Kaşağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ağustos 2019 Perşembe

thumbnail

Kaşağı (Ömer Seyfettin) Kitap Sınavı, Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. Aşağıdakilerden hangisi metni anlatan çocuğun yaşadığı evin özelliklerinden değildir?

A) Evlerinin yanında bir ahır vardır.
B) Evlerinin civarında bir dere vardır.
C) Evlerinin bahçesinde kestane ağaçları vardır.
D) Bir apartman dairesidir.

2. Metni anlatan çocuğun kardeşinin adı nedir?

A) Hüseyin
B) Hasan
C) Dadaruh
D) Ayşe

3. Hikayeyi anlatan çocuğun babasının seyisinin adı nedir?

A) Dadaruh
B) Hasan
C) Hüseyin
D) Ayşe

4. Aşağıdakilerden hangisi çocukların seyisle beraber yaptıklarından değildir?

A) Atlarla beraber doğa gezilerine çıkmak
B) Atları suya götürmek
C) Atlara binmek
D) Atlara tımar yapmak

5. Hikayeyi anlatan çocuğun tımar yaptığı atın adı nedir?

A) Pamuk
B) Dadaruh
C) Tosun
D) Yılkı

6. Hikayeyi anlatan çocuk kimsenin evde olmadığı bir gün tımar yapmak istedi ve kaşağıyı …………….. buldu. Gösterilen boşluğa aşağıdakilerden hangisi gelmeli?

A) Evde
B) Bahçedeki yalakta
C) Atın yanında
D) Yatağın altında

7. Hikayeyi anlatan çocuğun annesi neden evde değildir?


A) Öldüğü için
B) İstanbul’a gittiği için
C) Babasından ayrıldığı için
D) Yetiştirdikleri atları satmaya gittiği için

8. Aşağıdakilerden hangisi çocuğun ararken bulduğu kaşağının özelliklerinden değildir?

A) Parlak renklidir
B) Hemen her gün kullanılan bir kaşağıdır
C) Çok eski bir kaşağıdır
D) Yeşil bir sandığın içindedir

9. Tımar yaparken at rahat durmayınca çocuk ne yapıyor?

A) Tımar yapmaktan vazgeçiyor
B) Kaşağının keskin dişlerini köreltiyor
C) Başka bir kaşağı aramaya başlıyor
D) Sinirden ata daha fazla zarar veriyor

10. Çocuk kaşağıyı nereye atıyor?

A) Yalağın içine
B) Sandığın içine
C) Yemliğin içine
D) Kovanın içine

11. Çocuğun attığı kaşağıyı kim buluyor?

A) Dadaruh
B) Babası
C) Hizmetçi
D) Hasan

12. Çocuk babası ona sorunca kaşağıya kimin zarar verdiğini söylüyor?

A) Dadaruh’un
B) Hasan’ın
C) Hizmetçinin
D) Kendisinin

13. Çocuğun kaşağıyı Hasan’ın attığını söylemesi davranışına ne denir?

A) Dürüstlük
B) Yaramazlık
C) Yalakalık
D) İftira

14. Çocukların evindeki hizmetçinin adı nedir?

A) Hasan
B) Dadaruh
C) Ayşe
D) Pervin

15. Hikayede aşağıdakilerden hangisi olmamıştır?

A) Babası Hasan’a bir tokat vurmuştur.
B) Hasan evde hapis cezası almıştır.
C) Annesi de Hasan’a çok kızmıştır.
D) Hasan, atların ve tayların durumunu ağabeyinden öğrenmektedir.

16. Hasan hangi hastalığa yakalanmıştır?

A) Suçiçeği
B) Kuşpalazı
C) Kızamık
D) Bronşit

17. Çocuk, kardeşi hastalandıktan sonra neden uyuyamıyor?

A) Vicdan azabından
B) Yatağı değiştiğinden
C) İlaç kullandığından
D) Gürültüden

18. Çocuk suçunu ilk önce kime itiraf ediyor?

A) Hizmetçiye
B) Hasan’a
C) Babasına
D) Seyise

19. Çocuğun uyayamadığı gecenin sabahında aşağıdakilerden hangisi oluyor?


A) Hasan’ın hastalığı geçiyor
B) Çocuk babasına gerçeği söylüyor
C) Hasan ölüyor
D) Çocuk vicdan azabına dayanamayıp evden kaçıyor

20. Çocuk aşağıdaki duygulardan hangisine sahiptir?

A) Kıskançlık
B) Pişmanlık
C) Karamsarlık
D) Kızgınlık


Cevap Anahtarı :

1-D      2-B      3-A      4-A      5-C
6-D      7-B      8-C      9-B      10-A
11-B    12-B    13-D    14-D    15-C
16-B    17-A    18-A    19-C     20-B

Kaşağı (Ömer Seyfettin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler için tıklayınız...

23 Ağustos 2019 Cuma

thumbnail

Ömer Seyfettin Hikayeleri - Kaşağı


Hikayenin Adı : Kaşağı

Hikayenin Yazarı : Ömer Seyfettin

AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, İstanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh'la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerimde duramaz,
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
O vakit Dadaruh, beni Tosun'un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
- Hadi yap! derdi.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..

Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi. Her sabah ahıra gelir gelmez,
- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Daha küçüksün de ondan...
- Yapacağım.
- Büyü de öyle.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduğunda....

At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh'un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
- Sanırım acıtıyor? dedim.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.

Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin'le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh'a haykırdı:
- Gel buraya!
Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,
- Bilmiyorum, dedi.
Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
- Hasan dedim.
- Hasan mı?
- Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
- Niye Dadaruh'a haber vermedin?
- Uyuyordu.
- Çağır şunu bakayım.

Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan'a dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döverim!
- Söylemem.
- Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,
- Ben kırmadım, dedi.
- Yalan söyleme, diyorum.
- Ben kırmadım.
- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi.
Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirdi.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırdı.

Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, "O yalancı" derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. "Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?" derdi.

Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbul'a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan'a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. "Kuşpalazı" dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.

Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
- Niye ağlıyorsun? diye sordum.
- Kardeşin hasta.
- İyi olacak.
- İyi olmayacak.
- Ya ne olacak?
- Kardeşin ölecek! dedi.
- Ölecek mi?

Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin'in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan'ın hayali gözümün önüne geliyor "İftiracı! İftiracı!" diye karşımda ağlıyordu.

Pervin'i uyandırdım.
- Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- Ne söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
- Hangi kaşağıyı?
- Geçen yılki. Hani babamın Hasan'a darıldığı...

Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin'e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.

- Yarın söylersin, dedi.
- Hayır, şimdi gideceğim.
- Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.
- Pekala!
- Haydi şimdi uyu!

Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh'u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.

7 Haziran 2019 Cuma

thumbnail

100 Temel Eser Lise Kitap Sınavı Yarışması Soruları 21-41 ve Cevap Anahtarı 2


TÜRK HALK ŞİİRİNDEN SEÇMELER (21.-22.SORULAR)

Seyyah olup şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kul Himmet
21. Halk Şiirinden Seçmeler adlı eserden alınmış yukarıdaki dörtlük hangi temayı işliyor? 

A) Yalnızlık
B) Umutsuzluk
C) Hayatın geçiciliği
D) Karamsarlık
E) Gezmenin önemi

Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Devâ belli değil dert belli değil
22. Ruhsati’ye ait yukarıdaki dörtlük hangi nazım türüne ait olabilir? 

A) Koçaklama
B) Semai
C) Varsağı
D) Taşlama
E) Ağıt

EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNAMESİNDEN SEÇMELER(23.-24.SORULAR)
 
23. Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nereden geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyorum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Derviş “Soğuktan insana zulüm olan ...............’dur.” demiş. “Orada yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir damdan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali olmaz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinden alınmış yukarıdaki metinde adı geçen şehir hangisidir? 

A) Ankara
B) Kayseri
C) Muş
D) Erzincan
E) Erzurum

24. Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra MuradHan, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir.
Tarihimizde kanat takarak uçan bu kişi kimdir? (Seyahatname’den) 

A) Hezarfen Ahmed Çelebi
B) Farabi
C) Dede efendi
D) Akşemsettin
E) Nasuhi

25. Aşağıdaki boşluklara getirilmemesi gereken sözcük hangisidir? 
17. yüzyılda yaşamış, medrese eğitimi görmüş, çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. Devlet görevleri sırasında gezip gördüklerini kaleme almıştır. Bu gezintiler, zaman zaman kesintiye uğrasa da kırk yılı aşmıştır. Gezdiği yerlerden
derlediği bilgileri ve gözlemlerini on ciltlik Seyahatnamesinde toplamıştır. Bu eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eser, .......... , ............, ............ ve ................. açısından oldukça önemlidir.

A) Tarih
B) Coğrafya
C) Tıp
D) Folklor
E) Toplumbilim

KEREM İLE ASLI (26.28.SORULAR)

26. Aşağıdakilerden hangisi Kerem İle Aslı hikâyesinin özelliklerinden değildir?

A) Olağanüstü olaylara yer verilir
B) Bir aşk hikâyesidir
C) Birbirini seven iki gencin aşkını anlatır
D) Mutlu sonla biter
E) Hikâye sonunda kavuşamazlar

27. Kerem ile Aslı nerede yaşamaktadır? 

A) İsfahan
B) Semerkant
C) Hicaz
D) Konya
E) İstanbul

28. Aşağıdaki bilgilerden hangisi Kerem ile Aslı hikâyesi ile ilgili değildir? 

A) Yazarı belli değildir
B) Nazım nesir karışıktır
C) Fuzuli’ nin önemli bir eseridir
D) Sonunda ikiside ölür
E) Bir halk hikayesidir

SERGÜZEŞT (29.-31.SORULAR)

29. Sergüzeşt romanının sonunda roman kahramanı Dilber neler yaşamıştır? 

A) Sevdiğine kavuşup evlenmiştir
B) Özgürlüğüne kavuşur
C) Memleketine geri döner
D) Yaşadığı esaretten acı çekerek ölür
E) Nil nehrine atlayıp intihar eder

30. Sergüzeştin kahramanı Dilber İstanbul’a nereden ve nasıl gelmiştir?
 
A) Viyana’ dan trenle
B) Batum’ dan deniz yoluyla
C) Roma’ dan kara yoluyla
D) Sofya’ dan trenle
E) Yunanistan’ dan kara yoluyla

31. Aşağıdakilerden hangisi Sergüzeşt’ in kahramanlarından değildir?

A) Bihruz Bey
B) Hacı Ömer
C) Celal Bey
D) Dilber
E) Cevher Ağa

ŞEHİR MEKTUPLARI (32-34.SORULAR)

32. Şehir Mektupları adlı eserin türü nedir? 

A) Makale
B) Fıkra
C) Anı
D) Tiyatro
E) Biyografi

33. Şehir Mektupları adlı eserin yazarı aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Ahmet Mithat Efendi
B) Namık Kemal
C) Ahmet Rasim
D) Orhan Kemal
E) Halit Ziya Uşaklıgil

ÇAĞLAYANLAR (34–35.SORULAR)

34. Ahmet Hikmet Müftüoğlu‘nun 1922′de yayınlanan Çağlayanlar adlı kitabı kaç parçadan oluşmuştur? 

A) 15
B) 16
C) 17
D) 18
E) 19

35. Aşağıdakilerden hangisi Çağlayanlar hikâyelerindeki kahramanların isimlerinden değildir?

A) Sümbül Kokusu
B) İnci
C) Recai
D) Yakarış
E) Bekir ile Tekir

ÖMER SEYFETTİN HİKAYELERİNDEN SEÇMELER (36–38.SORULAR)

36. Aşağıdakilerden hangisi Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” adlı hikâyesinde geçen kişilerden değildir?

A) Hasan
B) Dadaruh
C) Ruhi
D) Pervin
E) Hasan’ın abisi

37. Kaşağı adlı hikâyede kahramanın başından geçen hastalık hangisidir? 

A) Kuşpalazı
B) Suçiçeği
C) Kızamık
D) Verem
E) Difteri

38. Ömer Seyfettin’in “Bomba” adlı eserinin kişilerinden olan Grazia’nın eşinin ismi nedir?

A) Ahmet
B) Erol
C) Hulusi
D) Kenan
E) Ömer

BİZE GÖRE (39-41.SORULAR)

39. “Bize Göre” adlı eser aşağıdaki yazarlardan hangisine aittir? 

A) Ömer SEYFETTİN
B) Yahya Kemal BEYATLI
C) Mehmet Akif ERSOY
D) Muallim NACİ
E) Ahmet HAŞİM

40. “Bize Göre” adlı eserin türü aşağıdakilerden hangisidir? 

A) Makale
B) Fıkra
C) Anı
D) Röportaj
E) Deneme

41. Aşağıdakilerden hangisi “Bize Göre” adlı eserde geçen başlıklardan değildir?

A) Mecmualar
B) Münekkit
C) Kargalar
D) Yeni İstanbul
E) Gençlik

Cevap Anahtarı :

21-A   22-D    23-E    24-A    25-C
26-D   27-A    28-C    29-E    30-B
31-A   32-C    33-C    34-D    35-C
36-C   37-A    38-D    39-E    40-B
41-E   

29 Mart 2019 Cuma

thumbnail

Kaşağı (Ömer Seyfettin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


KİTABIN ADI : KAŞAĞI

KİTABIN YAZARI : ÖMER SEYFETTİN

KİTABIN KONUSU:

Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ: 

Annesi, İstanbul'a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh'la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur.

O vakit Dadaruh, onu Tosun'un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir,

- Hadi yap! Der.

Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı.

Her sabah ahıra gelir gelmez,

- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp, Tosun'un yanına koşar, karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz.

- Sanırım acıtıyor? Diye düşünür.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh'a yanına çağırınca çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar. Dadaruh,

- Bilmiyorum, der.

Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der.

Babası Hasan’ı çağırır.

-Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar.

Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak,

- Ben kırmadım, der.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirir.

- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırır.

Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz. Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez.

Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul'a gider. Hasan'a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı. Doktor "Kuşpalazı" der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz. Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk ağlamaya başlar. Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan'ın hayali gözünün önüne gelir "İftiracı! İftiracı!" diye karşısında ağlar. Pervin'i uyandırır. Hasan'ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler. Yarın söylersin, der. Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırır. Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.

KİTABIN ANA FİKRİ: 

Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARI DEĞERLENDİRİLMESİ:

Büyük çocuk: Hasan’ın abisidir. Babasından çok korkar. Atları çok sever.

Hasan :
Küçük kardeştir. O da babasından çok korkar ve atları çok sever. Geçirdiği hastalık ölümüne sebep olur.

Dadaruh:
Evin seyisidir. Bütün zamanını atlarla geçirmekten çok zevk alır.İki çocuğu da çok sever.

Pervin: Evin hizmetçisidir. Çok yumuşak kalplidir ve herşeyi açıkça söyler. Bir o kadar da sulu gözdür.

Baba: Çocuklarının üzerinde büyük bir otorite sahibidir. Çocukları onu çok sever ama ondan çok korkarlar.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 

Ömer Seyfettin, yazı ve öyküleriyle dilde sadeleşme hareketinin öncülüğünü yaparak yeni bir edebiyat akımının oluşumunu sağlayıp, Türk öykücülüğünde kısa öykü türünün dil, anlatım tekniği ile tematik yönden ilk özgün örneklerini vermiştir. Aynı zamanda ulusal edebiyat akımını başlatan yazarlardan olan Ömer Seyfettin 28 Şubat 1884'te Gönen'de doğdu. Öğrenimine, dört yaşında iken, Gönen Mahalle Mektebi'nde başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gelince (1892), ilköğrenimini özel bir okul olan Aksaray'daki Mekteb-i Osmani'da sürdürdü. Babasının isteği üzerine, Eyüp baytar Rüştiyesi'nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazıldı (1893). Buradaki eğitiminden sonra (1896), Edirne Askeri İdadisi'ni (1900) ve İstanbul Mekteb-i Harbiye'yi bitirdi. 22 Ağustos 1903'te piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının çıkardıkları "Genç Kalemler" dergisinin kadrosuna katıldı. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrıldı (14 Eylül 1914). Kısa bir süre "Türk Sözü" dergisinin başyazarlığını yaptı. lan Calibe Hanım'la evlendi (1915). Eylül 1918'de eşinden ayrıldı. 6 mart 1920'de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi'nde şeker hastalığından öldü. Kadıköy Kuşdili'ndeki Mahmut Baba Türbesi mezarlığına gömüldü. 1939'da, kemikleri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki Asri Mezarlık'a taşındı.

About