Modern Dünyanın Bunalımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2019 Cumartesi

thumbnail

Modern Dünyanın Bunalımı (René Guénon) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Modern Dünyanın Bunalımı

Kitabın Yazarı : René Guénon

Kitabın Özeti :

Modern Dünyanın Bunalımı adının aksine modern dünyanın bunalımını değil bu bunalımın nedenini anlatıyor. Hint inancındaki Kali Yuga çağında olduğumuz için her şeyin kötü gittiğinden bahisle kitaba giriş yapıyor. Kitapta modern dünyayla ilgili ciddi eleştiriler var. Görmezden gelmenin mümkün olmadığı eleştiriler. Bir kısmının daha önce başkalarınca dile getirdiğini bildiğim düşünceler. Bazen ise bu düşünceler romantikleşiyor. Gerçek ile olan ilişkisini kaybediyor.

Yazar Modern Dünyanın Bunalımı kitabında Batı dünyasının gelenekten (dinden) kopmasının maddiyata neden olduğunu, maddiyatın yani maddi dünyanın bireyselliği, bireyselliğin de gelenekten kopuşu getirdiğini söylüyor. Yazara göre bu işin başlangıcı Rönesans. Rönesans ile birlikte çıkan hümanizm anlayışının ve Protestanlığın buna neden olduğunu söylüyor. Batının koptuğu gelenek (Tanrı?) Doğu’da vardır ve bu yüzden Batı ile Doğu işbirliğine gitmelidir. Bunun için bir “elit” oluşturulmalıdır. Batı’da bağlantı kurulması gereken yapı Katolik Kilisesi’dir yazara göre.

Rönesans ve Reform’un Batı’yı gelenekten (dinden) koparması üzerine.

Rönesans ve Reform birer sonuçtur ve bir önceki çöküşle meydana çıkmışlardır. Ama bir yükseliş olmaktan çok oldukça derin bir düşüşü belirtmişlerdir. Çünkü biri bilim ve sanat alanında, öteki dini alanda olmak üzere geleneksel ruhla kesinkes bağlarını koparmışlardır; kaldı ki dini alan böyle bir kesintinin olması için en zor gözüken bir alandır. Çeşitli vesilelerle de söylediğimiz gibi, Rönesans aslında birçok şeyin ölümü olmuştur. Greko-Romen uygarlığına dönmek bahanesiyle bu uygarlığın ancak dış kabuğu alınmıştır. Çünkü yazılı metinlerde yalnızca bu yönü açıklanabilmişti.

Geleneksel ruhun Doğu’da bulunması üzerine :

Kaybolmuş geleneği yeniden onarıp onu gerçekten diriltmek için, yaşayan geleneksel ruhla temas kurmak gerekir. Bu ruhun da hâlâ tam olarak ancak Doğuda yaşamakta olduğunu daha önce söylemiştik. Her şeyden önce Batıda, bu geleneksel ruha doğru bir dönüş isteğinin olması da gerekir.

Bugünkü modern çağın göze çarpan durumu. (Modern Dünyanın Bunalımı)

İşte modern çağın en çok göze çarpan özelliği de budur: ardı arası kesilmeyen bir telaş, sürekli değişim ve bizzat olayların kendisiyle birlikte sürüklendiği, durmadan artan’ hız gereksinimleri… Bu, çokluk içinde dağılmadır. Öyle bir çokluk ki artık hiçbir üstün ilke bilinciyle bir-leşemez. Ayrıca bu, bilimsel kavramlarda olduğu gibi, günlük hayatta da aşarılığa vardırılan bir çözümleme, sınırsız bir parçalama ve insani etkinliğin, hâlâ çalışabileceği tüm alanlarda, gerçek bir ufalanışıdır.

İşte Doğuluların gözünde öylesine çarpıcı olan bireşim (synthèse) yeteneksizliği ve her türlü yoğunlaşma imkânsızlığı da buradan kaynaklanmaktadır. Bunlar gittikçe artan bir maddileşmenin doğal ve kaçınılmaz sonuçlarıdır. Çünkü madde özü itibariyle çokluk ve bölünme demektir. Bu nedenle sırası gelmişken, ondan doğan her şeyin, bireyler arasında olduğu kadar toplumlar arasında da sadece kavgalara ve her türlü anlaşmazlıklara yol açabileceğini söyleyelim. Maddeye ne kadar dalınırsa, bölünme ve karşıtlık öğeleri de o kadar çoğalır ve yaygınlaşır. Buna karşılık, -insan saf maneviyata doğru ne kadar yükselirse, ancak evrensel ilkelerin bilinciyle tam olarak gerçekleştirilebilen tevhide o kadar yaklaşır.

Modern Dünyanın Bunalımı bireycilik düşüncesinden kaynaklanmaktadır yazara göre. Bu bireycilik kendini her yerde gösterir.

Bireyciliğin, entelektüel anarşinin de nedeni olması üzerine.

Öyleyse Batının bugünkü çöküşünün başlıca nedeni, daha önce tanımladığımız gibi, bireyciliktir. İnsanlığın sadece en aşağı güçlerinin, en alttaki imkânlarının gelişmesinde bir çeşit motor görevi gören muharrik güç de buradan ileri gelmektedir. Her ne pahasına olursa olsun, orijinal olma arzusu da buradan gelmektedir, hakikatin bu orijinaliteye feda edilmesi gerekse bile: Bir filozofun üne kavuşması için, yeni bir yanlış uydurması, daha önce başkaları tarafından açıklanan bir hakikati tekrar söylemesinden daha iyidir. Haddizatıda öyle olmadıkları halde, kendi aralarında çelişkili pek çok “sistem”i kendisine borçlu olduğumuz bu bireycilik esasen hem modern bilginlerde, hem de modern sanatçılarda görülmektedir; ama bireyciliğin kaçınılmaz sonucu olan entelektüel anarşiyi belki de en net bir şekilde filozoflarda görebilmekteyiz.

Doğru bir düşünce “yeni” olamaz, çünkü hakikat insan aklının bir ürünü değildir. Hakikat bizden bağımsız olarak vardır ve biz onu sadece bilmek ve tanımak zorundayız.

Bireycilik ve Protestanlık üzerine.

O zamanlar Katolikliğin temsil ettiği Batı geleneği, görünüşte özellikle dinsel biçimli bir gelenekti. Bu yüzden geleneksel düşünceye karşı yapılan isyanı, dinsel alanda aramamız gerekecek; bu isyan belirli bir şekil alınca, Protestanlık adını almıştır; ve bunun bireyciliğin bir tezahürü olduğunu anlamak kolaydır; öyle ki dine uygulanışı içinde değerlendirilince, bunun bireyciliğin bir tezahüründen başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz. İşte modern dünyayı bu inkâr oluşturmuştur; tıpkı onu oluşturturduğu gibi, Protestanlığı da bu inkâr oluşturmuştur; bizzat bireyciliğin özünü teşkil eden bu inkâr, ilkelerin inkârından başka bir şey değildir; burada da yine, bireyciliğin bir sonucu olan, anarşi ve çözülme durumunun en çarpıcı örneklerinden birini görebilmekteyiz.

Bireycilik ve tartışma üzerine.

Çünkü tartışma düşüncesini her yere sokan da yine bu bireyciliktir. Kendi tabiatları gereği, tartışılamayacak şeylerin de bulunduğunu çağdaşlarımıza anlatmak oldukça güçtür. Modern insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmek istemektedir.

Demokrasi üzerine eleştiriler :

“Demokrasi”ye karşı yapılacak en kararlı, en çarpıcı eleştiri birkaç kelimeyle özetlenebilir: Üstün olan aşağı olandan doğamaz, çünkü “büyük” “küçük”ten çıkamaz; kendisine karşı hiçbir şeyin karşı çıkamayacağı mutlak bir kesinliktir bu.

Her ne kadar “demokrasi”, halkın bizzat kendi kendini yönetmesi diye tanımlanıyorsa da, bu, gerçekten imkânsız bir şeydir; hatta ne çağımızda ne de her hangi bir başka çağda basit bir gerçeklik payı olabilen bir şeydir. Kendimizi kelimelerle aldatmayalım. Ayrıca insanların, aynı anda hem yöneten hem de yönetilen olabileceklerini kabul etmek bir çelişkidir, çünkü Aristo’nun ifadesiyle söyleyecek olursak, aynı varlık, aynı zamanda ve aynı ilgi içinde hem “eylem halinde” (en act) hem de “kuvvet halinde” dew puissance) olamaz.

Yasayı koyanın, çoğunluğun kanaati olduğu farz ediliyor; ama burada farkına varılamayan husus, halkın kanaatinin çok kolayca yönlendirilebileceği ve değiştirilebileceği hususudur. Uygun telkinler yardımıyla kamuoyunda her zaman şu veya bu, belli bir yönde giden akımlar meydana getiriliebilir. “Kamuoyu yaratmak” deyiminden ilk kez kimin söz ettiğini pek bilmiyoruz ama, bu deyim tamamen doğrudur; gerçi sonucu elde etmek için gerekli araçlara gerçekten sahip olanların, her zaman görünürdeki yöneticiler olmadığını da söylemek gerekir.

Oysa bizim tanımladığımız şekliyle bireycilik, gerçekte birey-üstü (supra-individuel) her ilke ve yasanın inkârından ibarettir.

İdealizmin aslında konum değiştirmiş maddecilik olduğu üzerine :

Çoğu kimse ” kavramak”la “tahayyül etmek” arasındaki farkı bilmiyor; hatta Kant gibi filozoflar, tasarıma elverişli olmayan her şeye “kavranamaz” ya da “düşünülemez” diyecek kadar ileri gittiler. Bu yüzden “spiritüalizm” ya da “idealizm” denilen şeyler de çoğu kez konum değiştirmiş bir tür maddecilikten başka bir şey değildir. Bu söylediğimiz sadece “neo-spiritüalizm” adı altında belirttiğimiz akım için değil, fakat aynı zamanda kendini materyalizmin karşıtı olarak gören felsefi spiritüalizm için de doğrudur.

Doğrusunu söylemek gerekirse, felsefi anlamda anlaşılan spiritüalizm ve materyalizm (ruhçuluk ve maddecilik) biri olmadan öteki anlaşılamaz:

Açıkçası bunlar, Kartezyen düalizminin iki yarısıdır; onların temel ayrılıkları bir tür karşıtlığa (antagonisme) dönüştürülmüştür; ve o zamandan beri, bütün felsefe bu iki terim arasında gidip gelmekte ve bunları aşamamaktadır. Adı öyle olmasına rağmen, spiritüalizmin maneviyatla (la spiriualite) hiçbir ortak yanı yoktur; bunun materyalizm /maddecilik ile olan tartışması, üstün bir görüş açısına ulaşanları ve bu karşıtlıkların, aslında, hemen hemen birbirinin eşdeğeri olduğunu görenleri ancak tamamen ilgisiz bırakabilir; onların pek çok noktadaki sözüm ona karşıtlığı adi bir kelime tartışmasına indirgenmektedir.

İnsanın sadece alet yapan bir alete dönüşmesi üzerine.

Bütün bunlarda, pratik amaçların gerçekleştirilebilmesine yardımcı olmanın ve sadece insan tekinin en bayağı ve bedensel yanının isteklerine boyun eğmiş basit bir âlet ya da Bergson’un ilginç bir ifadesiyle “âletler yapan bir âlet” olmanın dışında, zekâya hiçbir yer kalmıyor; dolayısıyla bütün biçimleriyle “pragmatizm” demek hakikat konusunda tam bir bilgisizlik demektir. Bu koşullarda sanayi, artık sadece bilimin bir uygulaması değildir; öyle olsaydı, bilim kendi içinde tamamen uygulamadan bağımsız olması gerekirdi; oysa sanayi, bilimin varlık sebebi ve ispatı gibi bir şey oluyor; öyle ki burada da normal ilişkiler altüst olmaktadır.

Modern dünyanın kendi tarzında bilim yaptığını iddia ettiği zamanlarda bile, tüm güçlerini yoğunlaştırması gerçekte, sanayi ve “makinalaşma”nm geliştirilmesinden başka hiçbir şey için değildir: Böylece maddeye hakim olmak ve onu kendi kullanımlarına tâbi kılmak isterken, başta da dediğimiz gibi, ancak onun kölesi olabildiler: Sadece entellektüel tutkularını -eğer bu kelimeyi böyle bir durumda kullanmaya izin varsa- makinalar icat ve inşa ederek sınırlandırmakla kalmadılar, fakat aynı zamanda sonunda kendileri de gerçekten bizzat makina oldular.

Çünkü Batı uygarlığının tek gerçek üstünlüğü sadece maddi alandadır; öteki bütün görüş açılarından ise, çok aşağıdadır.

About