Teknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2022 Perşembe

thumbnail

Eğitim, Teknoloji ve Tarım


Eğitim, Teknoloji ve Tarım

Dünya büyük bir hızla değişime uğruyor.

Bir taraftan büyük teknolojik gelişmeler ve dijital dönüşüm oluyor, diğer taraftan küresel ısınma, ekonomik sıkıntılar, pandemi ve savaşlar sonucunda gıda sıkıntısı, su sorunu, hayatta kalabilme çabası...

Yaşadığımız zaman her şeyi hesap etmemizi gerektiryor. Teknolojik gelişime önem verdiğimiz kadar yaşadığımız gezegeni yaşanabilir olarak gelecek nesillere bırakmak da çok önem arzetmekte.

Ülkemiz için sanayi şehirleri oluşturmak ne kadar önemli ise tarım şehirleri oluşturmak da bir o kadar önemlidir. 

Tarım şehirlerinin planlanmasında sanayi şehirlerinden bir eksiği bulunmamalı. Gençlerimizin göç etmeyi düşünmediği, severek yaşayacakları her imkan tarım şehirlerinde de bulunmalıdır. 

Tarım ve hayvancılık artık geleneksel üretim metodları yerine Tarım ve Hayvancılık Meslek Liseleri ve üniversiteler ile geniş kitlelere öğretilerek modern üretim yönetemlerine kavuşturulmalı. Yöresindeki toprak analizini yapmış, üretilebilir tarım ürünlerini bilen, modern üretim metodlarına vakıf, hayvancılığı bilinçli olarak yapabilen bireyler yetiştirmeli ve teşvik edilmeli.

Üretilen ürünlerin tüketim merkezlerine arzı konusunda kooperatifler kurulmalı ve aracılar ortadan kaldırılarak uygun fiyatlar ile tüketicilere ulaştırılmalı. 

Tarım şehirleri ile kırsaldan büyük şehirlere göç durdurulurken yerinde istihdan sağlanarak işsizlik azaltılabilir. Özellikle genç işsizliğin azaltılması ile gençlerimizin yurt dışına beyin göçü yapmaları da azalacaktır.

Artan gıda enflasyonuna karşı tarım ve hayvancılık üretimi artırılarak fiyat dengesi sağlanabilir.

Ülkemizde yapılan İHA, SİHA, TOGG ve benzeri başarılı büyük projeler ile gurur duyuyoruz. 
Artan turist sayısı ve turizm gelirleri çok önemli... 
En az bunlar kadar önemli olan bir başka şey ise ata tohumlarımıza sahip çıkmaktır. GDO'lu ürünlerden korunmuş genç nesiller yetiştirmek önceliğimiz olmalı. Yurt dışından ithal ettiğimiz tohumlardan yetiştirdiğimiz ürünler ile sağlıklı nesiller yetiştirmemiz düşünülemez.

Atatürk'ün askeri okullarda okutulmasını istediği Gregory Petrov'un Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitapta bir ulusun eğitim ile nasıl gelişmiş bir ülke haline geldiği anlatılmaktadır. Kitapta Finlandiya için anlatılanlar gibi ülkemizde başta eğiticileri ile sağlıklı kalkınma için gereken hamleleri topyekün bir ve beraberlik içinde yapabilir. Tüketen değil üreten, isaraf eden değil tasarruf eden, çatışan değil barışan nesiller yetiştirmek başta aileler olmak üzere tüm eğitimcilerin ortak hedefi olmalıdır.

Özetle; 
Bilim ve teknoloji ne kadar önemli ise tarım ve hayvancılık da o kadar önemli. 
Fabrikalar nekadar önemli ise tarlalar da o kadar önemli. 
İHA ve SİHA üretmek ne kadar önemli ise GDO'suz ata tohumu üretmek de o kadar önemli...

27 Ekim 2022 Perşembe

thumbnail

Türkçenin Matematiği, Bilimsel ve Matematiksel Yönden Türkçe


Türkçenin Matematiği, Bilimsel ve Matematiksel Yönden Türkçe

Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazmıştır.Türkçe’yi en zengin kullanan yazarlardan Yaşar Kemal’in romanları 3.500 kelimeyi geçmez. Bu görüş haklıdır çünkü Türkçe, Fransızca’ya oranla daha az sözcük içermektedir.

Türkçe, İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya göre de daha az sözcük içermektedir. Fakat bu durum Türkçe’nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez. Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir. Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gerek yoktur.

Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır.

Türkçe’de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Türkçe’nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.

İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep “hasta” yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”, “böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası olmak” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.

Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:

3+5=8

12+5=17

38+5=43

yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5″ yazdığı halde!

Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak” ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olmaktadır. Türkçe’nin az kelime ile çok iş yapmasının sırrı matematiktedir. 

0′dan 9′a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir.

Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir.

Türkçe’deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe’ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliniyor olması demektir. 

Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece “x=6″, “y=23″ olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.

Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil “boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir.

Türkçe’de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe’de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma” biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1′leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır.

Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:

ev……..ler…….evler

1.0…….0.1……1.1

Türkçe’deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1′dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe’de başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece “ler” dediğinde, alacağı tepki: “anladık ler de, neler?” türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.

Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade

kırmızı

0.1.0

kıp kırmızı

1.1.0

kırmızı msı

0.1.1

kıp kırmızı msı

1.1.1

Türkçe’deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. “Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp Kırmızı Tramvaymsı; [1.1.1]) bir renk aldı” dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur.

Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:

011 = ben

010 = sen

000 = o

111 = biz

110 = siz

100 = onlar

00 = geniş zaman

11 = şimdiki zaman

10 = gelecek zaman

01 = geçmiş zaman

kök kişi matematik ifade

yeterlilik……………..Oku (y)abil dim……………..= 1.1.0.01.0.0.011

olumsuz……………..Oku (y)a ma z mış sın………= 1.1.100.0.1.010

zaman……………… Gel me (y)ecek ti…………….= 1.0.1.10.1.0.000

zaman……………….Git me di k…………………… = 1.0.1.01.0.0.111

hikaye……………….Şaşır abil ecek ti niz ………..= 1.1.0.10.1.0.110

rivayet……………….Bil (i)yor lar…………………. = 1.0.0.11.0.0.100

kişi

tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman “di’li geçmiş” ve “miş’li geçmiş” olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi.

Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) Sıralaması da rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.

“dün Ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.

Cümle

matematik değer

0001

matematik değer

0011

matematik değer

0111

matematik değer

1111

1 dün Ahmet camı kırdı.

2 dün camı Ahmet kırdı.

3 Ahmet dün camı kırdı.

4 Ahmet camı dün kırdı.

5 camı dün Ahmet kırdı.

6 camı Ahmet dün kırdı.

Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:

1. Cümle: dün Ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.

2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil Ahmet kırdı (suçlu Ahmet!).

3. Cümle: Ahmet’in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).

4. Cümle: Ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).

5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise Ahmet.

6. Cümle: camı Ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.

Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep ‘i’ haliyle “camı” olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di’li geçmiş zamanda çekildi, vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.

Her cümlede 0011, 0001′den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip – passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar.

Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe’nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe’nin bu özelliğini “insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?” türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. “Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor” diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir.

Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe’nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon! ” süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon” süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.

Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food’ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.

Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.

Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle “sezdikleri gibi algılamaya” yönelirler.

Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar “herkesçe bir örnek” algılanabilir? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.

Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.

Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız ?
Çoğunu kullanmadığımız ” saklı bir güç” Türkçe. Kullanıldıkça ortaya çıkan bir define âdeta. Dilimiz, “saklı güç” ünü, “kinetik bir erke”ye dönüştürecek kalemler arıyor. Tarihî derinliğine karşılık “kullanım yoğunluğu”nun sığlığı bir çelişkidir.

Türkçenin gücü, onun doğurgan özelliğidir. Geçenlerde henüz yedi aydır türkçe öğrenmekte olan Tanzanyalı bir öğrencim kara tahtanın başına geldi ve beni şaşırtan şu kelimeyi yazdı:

Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız ?

Bu ibare tek kelimeden ibaret bir cümledir. Bir yabancı için çok çok şaşırtıcı bir faklılıktır bu. Ben ” İngilizcede böyle bir ifade için birkaç cümle gerekir” deyince Tanzanyalı İsa, “Ne birkaç cümle Hocam birkaç paragraf gerekir” deyiverdi.

İşte cümlenin anlam oluşturucuları, böyle iç içe geçmiş bir “dil evreni” dir. Yukarıdaki bir kelimelik Türkçe cümlenin anlam çözümlemesini basit olarak şöyle yapabiliriz:

1. Bu cümlede Türkiye’nin şehirlerinden biri olan Afyonkarahisar var. Yani cümlenin anlam tabanı birleşik kelime hâlinde biçimlenen bir şehirdir.

2. Birilerini, bu şehirden olmadıkları hâlde bu şehirden birileri hâline getirmek isteyen ama bunu birçok kişide denediği halde başaramayan bir(ler)i var.

3. Afyonkarahisarlı : Nüfus kaydı bu şehre ait insan.

4. Afyonkarahisar+lı+laş-mak: Nüfus kaydı ve yaşadığı yer bu şehir olmadığı hâlde bu şehirden biri hâline gelmek.

5. Afyonkarahisarlılaş+tır+mak : Bunun, birinin kendi kendine dileği değil de başkası tarafından (muhtemelen zorlayarak ya da ikna yoluyla) yapılması.

6. Afyonkarahisarlılaştır-ama-mak : Birini Afyonkarahisarlılaştımak niyetinde olan birinin, buna gücünün yetmemesi (yetersizlik kavramı).

7. Afyonkarahisarlılaştırama+dıklarımız : Böylr bir niyetin başkaları üzerinde denenmesi.

8. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımız+dan: Bunların içinden birini seçerek yargının soruya hazırlanması.

9. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız? bütün bu süreçlerin, birinin şahsında soru hâline getirilip duyurulması.

Türkçe’nin bu doğurganlık özelliğini onun atomik gücü olarak da görülebilir. Türkçede kelime sayısının, az olduğunu söyletip bundan dilimiz aleyhine sonuç çıkarmak isteyenlerin anlamadıkları şey işte bu “atomik” ve ” saklı:potansiyel” güçtür.

Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı ‘Birçok yabancı dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek, Türkçe’yi oluşturmuşlar sanki. Bir kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor.

Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”

Prof. David Cuthell

29 Ağustos 2022 Pazartesi

thumbnail

Teknoloji Kullanımının İnsan Hafızasına Etkileri Nelerdir? Dijital Tembellik

Dijital Tembellik Nedir?: 

Teknolojik Cihazlar Hafızamızı Zayıflatıyor mu?

Ardı ardına gelişen internet arama motorları, bilgiye ulaşma hızını artırdı. Tabii bilgiyi unutma hızını da… 

Telefonunuzun şarjının bittiğini düşünün. Daha önce size gönderilen önemli bir e-postaya erişmeniz gerekiyor. Bir arkadaşınızdan yardım istiyorsunuz ve onun telefonundan internete girip e-posta adresinizi yazıyorsunuz. Peki şifreniz neydi, hatırlıyor musunuz?

İçinde yaşadığımız zamanda etrafımız dijital teknolojik cihazlarla çevrili. Bu cihazlar sayesinde pek çok işimizi kolaylıkla hallediyoruz. Bunlar;
* Sosyalleşiyoruz (facebook, instagram...), 
* Başkaları ile iletişim kuruyoruz (whatsApp, telefon görüşmesi....), 
* Fotoğraf çekiyoruz,
* Video çekiyoruz,
* Müzik dinliyoruz,
* İhtiyaç duyduğumuz bilgilere erişebiliyoruz,

Teknolojik cihazlarla , belleğimizden ve hafızamızdan da tasarruf sağlıyoruz. Mesela;
* Sevdiklerimizin doğum günlerini artık hafızamızda tutmuyoruz. 
* Telefon numaraları aklımızda değil rehberimizde kayıtlı.
* E-posta veya sosyal medya hesaplarımızın şifreleri otomatik olarak kaydedilebiliyor. 
* Navigasyon sayesinde gitmek istediğimiz yerlerin konumlarını kolayca bulabiliyor, hafızasına kaydedebiliyoruz. Daha önce ziyaret ettiğimiz bir yere tekrar gitmek istediğimizde adresi otomatik olarak karşımıza çıkarabiliyor.

Pek çok teknolojik cihaz, uygulama ve internet kullanımı hafızamızı zorlamadan ve kullanmadan işlerimizi kolayca halletmemizi sağlıyor. Bu durum hafızamızı tembelliğe itiyor. Bunu nedeni öğrendiğimiz bilgiler tekrar edilmediği için uzun süreli belleğe aktarılamıyor. Bu durum “Google etkisi” ya da “dijital tembellik” (dijital amnezi) olarak adlandırılıyor. 

Bir bilgiyi Google’dan 10 kez aratsak, hatta cevabına tekrar tekrar ulaşsak da o bilgiyi tekrar unutabiliyoruz. İşte bu unutkanlık durumu “Google Etkisi” olarak tanımlanıyor.

Günümüzde ise bir bilgiyi hafızamızda tutmak yerine genellikle internette aramayı tercih ediyoruz. Bu nedenle de kolaylıkla unutuyoruz.

Dijital tembelliğin meydana gelme nedeni bilginin dışarıda bir yerde zaten depolandığını biliyor olmamız.

Betsy Sparrow ve arkadaşları, Columbia Üniversitesi'nde Google etkisinin belleğimizi nasıl etkilediğini öğrenmek için bir araştırma yaptılar. Araştırmada katılımcılara dört farklı test uyguladılar. Bunlardan birinde katılımcılara genel kültür bilgileri içeren 40 ifade sunuldu. İki gruptan birine test aşamasında bu bilgilere erişebilecekleri söylenirken, diğer gruba test aşamasında öğrendikleri bilgilere ulaşmalarının mümkün olmadığı bildirildi. Daha sonra katılımcılardan hatırlayabildikleri kadar çok ifadeyi yazmaları istendi. Araştırma sonucunda sunulan bilgilere erişebilecekleri söylenen grubun, diğer gruba göre çok daha az bilgiyi hatırladığı tespit edildi. 

Araştırmacılara göre bunun nedeni, insanların daha sonra ulaşabileceklerini düşündükleri bilgileri belleklerine kodlamak için çaba sarf etmemeleri. Bu yüzden daha önce elde ettiğimiz bir bilgiye tekrar ihtiyaç duyduğumuzda bu bilgiyi çoğunlukla hatırlamıyoruz.

Öğrendiğimiz bilgiler ise ilk olarak kısa süreli belleğe kaydedilir. Daha sonra bilgiler tekrar edildiğinde ya da hatırlandığında uzun süreli belleğe aktarılır.

Siber güvenlik şirketi olan Kaspersky Lab tarafından yapılan bir araştırmada, internetin insanların bilgiyi hatırlama becerilerini nasıl etkilediği incelendi. ABD’de 16 yaş ve üzerindeki 1.000 katılımcı ile yapılan çalışmada, katılımcıların yaklaşık yarısının, karşılaştıkları bir sorunun cevabını hafızalarını yoklayarak hatırlamaya çalışmak yerine doğrudan internette aramayı tercih ettikleri tespit edildi. Katılımcıların yaklaşık üçte biri (%28,9’u) internette buldukları bilgileri daha sonra hatırlamayacaklarını ifade etti. Araştırmanın sonucunda, katılımcıların neredeyse tamamı (%91,2) interneti beyinlerinin dijital bir uzantısı gibi gördüklerini söyledi.

Araştırmaya uzman yorumları ile katkıda bulunan Birmingham Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Maria Wimber, öğrenilen bilgileri tekrar etmenin bellekte kalıcı hâle gelmelerini sağladığını ancak pasif olarak tekrar etmenin, örneğin internette tekrar tekrar aramanın benzer bir etkisinin olmadığını belirtiyor. Wimber'e göre ihtiyaç duyulan bir bilgiyi hatırlamaya çalışmak yerine hemen internette aramak, bilginin bellekte kalıcı olmasını engelliyor.

Peki, dijital tembellikten korunmak için neler yapabiliriz?

Klinik psikolog Pragya Lodha göre, dijital tembellikten korunmak için dijital detoks yapmak yani zaman zaman dijital cihazları hafızamızın bir parçassı gibi kullanmaya ara vermek gerekir. Lodha bundan başka bizim için önemli olan bilgileri aklımızda tutma alışkanlığı edinmemizi öneriyor.

Geçmişte pekçok insan teknolojik gelişmelerin veya yeniliklerin bizleri doğal becerilerimizi kullanmaktan alıkoyacağından endişe etmişti.Mesela, Sokrates yazı yazmanın, bilgileri kaydetmemizi kolaylaştıracağı içinhafızamızın artık eskisi gibi güçlü olmayacağından endişe ediyordu. Teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanırken amacımız gelişimimize katkı sağlamak olmalı. Teknolojiyi araç olarak kullanmayı bırakıp, teknolojiye bağımlı hâle gelmeye başladığımızda dijital tembellere dönüşüyoruz.

About