Hamal ile Genç Kızların Öyküsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2019 Çarşamba

thumbnail

Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 2 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Hamal ile Genç Kızların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Onuncu Gece Gelince

Dünyazat, ona "Ey kardeşim, öyküyü tamamlasana!"demiş. Şehrazat da, "Dostlukla ve sunmayı görev sayarak" diye yanıt vermiş ve sözünü sürdürmüş

Ey bahtı güzel şahım, işittim ki hamal, genç kızlara bu vaatte 'bulunduktan sonra, pazardan dönen kız, ayağa kalkıp önlerindeki sofrayı yeniden düzenlemiş ve hepsi zevkle yiyip içmişler. Bundan sonra mumları tutuşturmuşlar ve kokulu buhurlar, ödler yakmışlar, sonra da hepsi birden içmeye, çarşıdan alınan tatlıları yemeye başlamışlar. Özellikle de, aynı zamanda gözlerini kapayarak, başını sallayarak, iyi düzenlenmiş şiirler okuyan hamal... Birdenbire kapıya vurulduğu duyulmuş, fakat zevke dalmışlıkları içinde bu, onları tedirgin etmemiş. Bununla birlikte kapıya bakan genç kız, kalkıp kapıya yönelmiş, sonra geri dönerek onlara, "Bu gece keyfimiz tam olacak, çünkü kapıda sakalları kesilmiş sol gözleri sakat üç Âcam var ve gerçekten şaşırtıcı bir rastlantı bu. Bunların çabucak Diyar-ı Rum'dan gelme yabancılar olduklarını anladım. Her birinin suratı değişik, ama hepsinin yüzleri gülünç olduğu kadar, çok iç açıcı. Onları içeri alırsak, sayelerinde epeyce eğleniriz" demiş. Sonra da arkadaşlarına öylesine kandırıcı sözler söylemiş ki, sonunda, ona "Öyleyse, git söyle onlara, gelsinler! Ama şartımızı da: 'Sizi ilgilendirmeyen şeyden hiç söz etmeyeceksiniz, yoksa hoşlanmayacağınız şeyler işitirsiniz' diyerek onlara açıkla!" demişler. Genç kız da neşe içinde kapıya koşarak üç körü birlikte getirmiş. Gerçekten bunların sakalları traşlı, bıyıkları eğri ve dikmiş; böylece kalender denen dilencilerin de bağlandıkları tarikat elinden oldukları anlatılıyormuş. Bunlar içeri girer girmez, hazır bulunanlara selamet dilemişler, sonra da birbiri ardından geri çekilmişler. Bunları görünce genç kızlar, ayağa kalkıp onlan sofraya davet etmişler. Sofraya oturan üç kalen der, açıkça sarhoş olduğu belli olan hamala bakmışlar ve iyice inceledikten sonra, onun da kendi tarikatlarına bağlı biri olduğunu sanmışlar ve "A! Galiba bu da bizim gibi bir kalender. Öyleyse, ona dostça davranmamız uygundur" demişler. Ama hamal, onların düşüncelerini anlayarak birdenbire ayağa kalkmış, "Tamam, tamam dostlarım! Sakin olun, sizin hakkınızda kötü düşünen yok. Oturun, yiyin için! Ama gidip ilkin kapının üzerinde yazılı kitabeyi okuyun!" demiş. Bu sözleri duyan genç kızlar gülmekten katılmışlar ve birbirlerine,

"Bu kalenderlerle ve bu hamalla epeyce eğleneceğiz" demişler. Sonra da kalenderlere yiyecek vermişler; doğrusu onlar da çok iyi yemişler. Sonra kapıya bakan kız kalenderlere içecek sunmuş. Onlar da genç kızın elinden aldıkları içkiyi elden ele dolaştırarak içmişler. Bardak birkaç kez elden ele dolaşıp içindeki bitince, kız onlara,

"Tamam, tamam kardeşlerim! Şimdi söyleyin bakalım, torbalarınızda bizi eğlendirecek birkaç güzel öykü ya da başınızdan geçen şaşırtıcı serüvenler var mı?" diye sormuş. Bu soruş biçiminden hoşlanan kalenderler, kendilerine müzik aletleri getirilmesini istemişler; bunun üzerine kız onlara zillerle donatılmış bir Musul tefi, bir Irak udu ve İran neyi getirmiş. Üç kalender ayağa kalkmış; biri zilli tefi, diğeri udu, öteki de neyi almış; üçü birden çalmaya başlamışlar. Genç kızlar da şarkı söyleyerek onlara eşlik etmişler. Hamala gelince, zevkten bayılıp, "Ya Allah! Ya Allah!" demiş. Çalgı çalan ve şarkı söyleyenlerin görkemli sesleri onu çok etkilemiş. Tam o sırada, kapının yeniden çalındığı duyulmuş. Kapıya bakan kız ayağa kalkarak kapıda kimin bulunduğunu anlamaya gitmiş. Kapının çalınma nedeni şuymuş: O gece Halife Harun Reşit, ülkenin içinde olup bitenleri kendi gözleriyle görüp kendi kulaklarıyla işitmek üzere kente inmişmiş. Yanında veziri Cafer-ül-Barmaki ve celladı Mesrur kendisine eşlik ediyorlarmış. Zaten tacir kılığına girerek böylesine dolaşmak onun âdeti imiş.

O gece kentin sokaklarında dolaşırken, yolunun üzerine bu ev çıkmış. Çalgı ve şenlik sesleri duymuş. Halife, Cafer'e "Bu seslerin kimlere ait olduğunu anlamak için şu eve girmek istiyorum" demiş. Cafer ise, "Bunlar bir sarhoşlar topluluğu olmalı. Başımıza kötü bir şey gelmesin!" diyerek içeri girmekten kesinlikle sakınmalarının doğru olacağı yanıtını vermiş. Ancak Halife, "Mutlaka içeri girmeliyiz. Onların hangi durumda olduklarını görmek için içeri girmenin bir yolunu bulmalısın!" demiş. Cafer, bu emri alınca, "Emriniz başım üstüne!" demiş ve ilerleyip kapıyı çalmış ve hemen o dakikada kapıya bakan kız, gelip kapıyı açmış. Genç kız kapıyı açınca, Cafer ona "Ey hanımım, biz Taberiyeli tacirleriz. Mallarımızla Bağdat'a geleli on gün oldu ve tacirler hanında kalıyoruz. Bu gece handa buluştuğumuz tacirlerden biri bizi evine çağırmış, yemeğe davet etmişti. Bir saat kadar yiyip içtikten sonra yemek bitince, bizi istediğimizi yapalım diye serbest bıraktı. Evden çıktık ama gece bastırdı, biz de buraların yabancısı olduğumuzdan kaldığımız hanın yolunu yitirdik. Bu yüzden, asaletinize sığınarak size başvuruyoruz. İzin verirseniz içeri girip geceyi burada geçireceğiz. Allah bu iyiliğinizi unutmayacaktır!" demiş. Bunu duyan kız onların yüzlerine bakmış, namuslu tacirler olduğunu ve saygın bir halleri bulunduğunu görmüş. Dönüp iki kardeşinin görüşlerini almış, öteki kızlar ona "Al onları da içeri!'' demişler.

Bunun üzerine bunlara kapıyı açmak üzere dönen kıza, "izninizle,girebilir miyiz?" diye sormuşlar. Kız da "Buyurun!" diyerek yol göstermiş. Halife, Cafer ve Mesrur içeri girince öteki iki kızın ayağa kalkarak kendilerine hizmet etmeye davrandıklarını görmüşler. Kızlar onlara, "Hoş geldiniz! Burada dostça ve ferah gönülle karşılanacaksınız! Lütfen rahatınıza bakın sayın davetliler! Ancak sizi bir şartla kabul edeceğiz: Sizi ilgilendirmeyen konularda asla konıış mayın! Yoksa, hoşunuza gitmeyen şeyler işitirsiniz!" Onlar da yanıt vermişler; "Tabii, doğrusu da bu!" diyerek... Sonra oturmuşlar, içmeye çağrılmışlar, bardak elden ele dolaşmış. Sonra Halife üç kalendere bakmış, hepsinin de sol gözlerinin kör olduğunu görmüş, buna çok şaşırmış. Sonra da genç kızlara bakarak tüm güzelliklerini ve zarafetlerini fark etmiş, bu da onu çok şaşırtmış ve hayrete düşürmüş.

Genç kızlar, konuklarla söyleşiyi sürdürmüşler ve onları kendileriyle içki içmeye davet etmişler. Ssonra Halife'ye nefis bir şarap sunmuşlar, o da, "Ben tövbe etmiş bir hacıyım" diyerek ret etmiş, bunun üzerine kapıya bakan kız, ayağa kalkıp onun önüne ince kakmalı küçük bir masa, onun üzerine de çini bir kâse koymuş. Kâsenin içine de bir parça karla soğutulmuş kaynak suyu koymuş ve hepsini gülsuyu ve şekerle karıştırmış, sonra da bunu Halife'ye sunmuş. Bunu kabul eden Halife kıza pek çok teşekkür etmiş ve kendi kendine, "Yarın onu bu davranışından ve tüm yaptıklarından ötürü ödüllendirmeliyim!" diye düşünmüş. Genç kızlar, misafirlerine karşı görevlerini yerine getirmeyi sürdürmüşler ve içki sunmadan da geri durmamışlar. Ancak, şarap etkisini göstermeye başlayınca, evsahibi olan kız ayağa kalkarak onlara başka emirleri olup olmadığını sormuş, sonra da çarşıdan dönen kardeşinin elini tutarak, ona, "Ey hemşire ayağa kalk da görevlerimizi yapalım." Demişler

Bunun üzerine kapıya bakan kız ayağa kalkarak kalenderlere salonun ortasından ayrılarak kapılara karşı sıralanmalarını söylemiş, sonra da salonda daha önce bulunan her şeyi kaldırmış ve yıkamış. Diğer genç kıza gelince hamalı çağırmışlar ve ona, "Vallahi, senin dostluğun pek işe yaramıyor, haydi bakalım! Sen burada yabancı değilsin, ev halkından sayılırsın!" demişler. Bunu duyan hamal ayağa kalkmış, giysilerinin eteklerini kaldırmış, ucunu sıkıştırmış ve "Emriniz başım üstüne!" demiş. Onlar da, ona "Yerinde bekle!" demişler, Birkaç saniye sonra, çarşıdan gelen kız ona, "Beni izle ve gel yardım et!" demiş. Hamal onu salonun dışına çıkarken izlemiş, orada siyah tüylü iki köpek görmüş, köpekler boyunlarından zincire bağlı imişler. Hamal onları almış salonun ortasına getirmiş. O vakit ev sahibi yaklaşmış, yenlerini kaldırmış, bir kamçı alıp hamala, "Köpeklerden birini buraya getir!" demiş. O da zincirinden çekerek köpeklerden birini sürüklemiş, kıza yaklaştırmış. Köpek ağlamaya başlamış ve başını genç kıza doğru kaldırmış. Ama genç kız, buna hiç aldırmadan, elindeki kamçıyla köpeğin başına vurmaya başlamış, köpek ağlayıp haykırıyormuş ve genç kız kolları yorulasıya kadar onu kamçılamayı sürdürmüş. Sonra kamçıyı elinden fırlatmış, köpeği kollarına alarak göğsüne bastırmış, gözyaşlarını silmiş ve iki ellerinin arasına aldığı başını öpmüş. Sonra da hamala, "Al bunu götür, ötekini getir!" demiş. Hamal da ikinci köpeği getirmiş ve genç kız, ona ilkine yaptıklarını yapmış,

Bunu gören Halife, yüreğinin acımayla dolduğunu ve göğsünün kederden sıkıştığını duymuş ve Cafer'e bu konuda genç kıza sorması anlamında göz kırpmış. Ama Cafer de işaretle, ona susmasının daha doğru olacağı yanıtını vermiş. Bundan sonra konağın sahibi, kızkardeşlerine dönüp onlara, "Haydi! Her zaman yaptıklarımızı yapalım!" demiş. Onlar da "Baş üstüne!" demişler. Bunun üzerine konağın sahibi, altın ve gümüş kakmalı mermer yatağına çıkmış ve kapıya bakan kız ile çarşıdan dönen kıza "Şimdi bildiklerinizi bize gösterin!" demiş. Bunun üzerine kapıya bakan kız ayağa kalkmış, ablasının yanında yer almak üzere yatağa, çarşıdan dönen kız da dışarı çıkmış. Kendi dairesine gidip yeşil ipekten saçakları olan saten bir torba getirmiş, iki genç kızın karşısında durup torbayı açmış, içinden bir ut çıkarmış, kapıya bakan kıza uzatmış, oda akort yaparak mızrap vurmuş ve aşk ve keder üzerine şu dizeleri okumaya başlamış:

Lütfen! Kaçıp giden-uykuyu kirpiklerime geri getir! Sonra da söyle aklım fikrim nereye gitti? Evimde aşkın mekân tutmasına razı olalı beri uyku bana kızdı, beni terk etti. Soruyorlar bana, "Sen ki, güvenli ve doğru yolda yürüdüğünü bilirdik. Ne yaptın sen, dostum! Söyle bize, seni kim şaşırttı? Onlara diyorum ki, sizi ben değil, o sevgili aydınlatacak! Bense size tek bir yanıt vereceğim: kanımın, tüm kanımın ona ait olduğunu söyleyerek,.. Size daima: ben kanımı dökmeyi yeğlerim, onun uğruna, tüm ağırlığıyla içimde kalmasın diyerek yanıt vereceğim. Bir kadın seçmişim, onda tüm düşüncelerimi, onun imgesini bile yansıtan tüm düşüncelerimi üreteyim diye... Ve de, bu imgeyi kovsaydım, içimi ateşe sallardım, o yutucu ateşe... Onu görünce siz beni mazur tutarsınız! Çünkü Tanrı'nın ta kendisi bu mücevheri hayat iksiriyle kuyumlamıştır ve de bu hayat iksirinden kalanlarla narı yoğurdu, inciler döktü. Bana diyorlar ki, "Ey budala! Sen sevgili oyuncağında, gerçekten, sızlanmalar, gözyaşları ve nadir zevklerden başka şeyler bulduğunu mu sanıyorsun? Bilmez misin ki, berrak suda izlerken kendi gölgenden başka bir şey göremezsin, Öylesine bir kaynaktan içmektesin ki, tek başına tat alabilmiş olmanın öncesinde ondan nice doyumlar sağlanmıştır." Onlara, sanmayın ki, diyorum, içerken beni sarhoşluk sarmıştır. Sade bakarken sarhoş olmuşumdur ben. Ve bu sadece gözlerimden uykucu kovmuştur. Ve beni böyle tüketen asla geçmişin olayları değildir. Ama onun hayatımdan geçip gitmesidir. Ayrılmış olduğum güzel şeyler asla beni bu hale düşürmedi; sadece onun benden ayrılmasıdır beni berbat eden. Ve şimdi, başımı başkalarına çevireyim, öyle mi? Bunu nasıl yapabilirim? Ben ki tüm ruhumla onun hoş kokulu bedenine bağlıyım... Bedeninin amber ve misk kokusun a. „

Kız şarkısını bitirince, kızkardeşi ona, "Tanrı tesellini versin, kardeşim!" demiş. Ancak genç kız, öylesine bir üzüntü nöbetine tutulmuş ki, giysilerini yırtmış ve bayılarak yere serilmiş. Ancak düşerken, giysisi açıldığından, Halife, vücudunun kamçı ve değnek darbelerinden izler taşıdığını görmüş ve şaşkınlığın son kertesine dek şaşırmış. Pazarcı kız yaklaşmış ve bayılan kızkardeşinin yüzüne biraz su serpmiş, kız kendine gelmiş. Sonra da yeni bir giysi getirmiş, kız buna bürünmüş. Bunları gören Halife, veziri Cafer'e "Pek heyecanlanmışa benzemiyorsun. Bu kadının bedenindeki darbe izlerini görmedin mi?

Ben artık dilimi tutup oturamayacağım. Bütün olup bitenleri ve iki köpeğin sırrını öğrenmedikçe rahat huzur ne bilmeyeceğim!" demiş. Cafer, ona "Şevketlim" demiş; "Ortaya konan şartı hatırla: seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşma, yoksa hiç hoşlanmayacağın şeyler işitirsin!" Bu arada pazarcı kız ayağa kalkmış ve udu ele almış, onu yuvarlak memesine yaslamış, parmaklarının ucuyla tıngırdatmış ve şarkı söylemeye başlamış:

Biri gelip de bize aşktan yana sızlanırsa, ona ne yanıt verelim? Biz kendimiz aşk yüzünden uçurumu boylamışsak, ne yapabiliriz ki? Yanıt versin diye aracı görevlen dirsek do, bu aracı, gerçekte, tutkulu bir yüreğin tüm sızlanmalarını anlatmasını asla bilmeyecektir. Sevgilinin kaçışına sabredip sessizce katlansak da; ıstırap bizi,hemen, ölümün iki parmağınatakacaktır. Ey ıstırap! Bizim için artık.sadece pişmanlıklar, matem ve yanaklara sel gibi boşatan gözyaşları kalıyor. Ve sen, görünmeyen sevgili! Gözlerimin ufkundan uzaklaştın ve seni yüreğime bağlayan tüm bağlarıkopardın! Söyle! Hiç değilse, geçmişteki aşkımızdan bir iz kaldı mı sende? Zamanın geçmesine karşın silinmeyecek küçük bir iz? Yoksa, gözden ırakulunca, tüm gücünü eriten nedeni unuttun mu? Beni ruh cılızlığına,bu düşkünlüğe iten sen değil misin? Benim payıma düşen böyle sürgünlükse, bir gün Tanrı'ya, Efendimize, tüm çektikleriminhesabını sormaz mıyım?

Bu kederli şarkıyı duyan ev sahibesi kız, tıpkı kardeşi gibi, giysilerini yırtmış, ağlamış ve baygın yere düşmüş ve pazarcı kız ayağa kalkmış, yüzüne biraz su serpip ayırttıktan ve onu kendine getirdikten sonra, ikinci bir giysiyle donatmış. Bunun üzerine ev sahibesi, biraz kendine gelmiş, sedire oturmuş ve pazarcı kıza, "Senden rica edeceğim, bir parça daha şarkı söyle de borçlarımızı ödeyelim! Sadece bir kez daha!" demiş. Bunun üzerine pazarcı kız udu yeniden akort etmiş ve şu dizeleri söylemiş:

Ne zamana kadar sürecek bu uzaklaşma ve bu acı terk ediş? Bilmiyormusun sen, artık gözümde dökülecek yaş kalmadı? Beni yüzüstübıraktın! Böylesine uzun boylu kaçışta, sen hiç değilse, eskidostluğumuzu anımsar mısın hâlâ? Şayet nankör talih, aşka düşenerkekten yana olsaydı, zavallı kadınlar, sadakatsiz sevgililerine, sitemyağdıracak tek gün bile bulamazdı. Ama ben ne yazık ki! Bir parça dertlerimden, elinden çektiklerimden kurtulmak için, ey yüreklerinkatili, kimseye şikâyet edemem! Eyvah, eyvah ki! İnancını ya daödediği borcun yazılı kanıtını yitirmiş olan şikâyetçinin sonu hüsrandeğil midir? Ve de derde düşmüş yüreğimin acısı senin arzununçılgınlığını artırmaktan başka işe yarıyor mu? Seni arzuluyorum! Bana vaat ediyorsun! Ama neredesin sen? Aşkıyla beni derin boşluklara attı! Dilerim ki benim yerime bir başkası, en yücedoyumlara ulaşır, kendi uğruna! Buraya kadar, onun aşkıyla tükenen benim! Ama yarın beni kınayan kişiye ıstırap çekme sırası gelecektir.

Bunun üzerine yeniden kapıyla ilgilenen kız bayıldı, kamçı ve değnek izleri taşıyan bedeni yarı çıplak göründü düşerken... Bunu gören üç kalender, birbirlerine "Bütün geceyi toprağa yatıp uyuyarak geçirseydik de bu eve girmeseydik daha iyi olmaz mıydı? Çünkü gördüklerimiz bel kemiğimizin iliğini eritecek kadar üzücü!" demişler. Bunu duyan Halife onlara doğru eğilmiş ve "Neden?" diye sormuş. "Çünkü gördüklerimizle zihnimiz öylesine derinden alt-üst oldu ki" demişler. O zaman Halife onlara, "Öyleyse, siz bu ev halkından değil misiniz?" diye sormuş. "Tabii değiliz!" diye yanıt vermişler; "Biz evi şu sizin yanınızda oturan kimseye ait sanıyorduk" demişler. Bunu duyan hamal haykırmış: "Ha! Allah için söylemeli! Ben bu eve ilk kez bu gece girdim. Bu evde olacağıma, çöplükte yataydım benim için daha iyi olurdu!

Sonra başbaşa verip, "Biz burada yedi erkeğiz, onlarsa üç kadın, bir tek bile fazlası yok. Onlara bu durumlarının nedenini soralım. Bize kendi rızalarıyla yanıt vermek istemezlerse, zorlarız onlan!" demişler;

"Bunun doğru ve namuslu bir fikir olduğuna inanıyor musunuz? Onların konuğu olduğumuzu unutmayın ve de dürüstlükle susacağımıza dair ileri sürdükleri şartları kabul etmedik mi? Sonra bakın, zaten gece bitmek üzere, sonra her birimiz bahtın bizlere neler hazırladığım bilmeden Tanrı'nın yollarına düşeceğiz" diye karşı çıkan Vezir Cafer'in dışında hepsi düşündüklerine uyum sağlayacak biçimde hareket etmeyi kararlaştırmışlar. Bunun üzerine Cafer, Halife'ye göz kırparak onu bir kenara çekmiş ve ona, "Burada duracak ancak bir saatimiz kaldı. Size söz veriyorum ki, yarın bunların hepsim ben huzurunuza getireceğim, Ö zaman öykülerini öğreniriz" demiş. Ama Halife bu öneriyi reddetmiş ve "Yarına kadar beklemeye sabrım yok!" demiş. Sonra şu şöyle, bu böyle diyerek konuşmalarını sürdürüp sonunda birbirlerine "Peki, aramızda kim onlara öykülerini anlattaracak?" diye sormuşlar. Ve birileri bunun hamal olabileceği fikrini ileri sürmüş. Onların bu durumlarından bir şeyler sezinleyen genç kızlar, onlara "Ey iyi yürekli kişiler! Neden söz ediyorsunuz, acaba?" diye sormuşlar.

Bunun üzerine hamal ayağa kalkmış, ev sahibinin önünde yer almış ve ona, "Ey saygıdeğer hanım! Sizden, burada bulunan misafirler adına, bize bu iki köpeğin öyküsü, onları niye cezalandırdığınız, sonra da oturup ağladığınız ve onları kucakladığınız hakkında Allah rızası için bilgi vermenizi rica ve istirham ediyorum. Ve de bize kızkardeşinin bedenindeki kamçı ve değnek izlerinin nedenini de söylerseniz anlamış oluruz. Bizim dileğimiz budur, vesselam!" demiş. Bunun üzerine evsahibi yöresinde toplananların hepsi birden, "Sizin adınıza hamalın söyledikleri doğru mu?" diye sormuş. Cafer hariç hepsi de, "Evet, doğrudur!" demişler. Cafer'in ağzından tek sözcük çıkmamış. Onların yanıtını alınca, genç kız, "Vallahi! Ey misafirler! işte siz böylece, bizim görüşümüze göre, suçların en kötüsünü, en canicesini işlediniz! Oysa daha önce, size bir şart ileri sürerek, 'İçinizden biri kendini ilgilendirmeyen bir hususta konuşursa, hiç de hoşa gitmeyecek şeyler işitebilir' demiştik. Size evimize girip ikram ettiklerimizi yemiş olmanız yetmedi mi? Ama bu sizin hatanız değil, sizi nezdimize getiren hemşiremizin hatasıdır!" demiş.

Bu sözlerden sonra, yenlerini kıvırmış, ayağını üç kez toprağa vurmuş ve "Hey! Çabuk koşun!" diye haykırmış. Birden bire önüne perde çekilmiş dolaplardan biri açılmış, içinden ellerinde keskin palaları olan yedi iri kıyım zenci çıkmış. Kız onlara, "Dilleri pek uzun olan bu kişilerin ellerini bağlayın! Ve de birbirine ekleyin!" diye emir vermiş. Zenciler verilen emri yerine getirmişler ve, "Ey hanımım, ey erkek bakışından uzaktaki gizli çiçek, başlarını uçurmamız için izin veriyor musunuz?" diye sormuşlar. Kız, "Bir saat kadar bekleyin! Çünkü başlarının kesilmesinden önce, kim olduklarını öğrenmek istiyorum" yanıtını vermiş. Bunu duyan hamal, "Allah aşkına! Efendim, beni başkalarının işlediği suç uğruna öldürtmeyin! Bunlar hata edip gerçek bir cürüm işlediler, ama ben değil! Oysa, bu uğursuz kalenderleri içeri almasaydık ne kadar mutlu ve hoş bir gece geçiriyorduk. Çünkü bu kötü görünüşlü kalenderler, daha içeri girer girmez, en göz kamaştırıcı bir kenti bile harabeye çevirirler!" demiş ve şu dizeyi okumuş: Kudretli tarafından affedilmek ne kadar iyidir! Hele, savunmasız birine sağlanmışsa! Ve sen, aramızdaki sarsılmaz dostluğa güvenerek sana yalvarıyorum: Suçlu yüzünden suçsuzu öldürme sakın! Hamal sözünü bitirince, genç kız gülmeye başlamış...

Bu anda, Şehrazat sabahın yaklaştığını görmüş ve yavaşça susmuş. ...devamı Birinci Kalenderin Öyküsü

22 Ekim 2019 Salı

thumbnail

Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 1 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Hamal ile Genç Kızların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Dokuzuncu Gece
Şehrazâd, yeniden anlatmaya başlamış:

İşittim ki, ey bahtı güzel şahım, genç büyücü kadın, gölden eline bir parça su almış ve üzerine gizemli sözler söylemiş. Balıklar kıpırdamaya başlamış ve başlarını kaldırıp o anda yeniden âdemoğullarına dönüşmüşler ve kentte oturanların büyüsü çözülmüş. Ve kent, güzel çarşıları ve her biri işinin başına dönmüş esnafıyla hür bir şehir olmuş ve de eskiden olduğu gibi dağlar, adalara dönüşmüş. Bunun üzerine genç kadın, hemen, zenci zannettiği Sultan'ın yanına dönmüş ve ona "Ey sevgilim, bana, cömert elini uzat da öpeyim." demiş. Sultan ona alçak sesle, "Yanıma yaklaş!" demiş. Kadın yaklaşmış. Sultan, birdenbire kılıcını çekip kadının göğsüne öyle bir saplamış ki, kılıcın ucu sırtından çıkmış. Sonra yeniden kılıçla vurmuş ve kadını ikiye bölmüş. Bundan sonra, oradan çıkıp onu ayakta bekleyen büyülenmiş genç adamı bulmuş. Kurtulması nedeniyle iltifatlarda bulunmuş, genç adam da onun elini öpmüş, coşkuyla şükranlarını sunmuş. Bunu izleyerek hükümdar, ona "Kentte mi kalmak yoksa benimle ülkeme mi gelmek istersin?" diye sormuş. Genç adam da, ona "Ey zamana hükmeden hükümdarım! Buradan, senin ülkene ne kadar mesafe var, biliyor musun?" diye sormuş; Sultan da "2,5 gün" diyerek yanıtlamış. Bunu duyan genç adam, "Ey hükümdarım, eğer uyuyorsan, uyan! Buradan ülkene dönmek için, Allah'ın izniyle, tam bir 1 yıl gerek sana! Eğer sen buraya 2,5 günde, gelmişsen, kentin büyülenmesindendir. Sonra, ben de, ey şahım, seni, göz açıp kapayasıya kadar bir zaman için bile terk etmeyeceğim!" demiş.

Hükümdar bu sözleri duyunca sevinmiş ve "Tanrı'ya şükürler olsun ki, seni yoluma çıkardı! Sen bundan sonra benim evladımsın! Madem ki Tanrı bana bugüne kadar bir evlat vermedi!" demiş. Bunun üzerine birbirinin boynuna sarılmışlar; sonsuz bir neşeye kapılmışlar,

Bunu izleyerek daha önce büyülenmiş olan şehzadenin sarayına doğru yürümeye başlamışlar. Şehzade, ülkesinin ileri gelenlerine Mekke'ye giderek kutsal hac görevini yerine getireceğini söylemiş, Bunun üzerine gerekli tüm hazırlıklar yapılmış. Sonra şehzadeyle hükümdar yola koyulmuşlar. Hükümdarın yüreği ülkesine olan özlemle tutuşuyormuş, çünkü bir yıldır oradan uzaktaymış. Yanlarında sunulacak armağanlar taşıyan 80 köle varmış. Böylece tam 1 yıl, hükümdarın ülkesine yaklaşıncaya kadar, gece gündüz, yolculuk etmekten geri kalmamışlar. Bunu duyan, vezir bir daha görmekten umut kesmiş bulunduğu hükümdarı karşılamak için askerlerle yola çıkmış. Askerler hükümdarlarını görünce yere kapanmış ve 2 ellerinin arasından yeri öpmüşler. Ona "beyan-ı hoşâmedi." etmişler. Sultan, sarayına girmiş, tahtına oturmuş, sonra veziri yanına çağırtmış ve olup biten her şeyi ona anlatmış. Vezir, genç adamın öyküsünü öğrenince, onu kurtuluşa ve selamete erişi dolayısıyla kutlamış.

Hükümdar, meclis kurup herkese armağanlar dağıttıktan sonra vezirine, "Çabuk bana, buraya evvelce balıkları getiren balıkçıyı bulup getirin!" demiş. Vezir adam gönderip büyülenmiş bir kentte oturanların kurtuluşunu sağlayan balıkçıyı aratmış. Hükümdar, onu yanına çağırmış ve hilatlar giydirmiş, yaşamı üstüne sorular sormuş, çocukları olup olmadığını öğrenmek istemiş. Balıkçı da ona, bir oğlu 2 kızı olduğunu söylemiş. Sultan, 2 kızdan biriyle hemen kendi evlenmiş, genç adam da ikincisini eş edinmiş. Sultan, kızların babasını artık yanından hiç ayırmamış ve onu baş hazinedar yapmış. Sonra veziri, genç adamı Kara Adalar arasındaki kentine yollamış, onu bu adaların hükümdarı yapmış, daha önce kendisine yoldaşlık eden 50 köleyi de maiyetine vermiş ve o ülkenin emirlerine dağıtılmak üzere pek çok hilatlar göndermiş. Bunun üzerine vezir, hükümdarın ellerini öperek yola koyulmuş. Hükümdarla genç adam, birlikte yaşamlarını sürdürmüşler.

Balıkçıya gelince, baş hazinedar olarak, 2 kızı da hükümdar eşi olan zamanın en zengin adamlarından biri olmuş ve ölünceye kadar öyle kalmışlar.

"Fakat," diye sözünü sürdürmüş Şehrazâd, "bu öykünün Hamalın öyküsünden daha çok hayranlık uyandırdığına sakın inanmayın! "

HAMAL İLE GENÇ KIZLARIN ÖYKÜSÜ

Bir zamanlar Bağdat'ta bekâr bir hamal yaşarmış.

Günlerden birgün, çarşıda küfesine kaygısızca yaslanmış otururken, Musul kumaşından, nakışla duble edilmiş ve altın payetler serpiştirilmiş ferah çarşafına bürünmüş bir hanım önünde durmuş. Yüzündeki peçeyi hafifçe kaldırmış ve peçe altından, uzun kirpikli siyah gözleri ve harika göz kapaklan görünmüş. Nitelikleri mükemmel olan vücudu ince, ayakları ufacıkmış. Sonra sesinin tüm tatlılığıyla, ona "Ey hamal, küfeni al ve beni izle!" demiş ve hamal, âdeta büyülenmiş gibi küfesini toparlayıp genç kadının peşine düşmüş. Bir süre yürüdükten sonra, bir evin kapısında durmuşlar. Kadın, kapıyı çalmış ve hemen Nasrani kapıyı açıp ona 1 dinar karşılığı bir ölçü zeytin vermiş; kadın da hamala, "Al bunu, küfene koy, beni izle!" demiş. Hamal da, "Aman yarabbi! Ne mübârek gün bu böyle!" diye haykırmış; küfesini yüklenip genç kadını izlemiş. Kadın sonra bir manavın önünde durmuş ve Suriye elmaları, Osmanlı ayvaları, Umman şeftalileri, Halep yaseminleri, Şam nilüferleri, Nil hıyarları, Mısır'ın misket limonları, Sultani ağaç kavunları, Mersin yemişleri ve nergisler satın almış. Bütün bunları hamalın küfesine yerleştirmiş ve ona, "Taşı bunları!" demiş. Hamal da taşımış ve bir kasap dükkânına gelinceye kadar kadını izlemiş. Kadın dükkâncıya, "Bana 10 artal et kes!" demiş. Kasap, 10 artal et kesmiş. Kadın bunları muz yapraklarına sarmış ve küfeye koymuş ve ona, "Taşı bakalım, hamal!" demiş. O taşımış ve kadın bir badem satıcısının önüne gelinceye kadar onu izlemiş. Kadın buradan her türden badem almış ve hamala, yeniden, "Taşı bunları ve beni izle!" demiş. Hamal, küfesini yüklemiş ve kadını bir tatlıcı dükkânının önüne gelinceye kadar izlemiş; kadın oradan bir tepsi satın almış ve dükkândaki her türlü tatlıyı buna yerleştirmiş. Açma şekerli kaymaklı tatlı, miskle kokulandırılmış, fıstıklı, nefis kadife gibi bir başka hamur işi, sabun adı verilen bisküviler, küçük pastalar, limonlu turtalar, lezzetli şekerlemeler, muşabak adı verilen bir başka tatlı, kadı lokması, sufle halindeki küçük tatlılar; ve yine Zeynep'in Tarağı denen, tereyağı, bal ve sütle yapılmış bir başka tatlı satın almış. Sonra tüm bu tatlı çeşitlerini bir tepsiye dizmiş ve tepsiyi de küfeye yerleştirmiş. Bunu gören hamal, "Bana daha Önce haber verseydin, bütün bu yiyecekleri taşısın diye eşekle gelirdim." demiş. Kadın, bu sözlere gülmüş; sonra da bir kokucunun dükkânına girmiş; oradan on tür koku almış: gülsuyu, portakal çiçeği suyu ve diğerlerini... ve de bir ölçü mest edici amber; aynı zamanda miskle karışmış gül kokusu serpen bir gülabdan; erkek kokusu saçan tohumlar, sarısabır ödü, misk; en sonunda da İskenderiye kökenli mumlar satın almış; ve tüm bunları küfeye koyarak hamala "Küfeyi yüklen ve beni izle!" demiş. Hamal, küfeyi sırtına vurup genç kadını arka bahçesinde geniş bir avlunun bulunduğu şahane bir konağa ulaşıncaya kadar izlemiş. Bu avlu kare şeklinde, yüksekte ve yöreyi tepeden gören bir mevkide imiş. Avluya açılan kapı 2 kanatlı olup abanozdan yapılmış; üstünde kırmızı altından kakmalar varmış.

Genç bir kız, kapının önünde durup kibar bir tavırla kapıyı çalmış. Kapı 2 kanadıyla açılmış. Hamal, bu sırada kapıyı açan kişiye bakmış; bu, endamı güzel ve zarif; yuvarlak ve belirgin göğüsleri, gençliği, güzelliği ve görünüşü ve davranışındaki mükemmellikle örnek oluşturacak bir genç kızmış. Alnı, yeni doğan ayın ilk ışıkları kadar beyaz; gözleri bir gazelinkine benzer; kaşları Ramazan ayının hilali gibi, yanakları lale, ağzı Süleyman'ın mührü, yüzü yükselen bir dolunay, 2 göğsü bir çift nar gibiymiş; yumuşak karnı, giysilerinin altında, göbek deliğini, mahfazası içinde değerli bir harf gibi saklıyormuş.

Onu gören hamal, aklını yitirmiş ve küfesini başından aşağı düşürecek gibi olmuş; "Yarabbi! Ömründe bundan daha mübârek birgün görmedim." demiş.

Bu genç kız, kapının ardından, alışverişi yapan kız kardeşi ve hamala, "Giriniz! Gelişiniz hayırlı olsun!" demiş.

Bunun üzerine içeri girmişler ve orta avluya açılan geniş bir salona ulaşmışlar. Salon altın ve ipekle işlenmiş örtülerle ve altın kakmalı mobilyalarla, vazolar ve oymalı iskemleler, itinayla kapatılmış perdeler ve gardıroplarla süslenmiş imiş. Salonun ortasında, göz kamaştıran inciler ve değerli taşlar kakılmış mermer bir yatak varmış; bu yatağın üstüne kırmızı satenden bir örtü örtülmüş imiş; yatağın üstünde de, gözleri Babil melikelerininki kadar güzel, boyu elif gibi uzun ve ince, yüzü doğan günü utandıracak kadar parlak, harika bir genç kız oturuyor imiş. Sanki gökte parlayan yıldızlardan biri gibi, şairin belirlediğine benzer, Arabistan'ın gerçek soylu kadınlarından biriymiş bu:

"Ey güzel kız, boyunu gören, eğilip bükülen daim zarafetiyle kıyaslarsa da: Tüm gerçeği söylemiş olmaz; marifetini göstereyim derken hata işler. Çünkü boyunun da, vücudunun da benzeri yoktur. Çünkü, dal, ağaçta ve çıplakken güzeldir. Oysa sen! Her halinle güzelsin! Seni saran giysiler bile fazladan bir zevk katarlar."

Onları gören genç kız, yataktan kalkmış, 2 kız kardeşinin yanında yerini almak üzere salonun ortasına gelmek için birkaç adım atmış ve onlara, "Niye böyle kıpırdamadan duruyorsunuz? Hamalın sırtındaki yükü indirsenize!" demiş. Bunun üzerine alışveriş yapan kız, hamalın önüne, kapıyı açan kız da arkasına gelmiş; 3. kız, kardeşlerinin de yardımıyla hamalı yükünden kurtarmışlar. Sonra küfenin içinde ne varsa taşımışlar, her eşyayı yerli yerine koymuşlar; hamala 2 dinar verip ona: "Ey hamal, hadi sen de yoluna git!" demişler. Fakat hamal, genç kızlara bakıp güzelliklerine ve kusursuzluklarına hayran olmuş; böylesine eşsiz varlıkları hiç görmediğini düşünmüş. Bir de, bu evde hiçbir erkek bulunmadığına dikkat etmiş, Sonra da, ortalıktaki içecekleri, meyveleri, kokulu çiçekleri ve diğer güzel şeyleri görüp şaşkınlığın sınırlarına dayanan bir şaşkınlık duymuş ve içinden ayrılıp gitme arzusu gelmemiş.

O zaman genç kızların büyüğü ona, "Neden böyle kıpırdamadan duruyorsun? Yoksa ücretini az mı buldun?" diye sormuş. Sonra çarşıya giden kız kardeşine dönerek, "Ona bir dinar daha ver" demiş. Ama, hamal, "Yok vallahi, benim her zamanki ücretim sadece 2 dinardır! Ücretimi az gördüğüm falan yok. Fakat gönlüm ve tüm benliğim sizin için kaygılanıyor. Kendi kendime, yapayalnız yaşadığınıza ve burada erkek olarak size arkadaşlık edecek biri olmadığına göre, yaşantınızın ne anlamı var? diyorum. Bilmez misiniz ki, bir minare, caminin 4 minaresinden biri olmadıkça, bir işe yaramaz. Oysa, siz hanımlarım sadece 3 kişisiniz ve 4.ye ihtiyacınız var. Ve yine bilirsiniz ki, kadınların mutluluğu, ancak erkeklerle birlikte olduklarında tam olur. Şairin dediği gibi, 'Bir uyumlu ses, en az 4 saz birden: Bir ut, bir ney, bir kanun ve bir cenk çalmadıkça sağlanamaz!' Hele bu erkek aklı başında, gönül adamı ve fikri ince, bir de sır saklamasını bilirse!" demiş.

Genç kızlar ona, "Ama, ey hamal, sen bizim bakire olduğumuzu bilmiyor musun? Sonra kendimizi ağzı gevşek birine bağlamaktan da korkarız. Hani şair ne demiş: 'Sırrınızı başkasına açmaktan sakınınız! Çünkü açıklanan bir sır artık sır olmaktan çıkar'" demişler,

Bu sözleri duyan hamal, haykırmış: "Ey hanımlarım, sizin yaşamınız üstüne yemin ederim ki, ben kitaplar okumuş, salnameleri incelemiş, aklı başında, güvenilir ve sadık bir adamım. Sadece hoş olan şeylerden söz ederim ve hiç sözünü etmeden, kederli şeyleri özenle gizlerim. Her durumda şairin dediği gibi davranırım:"

"Sadece efendi adam sır saklamayı bilir. Sadece, insanoğlunun mükemmeli bir vaadi tutar. Sır benim içimde, iyice kilitlenmiş, anahtarı yitmiş ve kapısı mühürlenmiş bir evde hapsedilmiş gibidir."

Hamalın okuduğu bu dizeleri dinleyen ve kendilerine okunan dörtlükleri ve ölçekli ve uyaklı sözleri duyan kızlar çok yumuşamışlar. Fakat, sadece nazlanmak için, ona "Biliyorsun ki, ey hamal, bu konak için pek çok para harcadık. Üzerinde bizim zararımızı karşılayacak para var mı? Çünkü, seni ancak para harcaman koşuluyla meclisimize kabul ederiz. Senin niyetin bize misafir olup içki arkadaşlığı yapmak ve özellikle bütün gece şafak sökünceye kadar bizi uyanık tutmak değil mi?" diye sormuşlar. Sonra evin sahibesi olan genç kızların en büyüğü eklemiş: "Karşılığı parayla ödenmeyen bir aşk, terazinin dengelenmesinde, gerekli karşı-ağırlığı sağlayamaz," Hamal da, buna yanıt vermiş: "Hiçbir şeyin yoksa, hiçbir şey olmaksızın çeker gidersin." Fakat tam bu sırada, pazardan dönen kız araya girmiş, "Kardeşlerim, şakayı bir yana bırakalım! Allah için! Bu çocuk günümüzü tatsızlaştırmadı. Başkası olsaydı, doğrusu bize bu kadar sabır göstermezdi. Ben onun yerine gerekli parayı öderim." demiş.

Buna hamal çok sevinmiş ve pazardan birlikte geldikleri kıza, "Vallahi! Günün ilk kazancını ben sana borçluyum" demiş. Kızların üçü de, "Öyleyse ey yiğit hamal, burada kal, başımız üzerine, gözümüz üzerine gelmiş olursun!" demişler. Bunun üzerine pazardan hamalla birlikte gelmiş olan kız, ayağa kalkıp üstünü başım düzeltmiş; sonra sürahileri sıralayıp şarap doldurmuş ve salonun oltasında bulunan bir havuzun kenarına sofra kurmuş ve gerekli her şeyi buraya taşımış. Sonra hepsi birden oturmuşlar; şarap o ortaya konmuş; hamal, kendini bu güzel kızların arasında, rüyadaymış gibi görmüş.

Çarşıya giden kız, sürahiden büyücek bir bardağa şarap doldurmuş. Aynı bardaktan hepsi içmiş; sonra ikinci, sonra da 3. kez içmişler. Sonra kız, bardağı yeniden doldurmuş, bunu da kardeşlerine ve hamala sunmuş. Hamal, şu dizeleri okumaya başlamış:

"İç bu şarabı! Tüm neşelerin nedenidir o! İçine kuvvet verir, sağlık verir. Tüm hastalıkları iyi eden tek ilaçtır o! Hiç kimse, tüm neşelerin nedeni olan şarabı. Hoşça duygulanmadan içmez. Sadece sarhoşluk, şehveti doyurmayı sağlar!"

Sonra 3 genç kızın da ellerini öpmüş ve bardağı dikmiş. Sonra ev sahibinin yanına gitmiş ve ona, "Ey hanımım, ben senin kölenim. Senin eşyan, senin malınım." demiş; sonra da onun onuruna şairin şu dizesini okumuş:

"Kapında, gözlerinin kölesi ayakta durmaktadır. Belki de, kölelerin en aşağılığı! Fakat hanımını bilir o! Cömertliğinin farkındadır ve iyiliklerinin! Ve özellikle ona olan şükranının!"

Bunu duyan kız da, "İç, ey dostum! Bu içki sana sağlık versin, rahatlık versin! Ve de gerçek dirliğin getirdiği kudret sağlasın!" demiş.

Hamal da bardağı alıp genç kadının elini öpmüş ve tatlı bir uyumla, yavaşça, şairin şu dizelerini okumuş:

"Dostuma yanakları gibi parlak şarap sundum, Yanakları öylesine parlaktır ki, ancak bir alev ona bu parlaklığı yansıtmıştır sanırsın! Onu alır gibi yaptı, fakat gülerek dedi ki sonra: 'Nasıl benden kendi yanaklarımı içmemi istersin?' Ben de ona, 'Ey kalbimin alevi, al bu şarabı İç! Benim gözyaşlarımdır bu ve de kızıllığı kanımdan gelir... Bu ikisinin kadehteki karışımı tüm ruhumdur.' dedim."

Genç kız, hamaldan bardağı almış, dudaklarına götürmüş, sonra gidip kız kardeşlerinden birinin yanına oturmuş. Ve sonra hepsi birden raksetmeye, şarkı söylemeye ve birbirine çiçekler atmaya başlamışlar. Bütün bunlar olurken, hamal onları kollarına alıyor ve öpüyormuş; biri ona açık saçık şakalar yaparken, öbürü hamalı kendine çekiyor ve üçüncüsü de çiçeklerle yüzüne vuruyormuş. Böylece içki zihinlerini bulandırasıya kadar içmeyi sürdürmüşler. Sonra yine akşam oluncaya kadar aynı bardaktan sırayla içmeye başlamışlar. Sonrada hamala, "Şimdi başını çevir ve omuzlarının genişliğini göstererek bas git!" demişler. Hamal böyle yapacağına, "Vallahi! Ey hanımlar, sizin evi terk etmektense, ruhumun bedenimden çekip gitmesi daha kolaydır. Bu geceyi, gelecek sabaha birlikte ekleyelim. Yarın herkes kendi bahtının çizdiği yola gider." Bunun üzerine çarşıya giden kız, araya girerek, "Kardeşlerim, bırakalım geceyi bizimle geçirsin: Bizi epeyce eğlendirecek, güldürecektir, çünkü çok utanmaz olduğu halde, çok da nazik olan bir genç bu!" demiş. Bunun üzerine kızlar, hamala, "Pekâlâ! Bu gece bizimle kalabilirsin. Fakat bir şartımız var: Kendini tamamen bizim yönetimimize bırakacaksın, gördüğün herhangi bir şeyin açıklanmasını istemeyecek ve nedenler üstünde durmayacaksın, oldu mu?" demişler. Bunu duyan hamal, "Evet, kabul ediyorum, hanımlar!" demiş. Kızlar hamala, "Kalk öyleyse, kapının üstünde yazılı olanı oku!" demişler. Hamal kalkıp kapının üstünde altın yaldızlı harflerle yazılı olan şu ibareyi okumuş:

"Hoşuna gitmeyen şeyler işitmek istemiyorsan, seni ilgilendirmeyen konularda konuşma!"

Sonra da hamal, "Hanımlarım, sizi tanık tutarım ki, beni ilgilendirmeyen konularda hiç konuşmayacağım!" demiş.

O anda, Şehrazâd, şafağın söktüğünü görmüş ve yavaşça susmuş. ....devamı Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 2

About