındakine bırakırken söyleyeceği son söz. 2. Oyunda karşısındakinin sözüne karşılık, karşılama sözü.
Repertuvar: Opera, operet ve tiyatro topluluklarının bir oyun mevsiminde gösterecekleri eserlerin listesi.
Rol: Opera, operet, tiyatro ve benzeri sahne sanatlarında, oyuncuların, eser kişilerini sahnede canlandırmaları.
Revü: Tiyatroda, eserden önce gösterilen müzikli ve danslı oyun.
Sahne: Tiyatro. Tiyatro sahnesi. Tiyatro eserinde bir perdelik bölümün, dekor bakımından değişik olan küçük kısımları. Bir perdelik bölüm içinde, kişilerin girip çıkmasıyla değişen topluluk, meclis. Yapılarına göre tiyatro sahneleri şunlardır: sabit sahne, döner sahne, asansörlü sahne.
Sahne eseri: Tiyatro eseri, piyes.
Senaryo: Tiyatroda yazılı metin. Sinemada filmin konusunun yazılı şekli.
Suflör: Tiyatroda, kuliste durarak oyunculara sözlerini fısıltıyla söyleyip hatırlatan yardımcı.
Temaşa: Tiyatro.
Temsil: Bir tiyatro eserinin oynanması.
Tirat: Sahnede kişilerin birbirlerine karşı söyledikleri uzun sözler .
Trajik: Korku, sıkıntı, heyecan veren veya korkunç, kötü, sonu ölümle neticelenen.
Trajikomik: Hem acı, hem gülünç olayların anlatıldığı tiyatro. Olaylar gülünç ama olay kahramanları acınacak hâlde verilir.
Tuluat: Tiyatro türlerinden biri. Sanatçılar, oynadıkları eserin konusuna bağlıdırlar; ama oyundaki sözleri içlerinden geldiği gibi söylerler. Yazılı esere uymak mecburiyetleri yoktur. Perdeli orta oyunu da denir.
Virtüöz: Üstün bir tekniği, yorum gücü ile ustalık düzeyine erişmiş oyuncu.

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 6. Ünite Roman, Cumhuriyet Dönemi, Dünya Edebiyatı, Modernizim Akımı


11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notu 6. Ünite: Roman

Roman ünitesi şu konulardan oluşmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi’nde roman (1923-1950)
Cumhuriyet Dönemi’nde roman (1950-1980)
Modernizm akımı
Dünya edebiyatında roman
Anlatım bozuklukları, yazım ve noktalama çalışmaları
Okunan bir roman hakkında inceleme ve değerlendirme yazısı yazma
Bir romanı sinemaya uyarlanmış hâliyle karşılaştırma

Roman Nedir?

Olmuş ya da olması mümkün olayları kişi, yer, zaman bağlamında anlatan, hikâyeye göre daha uzun, anlatmaya dayalı edebi bir türdür.

Roman türünün ilk örneği İspanyol yazar Cervantes’in 17. yüzyılda yazdığı Don Kişot adlı eseridir.

Türk edebiyatında ise ilk yerli roman Şemsettin Sami'nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'tır.

TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN TÜRÜNÜN GELİŞİMİ

Türk edebiyatında roman türündeki ilk örnekler Tanzimat Dönemi’nde verilmeye başlamıştır (19.yy) Roman türü önce Batı edebiyatından çevirilerle edebiyatımıza girmiştir, daha sonra ilk yerli örnekler verilmiştir.

* İlk çeviri roman: Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği Telemak
* İlk yerli roman: Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat
* İlk edebî roman: Namık Kemal’in yazdığı İntibah
* İlk tarihî roman: Namık Kemal’in yazdığı Cezmi
* İlk köy romanı: Nabizade Nazım’ın yazdığı Karabibik
* Romantizmden realizme geçişin ilk örneği: Sami Paşazade Sezai’nin yazdığı Sergüzeşt
* İlk realist roman: Recaizade Mahmut Ekrem’in yazdığı Araba Sevdası
* İlk psikolojik roman denemesi ve ilk tezli roman: Nabizade Nazım’ın yazdığı Zehra romanıdır.
* İlk polisiye roman: Ahmet Mithat Efendi'nin - Esrâr-ı Cinayet
* İlk post-modern roman: Oğuz Atay'ın - Tutunamayanlar

Türk edebiyatında roman türündeki asıl büyük gelişmeler Servetifünun, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda olmuştur. Servetifünun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil Batılı roman tekniğine uygun olarak kaleme aldığı Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu gibi romanlarıyla ilk roman ustamız olmuştur.

1923 - 1950 YILLARI ARASINDA TÜRK ROMANI

1910 yılından itibaren millî duyguların ağır basmasıyla ve Türkçülük akımının etkisiyle millî konulara değinen, Anadolu’yu konu edinen romanlar yazılmaya başlanmıştır.

1930’lara kadar Millî Edebiyat etkisinde gelişen romanda eskiye karşı yeni değerlerin yüceltilmesi işlenmiştir. Bu dönemde Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi romancılarımız eser vermiştir.

1930’lardan sonra Türk romanında köylülerin, işçilerin, geçim sıkıntısı çekenlerin yaşamından ve sorunlarından söz edilmeye başlanmıştır. Romanlarda Anadolu coğrafyası ve insanı, köyden kente göçün neden olduğu sorunlar Sadri Ertem, Sabahattin Ali gibi toplumcu–gerçekçi anlayışa bağlı sanatçılar tarafından işlenmiştir.

İnsanın gerçekliğini psikolojik yönüyle anlatan Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar gibi romancılar da bireyin iç dünyasını esas alan yönelimle romanlar yazmışlardır.

1923 - 1950 yıllarında sanatçılar, konularını günlük hayattan almışlar, toplum sorunlarını derine inmeden gözlemci–gerçekçi eserler yazmışlardır. Duygusal ve acıklı olaylar üzerine kurulmuş, rastlantılarla gelişen, zengin–yoksul, iyi–kötü gibi kalıplaşmış tiplerin işlendiği romanlar ortaya konmuştur.

1940’lardan itibaren II. Dünya Savaşı’nın yıkımları, iki kutuplu bir dünyada kendine yer açma çabaları, sanayileşmenin getirdiği problemler, iç ve dış göç olguları romanlarda işlenmiştir. Bu dönemde yazarlar çok iyi tanıdıkları yöreleri, o yörelerin insanlarını hayat mücadeleleri ve yaşama biçimleriyle yansıtmaya özen göstermişlerdir. Bu dönemin romancılığında görülen en önemli yönelimlerden biri de köy romancılığıdır. Köy gerçeği romanlarda etkili biçimde ele alınmıştır. Kasaba ve şehirlerde yaşayan dar gelirli insanların içinde yaşadıkları toplumsal düzen de giderek romanlarda ele alınmıştır. Türk kadınının çağdaşlaşmak için verdiği mücadele başta olmak üzere, ekonomik bağımsızlığı, kadın–erkek münasebetleri, kadının aile ve toplum içindeki yeri, durumu da romanlarda ele alınmıştır.

1950-1980 YILLARINDA CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ROMANI

1950-1980 arasında roman türü farklı eğilimlerle gelişimini sürdürmüştür.
Toplumcu gerçekçi, bireyin iç dünyasını esas alan modernist millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan özelliklere sahiptir.

Toplumcu - gerçekçiler : Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt gibi toplumcu gerçekçi yazarlar; toprak kavgaları, tarımın makineleşmesi, köyden kente göç gibi toplumsal konuları romanlarında ele almışlardır.

Bireyin iç dünyasını esas alan romanlar : Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Samiha Ayverdi bireyin iç dünyasını esas alan romanlar yazmışlardır.

Modernist romanlar : Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu modernist çizgide romanlar vermişlerdir.

Millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan romanlar : Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Bahaeddin Özkişi, Münevver Ayaşlı, Emine Işınsu, Sevinç Çokum millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan romanlar yazmışlardır.

1950-1980 Cumhuriyet Dönemi'ndeki Önemli Romanlar

Kemal Tahir ➝ Devlet Ana, Yorgun Savaşçı
Orhan Kemal ➝ Cemile, Murtaza
Yaşar Kemal ➝ İnce Memed, Yılanı Öldürseler
Fakir Baykurt ➝ Tırpan, Yılanların Öcü
Peyami Safa ➝ Yalnızız
Ahmet Hamdi Tanpınar ➝ Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Tarık Buğra ➝ Küçük Ağa, İbişin Rüyası
Yusuf Atılgan ➝ Aylak Adam, Anayurt Oteli
Oğuz Atay ➝ Tutunamayanlar, Bir Bilim Adamının Romanı
Ferit Edgü ➝ Hakkâri’de Bir Mevsim
Adalet Ağaoğlu ➝ Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi
Hüseyin Nihal Atsız ➝ Ruh Adam
Mustafa Necati Sepetçioğlu ➝ Kilit, Çatı
Bahaeddin Özkişi ➝ Sokakta, Köse Kadı

Orhan Kemal - Murtaza Romanı

Orhan Kemal’in toplumcu gerçekçi anlayışla yazdığı Murtaza adlı roman, 1952 yılında önce gazetede tefrika edilir ve aynı yıl kitap olarak yayımlanır. Eser eklemeler yapılarak 1969’da yeniden yayımlanır. Büyük ilgi gören roman 1965’te Murtaza, 1984’te ise Bekçi adıyla iki kez sinemaya uyarlanır; tiyatro eseri olarak da sahnelenir.

Romandaki olaylar, II. Dünya Savaşı sonrasında, Adana’da geçmektedir. Yazar; bu eserinde bir fabrikada gece kontrolörü olan, görevini her şeyin üstünde tutan, saf bir adam çevresinde gelişen olayları toplumcu gerçekçiliğe bağlı kalarak yansıtmıştır.

ROMANDA MODERNİZM

19. yüzyılda büyük gelişme sağlayan geleneksel roman anlayışı devam ederken 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir roman anlayışı ortaya çıkar. Aydınlanmayla birlikte oluşan, hümanizm ve demokrasi temeli üzerine yükselen bir düşünce sistemi olan modernizm, birçok alanı olduğu gibi romanı da etkilemiştir.

I ve II. Dünya Savaşları’nın insanlık üzerindeki yıkıcı etkileri modernizmin doğuşunda büyük rol oynamıştır. “İnsan, yaşadığı dünyada hep acılarıyla baş başa kalmış ve yalnızlıktan kurtulamamıştır. Öyleyse insanın bu durumunu anlatmak gerekir.” görüşünden hareket eden modernist romancılar, geleneksel romancıların aksine kişilerin iç dünyalarını romanlarına katmayı ve “dün–bugün–yarın”dan oluşan zaman zincirini kırmayı hedeflerler.

Kişilerin anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi teknikleri kullanırlar. Sinemadan aldıkları geriye dönüş tekniği ile de keskin zaman zincirini kırmayı amaçlarlar. Bu teknikler sayesinde okuyucu hem karakterler hakkında daha doğru bilgiler edinir hem de bugünün durdurulduğu, geçmişin araya girdiği iç içe geçmiş zaman ve olaylardan oluşan bir hikâye okur.

Modernist romanlarda neden–sonuç ilişkisi ortadan kalkmıştır. Roman, en baştan başlamak veya belirli bir biçimle bitmek zorunda değildir. Yazar, insan dışındaki dünyayı yalın biçimde yansıtmaktan kaçınır, geleneksel anlatımın dışına çıkar, yer yer alegorik anlatımdan yararlanır, kelimelerin çağrışım gücünden yararlanarak şiirsel bir dil kullanır. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanında da başı ve sonu belli olan bir olay yoktur. Mekân, kişi, olay yerine bireyin iç dünyasına yönelme söz konusudur.

Modernist yazarlar, tek bir cümlenin bile atlanamayacağı bir yapı kurarlar. Bu yapı bilinçli kurgulanmış bir yapıdır ve okuru etkin kılar. Bu tür romanlarda en önemli tema yabancılaşmadır. Çoklu anlatıcı, çoklu bakış açısı da modernist romanların başka bir özelliğidir.

Modernist Romanlarda Anlatım

Anlatı türlerinde anlatıcı ile eser arasında önemli bir bağ bulunur. Anlatım teknikleri; yazarın duygu, düşünce, hayal, bilgi vb. dünyasını okuyucuya ilettiği en önemli araçlardan biridir. Yazar, eserinin konusuna, temasına ve amacına uygun olan anlatım tekniklerini kullanarak okuyucuya ulaşmak ister.

Klasik anlatı türleri, yapı ve içerik bakımından karmaşık değildir. Ancak modern anlatı türlerinde yeni anlatım teknikleri kullanılmış, bu da anlatımda çeşitliliğin artmasını sağlamıştır. Modernist romanlarda özellikle bilinç akışı, iç çözümleme, geriye dönüş tekniklerinden sıklıkla yararlanılır.

Modernist Romanlarda Bilinç Akışı Tekniği

Bilinç akışı tekniği, özellikle psikolojik eserlerde kullanılan bir teknik olup bireyin gizli yönlerini belirten etkili bir yöntemdir. Bu teknikte karakterin düşünceleri olduğu gibi ifade edilmeye çalışılır.

Yazarlar, kronolojik zamana bağlı kalmaksızın, insanın bilinçaltının derinliklerine inebilirler. Bilinç akışı tekniğinde karakterin kesik cümlelerle, bir bütünlük içermeyen, çoğu zaman mantıksal çizginin dışına taşan karmaşası dile getirilir. Kahramanın kafasından geçenler düzensiz bir şekilde, çağrışımlarla farklı yönlere gider. Burada, roman karakterinin anlattıklarının çoğunda geçmişle şimdiki zaman, gerçekler hayal, kendi iç hesaplaşmaları bir aradadır. Bu teknikte duygu ve düşüncelerdeki karmaşıklık dikkati çeker. Tutunamayanlar romanından alınan aşağıdaki parça bilinç akışı tekniğine örnektir.

Örnek: "Sizlere uğramadan edemedim. Şehri çok güzel ve değişmiş buldum. Yeni taşındığınız evi bulmakta güçlük çekmedim. Oğlunuz çok büyümüş. İnşallah büyüyünce sen de Turgut amcan gibi mühendis olursun. Daha beter olsun. Nermin ne yapıyor. İyidir, selam ve sevgileri var. İnşallah bir dahaki sefere onu da getiririm. Sen derslerine çalışıyor musun bakayım? Kaşlarını çattı. Amcalar bazen kaşlarını çatar, onlara güven olmaz. Süheyla’yı hatırlayacaksınız, teyzemin gelini. Nermin’le birlikte geliniz bir dahaki sefere. Geliriz dedik ya uzatmayın. Gitmiş kadar oldum."

Modernist Romanlarda İç Çözümleme Tekniği

İç çözümleme, anlatı türleri içinde kahramanların iç dünyasının, duygu, düşünce ve hayallerininyazar tarafından ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu tekniği kullanan yazar, mümkün olduğuncaobjektif olur. İç çözümleme tekniği kahramanların tanıtımına yardım ettiği gibi anlatımın gerçekliğe daha da yakın olmasını sağlar.

Örnek: “Turgut, önündeki direksiyona, belli etmek istemediği bir çekingenlikle bakıyordu. Kimse sezmeden, korkusunu fark etmeden, bu inatçı ve onu tanımayan sertlikle nasıl uyuşabilecekti? Öğrendikten sonra, bütün zorluklar geride kaldıktan sonra vücudun her parçasında, başlangıçta bu makine kadar kör ve inatçı olan direnmenin yumuşadığını, mümkün olduğunu gördüğü zaman, yazık ki geçiş süresini unutuverir insan.”

Modernist Romanlarda Geriye Dönüş Tekniği

Geriye dönüş, zamanın kurgusuyla ilgili bir tekniktir. Anlatıcı, şimdiki zamandan önceki zamanlara giderek kahramanın geçmişinde meydana gelmiş bir veya birkaç olayını anımsatır. Geriye dönüş tekniği, konunun daha iyi anlaşılmasında, kahramanların tanıtılmasında ve olayların sebeplerinin ortaya konmasında anlatıcıya yardımcı olur. Tutunamayanlar adlı romandan alınan aşağıdaki parça geriye dönüş tekniğine örnektir.

Örnek: “Üniversitede ders çalışırken de Selim, arkadaşlarına böyle takılırdı. Kim çıkarmıştı bu sözü?Kenan çıkarmıştı. Yüksek matematikten haziranda geçince, Selim’le bir olup, etüd odasında, çalışmaya çalışan Turgut’un baş ucundan ayrılmamışlardı. Kenan, Selim’in okulda tanıdığı ilk insandı. Turgut’un onları ilk farkettiği gün, sıranın üstüne bir şeyler yazıyorlardı.”

DÜNYA EDEBİYATINDA ROMAN

İspanyol yazar Cervantes’in (Servantes) Don Quijote (Don Kişot) adlı eseri, roman türünün başarılı ilk örneği kabul edilir.

Fransız Edebiyatı :

Victor Hugo ➞ Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu
Balzac ➞ Vadideki Zambak, Goriot Baba
Gustave Flaubert ➞ Madam Bovary
Stendhal ➞ Kırmızı ve Siyah,
Emile Zola ➞ Nana

Alman Edebiyatı :

Goethe ➞ Genç Werther’in Acıları
Thomas Mann ➞ Buddenbrook (Budenbrok) Ailesi

İngiliz Edebiyatı :

Charles Dickens ➞ İki Şehrin Hikâyesi, Oliver Twist
Daniel Defoe ➞ Robinson Crusoe

Rus Edebiyatı :

Dostoyevski ➞ Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler
Tolstoy ➞ Anna Karenina, Savaş ve Barış
Gogol ➞ Ölü Canlar, Palto
Puşkin ➞ Yüzbaşının Kızı
Gorki ➞ Ana, Benim Üniversitelerim
Turgenyev ➞ Babalar ve Oğullar

Amerikan Edebiyatı :

Jack London ➞ Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş
John Steinbeck ➞ Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri
Ernest Hemingway ➞ Yaşlı Adam ve Deniz, Çanlar Kimin İçin Çalıyor

Kırgız Edebiyatı :

Cengiz Aytmatov ➞ Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi

Not: Ernest Hemingway, 1952’de yazdığı Yaşlı Adam ve Deniz adlı romanında yaşlı bir balıkçının okyanusta geçen mücadele dolu birkaç gününü anlatmıştır. Bu romanda yazar kendi maceracı kişiliğini de yansıtmıştır. Eserde yenilgi, galibiyet, korku, cesaret, merhamet, talih gibi temalar çevresinde insanın mücadeleci yönü yansıtılmıştır. Bu eser, yazarın Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasında önemli bir rol oynamıştır. Eser, birkaç kez sinemaya uyarlanmıştır.