Orhan PAMUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orhan PAMUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2024 Pazar

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Veba Geceleri

Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk

Kitap Hakkında Bilgi:

Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.

1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.” -LE POINT, FRANSA
“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.” -THE INDEPENDENT, İNGİLTERE
“O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı.” -THE NEW YORK TIMES, ABD
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, gerçekte var olmayan kurgusal Minger Adası ve ahalisi üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun Veba karşısındaki tutumunu, komşu ya da uzak ülkelerin bu salgınla nasıl baş ettiklerini, ne gibi yöntemler uyguladıklarını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

“Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.”  Sayfa 119

“İnsanların birbirleriyle ilişkileri zayıflamıştı, dostlukları ve yeni bir şeyler öğrenme, yeni söylentilere öfkelenme isteği de azalmıştı. Herkesin yeterince korkusu, yarası, telaşı vardı. Kimse komşusunun ölümüyle meşgul değildi.” Sayfa 452

Yıl 1901, yer Osmanlı’nın yirmi dokuzuncu vilayeti olan ve Akdeniz’de Girit ile Kıbrıs’ın arasında çok eski zamanlardan beri Minger halkının yaşadığı ve Mingerce’nin konuşulduğu tarihi Minger Adası’dır.
Minger adasında Veba salgını başlar. Minger'deki salgını için Sultan Abdülhamit tarafından adanın durumunu kontrol etmek üzere İzmir’deki salgını başarıyla durduran ve Sağlık Başmüfettişi olan kimyager Bonkowski Paşa’yı görevlendirilir.

Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Çin deki veba salgınında Müslümanlar ile konuşmak ve karantinaya ikna etmek için Aziziye gemisiyle Çin'e doğru yola çıkmışlardır. Pakize Sultan, padişah V. Murat'ın en küçük kızıdır. Babası tahttan indirildikten sonra bir saraya kapatılmışlardır. Evlilik çağına kadar da kapatıldıkları sarayda yaşamışlardır. Amcası Sultan Abdülhamid kendisini Doktor Nuri ile tanıştırarak evlenmesini sağlamıştır. Çin'e doğru yol aldıkları gemide eczacı ve aynı zamanda karantinadan iyi anlayan Bonkowski Paşa ve onun yardımcısı Doktor İlias'ı görürler. Bonkowski Paşa ile konuştuklarında Minger adasında veba salgını şüphesi olduğunu öğrenirler. Bonkowski Paşa ve yardımcısı Doktor İlias'ı Minger adasına bıraktıktan sonra gemi ile Çin yolculuğuna devam ederler.

Koruma amaçlı bir Osmanlı askeri olan Kolağası Kamil, Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri'nin yanında seyahat etmektedir. Sabah uyandıklarında Bonkowski Paşa'nın öldürüldüğünü ve veba salgınının gerçek olduğunu anlatan Sultan Abdülhamid'ten bir mektup alırlar. Bonkowski Paşa'nın gizemi çözülemeyen bir biçimde öldürülmesi sonucu daha önce tahttan indirilen Sultan Abdülhamit'in kardeşi V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ve kocası Doktor Nuri'nin derhal Minger adasına gitmelerini istemektedir. 

Minger Adası'nın valisi olan Sami Paşa, Bonkowski Paşa'nın katili olarak bir tekke şeyhi olan Şeyh Hamdullahın üvey kardeşi olan Ramiz'i tutuklamıştır. Osmanlı'dan gelen bir telgrafla Ramiz'in idam kararı ertelenir. Veba salgın gittikçe daha çok yayılmakta, halk ise karantina kurallarına uymamaktadır. Minger halkı yurt dışına kaçmak için gemilere binmeye çalışır. Salgının kendi ülkelerine yayılmasını engellemek için Osmanlı'nın Mahmudiye isimli savaş gemisi ve başka iki ülkenin gemisi adayı abluka altına alıp giriş çıkışları yasaklamıştır. Vali Sami Paşa, Osmanlı'dan gelen telgraflar yüzünden karantina'yı tam olarak yönetemediğini düşünmektedir.

Minger Adası'nda halk karantina kurallarına değil de hoca ve şeyhlerin yazdığı muskalara inanması yüzünden Veba salgını durdurulamamaktadır. Valisi Sami Paşa Saray tarafından yalnız bırakılmıştır. Adada yalnızca durumu kötü olan Rumlar, Türkler ve gerçek Mingerliler kalmıştır.

Karantina Neferlerinin başına getirilen Kolağası Kamil, Ramiz'in eski sevgilisi olan Zeynep'e aşık olarak evlenmiştir. Kamil, bir sabah vali daha rahat karantina işlerini yürütebilsin diye postaneyi basarak, telgraf geliş gidişlerini durdurur. Böylece Osmanlı'dan emir almaz bir hale gelmiştir. Yine de karantina kurallarına uymayan halk yüzünden salgın hızla yayılmaktadır. Duruma kızan Osmanlı hükümeti Vali Sami Paşa'yı başka bir vilayete vali olarak atayarak yerine başka bir vali gönderir. Sami Paşa'nın ise Minger'den gitmeye niyeti yoktur. Sultan Abdülhamid kararında döner diye beklerken yeni Vali adaya gelir. Sami Paşa onları karantinaya alıp bekletirken Şeyh Hamdullah ve papaz efendiden birlikte karantina vaazı vermelerini ister. 

Bu sırada Ramiz, yeni valiyi kaçırarak vilayet binasını basar. Vali'nin adamları ile Ramiz'in adamları arasında çatışma çıkar. Ramiz ve adamları tutuklanarak idama mahkum edilir.

Kolağası Kamil eline yeni bir bayrak alarak imparatorluğa başkaldırıp adanın bağımsızlığını ilan eder ve artık Osmanlıya bağlı bir ada olmadıklarını söyler. Çatışma sırasında gönderilen yeni vali öldürülmüştür. Kamil liderliğinde yeni bir devlet gibi hareket etmeye başlarlar. 

Kamil'in eşi Zeynep hamiledir ve veba'ya yakalanır. Veba, Zeynep'ten de Cumhurreisi Kamil'e geçerek bir hafta arayla ikisinin de vefat etmesine neden olur. Kamil'in ölümü sonrası hapishane de isyan çıkar. Şeyh Hamdullah ve adamları yönetimi ele geçirir. Karantinayı tamamen kaldırarak 2 ay boyunca hüküm sürerler. 2 ay sürecinde her gün 50'yi aşkın ölü verirler, veba daha hızlı yayılmaya başlar.

Doktor Nuri ve Pakize Sultan odalarında hapsedilmiş, Vali Sami Paşa da idam edilmiştir. Şeyh Hamdullah vebaya yakalanınca 2 gün içerisinde ölür. Şeyh Hamdullah'ın adamları yönetimi Pakize Sultan ve Doktor Nuri'ye bırakırlar. Tamamen sokağa çıkma yasağı ilan eden Doktor Nuri, birkaç doktor ve Mazhar Efendi'nin de yardımlarıyla bu süreci çok iyi yönetmiştir. Sokağa çıkma yasağının çok iyi uygulaması etkisini gösterir ve bir süre sonra salgın durarak her şey eski haline dönmeye başlar.

O zamanlar kraliçe ilan edilen Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Mazhar Efendi tarafından bir süre sonra Çin'e gönderilirler. Bu hem Osmanlı hem de Minger adası tarafından verilen bir sürgündür. Çin de tam 25 yıl kaldıktan sonra Londra'ya gitmişlerdir. 

23 Kasım 2019 Cumartesi

Kırmızı Saçlı Kadın (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Kırmızı Saçlı Kadın

Kitabın Yazarı : Orhan Pamuk

Kitap Hakkında Bilgi :

Kırmızı Saçlı Kadın, 2016 yılında YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından yayımlanmıştır. Kitabın kapağında İngiliz sanatçı Dante Gabriel Rosetti’nin “Regina Cordium” adlı çalışması sergilenmektedir. Kitabın kapak tasarımı “Mehmet Ulusel”, tasarım uygulaması “Arzu Yaraş”, ve dizgisi “Akgül Yıldız” tarafından yapılmıştır.

Kitapta 1985 yılında geçen öykü, Cem isimli karakterin gözünden anlatılıyor. Kitap; Cem’in Kuyuculuk işi için gittiği kasabada ustasından gizli olarak bir çadır tiyatrosuna adını bile bilmediği “Kırmızı Saçlı Kadın”ı görmeye gitmesini, ona aşık olmasını, ilk aşkı olan “Kırmızı Saçlı Kadın”la olan münasebetini konu edinir.

Hikaye, Cem’in gençlik yıllarından orta yaş yıllarına kadar Cem’in gözünden anlatılmaktadır; ayrıca karakterlerin ağzından iki efsaneye (Kral Oidipus, Rüstem ve Sührab) de değinilip bir insanın hayatının eski eserlere nasıl dayanabileceğini göstermektedir. Dil açısından sade bir anlatım seçen Orhan Pamuk, son derece dikkat uyandıran bir roman sunmuştur.

Kitabın Özeti :

Cem 1980 yıllarının başında annesi ile İstanbul da yaşayan bir lise öğrencisidir. Babasını çok sevmesine rağmen aralarında hep bir uzaklık olan Cem annesi ile daha iyi anlaşmaktadır. Cem hep babasıyla konuşmak ve ondan bir şeyler öğrenmek isteyen ilgiye aç bir çocuktur. Cem’in babası eczacılık yapmaktadır. Siyasi bir geçmişi olduğu için eczaneye sık sık eski arkadaşları gelir. Cem, babasının bu arkadaşlarını sadece babasına yemek götürdüğü zamanlar görür. Cem’in babası bir gün ortadan kaybolur. Babasının daha önce de böyle ani kayboluşları olsa da bu sefer ki gidişinin farklı olduğunu annesinin hal ve hareketlerinden fark eder. Cem, babası gittikten sonra maddi olarak sıkıntı çekmeye başladığı için çalışmak zorunda kalır. Beşiktaş’taki bir kitapçıda çalışmaya başlayan Cem, işinden çok memnundur. Kitaplarla ilgilenmeyi oldukça sever. İleride yazar olmak gibi bir hayali vardır.

Maddi durumları daha kötüye gitmeye başlayınca annesi ile Adapazarı’nda oturan teyzesinin yanına taşınırlar. Eniştesi, Cem’e yazın çalışabilmesi için bir iş bulur. Tarlaya bekçilik yapacak olan Cem, çalıştığı sıralarda kuyu kazan Mahmut Usta ve çırakları ile tanışır. Cem’i seven Mahmut Usta, Adapazarı'ndaki işi bittikten sonra başka bir işe gideceğini Cem’e söyler ve çırak olarak gelmesini ister. Hem kuyu kazma işi ilgisini çektiği için hem de parası iyi olduğu için işi kabul eder ancak önce annesinden izin almalıdır. Annesinden izin alma işini Mahmut Usta halleder. Mahmut Usta, Cem’in annesine Cem’in kuyuya hiç girmeyeceğine dair söz verir.

Cem ve Mahmut Usta bir kamyonet ile İstanbul’un dışında kalan Öngören adlı kasabaya giderler. Kasabaya vardıklarında ilk iş olarak malzemeleri indirir ve gece kalacakları çadırı kurarlar. Ertesi gün işveren Hayri Bey ile tanışırlar. Hayri Bey bir iş adamıdır ve Öngören de bir tekstil fabrikası kurmak istemektedir. Bu nedenle önce fabrikayı kurmak istediği arazide su olup olmadığını öğrenmek ister. O dönemde sondaj makineleri daha ortaya çıkmadığından kuyucular kendileri 10-20 metrelik kuyular kazmaktadır. Eğer su bulurlarsa büyük bir kazanç sağlıyorlardı. Hayri Bey, Mahmut Usta’ya araziyi gezdirirken kuracağı dokuma fabrikasından bahseder. Hayri Bey, yanında getirdiği Ali adlı çalışanını Mahmut Usta’ya yardım etmesi için bırakır.

Mahmut Usta araziyi dolaştıktan sonra kuyuyu kazacağı yere karar verir. Hemen işe koyulurlar. Mahmut Usta kazma işini yaparken Cem ve Ali ise çıkan toprakları taşır. Gündüz çalışırlar akşamları ise kendi yaptıkları yemeği yerler. Çoğunlukla çekmeyen televizyondan bir şeyler izlemeye çalışırlar. Çalıştıkları araziye yakın olan Öngören kasabasına da uğrarlar. Cem ilk gittiği gün bir aile ile karşılaşır. Ancak Cem’in ilgisini çeken aile değil ailenin içindeki Kırmızı Saçlı Kadın’dır. Cem ilk görüşte bu kadına aşık olur. Daha sonraki akşamlarda Öngören’e Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile gider ancak bunu uzun bir süre başaramaz.

Öngören’e gitmediği günlerde Mahmut Usta’nın anlattığı masalları dinleyen Cem, Mahmut Usta’yı babası gibi görür. Mahmut Usta ile Öngören’e gittikleri bir gün Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini görür. Nereye gittiğini Mahmut Usta’ya belli etmeden peşlerine takılır. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini gittikleri meyhaneye kadar takip eder. Meyhanenin camından Kırmızı Saçlı Kadın’a bakarken Kırmızı Saçlı Kadın da ona bakar. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesi ile burada tanışır. Biraz konuştuktan sonra Cem, Kırmızı Saçlı Kadın ve yanındakilerin bir aile değil tiyatrocu bir grup olduğunu anlar.

Cem sonraki günlerde tiyatro çadırının etrafında dolaşmaya başlar. Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile aynı meyhaneye gittiğinde Kırmızı Saçlı Kadın’ın kardeşi sandığı Turgay ile karşılaşır. Turgay’dan tiyatro çadırına girebilmek için izin ister. Turgay, bardağa doldurduğu rakıyı tek seferde içerse istediğini yapacağını söyler. Cem tereddüt etmeden istediğini yapar. Sözleştikleri gün Turgay meyhanede yoktur. Onun yerine başka biri Cem’i tiyatro çadırına sokar. Cem o akşam Kırmızı Saçlı Kadın’ın oyunculuğu karşısında büyülenir.

Daha önce çalıştığı kitapçıda okuduğu Kral Oidipus’u bu kez tiyatro olarak izler. Son oyunda da Rüstem ve Sührab’ı izlese de bu hikaye hakkında bir şey bilmeyen Cem, Kral Oidipus’u daha önce Mahmut Usta’ya anlatır. Mahmut Usta’nın hikayeyi hiç beğenmediğini düşünmüştür. Farkında olmadan babasını öldüren eski Yunan Kralı Oipidus ve bilmeden oğlunu öldüren Şehname’nin kahramanı Rüstem. Tiyatronun sonunda Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın, beraber Öngören sokaklarında dolaşırlar. Birçok konudan bahsettikten sonra Kırmızı Saçlı Kadın’ın kaldıkları eve giderler. Kapı önünde konuşmaları devam eder. Bu konuşmalar sırasında Kırmızı Saçlı Kadın’ın Turgay ile evli olduğunu ve Turgay’ın İstanbul’a gittiğini öğrenir.

O gece Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın birlikte olurlar. Cem daha fazla vakit kaybetmeden çalıştıkları araziye gitmek için yola koyulur. Ancak çadıra sabah saat dörtte gelebilir. Cem, Mahmut Usta’nın sorularını ufak yalanlar söyleyerek geçiştirir. Sabah erkenden kalkar ve Mahmut Usta’ya yardım etmeye başlar.

Mahmut Usta, uzun zamandır kazıyor olmasına rağmen suyu bulamamıştır. Günler geçerken on günlük iş bir ayı bulmuştu ve hala su çıkmamıştı. Hayri Bey işin uzamasına çok sinirlenir. Birkaç kez ikaz ettikten sonra Mahmut Usta’ya ödeme yapmayacağını ve yardım etmeyeceğini söyleyerek Ali’yi de alarak araziden gider.

İşler, Kırmızı Saçlı Kadın ile yaşadığı gecenin ardından uykusuz kalan Cem’e Ali’nin yokluğunda daha da zor gelir. Kırmızı Saçlı Kadın ile birlikte oldukları geceden sonraki gün Mahmut Usta’ya yardım etmekte zorlanır. Mahmut Usta’nın uyarılarına rağmen uykusuz ve yorgun olduğunu kabul etmez. Kuyunun dibinden çektiği kovayı elinden kaçırınca kova kuyunun içine, Mahmut Usta'nın üstüne düşer. Mahmut Usta’ya seslense de Mahmut Usta’dan cevap alamaz. Ne yapacağını bilemeyen Cem, yardım çağırmak için Öngören’e koşar. Kırmızı Saçlı Kadın’dan yardım istemek için evlerine gider ancak kapıyı başka biri açar. Kırmızı Saçlı Kadın ve diğerlerinin gittiğini söyler. Telaş içinde doğru düzgün düşünemeyen Cem araziye geri döner. Bir umut kuyuya yaklaşsa da değişen hiçbir şey olmamıştır. Eşyalarını toplayarak Öngören’deki ilk trene biner ve Öngören’den kaçar. Mahmut Usta'yı kurtaramayacağını anlayan Cem ise korkup şehri terketmiştir.

Cem eve döndükten sonra kimseye bir şey anlatmaz. Uzun bir süre polislerin gelip kendisini tutuklayacağını düşünerek geçirir. Vicdan azabından hiç kurtulamaz. Dershaneye yazılarak üniversite sınavına hazırlanır. Bu süreçte eski işi olan kitapçıda çalışır. Üniversitede jeoloji mühendisliğini seçer. Okuduğu üniversiteye eniştesinin akrabası olan Ayşe adında bir kız gelir. Eczacılık okuyan Ayşe’ye eniştesinin hatırına yardım eder. Zamanla iyi arkadaş olurlar ve bu arkadaşlık yerini ilişkiye bırakır. Üniversiteden sonra da evlenirler. Cem hayatını düzene sokmuş olsa da Öngören’de olanları, Mahmut Usta’yı ve Kırmızı Saçlı Kadın’ı unutamaz.

Cem ile Ayşe’nin çocukları olmayınca doktora başvururlar; Ancak hiçbir ilerleme kaydedemezler. Zamanla çocuk yapma fikrinden vazgeçerler. Cem, mühendis olarak çalışır. Üniversiteden bir arkadaşının ısrarı ile yurt dışındaki şirketlerde de işler yapar.

İlerleyen yıllarda Ayşe ile bir inşaat firması kurarlar. Bu firmanın adını “Sührab” koyarlar. Sührab kısa sürede büyür. Şirketi Ayşe yönetirken Cem de daha büyük bir firmada çalışır. Sührab kısa sürede büyüyünce işinden ayrılan Cem, Ayşe’ye yardım etmeye başlar. Sührab yatırım olarak birçok yerden arsa satın alır. Bu yerlerden biri de Öngören’dedir.

Enver adında biri tarafından Cem’e velayet davası açılır. Enver, Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Yapılan testler sonucu Enver’in Cem’in babası olduğu anlaşılır. Cem bu mahkeme olaylarından Ayşe’ye bahsetmez ama Ayşe daha sonra bunu öğrenecektir.

Öngören’de iş yapmaya başlayan Sührab’ın sahibinin gençliğinde Öngören’de kuyucu çıraklığı yapmış olması Öngörenlilerin arsalar için daha çok para istemelerine sebep olur. Cem, bu olaylar için kendisi ile görüşen bir Öngörenliden Mahmut Usta hakkında bilgi alır. Mahmut Usta, kuyuda ölmemiştir. Sührab’ın Öngören’de daha iyi bir izlenim bırakabilmesi için Cem Öngören'de bir konuşma yapar. Bu konuşma sırasında ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın’ı görür. Konuşma sonrası bir köşeye çekilerek uzun uzun sohbet ederler. Cem, Enver’i görmek istese de Enver, babasını görmek istemez.

Cem, etkinlik sonrası Mahmut Usta ile kazdıkları kuyuyu görmek ister. Geçen yıllarda Öngören çok büyüdüğü için yanına birini isteyince Kırmızı Saçlı Kadın bu iş için Serhat adında birini önerir. Serhat ve Cem sohbet ederek yürümeye başlar. Serhat, Cem’e sürekli iğneli laflar kullanır. Kuyuya vardıklarında Serhat, dokuma fabrikasına girilebilecek bir yer bulup geleceğini söyleyerek karanlıkta kaybolur. Yalnız kalan Cem karanlıkta biraz bekledikten sonra çalan telefonunu açar. Ayşe, Cem’e kızarak yanındaki kişinin Enver olabileceğini söyler. Telefonu kapattıktan sonra Serhat yolu göstermek üzere geri gelir. Fabrikadan içeri girer ve kuyunun yanına giderler. Konuşurken Ayşe’nin söylediklerini dikkate alan Cem, yanındakinin Enver olduğunu anlar. Baba oğul karşılıklı tartışırlar. Tartışmanın kızıştığı bir sırada Cem yanında getirdiği tabancasını çıkarınca birbirlerine girerler. Boğuşma sırasında ateş alan tabanca Cem’in gözüne denk gelir ve kuyuya düşer.

Gazeteler bu durumu oğlun miras için babasını öldürmesi olarak yazar. Silahın Cem’in üstüne kayıtlı olması ve durumun nefsi müdafaa olması Enver’in suçunu hafifletir. Cezaevine gönderilen Enver annesinin ısrarı üzerine bu kitabı yazmaya karar verir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Cem : Romanın başkarakteridir. Gençliğinde yaptığı kuyucu çıraklığı romanda önemli yer tutar. Jeoloji mühendisi olması da bu yüzdendir. Kuyucu çıraklığı yapmadan önce yazar olma hayalleri kuran Cem, Akın isimli solcu bir babanın oğludur. Babasının solcu olması ve genç yaşta ailesini terk etmesi Cem’in kişiliğinde etkilidir. Cem, babasından bıraktığı boşluğu Mahmut Usta ile doldurmaya çalışır.

Kırmızı Saçlı Kadın : Gerçek adı Gülcihan’dır. Tiyatro sanatçısıdır. Romanda sürekli olarak Kırmızı Saçlı Kadın olarak bahsedilir. Cem’in ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın romana da ismi verilen kişidir. Gençliğinde Cem’in babası Akın ile bir ilişkisi olsa da Cem’in babasının ailesine geri dönmesinden sonra solcu ekibin liderlerinden Turhan ile evlenir. Turhan’ın ölümünden sonra da Turhan’ın kardeşi Turgay ile evlendirilir. Turgay ile bir tiyatro ekibi kurarlar. Öngören’e geldiğinde Cem ile tanışır. Cem’in, babası Akın’a benzemesi ilgisini çeker. Cem ile Akın’ın baba-oğul olduklarını tiyatro çıkışı Cem ile konuşurken anlar. Cem ile birlikteliğinden hamile kalsa da çocuğun babasının kim olduğu hakkında uzun süre şüphe duyar.

Mahmut Usta : Deneyimli bir kuyucudur. Romanda Cem’in üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. Çok belli etmese de Cem’i sever. Cem’i birçok yanlıştan korumaya çalışır. Cem için baskıcı, otoriter bir baba kimliğindedir. Cem, Mahmut Usta’yı öldü bilse de sadece yaralanmıştır. Mahmut Usta, Kırmızı Saçlı Kadın tarafından kurtarılır. Cem gittikten sonra suyu bulur ve bu kuyudan sonra işleri gittikçe açılır. Cem Öngören’e gelmeden 5-6 yıl önce vefat eder.

Enver : Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Muhasebe okuyan Enver, babası gibi yazar olma hevesindedir. Şiirleri birkaç dergide yayınlanmıştır. Hayatında büyük bir başarı gösteremez. Parasız olmaktan çokça şikayet eder.

Ayşe : Cem’in eşidir. Cem’in eniştesinin akrabası olan Ayşe, Cem ile de üniversitede bu vesile ile tanışır. Eczacılık okur. Cem’e her zaman destek olur.

Turgay : Kırmızı Saçlı Kadın’ın kocasıdır. Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın ile tanışmasını kolaylaştırır. Abisinin karısı ile evlendiği için problemleri vardır. Enver ve Kırmızı Saçlı Kadın’a zor zamanlar geçirtir.

30 Mart 2019 Cumartesi

Beyaz Kale (Orhan PAMUK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI: BEYAZ KALE

KİTABIN YAZARI: ORHAN PAMUK
KİTABIN KONUSU:

17.yy`da Türkler tarafından esir edilen astronomi, matematik ve tıptan anlayan bir Venedikli bilim adamının başından geçenler.

KİTABIN ÖZETİ:

Venedik’ten Napoli’ye doğru seyretmektedirler. Türk gemileri yollarını keser. Üstelik onlar topu topu üç gemiyken, Türk gemilerinin ardı arkası kesilmemektedir. Bu Venedik gemisindeki kürekçi esirlerde Türk olduklarından kaptan onları kırbaçlayamaz. Kaptanın bu korkusunun, Yazarın hayatını değiştireceğinden haberi yoktur.

Türk gemileri geldiklerinde diğer iki Venedik gemisi gemilerin arasından sıyrılıp kaçar. Yazarın olduğu gemi ise kaçamaz ve Türk gemilerinin arasında kalır. O öğrenmeye düşkün biridir. Kamarasına iner ve Floransa’dan aldığı kitaplara göz gezdirmeye başlar. Türkler artık gemidedir yukarıdan seslerini duymaktadır. Yukarıya çıktığında esir düşen adamların ne yapılacağına karar verilir. Bu adamlardan çoğu kürekçi olur. Yazarın aklına ise astronomiden anladığı ve doktor olduğunu söylemek gelir. Böylece daha iyi yerlere gidebilir. Türklere bunu söylediğinde pek yüz bulamaz. Daha sonra İstanbul’daki sarayın zindanında bulur kendini. Burada doktorluk yapmaya çalışır. İyileştirdiği hasta sayısı çoktur ve bundan para da kazanmaktadır. Hal böyle olunca birgün Paşa tarafından çağırılır. Paşa’ya ya astronomi, matematik, tıp ve mühendislikten anladığını söyler. Paşa’nın özel bir durumu vardır. Paşa’nın hastalığı bildiğimiz nefes darlığıdır. Paşaya bazı karışımlar hazırlar ve bunu önce kendisi paşanın önünde içer, sonra paşa zehirli olmadığı kanatına vardığında kendi içer. Adamı geri zindanına gönderirler. Adam zindanda doktorluktan kazandığı parayla Türkçe dersi aldığı ve Türkçeyi hemen öğrendiğini görünce Paşa şaşırır.

Günler, aylar geçtikten sonra Paşa’nın iyileştiğini duyunca sevinir. Fakat Paşa tarafından çağırılmamaktan yakınır. Birgün Paşa kendisini çağırır odaya girdiğinde gözlerine inanamaz kendisine tıpatıp benzeyen sakallı bir adam vardır. Paşa buna Hoca diye hitap etmektedir. Paşa mevzuyu açar ve bir düğün tertipleyeceğini ve bu düğünde Hoca’yla birlikte düğün için fişek yapacaklarını söyler. Hoca’yla hergün çalışırlar planlar yapar ve denerler. Birgün Paşa kendilerini izlemeye gelir. İkiside çok heyecanlıdır. Gösteriye iyi başlarlar ve iyi bitirirler. Paşa bundan menun kalır ve düğünde iyi bir başarıyla sonlanır. Hoca’yla yazar arasında ilginç rekabet vardır. Hoca üniversite okumamıştır fakat bu işlerle ilgilenir, öğrenmeye çalışır. Paşa birgün yeniden yazarı çağırır ve ona dinini değiştirirse azat edileceğini söyler. Dinini gelip gitmelere zorlamalara karşın değiştirmez. En sonunda iki tane iri yarı adam onu sarayın bahçesine götürür. Kafasını bir kütüğe koyarlar ve ona dinini değiştirip değiştirmeyeceğini, değiştirmesse öldüreleceğini söylerler. Adam karar vereceği sırada ağaçların arasından kendinin koşup geçtiğini görür, şaşırır. Adam ne olursa olsun dinini değiştirmemektedir. Onu idam edemezler ve paşanın yanına götürürler. Paşa’nın yanında Hoca da vardır. Paşa artık Hoca’nın yanında olacağını azat etme hakkını Hoca’ya verdiğini söyler. Artık Hoca’nın kölesidir. Hoca’nın evnine giderler. Hoca’nın evi küçük ve havasızdır buraya geldiğinde yazar kendini hiç iyi hissetmez. Fakat sonraları yavaş yavaş alışmaya başlar. Hoca’nın amacı kölesinin bilgilerinden yararlanmaktır. Hoca sürekli kendinin bir abi ve kölenin de bir kardeş gibi öğretilenlerini dinlemesini ister. Çok şey bilen Hoca olmalıdır hep... Aralarında böyle garip bir rekabet olarak çalışırlar. Ağırlıklı olarak batı bilimi ve astronomi konuşulur. Hoca Ay’la Dünya arasında bir gezegen olduğunda ısrarcıdır. Günleri sürekli evde kölenin yaptırdığı masanın üzerinde çalışmayla geçer. Aralarında bazen kölenin özgürlük hırsı yüzünden, bazende Hoca’nın laflarının doğruluğu yüzünden tartışmalar ve sürtüşmeler olur.

Astronomi alanında çalıştıklarında ve de bunları Paşa’ya anlattıklarında Paşa bunu hoş karşılar. Paşa birgün Hoca’yı Padişah’ın huzuruna çıkarmaya karar verir. Padişah daha çocuktur yaptıkları astronomi araştırmalarını bir çocuğun anlayacağı şekilde düzenler ve ezberler. Gidecekleri gün geldiğinde yaptıkları astronomik aletleri de sarayı beraberlerinde götürürler çocuk bunları gördüğünde sanki bir oyuncağı gibi merakla dokunmaya başlar. Çocuk Hoca’nın anlattıklarını dinledikten sonra çok sevdiği hayvanlarıyla özellikle aslanıyla ilgili soru sormaya başlar. Hoca’da sırf çocuğu etkilemek için cevaplar verir, aslında Hoca’nın hayvanlardan anladığı yoktur. Hoca’nın kafasında çocuğu etkileyip bundan ilim hakkında çalışma yapmak için gelir sağlamak vardır. Yazarla birlikte kafalarından değişik değişik hayvanlar türetip bunları Padişah’a anlatırlar. Çocuk bunlardan çok etkilenir.

Çocuk artık büyümüş ve bluğ çağına girmiştir. Hoca çoğu zaman kendi kendine odada çalışır. Ne olursa olsun hoca padişah’ı etkilemeyi başarmış ve kendi istediği yerden dirlik almıştır.

Hoca yavaş yavaş bu öğretme duygusundan soyutlaşır. Karşısına alıp bir konu anlattığı insanlar çok saf ve bilgisiz eski kafalıdır. Hoca kendi kendine birgün “Niye benim ben” diye sorar, işte burada yazara fırsat doğar ve Hoca’nın direncini kıracak sözler söyler. Hoca sinirlenip birşeyler yazmasını ister, o ise geçmişiyle ilgili şeyler yazmaya başlar. Günlerce birşeyler yazar Hoca okur okur ve bir sonuç alamaz. Geçen günlerde kendi günahlarını yazamaya başlarlar. Yazar, yazar fakat Hoca yazdığında Hoca hemen sinirlenip kağıdı yırtar. Günler böyle geçip gider bir süre...

Hoca birgün sübyan okulundan geldiğinde veba çıktığını söyler. Yazar inanamaz buna. Ertesi gün çıkıp araştırır günlerce araştırır... Şehirde veba vardır bu doğrudur. Hoca yazarın çok korktuğunu görünce sevinir. Hoca ölümün Allah’ın takdiri olduğunu söyler ve yazılmışsa olacağı varsa olur der. Yazar çok korkmaktadır. Hoca birgün sübyan okulundan geldiğinde yazara göbeğinde çıkan bir çıbanı gösterir. Yazar çok korkar Hoca’da tedirgindir bu çıbandan aslında fakat pek belli etmemeye çalışır. Yazara sorar bu veba mı diye yazar cevap veremez. Hoca çok korktuğunu görünce keyiflenir ve “Hadi dokunsana der” fakat dokunamaz çok korkar. Diğer günler kabus gibi geçer artık kaçmalıdır bu evden kurtulmalıdır. Birgün bu isteğini gerçekleştirir. Hemen deniz kıyısına gider birikmiş parasıyla bir sandal tutar ve Heybeliada’ya kaçar. Burada bir balıkçının yanında çalışır karnını doyurur ve yaşamaya başlar. Birgün bağda uzanmış yatarken birden Hoca’yı görür karşısında şok olur ama Hoca kızgın değildir. Yaptığının, hasta bir adamı yatağında bırakıp kaçmanın büyük suç olduğunu kendisinde veba değil ufak bir hastalık olduğunu söyler. Bunları konuşacak vakitleri yoktur Padişah onlardan şehirdeki vebayı durdurmalarını ister. Hemen çalışmaya başlamaları gerekemektedir. Hızla çalışmaya başlarlar gidip camilerdeki tabut sayılarını sayarlar istatislikleri çıkarırlar, bunun gibi birçok şey yaparlar. Birgün Padişah’a gidip insanları evlere sokmalarını gerektiğini çarşıyı bir süreliğine kapatmaları gerektiğini yoksa baş edemeyeceklerini söyler. Padişah buna olumlu bakar fakat yanındaki vezir ve yardımcıları bunu istemezler ama Padişah’ın dediği olur. Yeniçeriler herkesi evine sokar ilkleri daha sonra çok az kişiye izin kağıtları verip ticaretin az da olsa işlemesini sağlar. Gün geçtikçe ölü sayısı azalır veba hemen hemen bitmeye başlar. Hoca ve yazar artık Padişah’ın güvenini kazanmıştır. Hoca ödülünü alır ve Müneccimbaşılığa getirilmekle kalmaz Padişah’la yıllardır uğraştıkları yakın ilişkiyi kurar. Hoca artık her sabah saraya girip Padişah’ın rüyalarını yorumlar gelecek hakkında konuşurlar. Yazar ise sürekli evdedir. Padişah çok sık av seferleri yapar Hoca bu seferleri aptalca bulur. Seneler böyle geçer...

Birgün Padişah Hoca’dan hep söz ettiği şu düşmanları dize getirecek silahı yapmasını ister. Bu sırada Hoca saraya çok az gelip gitmeye başlar. Onun yerine saraya artık Yazar gider. Padişah’la zaman zaman sohbet edip Hoca’yla çok benzerliklerinin olduğu aslında Hoca’nın kendisi olduğu gibi garip ve kafa karıştırıcı laflar söyler. Dört sene böyle geçer, sarayda eğlencelere katıla katıla iyice şişmanlar. Hoca ise silahını yapmış Padişah’ın seferden dönmesini bekler. Hoca’nın silahı çok büyük canavar gibi birşeydir. Çalışması için beş, altı adam gerekir ama silahın içi cehennem sıcağı olduğundan bunlar özel kişiler olmalıdır. Hoca günlerini silah denemeleriyle geçirir kış gelmiştir Hoca bu adamlarla bağlantılarını koparmamıştır. Yaz geldiğinde Padişah seferden dönmüş ve yeni bir sefere hazırlanır silah için adamlar çağrılır çünkü Hoca silahında savaşta yer almasını bekler. Beklediği gibide olur silahı savaşa çağırılır ve sefer çıkılır.Seferde günlerde ilerlenir çoğu kişi bu büyük makinenin ordunun hızını kestiği düşüncesinde kapılır.Hoca hristiyan köylerinden birine geldiğinde yaşlı bir adamı tercüman eşliğinde günahlarını söylemeye zorlar. Yaşlı adam utanır baskıdan sonra söyler.Söyler ama Hoca bunun yalan olduğu kanısındadır. Hocayı tatmin etmez ileriki günler normal insanları kimi bulursa sorguya çeker. Bazılarına doğru söylemesi konusunda işkence yapar, daha sonra geceleride vicdan azabı duyar. Bu böyle günlerce sürüp gider ve artık seferin amacı olan Kale’yi alacakları yere doğru yaklaşırlar. Hava sürekli yağmurludur ve bu koca canavar çamura batar. Artık herkes bunun ordunun direncini kırdığı düşüncesindedir. Askerlerin bile inancını kırar bu makine. Sultan zaten öfkelidir çünkü Doppio Kalesi hala alınamamıştır. Sabah olduğunda Beyaz Kale görünmüştür esrarengiz bir güzelliği vardır. Artık Beyaz Kale önlerindedir. Silahı deneme vakti gelmiştir. Silaha adamlar yerleştirilir ve hedefe doğru yönelinir fakat silah çamura saplanır daha ateş etmedende koca tekerleri altında adamları ezilerek can verir. Yazar Padişah’a bakamaz bir ara bakar ve Padişah’ın kafalarının yanından geçip gittiğini görür... O akşam Hoca’yı Padişah’ın çadırına çağırırılar uzun bir süre gelmez ve bu süreç içerisinde yazar Hoca’yı çoktan öldürdüklerini ve biraz sonra cellatların da kendisinin canını almak için geleceğini düşünür ama öyle olmaz. Sabaha karşı Hoca gelir ve yazar eski hayatı hakkında birşeyler anlatmaya başlar kırkardeşinin kekeme olduğu, elbiselerinin çok düğmeli olduğu evinin bir masasının üzerindeki sedef kakmalı tepside şeftaliler ve kirazlar durduğunu masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir olduğunu, üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar olduğu arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu, zeytin ve kiraz ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir dalına uzun iplerle bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif kıpırdandığı gibi... Sonrasında yazar bu hikayelere kaldıkları yerden geç de olsa süreceğine inandığını ve Hoca’nında aynı şeyi düşündüğünü, kendi hikayesine sevinçle inandığını bilir. Elbiselerini telaşla kapılmadan ve konuşmadan değiştirirler. Yazar ona yüzüğünü ve yıllarca ondan saklamayı becerdiği madalyonunu verir. İçinde annesinin resmi ve nişanlısının kendi kendine beyazlaşan saçları vardır. Sonra çadırdan çıkıp gider sessizce, ağır ağır kaybolur.

Aradan yıllar geçmiştir. Yazar Müneccimbaşının boynu vurulmadan , hayvanlara düşkün Padişah tahttan indirilmeden çok önce Gebze’ye kaçmıştır. Yazar bundan şikayetçi değildir. Çok parası İtalya’daki gibi bir evi, karısı ve dört çocuğu vardır artık yetmiş yaşındadır.

Padişah’la iki kere görüşmesinde laf O’ndan açılır. Padişah aslında her şeyi biliyormuş. O takvimleri, kitapları bütün o kehanetleri O’nun yazdığını bilir ve bunuda ona silah bataklığa saplandığında söyler. Bu konuşmalardan yazarın kafası çok karışır. Her şeye rağmen yazar O’nu özler

Yazar bir gün evindeyken yaşlı bir adam gelir bu adamla sohbet ederler. Adam da hayal ürünü şeyler yazdığını söyler. Bu hikayeleri birbirleriyle paylaşırlar. Bu adam yazarda garip duygular uyandırır. Evinde yatıya kalır bu adam gece boyunca birbirlerine yaşadıklarını anlatırlar ve bu anıları paylaştıktan sonra yaşlı adam evden ayrılır.

Yaşlı adamın girmesinden sonra yazar bize bir köşeye attığı ve hiç dokunmadığı O’nunla geçirdiği anıları anlatan kitabını bitirmeye karar verdiği günü anlatır. İki hafta öncesine kadar başka hikayeler türetmeye çalışan yazar İstanbul tarafından gelen bir atlı görür ve bunun kendi evine doğru geldiğini fark eder. Atla gelen adam önce İtalyanca konuşur fakat sonra O’nun kadar olmasa bile O’nun yanlışlarıyla Türkçe konuşur.Adını O’ndan öğrendiğini buraya kendisini O’nun gönderdiğini söyler. O’nun İtalya’da kitaplar yazdığını zengin olduğunu öncesinden bir kadınla evlenip geri eski nişanlısını bulup onunla evlendiğini, yeni kitabının adının “Orada Tanıdığım Bir Türk” olduğunu söyler. Yazar kendisininde O’nun la geçirdiği yılları anlatan bir kitap yazdığını söyler atla gelen adam bunu okumak ister. Adam okumaya başlar.Yazar üç saat bahçede oturup adamın kitabı bitirmesini bekler. Adam kitabın sonlarına geldiğinde adamın yüzü allak bullak olur. Yazar adamın bir sayfaya dikkat etmesini bekler kitabı bitirdiğinde sayfaları hızlıca karıştırır sonunda o sayfayı bulur dışarı hızla göz gezdirir. Ne gördüğünü yazar tabi ki çok iyi bilir:

Evin bir masasının üzerindeki sedef kakmalı tepside şeftaliler ve kirazlar durduğunu masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir olduğunu, üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar olduğu hemen yanında da yazarın oturduğunu, arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu, zeytin ve kiraz ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir dalına uzun iplerle bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif kıpırdandığını görür.

27 Mart 2019 Çarşamba

Sessiz Ev (Orhan PAMUK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Romanın Konusu:


Bir tanesi tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı kafasına koymuş üç torunun, 1980 yazında İstanbul’dan elli kilometre uzakta, Cennethisar’da yaşayan babaannelerini konağında geçirdikleri bir haftanın öyküsüdür.

Romanın Özeti:

Yüzyılın başında, siyasetle uğraştığı için İstanbul’dan uzaklaştırılan, sürgüne gönderilen dede, Cennethisar’da bir konağa yerleşmiş Bütün yaşamını Doğu ile batı arasındaki uçurumu bir çırpıda kapatacağını sandığı büyük bir ansiklopedinin yazımına vermiştir. Öldükten sonra babaanne ve yanında çalıştırdığı cüce bir kahya tek başlarına yaşayıp gitmektedirler.

Her yaz olduğu gibi bu yaz da şehirden gelecek torunları beklemektedirler. Torunlar gelince, tam babaannenin düşündüğü gibi aynı konuşmalar yapılır ve herkes kendi odasına ve kendi dünyasına çekilir. Babaanneyle beraber dedelerinin mezarını ziyaret ederler. Kitapta bekirki bir konu işlenmemekte. Aslında kitabı ilginç yapan da bu.

Olaylar sırasında kişilerin kendi bakış açılarından düşüncelerini öğreniyorsunuz. Genel olarak iki aşk hikayesi işlenmiş. Aslında ikisi de platonik. Torunlardan biri olan Nilgün’e hala Cennethisarda oturan eski çocukluk aşkı ilgi gösteriyor. Adı Hasan olan bu platonik aşık geçen zaman içinde solcu görüşlerin etkisinde kalmış ve kasabada sanki onların bir adamı olarak yardım parası manasında haraç toplamaktadır.

Diğer bir torun olan Metin ise Ceylan adındaki zengin bir kıza aşıktır. Bir süre sonra evdekilerin de bundan haberleri olacaktır. Faruk Bey uzun zamandır aşırı derecede içki içmektedir. Ev halkı ve babaanne bunu görüp elinden bir şeyin gelmemesi nedeniyle üzülmektedirler.

Olaylar çoğu zaman kişilerin kendi anılarıyla kesilmektedir. Kitabın sonlarına doğru Nilgün’ün cumhuriyet gazetesi aldığını gören Hasan Nilgün ile tartışır. Tartışma sonucu yere düşen Nilgün bir gün sonra beyin kanamasından hayatını kaybeder.

Kitabın Ana Fikri:

Doğu ile batı arasındaki uçurumun bir anda bulunan bir buluşla değil ancak ve ancak insanların kafalarındai değişmelerle kapatılabileceği.

Kitaptaki Olaylar Ve Şahısların Değerlendirilmesi:
Babaanne: (Fatma Hanım) 90 yaşına gelmiş, torunlarını seven ancak onların babaannelerine soğuk davranmalarından hoşlanmayan, daha fazla ilgi isteyen evin sahibesi.

Faruk Bey: Kendisini içkiye kaptırmış, hayatta kaybettiklerini unutmaya çalışan ve gelecekten umudunu tamamen kesmiş biri.

Nilgün: Torunlardan ikincisi. Belki de babaanneyi anlayan en iyi insan. Küçük yaşta anne ve babasın kaybetmiş olması ve kız torun olmasından dolayı hayata biraz daha farklı bakan bir kişi. Hasan’ın kendisine aşık olduğundan uzun bir süre habersiz.

Metin: Cennethisar’a biraz olsun eski günleri tazelemek ve yeni aşklar yaşamak için gelmiş biri. Kasabadaki arkadaşlarıyla birlikte dolaşıp zaman öldürür.

Recep: Evin cüce uşağı. Babaanneye bakıyor. Kasabalılar cüce olduğu için biraz garip davranıyorlar. Kalabalıktan ve değişimden babaanne gibi pek hoşlanmayan biri.

Sessiz Ev (Orhan PAMUK) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı


1. 
“Doğu ile batı arasındaki uçurumun bir anda bulunan bir buluşla değil ancak ve ancak insanların kafalarındaki değişmelerle kapatılabileceği düşüncesinin işlendiği roman, biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı kafasına koymuş üç torunun, 1980 yazında İstanbul’dan elli kilometre uzakta, Cennethisar’ da yaşayan babaannelerini konağında geçirdikleri bir haftanın öyküsüdür.” 

Yukarıda tanıtılan eser ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kiralık Konak / Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
b) Fatih Harbiye / Peyami SAFA
c) Sessiz Ev / Orhan PAMUK
d) İstanbul Efendisi / Musahipzade CELAL
e) Üç İstanbul / Mithat Cemal KUNTAY

2. Cennethisar’daki köşkün cüce uşağının adı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Metin
b)Recep
c) Hasan
d) Faruk
e) Orhan

3. Orhan Pamuk’un “Sessiz Ev” romanındaki kahramanlardan “ Ceylan” adlı kıza platonik olarak âşık olan aşağıdakilerden hangisidir?


a) Metin
b) Recep
c) Hasan
d) Faruk
e) Orhan

4. Romanda “Kendisini içkiye kaptırmış, hayatta kaybettiklerini unutmaya çalışan ve gelecekten umudunu tamamen kesmiş biri.” olan kahramanın adı nedir?

a) Metin
b) Recep
c) Hasan
d) Faruk
e) Orhan

5. Romanda “90 yaşına gelmiş, torunlarını seven ancak onların kendisine soğuk davranmalarından hoşlanmayan, daha fazla ilgi isteyen ev sahibesi babaannenin adı nedir?

a) Aliye
b) Ayşe
c) Ceylan
d) Nilgün
e) Fatma

6. Orhan Pamuk’un “Sessiz Ev” romanının ana fikri nedir?

a) Doğu ile batı arasındaki uçurumun kapatılması mümkün gözükmemektedir.
b) Doğu ile batı arasındaki uçurumu bir anda bulunan mucizevî bir buluşla kapatılabilir.
c) Doğu ile batı arasında uçurum zannedildiği kadar büyük değildir.
d) Doğu ile batı arasındaki uçurumun bir anda bulunan bir buluşla değil, ancak ve ancak insanların kafalarındaki değişmelerle kapatılabilir.
e) Doğu ile batı arasında uçurum yoktur.

7. Romanın sonunda beyin kanaması geçirerek ölen kahramanın adı nedir?


a) Aliye
b) Ayşe
c) Ceylan
d) Nilgün
e) Fatma

8. Romanda “Babaannenin torunlarından Nilgün’e ilgi gösteren, geçen zaman içinde solcu görüşlerin etkisinde kalmış ve kasabada sanki onların bir adamı olarak yardım parası manasında haraç toplayan platonik âşık kimdir?

a) Metin
b) Recep
c) Hasan
d) Faruk
e) Orhan

9. Cennethisar’daki konakta yazdığı büyük bir ansiklopediyle doğu ile batı arasındaki uçurumu bir çırpıda kapatacağını sanan dedenin, İstanbul’ un 50 km. dışındaki Cennethisar’a gitmesinin sebebi nedir?

a) Ticari faaliyetlerde bulunması
b) Siyasetle uğraştığı için sürgün edilmesi.
c) Ekonomik kriz
d) Köşesine çekilmek istememesi
e) Anadolu’ da son günlerini sessizlik içinde geçirmek istemesi.

10. Romanda biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı kafasına koymuş üç torun, hangi tarihte, babaannelerinin Cennethisar’ daki konağına bir haftalık tatil için gelir?

a) 1980 yazı
b) 1960 yazı
c) 1980 sonbaharı
d) 1971 yazı
e) 2008 yazı

CEVAP ANAHTARI:

1-C   2-B   3-A   4-D   5-E   6-D   7-D   8-C   9-B   10-A