Sinan Akyüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2019 Çarşamba

thumbnail

İncir Kuşları (Sinan Akyüz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İncir Kuşları

Kitabın Yazarı : Sinan Akyüz

Kitap Hakkında Bilgi :

Çok satan romanlarıyla tanınan ve geniş okur kitlesine sahip yazar Sinan Akyüz yine ses getirecek son kitabıyla okurlarını selamlıyor. Alfa Yayınları’ndan çıkan İncir Kuşları’nda yazar, Bosnalı bir genç kız olan Suada’nın gerçek yaşamından yola çıkıyor. Okuru savaşın ve aşkın yakıcı gücüne tanıklığa davet ediyor.

Bosna tüm bilinmeyenleriyle ilk kez Sinan Akyüz kalemiyle yazıldı… Sinan Akyüz dünyanın seyirci kaldığı bir soykırımı Suada’nın öyküsüyle yeniden gündeme getiriyor. Yakın tarihi edebiyatla buluşturan yazar, aşkın içinde “savaşı ve şiddeti”, savaşın içinde de “aşkı ve inancı” ustalıkla harmanlıyor. Bu romanla Bosna Savaşı’nın bilinmeyen bambaşka bir yüzü gün ışığına çıkarken; kitap okuyucusuna sürpriz bir sonla veda ediyor.

Aynı ırktan geliyorlardı. Aynı dili konuşuyorlardı. Bir tek dinleri farklıydı. Biri Müslüman Boşnak genci, diğeri ise Hıristiyan Sırp’tı. İkisi de konservatuardaki aynı Boşnak kızına âşık olmuşlardı. Ve bir gün bu iki genç, güzeller güzeli Suada’ya aşklarını ilan ettiler. Ancak gençlerden biri aşkına karşılık bulmuş, diğeri ise “Kalbimde iki kişiye yer yok” cevabını almıştı. Takvim yaprakları 6 Nisan 1992’yi gösterirken bir bomba düştü beyaz zambakların açtığı yüreklere… Suada patlak veren savaşın estirdiği rüzgârda âdeta savrulan bir yaprak gibiydi.

Savruldu, savruldu, savruldu… Sonra da kader onu bir zamanlar ‘hayır’ dediği genç adamın eline esir düşürdü. Genç adam, o gün ela gözlü çöl ahusuna bakmış “Kader bizi ne inanılmaz bir şekilde birleştirdi, görüyor musun Suada?” demişti. Modern zamanlarda Avrupa’da yaşanmış bir soykırımda, kadere inananların romanıdır İncir Kuşları… Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır…

Modern zamanlarda Avrupa'da yaşanmış bir soykırımda, kadere inananların romanıdır İncir Kuşları...

Kitabın Özeti :

Suada Hatiboviç, dört yıldır Saraybosna’da hemşire teyzesi İfeta ile birlikte yaşamaktadır. Sueda okulu için ailesinden ayrı teyzesi İfeta'nın yanında kalmaktadır. Muhteşem şekilde piyano çalan Sueda, konservatuar okumaktadır. Suada, konservatuvarda profesör Duşanka’nın yanında iken birden kapılır açılır ve Duşanka şu anda müsait olmadığını söyleyerek gelen kişiyi geri gönderir. Olan olmuştur, Suada bunca zamandır rüyalarında gördüğü beyaz atlı prensini görüp o an orada yıldırım aşkıyla içeri giren delikanlıya aşık olur. Delikanlı bir şekilde Suada’ya ulaşıp kendisini tanıtır. Adının Tarık olduğunu konservatuvarda üçüncü sınıf öğrencisi olduğunu ve Suada’yı tanımak istediğini belirtir. Suada ve Tarık görüşmeye başlarlar. Bir gün Suada, Tarık’ı teyzesiyle tanıştırmak için eve götürür. İfeta, Tarık’ın ailesi hakkında sorular sorar. Suada, öğrendikleri karşısında şoke olur.

Tarık’ın anne babası ayrı ve tek çocuktur. Babası Boşnak mühendis, Almanya’da yaşıyor; annesi Sırp profesör Duşanka konservaturvarda piyano hocasıdır. Suada, Duşanka’nın Tarık’ın annesi olduğunu öğrenince çok şaşırır. Duşanka, Berlin’e konsere gidecektir ve on gün sürecek Berlin konserine Tarık da birlikte gitmek istiyordu.

Tarık gideli bir hafta olmuştur. Suada’ya göre zaman geçmiyordu. Suada sınıftan etrafa saçılan nota kağıtlarını toplarken, sınıf arkadaşı Vukadin, gözleri kıpkırmızı ve içmiş bir hâlde Suada’ya olan aşkını ilan eder. Suada kalbinde iki kişiye yer olmadığını ve kendi dininden olmayan birini sevip de aile şerefini beş paralık edemeyeceğini söyler. Bu sözleri duyan Vukadin, kin ve öfkeyle bakarak “Bir gün hiçkimse seni elimden kurtaramayacak!” dedi ve sınıfı terk etti. Suada’nın ablası Edina’nın düğünü yaklaşıyordu. Edina düğün alışverişi için nişanlısı Fikret ile Saraybosna’ya gelir. Edina ve Fikret, alışverişlerini yapıp dönerler. Onlar gittikten bir ay sonra İfeta ve Suada düğün için Milyevina’ya gitti. Düğünden dönünce sınavlarına hırsla çalışan Suada’yı bir sürpriz bekliyordu.

Tarık, Suada’ya yüzük taktı. Yüzüğün anlamı, değeri vardı Tarık için; çünkü Tarık’ın babaannesi “en kıymetlisine” vermesi için yüzüğü Tarık’a vermişti. Yüzüğü fark eden Duşanka, Tarık ve Suada’nın birlikte olduğunu anlar. Yüzüğü İfeta’ya söyleyen Suada, azar işitir. Savaş, kan, ölüm de her geçen gün alanını genişleterek devam ediyordu. Arefe günü gelip çattı. Suada, Milyevina’ya tek gitti; çünkü İfeta’nın bayramda nöbeti vardı. “Unutmayın ki, Müslümanlar olarak bu bayramda kanlı baklava yiyeceksiniz.” yazılı kâğıtlar Saraybosna sokaklarında dolaşmaktaydı. Sırplar söylediklerini yaptı ve çıkmaz denilen savaş çıktı. Saraybosna’ya giriş çıkışlar yasaklandı. O gün teyzesini bir daha asla göremeyeceğini, Tarık'ı ise aylar belki yıllar sonra görebileceğini bilmeden onlardan ayrılır.

İfeta, fırsat buldukça Suada’yı arıyordu. Bir süre daha Suada’nın Milyevina’dan dönemeyeceğini, Saraybosna’nın durumunu konuşuyorlardı. O an her şeyini kaybeden birinin yılgınlığıyla Suada ahizeyi elinden düşürdü ve “Hayır, okuluma ve Saraybosna‘ya geri dönmek istiyorum.” diyebildi. Saraybosna’da her geçen gün hayat zorlaşmaktaydı. Artık elektrikler yoktu, yiyecek bir şeyler de bulmak zordu. İfeta’nın bulunduğu yeri de işgal eden Sırplar, İfeta’nın hep hastanede kalmasına sebep oldu. Sürekli gelen yaralılar sebebiyle hastaneden çıkamayan İfeta’nın artık gidecek bir evi de yoktu.

Tarık da Sırplara karşı savaşmak için orduya katılır. Sırplar çok güçlüdür ama Tarık sevdiği için bir şeyler yapmak için orduya katılır. Bir gün telaşla çalan kapıyı açan Suada’nın ikinci ablası Ayşa, karşısında Edina ve Fikret’i görür. Hemen televizyonu açmalarını söyleyen Edina, haberlerde Koşeva Hastanesi’nin bombalandığını öğrenir. İfeta büyük ihtimalle ölmüştür. Sırplar, zalimce Boşnak erkeklere işkence edip kadınlara tecavüz ederler. Suada ve ailesi de her gün ölecekleri günü bekler. Suadaların kapısı, bir gün sertçe çalınır. Fikret silahı alıp hemen koşar. Sırplar Fikret’i vurur. Fikret’in vurulduğunu gören Edina koşar ve Sırplar Edina’yı saçından tutup çekerler.

Edina’nın hâlini gören annesi, Sırplı asker tokat atar. Sırplı asker de anneye kurşun sıkar. Annesinin yanına koşan Suada “Ölme anne!” diye seslenir ama annesi oracıkta can verir. Suadaların evini Sırplar ateşe verir ve Suada’nın da hayatının ikinci yarısı o gece başlar. Yeşil renkli Lada markalı bir jipe Suada, Edina ve Ayşa zorla bindirilir. Üç kız kardeş bir arada hayattadır ama babaları nerede olduğundan haberleri yoktur. Kızları bir genel eve getiren askerler komutanlarının karşısına çıkarırlar. Koutanı gören Suada, şoke olur. Çünkü komutan Vukadin’dir.

Bir odaya dört sandalye konulur ve üçüne kız kardeşleri, diğer sandalyeye de babalarını oturturlar. Ayşa’ya babasının ve kız kardeşlerinin gözleri önünde Sırp askerler tecavüz ederler. Olanlara daha fazla dayanamayan babaları oracıkta bayılır. Vukadin, yıllar öncesinden aşkına karşılık vermeyen Suada’dan intikam almaktadır. Suada’nın Vukadin’i reddederken söylediği sözleri bugün Vukadin Suada’ya söyler. Kalbinin ilk sahibi olmadığını ama bedeninin ilk sahibi olacağını söyleyen Vukadin, Suada’yı kahreder. Suada, o sırada bir kapının ardında ağlama sesi duyar. Kapıyı hafifçe aralayan Suada, Edina ablasını görür. Ablası ağlamaktadır.

Edina, Suada‘nın akşam odadan ayrılmasından sonra Ayşa’ya ve kendisine defalarca tecavüz ettiklerini, Ayşa’nın şu an kanepenin arkasına saklandığını ve artık bu lekeyle yaşamayacağını söylediğini belirtir. Ayşa ablasının yanına, kanepenin arkasına gider. Suada bir de bakarken kapı açılır ve içeri iki Sırp askeri girer. Ayşa yine kurban seçilir ama artık dayanamayan Ayşa, Sırplı askeri bıçaklayarak öldürür. Sonra da Sırplar Ayşa’yı öldürürler. Vukadin de Suada’yı alıp oradan ayrılır. Suada Milyevina’da savaş başladığı sırada saldırıya uğrayan ve terk edilen Müslüman Boşnak evinde esir tutulur. Bu eve Sırplar “Karaman’ın Genelevi” adını vermişlerdir.

Yılbaşı gecesi Vukadin, Suada’dan piyano çalmasını ister. Suada biraz piyano çaldıktan sonra içeri boynunda mavi bir ip olan çırılçıplak Müslüman Boşnak bir adam ile kafasına çuval geçirilmiş bir kadın getirilir. Başındaki çuvalı çıkaran Vukadin, Suada’ya “Bak bakalım, tanıyor musun?” der. Suada o an donup kalır. Sevinse mi, üzülse mi bilemez. Edina ablası, hayattadır ama düştüğü haller içler acısıdır. Vukadin, Sırplı askerle Boşnakları mübadeleye tabi tutacaklarını ve bunların içinde Edina’nın da olduğunu söyler. Haberi Edina ablasına veren Suada, yine sevinemez çünkü Edina hamile olduğu için mübadeleye tabiidir. Suadin, hala esirdir ama Vukadin de vurulmuş ve hastanededir.

Vukadin, askerlerine emir verir. Suada’yı götürüp yolda öldürecektir. Askerin elinden kaçar. Suada, durmadan koşar ve sonra yorularak dinlenmek için durur. Oracıkta uyuyakalır. Uyanınca bir de bakar ki, etrafı Sırp askerleriyle çevrilidir. Suada askerlerin kendisine dokunmaması için hemen Vukadin’in sevgilisi olduğunu söyler ama askerler dün Vukadin’in öldüğünü ve artık Suada’nın kendilerinin olabileceğini söylerler. Askerler Suada’yı bir kampa, diğer Boşnak kadınların yanına götürürler. Kamptaki ilk gün yağmur yağmaktadır. Bu sebeple tüm esirleri dışarı çıkarırlar ve yıkanın derler. Esirlerden biri kısık bir sesle ezan okumaktadır. Suada bu sesi tanır, babasıdır. Birbirlerine sarılıp hüngür hüngür ağlarlar.

Vukadin, Suada’ya babasının öldüğünü söylemiştir ama babası hayattadır. Kampta günler geçerken bir gün Suada kamptaki tüm erkeklerin başka bir kampa götürüldüğünü öğrenir. Komutan bir gün takas edileceklerin listesini okur ve listede Suada’nın da ismi vardır. Suada artık serbesttir. Bosna-Hersek'e geldiğinde teyzesinin şehit olduğu hastanede psikolojik tedavi görmeye başlar. Suada’nın mükemmel piyano çaldığını öğrenen hemşireler yardım derneği için piyano çalmasını isterler. İlk konserinde büyük beğeni toplar. Onu alkışlayan başka biri daha vardır. Profesör Duşanka’yı karşısında görür ve ilk olarak Tarık’ı sorar. Tarık için yazdığı mektupları verir. Bir yandan da Edina ve babasını aramaktadır. Sueda, Edina'nın İsveç'te olduğunu öğrenir. Tarık hastaneye Sueda'yı almak için gelir. Profesör Tarık’ın sağ olduğunu söyler fakat Suada utancından onun karşısına çıkmaya korkar. Karşı karşıya geldiklerinde ise Suada’yı bir acı daha bekler. Tarık savaşta iki ayağını da kaybetmiştir. Tarık’ın Suada’ya tek sorusu “Beni böyle kabul edebilecek misin?” olur. İki aşık birbirinden bir daha ayrılmamak üzere sıkıca sarılırlar. Aynı gün babasını da bulan Sueda; Tarık, Profesör Duşanka ve babasını da alarak İsveç'e Edina'nın yanına yerleşirler. Tarık da bir kolunu ve bir bacağını kaybetmiştir. Tekerlekli sandalyededir. Tarık ve Suada’nın Almir adında bir oğlu olur.

20 Temmuz 2019 Cumartesi

thumbnail

Şam’da Bir Türk Gelin: Piruze (Sinan Akyüz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Şam’da Bir Türk Gelin: Piruze

Kitabın Yazarı : Sinan Akyüz

Kitap Hakkında Bilgi :

“Erkeklere ‘Bu evde eksik oları sensin’ dediğimizde, adamların yüzleri asılıyor. Biz kadınları, çok film izlemekle suçluyorlar. Keşke evlendikten sonra da ellerimizi tutabilselerdi. Başımızı dizlerinin üzerine yatırıp saçlarımızı okşasalardı. Erkekler evlendikten sonra bunları neden yapmıyorlar? Sahi, bunlar hep filmlerde mi yaşanıyor?”

Derlermiş ki, bazı hayatlar zaman içinde bağlıdır birbirine. Çağlar içinde yankı bulan, eski bir çare ile zincirlidir ötekine. Yaşadığı acı gerçeklerden kurtulmak için Şamlı bir kocanın elinden Türkiye’ye kaçan genç bir kadının oğullarına kavuşmak için verdiği mücadelenin hüzün dolu hikâyesi, hafızalarınızdan kolay kolay silinmeyeceğe benziyor.

İki Kişilik Yalnzılık, Sevmek Zorunda Değilsin Beni, Yatağımdaki Yabancı gibi çok okunan kitapların yazarı Sinan Akyüz’ün kaleminden genç yaşta Şam’da gelin olan Piruze’nin gerçek yaşam öyküsünü soluk soluğa okuyacaksınız…

Kitabın Özeti :

Sevdiği adamla evlenip, aşkına, sevgisine güvenerek, Şam’da yaşamaya başlayan bir Türk kızının dramı.

Diplomat bir babanın kızı olan Piruze, babasının tayininin Arnavutluk’a çıkması sonucu anneanne ve dedesiyle yaşamaya başlar. Tatillerde anne, babasının yanına giden Piruze, o yaz ailesini göremez. Çünkü Mesut adında bir erkek kardeşi dünyaya gelmiştir. Sonra babasının Arnavutluk’taki görevi biter ve Ankara’ya döner. Ankara’da bir yıl yaşadıktan sonra babasının görev yeri 1974’te Londra olur.

Londra’ya Piruze de gider. İngiltere’de İngilizce bilmediği için Piruze çok zorlanır. Okulda Türk’üm diyen Piruze’ye arkadaşları güler. Babası İngilizce Turkey yazılan kelimenin “hindi” anlamına geldiğini söyler. Piruze’nin babası okul müdürüyle bu durumla ilgili görüşür. Sonrasında Piruze'nin okulunu değiştirir.

Piruze liseyi Londra’da bitirir. Bu arada babasının tayini Şam’a çıkar. En başından Piruze Şam’a gitmek istemez. Üniveristeyi okumak ister. Babası buna izin vermez. Sonunda Şam’a yerleşirler. Piruze her gün söylenir, ağlar, sızlar. Artık Şam’dan gidemeyeceğini anlayan Piruze, oraya uyum sağlamak zorunda olduğunu fark eder. Özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak işe başlar.

Piruze komşularının kızı Mira ile arkadaş olur. Mira ile birlikte davetlere, partilere gitmeye başlarlar. Bu davetlerin birinde Piruze Wassim’i görür ve iki genç birbirini görür görmez aşık olurlar. Bu arada babası kızının daha çok üzülmesini istemediği için tayin ister ve tayini Macaristan’a çıkar. Piruze’ye tayininin çıktığını söyleyince Piruze deliye döner. Sevdiği adamla konuşur ve o gün de Wassim Piruze‘ye evlenme teklifi eder. Piruze evlenme teklifini kabul eder ve Wassim’le evleneceğini ailesiyle konuşur.

Aile ne yaparsa yapsın Piruze’yi evlilik kararından vazgeçiremez. Babasının tayini Macaristan’a çıktığı için ailesi gider. Piruze artık evlenmiştir ve balayına İngiltere’ye giderler. İlk çocuğu ve hemen arkasından ikinci çocuğu olur. İlk çocuğunun ismi Amer, ikinci çocuğunun ismi İmad’dır. İki oğlunun ismini de Wassim’in babası koymuştur. Wassim'in babası çocukları için bakıcı tutar. Wassim’in babası vefat edince Piruze ve Wassim annesinin evine taşınırlar.

Zaman geçtikçe babasının ölümüyle de Wassim farklı biri olmaya başlamıştır. Piruze‘yi dövmeye başlar ve karısının dışarı çıkmasına izin vermez. Piruze hastalanıp, hastaneye gidince üçüncü çocuğuna hamile olduğunu öğrenir. Evde durumlar iyice kötüye gitmeye başlayınca, Wassim’in Londra’da doktorluk okuyan kardeşi onları Londra’ya davet eder. Üçüncü çocuk doğunca, Londra’ya giderler.

Piruze’nin girişkenliğini gören Wassim’in kardeşi, Şam’da Piruze’ye bebek giysisi satan bir dükkan açar. Dükkan sayesinde Piruze hayata yeniden bağlanır. Artık duşarı çıkabiliyordur. Piruze kocasının da neler yaptığını araştırma imkânına sahip olur. Bir süre sonra öğrendikleri karşısında şoke olur.

Wassim’in birçok ilişkisi vardır ve bunlardan biriyle evlenmek üzeredir. Durumu kayınvalidesi ile paylaşır. Kayınvalidesi oğluyla konuşunca Wassim Piruze’yi öldüresiye döver. Piruze kendine gelince eski bir aile dostu olan Sevim Hanım’dan yardım ister. Sevim Hanım Piruze’yi alır ve tedavisini kendi evinde yaptırır. Bir aylık tedaviden sonra kendine gelen Piruze artık Şam’da kalamayacağını anlar. Piruze Şam'dan kaçma planları yapmaya başlar. Fakat kanunlar gereği kocasının izni olmadan Piruze Şam’dan ayrılamaz.

Konsoloslukta çalışan Mira’dan yardım isteyen Piruze, kendisi ve çocukları için uçağın hazır olduğu saatte orada olur. Tam uçağa binecekken, Wassim çıka gelir. Piruze çocuklarını bırakarak kaçar. Piruze uçağa binemez ama oradan kaçmayı başarır. Türkiye’ye gelmek için her yolu dener. En sonunda Türkiye‘ye binbir güçlükle de olsa gelmeyi başarır.

Eşinden boşanma davası açan Piruze, çocuklarını bir türlü alamaz. Çünkü Şam, sadece kendi mahkemesini, şeriatın kurallarını tanımaktadır. Piruze Arap kadınlarının giyimi üzerinde çalışan bir firmada işe başlar. Firmaya gelen bir kızla Arapça konuşur. Kız kendinden bahsederken Lübnanlı olduğunu ve Şam’da yaşayan Amer adında bir erkek arkadaşının olduğunu söyler. Piruze Amer'in kendi oğlu olduğunu anlar. 21 yıl 4 ay 20 gün süren hasretlik sona erer. Piruze evladına kavuşur. Amer annesini hiç unutmadıklarını söyler.

About