Kitabın Adı : NUTUK
Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK
Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT
2. BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELENİN ÖRGÜTLENİŞİ (Ana metin S. 6-23)
Efendiler,
ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekiyordu. 21 Mayıs
1919'da Erzurum'da 15. Kolordu komutanına yazdığım bir şifre telgrafta
genel durumumuzun aldığı korkunç biçimden çok üzgün olduğumu, bu son
görevi ulusa ve yurda karşı borçlu olduğumuz en son vicdani görevi
yerine getirmek için kabul ettiğimi belirttim; bunu yakın bir ortaklaşa
çalışmayla yapabileceğimizi söyledim.
Edirne'deki Kolordunun komutanı
Cafer Tayyar Paşa'ya 18 Haziran 1919 günü şifreyle verdiğim yönergede
şunları vurguladım: "Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi
tehlikelerine yol açan İtilaf Devletlerinin yaptıklarını, İstanbul
hükümetinin de tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz. Ulusun yazgısını
böyle bir hükümetin eline bırakmak, çöküşe boyun eğmek demektir."
Dikkate değer ki ulus, yurdun işgali ve varlığına vurulan bu korkunç
darbe karşısında herhangi bir üzüntü ve yakınma ortaya koymuş değildi.
Bu durum ulus adına olumlu olarak yorumlanamazdı. Onu uyarıp harekete
geçirmek gerekiyordu.
Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü Havza dan valilere,
mutasarrıflıklara ve ordu komutanlıklarına şu genelgeyi gönderdim: "Ülke
bütünlüğümüzün korunması için ulusal tepkilerin daha canlı olarak
gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Bütün ulus kan ağlamaktadır.
Katlanması olanaksız bu olayların hemen önlenmesini beklediğimizi
belirtmek üzere, köylere varıncaya dek her yanda büyük ve coşkun
toplantılarla gösterilerde bulunulması, bütün büyük devletlerin
temsilcileriyle Babıali'ye etkili telgraflar çekilmesi çok gereklidir."
Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmağa başlandı. O
sırada Sadrazam Ferit Paşa barış görüşmeleri için Paris'e çağrılmış
bulunuyordu.
Bu görüşmelerde ulusun nasıl temsil edilmesi gerektiği
konusundaki düşüncelerimi belli başlı bütün komutanlarla sivil
yöneticilere ivedi bir şifre telgrafla bildirdim: "Ulusumuzun kesinlikle
savunulmasını istediği haklar özellikle iki noktada önem kazanır:
Birincisi devlet ve ulusun tam bağımsızlığının kesinliği, ikincisi de
yurtta çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesi ilkesidir. Bu konuda
Paris'e gitmeğe hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin
isteği arasında tam bir uygunluk bulunması şarttır. Oysa Sadrazam Paşa
hazretleri demecinde bir Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu
bildirdi. Buna karşı Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya
Padişah Hazretlerine tel yazılarıyla başvurularak tam bağımsızlıkla ulus
çoğunluğu haklarının korunmasının ulusun temel koşulu olduğu
bildirilmelidir. Böylece İtilaf Devletleri bu ilkelerin ulusun isteği
olduğunu bilecek ve daha büyük önemle göz önünde tutacaktır."
Bu
genelgemden beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919 günü Harbiye Nâzırı beni
İstanbul'a çağırıyordu; ben de Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'yla
saptamış olduğumuz gizli şifre aracılığıyla, İngilizlerin isteği üzerine
çağrıldığımı ögreniyordum.
Artık girişim ve işlemlerimin bir an önce
kişisel nitelikten çıkarılarak bütün ulusu temsil edecek bir kurul adına
yapılması çok gerekliydi. Bu nedenle Anadolu ve Rumeli'deki ulusal
örgütleri birleştirip bir merkezden yönetmek ve onlar adına iş görmek
üzere Sivas'ta genel bir ulusal kongre toplamak zamanı gelmişti.
Bu
amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey'e Haziran gecesi Amasya'da
yazdırdığım bildirgenin başlıca noktaları şunlardı:
1- Yurdun bütünlüğü
ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet,
sorumluluğunun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, ulusumuzu
yok olmuş gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kararlılığı
ve direnişi kurtaracaktır.
4- Ulusun haklarını dünyaya duyurmak için,
her türlü etki ve denetimden bağımsız bir ulusal kurul kesinlikle
gereklidir.
5- Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas'ta
ulusal bir kongrenin toplanmasına karar verilmiştir.
6- Bunun için her
sancakta halkın güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması
gerekmektedir.
7- Doğu illeri adına 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre
toplanacaktır.'
Böylece dört gün önce Trakya'ya bildirmiş olduğum
kararı, şimdi Anadolu'ya da bildiriyordum.
Sıvas Kongresine çağrı, sivil
ve askeri makamlar yanında İstanbul'da bulunan Abdurrahman Şeref Bey,
Ahmet İzzet Paşa, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey gibi kişilere de
şifreyle gönderildi. Ancak bu kişilere ayrıca genelge niteliğinde bir de
mektup yazdım.
Bu mektupta özetle şu noktaları vurguladım:
1. Yalnız
toplantı ve gösterilerle büyük amaçlar hiçbir zaman gerçekleştirilemez.
2. Büyük amaçlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak
güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3. İstanbul artık Anadolu'ya egemen
değil, bağımlı olmak zorundadır.
4. Size düşen özveri pek büyüktür."
Bir
haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü,
halkın ve askerin gerçekten içten gelen gösterileri arasında Erzurum'a
vardık. Komutan, vali ve Doğu İlleri Ulusal Haklarını Savunma Derneği
Erzurum Şubesi ile görüştüm.
İstanbul hükümetince görevden alınan
Erzurum ve Bitlis valileri Münir ve Mazhar Müfit Beyler, bana katılmak
üzere Erzurum'da bekliyorlardı. Bu iki vali beyle Onbeşinci Kolordu
Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit
Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım, Husrev ve
Dr. Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm.
Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan davranış
yolunu anlattım.
Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel
tehlikeleri, her olasılığa karşı göze alınması zorunlu özverileri
açıkladım. "Ulusal amaç için ortaya atılacakları yok etmek isteyenler
bugün yalnız Saray, İstanbul hükümeti ve yabancılardır; ama bütün halkın
aldatılarak bizim karşımıza geçirilebileceğini de gözönünde tutmak
gerekir." dedim.
Öne atılacak olanların, her ne olursa olsun amaçtan
dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son soluklarını
verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında
karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe hiç
girişmemeleri kuşkusuz daha iyidir. Çünkü hem kendilerini, hem de ulusu
aldatmış olurlar.
Ayrıca, söz konusu görev, artık resmi makam ve
üniformaya sığınarak el altından yürütülemez. Açıkça ortaya çıkıp ulusun
hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun bu sese katılmasını
sağlamak gerekir. Benim görevden alındığıma ve her türlü sonuçla karşı
karşıya bulunduğuma kuşku yoktur. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o
sonuçları şimdiden kabul etmek demektir.
Ayrıca, söz konusu durumun
gerektirdiği adamın ille benim olabileceğim gibi bir iddia da yoktur.
Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu
olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş,
bugünkü durumun kendisinden istediği yolda davranmayı kabul etsin"
dedim. Hemen gelişigüzel bir karar almak uygun olmayacağından, bir süre
düşünüp özel konuşmalar yapılabilmesi için görüşmelere son verdiğimi
bildirdim.
Yeniden toplandığımızda, arkadaşlar işin başında
benim bulunmamı istediler. Ben, görevden ve askerlikten ayrıldıktan
sonra da, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi üst komutanmışım gibi
buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu
belirttim. Bu da tam olarak benimsenip onaylandıktan sonra toplantıya
son verildi.
Erzurum'a varışımın ilk günlerinde Kongre'nin toplanmasını
sağlayacak önlemleri almaya önem verildi. Sonunda on üç günlük gecikme
ile yeterli delegenin toplanması başarıldı.
Biz bu işlerle uğraşırken,
İstanbul'da Harbiye Nâzırlığı ve Padişah İstanbul'a dönmemi sağlamaya
çalışıyordu. "Gelemem!" dedim.
En sonunda, 8/9 Temmuz gecesi, Sarayla
açılan bir telgraf başı konuşmasında perde birdenbire kapandı ve bir
aydır süren oyun sona erdi. İstanbul o dakikada resmi görevime son
verdi; ben de o dakikada, önce Harbiye Nâzırlığına, sonra da Padişah'a,
görevimle birlikte askerlik mesleğinden de çekildiğimi bildirdim. Durumu
ordulara ve ulusa kendim bildirdim.
Efendiler, Erzurum Kongresinin
köklü ve geniş kapsamlı ilke ve kararlarını izninizle belirtmek isterim:
1- Ulusal sınırlar içinde yurt bir bütündür, parçalanamaz.
2- Her türlü
yabancı işgal ve karışmasına karşı ulus direniş ve savunmasını bir
bütün olarak yapacaktır.
3- Osmanlı hükümetinin yurdu ve bağımsızlığı
korumaya gücü yetmezse, bu amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükümet
kurulacaktır.
4- Ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak
temel ilkedir.
5- Hristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal
dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
6- Yabacı devletlerin güdümü
ve koruyuculuğu kabul olunamaz.
7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını
ve hükümet işlerinin Meclisin denetiminde yürütülmesini sağlamak için
çalışılacaktır.
Bu ilke ve kararlar, temel nitelikleri hiç
değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.
Sivas Kongre'sinin gündeminde,
Erzurum Kongre'si tüzük ve bildirisinin, bir de bizden önce Sivas'a
gelen yirmibeş kadar üyece düzenlenmiş bir önerinin görüşülmesi vardı.
Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü bu
tüzükte yapılacak değişiklikleri önceden görüşmüş ve üyelerden gerekli
olanları aydınlatmıştık. 8 Eylül günü de az önce sözünü ettiğim öneri
üzerinde konuşuldu. Bu öneride başlıca Amerikan güdümü söz konusu
ediliyordu.
Efendiler, Sivas Kongresinde yabancı güdümü üzerine birçok
kişi söz aldı.
Vasıf Bey, "Bir kez ilke olarak güdümü kabul edelim de,
koşulları üzerinde sonra görüşürüz." diyordu.
Ben Başkanlık yerinden
şunları söyledim: "Sanırım bu raporda iki görüş var. Birincisi, devletin
iç ve dış bağımsızlığından vazgeçmeyeceği; ikincisi ise devlet ve
ulusun dış baskılar karşısında bir yardım ve desteğe gereksinimi olup
olmadığı. Herhalde iç ve dış bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz."
Refet Bey ise, bir yandan "Söz olarak güdüm ile bağımsızlık birbirine
engel şeyler değildir" derken, öbür yandan şunları ekliyordu: "Diyelim
ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık isteriz. Ama acaba kendi
başımıza yapabilecek miyiz? Ondan da önce, acaba bizi kendi başımıza
bırakacaklar mı? Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek
zorundayız.
9 Eylül Salı günkü Kongre toplantısında da Rauf Bey söz aldı
ve aynen şunları söyledi: Yüce kurulunuz dış yardım ilkesini kabul
buyurduysa da, bu yardımı kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika
olduğu üstü örtülü olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan doğruya
adının söylenmesinde bir sakınca olamaz. Efendiler, pek uzun ve
tartışmalı geçen bu yabancı güdümü görüşmeleri, güdüm isteyenleri
susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi.
Hem de bu yolu
öneren, yine Rauf Bey oldu: "Amerika'da bize karşı yapılmakta olan
kötüleyici propagandaların yol açtığı düşünce akımlarını düzeltmek için,
her şeyden önce Amerikan Kongresinden ülkemizi inceleyecek
ve gerçeği görecek bir kurulu çağırmak." Bu öneri oybirliği ile kabul
edildi.
Kongre Başkanlık Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup
taslağı yazıldığını anımsıyorsam da, mektubun gönderilip
gönderilmediğini pek iyi anımsamıyorum. Doğrusu bu mektuba özel bir önem
vermiş de değildim.
Efendiler, Sivas Kongresinin hemen tüm süresi
boyunca, sinir gerici haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak, aldığım
bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine sunmakta yarardan çok
sakınca görüyordum.
İstanbul hükümetinin Kongreyi basıp dağıtmak üzere
Sivas'a vali atadığı Ali Galip'i etkisiz kıldık ve kaçmak zorunda
bıraktık.
Kısa süre sonra da, ulusal direnişi boğmak amacıyla bu
hainlikleri yapan İstanbul'daki Damat Ferit hükümetini istifaya mecbur
ettik.