Burak Turna etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2019 Pazartesi

thumbnail

Metal Fırtına 5 Karanlık Savaş (Burak Turna) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Metal Fırtına 5 Karanlık Savaş

Kitabın Yazarı : Burak Turna

Kitabın Özeti :

Kitaptan bir bölüm....

Uzaklarda fırtına bulutları toplanıyordu. Ufuk simsiyahtı. Bulutlar için için yanıyor, elektrik fırtınalarını adanın üzerine boşaltmak üzere sert rüzgar eşliğinde hareket ediyordu. Bir gün önce ıssın kumsalı yakıp kavuran güneş, çok uzaklardaydı şimdi.

Adanın etrafı mercan kayalıklarıyla çevriliydi. Kuzeyindeki kayalık alanın hemen altında uzanan kumsalda ise yılın belli dönemlerinde sörf dalgaları oluşurdu. Normal şartlar altında dünyanın turizm cennetlerinden birisi olabilecek bir köşeydi burası. İsmi yoktu. Haritalarda görünmüyordu. Sakinleri ki pek de sakin insanlar oldukları söylenemezdi doğrusu, buraya kısaca ada derdi ve onların hayatlarında bu şekilde adlandırdıkları başka bir coğrafya parçası olmadığı için de nereden bahsedildiğini anlamakla çok zorlanmazlardı.

Nereden bakılırsa bakılsın, adada bir hayatın olduğuna dair izleri görmek son derece zordu. Bunun nedeni oldukça basitti aslında, bu adadakiler, dünyanın geri kalanından izole edilmiş insanlardı. Tam olarak insan oldukları söylenebilir miydi? Adanın kurucuları için bile bu konuda bir kesinlik yoktu. Dünyanın geri kalanından izole edilmiş canlılar… Hızlı, keskin duyuları olan, acımasız, yarı ölü savaşçılar. Bir çeşit kardeşlik kabilesi, bozulmuş bir gerçekliğin çıkıntısı genetik pislikler… Tanımların hepsi de onlara uygundu.

Adanın çoğu ormanlıktı. Ağaçlar hayli sık ve gökyüzünden takip edilmeyi imkansız kılacak kadar sıktı. O ormanın içinde pek çok yerde, yer altı merkezlerinde ada sakinlerinin yaşadığı, eğitim gördüğü barınaklar vardı.

Bu barınaklar, asla normal bir insanın hayalinde canlanabilecek yerler değildi. Sık ağaçların ve sarmaşıkların İçinde, belli belirsiz seçilebilen, otomatik açılan çelik gizli bir kapıdan girdikten sonra, uzun, sürekli kıvrılarak ilerleyen bir koridorda yürümeniz gerekirdi… Ve bu yürüyüşün sonunda hiçbir yere yaramayabilirdiniz. Çünkü o kapının yapılış amacı sizi hiçbir yere çıkarmamaktı. Eğitmenler, ellerindeki insanları birer robota, birer hayalete ya da bir avcıya dönüştürmek için, henüz keşfedilmemiş, veya tarihin derinliklerinde keşfedilmiş ve sonra unutulmuş taktikler kullanıyorlardı.

Duvarları boş bir odada, tek başına küçük bir çocuğun bir ay boyunca oturması, onu nasıl bir varlığa dönüştürürdü sorusunun cevabını eğitmenler çok iyi biliyordu.

Sakinlerin tek görevleri, hatta tek varlık sebepleri, kendilerine iletilen emirleri hiçbirinde düşünmeden, yargılamadan ve sınır tanımadan yerine getirmeye çalışmaktan ibaretti.

Uzun süredir adada eğitimler durmuştu. Bunun sebebi yüzlerce vahşi savaşçının ya da kendilerine denmesinden hoşlandıkları gibi Ölü Şövalye’nin savaşa hazır halde bekliyor olmasıydı. Zamanı gelince, çok büyük bir stratejik harekâta girişeceklerdi. Kim için çalıştıklarını asla bilmeyeceklerdi. Beyinleri o kadar pürüzsüz hale getirilmişti ki, baştan ölü olduklarını kabul etmişlerdi. Bu nedenle de kendilerini ölümsüz olarak görüyorlardı.

Yağmur yağmaya başladı. Öylesine şiddetliydi ki bu coğrafyanın yağmurları, görüşü birkaç metreye kadar düşürürdü. İşte o zamanlarda, ada sakinleri yer altı eğitim alanlarından çıkarlar ve sıfır görüşlü bu ortamda şiddetli savaş eğitimleri alırlardı. Ormanın içinde, şiddetli yağmur altında, dünyada kaybolmuş ama burada uygulanan yakın dövüş taktikleri, atış eğitimleri yaparlardı.

Zamanı geldiğinde bir denizaltı adaya yaklaşacak, onları hedef bölgesine götürüp bırakacak ve onlar da önlerine gelen her şeye ateş ederek kim bilir hangi stratejik ve siyasi hareketlenmeye neden olacaklardı.

Adanın yer altı tünellerinde Özel bir oda vardı. Gözle görülemese de ince ve ayrıntılı bir araştırmada ileri derecede karmaşık teknolojiler sayesinde dinlenemez, gözetlenemez bir odaydı.

Elan Rahu, çok gizli toplantılarını bu odada gerçekleştiriyordu. Toplantıya katılanlar ise genelde sıra dışı yollarla adaya gelirdi.

Toplantı başladığında Elan Rahu’nun eski rahat duruşundan eser yoktu. Türkiye operasyonu neredeyse tamamen başarısız olmuş, Amerika’daki rahatı da kaçmıştı. Adamlar onun hemen hemen bütün barınma yerlerini öğrenmişlerdi. Burayı biliyorlar mıydı acaba? Gri takım denen sınır tanımazlar, buraya gelmeye de cesaret ederler miydi? Bu onlar için kesin son olurdu. Bu adadaki savaşçılarıyla, hem de yüzlercesi ile başa çıkmaları imkansızdı. Adaya küçük bir donanma saldırsa bile savunma yapabilecek durumdaydılar. Ormanın içinde kamufle edilmiş bir radar ve deniz savunma füze bataryası, kendilerine yaklaşacak gemileri anında batırabilirdi. Gri Takım’ın kendinde oluşturduğu bu psikolojiden nefret ediyordu ama yapabilecek bir şeyi yoktu. Mutlak karşılaşma olursa eğer, o da son kozunu kullanırdı. Herkesten akıllı olduğunu düşünüyordu. Tüm seçenekleri tükendiğinde ve mağlup edilmek üzere olduğunda kullanacağı son bir seçeneği vardı. Bunu asla kullanmamayı umuyordu.

Elan Rahu’nun konuklarının yüzlerinde sorgulayan ve acımasız ifadeler vardı. Rahu’yu, uzun süredir finanse etmişler, işlediği suçları görmezden gelmişler ve büyük bir özerklik tanımışlardı ama şimdi sorgu zamanı gelmişti. Elan Rahu da bunun farkındaydı. Konukları yabana atacağı ya da oyunlar oynayacağı kişiler değildi. Komplo teorisyenleri hep Elan Rahu ve onun yaptıkları üzerine düşünebilirlerdi, oysa bütün işin başında şu karşısında oturan yaşlı ama kendilerine çok iyi bakıldığı belli olan insanlar vardı. O adamlar da çok daha geniş bir bağlantı ağının üst düzey temsilcileriydi. Dünya üzerindeki stratejik dinamikleri belirleyen stratejik ortaklık bağlarının taşıyıcılarıydılar.

Elan Rahu onlardan değildi. Açıkçası kendisini biraz aptal bir adam olarak gördüklerini biliyordu. Kullandıkları ve gerektiğinde çöpe atabilecekleri bir adam. Elan Rahu’nun babası bu insanlara ve onların emperyal hedeflerine hizmet etmişti. Bütün bunları da kendi halkına bir faydası olsun diye yapmıştı. Hedeflerine ulaşmışlardı da doğrusu. Eu adamların verdikleri sözü tutmamaya ihtiyaçları yoktu, çünkü bir şey yapacaklarını söylüyorlarsa bunu yapıyorlardı ve genelde bu yaptıkları kendi çıkarlarına hizmet ediyordu. Eğer çıkarlarına hizmet edecekse, çok rahatlıkla şeytan ile bir ortaklık kurar ve şeytanın amaçlarını gerçekleştirmesi için ellerinden geleni yaparlardı; tabii şeytanın da sonunda onların çıkarlarına mutlak hizmet etmesi koşuluyla.

İçlerinde en yaşlı görünen ayağa kalktı ve son derece soylu bir duruş takınmaya çalışarak konuştu.

“Kardeşlerim,”

Bunu söylerken Elan Rahu’ya değil, diğer konuklara bakmıştı. Bu doğaldı aslında, hepsi de aynı veya birbirine yakın kolejlerin mezunuydular. Politik dostluklarının temeli de o okullarda atılmıştı,

“Stratejik ortaklığımızın üzerindeki yükün gittikçe arttığı bir dönemdeyiz. Dizayn edilen yeni savaş doktrinleri ve doğu seferi, istenilen etkiyi oluşturamıyor. Karşımızdaki cephe, bir yandan sarsılır ve isteklerimize boyun eğer görünürken, diğer yandan kendi aralarında gizli görüşmeler yürütüyorlar. Bu çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Aynı bir çığın oluşması gibi gözle görünmeyen sert bir tabaka oluşursa, bu tabaka kayacak ve bizi aldatacak olan yumuşak tabakayı yerinden ederek bir anda inanılmaz bir değdim yaratacaktır.”

“Çok doğru söylediniz.” Yuvarlak gözlükleri ardından dünyaya, sıradan insanların bakışlarından başka algılarla baktığı belli olan yaşlı adam söze girdi.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız....
thumbnail

Metal Fırtına 4 Gizli Güç (Burak Turna ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Metal Fırtına 4 / Gizli Güç

Kitabın Yazarı : Burak Turna

Kitabın Özeti :

Kitaptan bir bölüm...

Yarı açık pencereden içeriye giren rüzgar kağıtları etrafa saçıyordu. Güzel bir eylül sabahıydı. Sıcak yazın etkilerinin hissedildiği, ama insanların biraz daha rahat nefes alabildiği bir sabah.

Çalar saat susalı çok olmuştu. Hakan uyanmak İçin gerçekleştirdiği bilinçaltı çabaların hiçbirisinde başarılı olamamıştı. Gözlerini araladığında, işe geç kaldığının farkına varamadı önce. Odaya dolan hava uyuşturmuştu onu, ruhunun derinliklerine sızmış ve kandırmıştı.

Gözleri tam açıldığında beyni de çalışmaya başladı ve yerinden fırladı. Yatakta hızla doğruldu ve ne yapacağını düşündü. Bu sefer kesin kovulacağım düşündü. Sırt üstü gerisin geriye devrildi.

“İçimde hiç enerji yok. İşe gitmek istemiyorum.”

Son zamanlarda kendisini iyi hissetmiyordu. İstediği şeyleri yapmak için gereken motivasyonu bulamıyordu. İsteksizlik yaşıyordu her konuda… Sıkıntılıydı sürekli. Beyninin içinde garip bir baskı hissediyordu.

Hakan’ın düşünceleri ile başına gelenler arasında zaman zaman paralellik oluyordu. Neden sonuç bağlantısı biraz karmaşıktı gerçi. Önce düşünce, sonra gerçek mi meydana geliyordu, yoksa düşünceleri nedeniyle gerçekleri öyle mi algılıyordu, bilemiyordu. Ama kötü bir şeyler hissederse, kötü bir şeyler oluyordu.

Bu nedenle zihnindeki yoğunluğu ciddiye almamazlık edemiyordu. Eskiden kısa sürerdi. Ama son zamanlarda başlayan sıkıntı, çok uzun sürmüştü. Zaman zaman azalıyordu, sonra yeniden güçleniyor ve enerjisini bir sünger gibi emiyordu.

Yine bu düşüncelere dalıp, yatağın üzerinde hareketsiz kaldı. Ellerli kolları bağlanmış gibiydi. Zorlukla ayağa kalkıp, her gün yaptığı işlerini halletti. Kahvaltı kısmına geldiğinde yeni bir duvara takıldı. Fazladan enerji harcamasını gerektiren her şey, onu zora sokuyordu. Bunun daha ne kadar böyle devam edeceğini bilmiyordu. Bir şeyler olacaktı ve içindeki sıkıntı dağılıp gidecekti, ama ne olacaktı?

Hızlıca bir şeyler atıştırdı ve evden çıktı. Bisikletine atlayıp, yola koyuldu. Yağmur çiselemiş olmalıydı. Yerler nemliydi. Çalıştığı kitapçının önünden hızla geçip, içeriye göz attı. Kalabalıktı ve bu kötüydü. Berlin’deki Türkler’in kitap alışverişi yaptığı birkaç kitapçıdan biriydi çatıştığı yer. Patronu Hasan çıldırmış olmalıydı. Kasanın arkasındaki, endişeli ve panik halindeki yüzünü görebildi.

Garipti, Hakan ne zaman işe geç kalsa, dükkan kalabalık oluyordu. Bu durumla ilgili zihninde paranoid düşünceler oluşmaya başladı. Bazı şeyleri çok düşündüğünde de gerçekleşeceğine dair teorileri vardı.

Bisikleti dükkanının önüne bırakmak üzere geri döndü ve kapının önüne çıkmış olan patronu Hasan ile karşılaştı.

“Neredesin ulan?” diye bağıdı Hasan. Yüzü kıpkırmızıydı. Kalabalık nedeniyle çok gerildiği belliydi.

“Hasan Bey, vallahi uyuya kalmışım…”

Hasan fazla uzatmak istemedi. Kapıyı vurup içeri girdi. Hakan da peşinden gitti. Ama olayın orada bitmediğini hissediyordu. Evet, içindeki duygu daha da yoğunlaştı.

Birkaç saatlik yoğunluğun ardından ortalık sakinleşti, Hakan, bankonun arkasında oturmuş yaptığı işlemleri kontrol ediyordu. Patronu Hasan da dükkanın arkasında birşeyler yapıyordu. Başını kaldırıp dükkandan dışarı baktı, sonra işine devam etti. Dükkanın önünden korkuyla geçen birisi dikkatini çekti. Bir an için yüzünü görebildi. Başını tekrar kaldırdı. Kimse yoktu. Hakan tam başını önüne eğecekti ki, iki adamın hızla dükkanın önünden geçtiğini gördü. Az önce korku dolu yüz ifadesi ile geçen adamla bağlantı kurması zor olmamıştı.

Birkaç saniye bekledi. Duramadı. Ayağa kalkıp kapının Önüne gitti Dışarı çıktı ve giden iki adamın ardından baktı. hızlı hızlı yürüyorlardı. Sonra dukanın önünden korkuyla geçen diğer adamı seçebildi. Bir yandan arkasına bakıp diğer yandan hızlanmaya çalışıyordu korkulu adam ve arkasındaki iki kişi avlarının ellerinde olduğuna emin bir şekilde, dikkat çekmemeye çalışarak takibi sürdürüyordu.

Başına bela aradığım düşündü. Polisi aramayı aklından geçirdi, ama Alman Polisi ile uğraşmak istemiyordu.

Dükkana girdiğinde, patronu tanı karşısında duruyordu.

“Ne oldu lan, artık işi gücü iyice boşladın. Eğer çalışmak istemiyorsan çek git, senle mi uğraşacağım?”

Hakan duyduklarına inanamıyordu.

“Ama Hasan Bey…” diyebildi sadece.

“Hadi oğlum, hadi bırak git buradan.”

İri yapılıydı Hasan, fazla karşı koyulmazdı.

“Şimdi git, sonra ben yokken gel, muhasebeci ile konuş, al paranı. Sinirlerimi bozdun zaten.”

Hakan, Hasan’ın gözlerinin içine bakmamaya Özen göstererek dükkandan dışarı çıktı. Soğuk bir rüzgar esti. Şimdi daha da sertti. Önce sağına baktı, birinin önde diğerlerinin de onu takip etliği üç kişinin gittiği yöne. Bir de sola baktı, onu evine götürecek yola.

Uzun süredir yaşadığı ruh halinin etkisi miydi bilmeden bisiklete atladı ve yavaşça pedal çevirerek sağa doğru ilerledi. Görüş alanındaki adamlardaydı gözleri. Yoldan sağa dönmüşlerdi. Bir an için gözden kayboldular. Pedalları daha hızlı çevirmeye başladı ve görebileceği takip mesafesini sürdürdü. Fakat sadece korkulu adamı takip eden o iki şüpheli adamı gördü. Peşinde olduklarına inandığı adam ortada yoktu. Başka bir sokağa dönmüş olmalıydı.

Adamların ikisi aynı anda arkasına döndü ve Hakan’la göz göze geldiler. O an Hakan’ın ruhunun derinliklerinde bir şimşek çaktı sanki. İçinde biriken o garip enerji, harekete mi geçmişti yoksa..?

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...
thumbnail

Metal Fırtına 3 - Karşı Saldırı (Burak Turna) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Metal Fırtına 3 - Karşı Saldırı

Kitabın Yazarı : Burak Turna

Kitabın Özeti :

Kitaptan bir bölüm...


AKDENİZ ÜZERİNDE BİR NAKLİYE UÇAĞI
ŞİMDİKİ ZAMAN

Uçağın içindeki askerlerin hepsi gözlerini tek bir noktaya dikmiş, derin düşüncelere dalmışlardı. Çoğu ailelerine bile haber verecek zamanı bulamamıştı. Onlara telefon etmek için birkaç dakika verilmişti ve ailesi ile haberleşebilenler çok şanslıydı.

Kimsenin bilmediği, çok gizli bir askeri birliğin en seçkin askerleriydi hepsi de. Uçağın içindeki atmosferde garip olan bir şeyler vardı. Hepsi de yakın zaman öncesindeki şiddetli çatışma ortamında daha da bilenmiş olan askerler, şimdi barış zamanı görevleri olan gizli operasyonlardan ilkine gidiyorlardı. Akdeniz’in yüksek semalarında, otuz kişilik özel askeri birliğin kalbi aynı şey için atıyordu.
Afrika’nın Atlas Okyanusu’na bakan yüzünde bulunan Gambiya’daki Türk Jandarma Eğitim Birligi’nden subaylar, garip bir şekilde bölgedeki silahlı bir grup tarafından esir alınmışlardı. Buna kimse anlam veremiyordu. Gambiya hükümeti devreye girmiş, ancak silahlı grubun çok güçlü olması onları bir operasyon yapmaktan alıkoymuştu.

Bunun üzerine gizli Türk askeri timi, acil biçimde yola çıkarılmıştı. Kaybedilecek zaman yoktu. Türk askerlerinin bir an önce kurtarılması gerekiyordu. Bölgede yelerince istihbarat çalışması yapılmamıştı ve silahlı grubun istediği fidye ödenemeyecek büyüklükleydi. Verdikleri zaman hızla doluyordu.

Gizli askeri tim, ordu içinde “Şahinler1′ olarak biliniyordu. Bu otuz asker neredeyse birer gölge savaşçıydı. Dosyalan çok gizli birimlerde tutuluyordu ve en üst düzey subaylar dışında operasyonları hakkında bilgi sahibi olan neredeyse yok gibiydi. Dünyada çok az askeri birliğin cesaret edebileceği harekatları rahatlıkla başarmışlardı. Onları çok daha etkin kılan şey ise, otuz kişilik birliğin aynı zamanda çok İyi birer sivil ajan görünümünde çalışabilin esiydi. Bu dünyada eşine rastlanmamış bir durumdu. Böyle yetenekli bir askeri birliğin başaramayacağı iş yok gibiydi.

Komutan Ali, neden içim böyle sıkılıyor, diye düşündü. Hava güzeldi. Yolculuk iyi geçiyordu. Atlas Okyanusu üzerinden küçük bir tur atıp havaalanına ineceklerdi. Başkent Banjur’daki havaalanına indikten sonra hızla kamyonlara allayacak ve askerlerin tutulduğu ve ülkenin en hareke di kenti olan Serekunda’ya geçeceklerdi.

Ali komutan aklında gereken planı yapmıştı. Oradaki askeri birimlerden de mümkün olduğuna) bil^i alınmıştı. Otuz kişilik Türk özel askeri birimi, kendilerine destek verecek olan 400 kişilik bir Gambiya jandarma kuvveti ile kurtarma operasyonu düzenleyecek ve sekiz kişilik Türk subay grubunu kurtaracaktı. Tabii her şey yolunda giderse. Karşılarında, kalaşnikof ve roketatarlarla donanmış yüz kişilik bir haydut birliği vardı.

Ali Komutan, burada yanlış olan bir şeyler var, diye düşündü. İstedikleri fidye çok yüksekli. Bu bölgede istenmeyen bir fidyeydi. Ve adamlar gayet rahat davranıyorlardı. Türkiye’den yardım geleceğini bile bile bu bekleyişi sürdürmeleri de garipti. Sanki Türkiye’den oraya bir yardım gelmesini istiyor gibiydiler.

İçindeki sıkıntı buydu işte; kimsenin panik halinde görmediğini düşündüğü bir ayrıntı vardı ortada. Türk Ordusu’nun bu en gizli birliğinin gittiği operasyon, ne yazık ki istihbarat açısından çok zayıf temellere dayanıyordu.
Ali komutan, askerlerine baktı. Hafif kırmızı ışığın aydınlattığı uçak içinde, dev cüsseleri ve o cüsselerini daha da büyük gösteren teçhizatları içinde, hepsi de kararlı ve vakurdu.

Saatler geçerken, Akdeniz’i geçmiş, artık Afrika anakarası üzerinde uçmaya başlamışlardı. Uzun yolculuğun etkileri görünmeye başlanıyordu askerler üzerinde. Sinirleri haddinden fazla gergindi. Bunun neden olduğunu kimse bilmiyordu. Normal şartlar altında, bu tür streslere karşı fazlasıyla dayanıklıydılar. Sanki profesyonel hisleri onların içinde kendi kendine bir şeyler söylüyordu. Bazı askerler teçhizatım ve kendisini saran pek çok kemeri gevşetip rahatlamaya çalışıyordu.

Bu tim içinde rütbe yoktu. Sadece Ali komutan vardı ve onun da rütbesi, hemen hemen her yerde generale eşitti. Yani askerlerin hepsi ona bağlıydı. Askerlerle arasında da görev dağılımı vardı. Silah ve teknik konulardaki uzmanlıklarına göre sınıflanmıştı şahinler. Uzun yılların verdiği beraber çalışma duygusuyla beraber derin bir empati ve iç iletişime sahiptiler. Herkes kimin nasıl hareket edeceğini çok iyi bilirdi. Ali, onların birer kardeş olduğunu düşünürdü. Kendisi de en büyük kardeş.

Biraz dolaşmak için ayağa kalktı. Sürekli hareketsiz kaldığı zaman ne kadar çok düşüncenin beynini işgal ettiğine şaşırdı kendisi de. Uçak türbülansa girmişti, en sevmediği durumlardan birisiydi bu Ali komutanın. Kötü hislerine bir de sarsıntının etkisi karışmıştı; şimdi iyiden iyiye can sıkıntısı ile baş etmek zorundaydı. Uçağın en arkasında oturmuş, başını bacaklarının arasına alarak Oturan ve dua eden askerlerden birisine yaklaştı. Timin en cesur askeriydi Mahmut. Kimse onun karşı tarafında yer almak islemezdi. Korkunç bir görüntüsü vardı. Esmer, kalın yüz hattan ve dışarıdan taşlaşmış görünen kollarının yanı sıra, dev bir cüsseye sahipti. Genelde uçaksavarı o kullanırdı. Bir yere monte etmeden 12,7 mm’lik silahı ayakta rahat bir biçimde kullanabilen tek asker oydu. Ancak yakından tanıyanlar, hayatı boyunca kimseyi incitmediğini duyduklarında çok şaşırırdı. Gerçek bir çocuktu Mahmut. Şiddeti hiç sevmezdi. Belki çelişkili görünüyordu; ama şiddet uygulamanın, şiddeti hayatında kendini ispat etme yöntemi olarak kullananların, kendilerinden emin olmayan zavallı insanlar olduklarını düşünürdü. O mesleğini yapıyordu. Şiddeti hiçbir zaman ilk araç olarak kullanmazlardı. Ali komutan ise genelde Mahmut ile dertleşirdi; onun kendisini en iyi anlayan asker olduğunu düşünüyordu. Aralarındaki iletişim pek çok operasyon sırasında yararını göstermişti. Sayısız defa ölümden kurtulmalarının nedeni, çok uzaktan bile en basit bir mimiklerinden ne düşündüklerini anlamalarıydı.

Ali komutan, Mahmut’un yanına geldi ve oturdu. Mahmut toparlandı biraz, gülümsedi.

“Komutanım biraz tedirginsiniz.”
“Tamamen profesyonel oğlum.”
“Farkındayım, nasıl bir pisliğin içine gittiğimiz tamamen belirsiz değil mi?”
“Evet, birilerinin subaylarımızı esir aldığını biliyoruz. O kadar.”
“Evet, garip ve tehlikeli bir durum.”
“Çok tehlikeli. O nedenle gerginim. Dikkatli olmalıyız.”
“Her zaman öyle komutanım. Ama size bir şey itiraf edeyim
mi? Ben de aynı hisleri taşıyorum. Valla, bilmiyorum ama karşımıza her ne çıkacaksa çok dikkatli olmasında [ayda var. Çünkü ona karşı çok hazırlıklıyım ve inanamayacağı kadar sinirliyim.”
“Neden Mahmut, ne oldu?”

“Komutanım, tam nişanlımla işleri yoluna koymak üzereydim ki, bu görev çıktı. Ve işler tekrar bozuldu, belki de düzelmeyecek. İşte bu nedenle.”

“Anladım, Mahmut anladım. Karşımıza her ne çıkacaksa şimdi onun için daha da üzülüyorum.”

Birbirlerine güldüler. Ali komutan ayağa kalkıp askerler arasında dolaşmaya devam etti. Biraz içi rahatlamıştı. Bu ruh işiydi işte, paylaşarak sıkıntısını yenmişti biraz.

Dev elmas madeninin yer aldığı alandaki yüksek kayalığın içine oyulmuş duran şato benzeri yapı, önünden geçen herkesi hayran bırakıyordu. Afrika’nın insanları için bu yapı bir güç sembolüydü. Hepsi de bir zamanlar çeşitli batılı ülkelerin özel kuvvetlerinde görev yapmış yüzlerce öze! güvenlik görevlisi tarafından korunan bir yerdi.

Ve Sir Eli, bu dağa oyulmuş şatoyu dünya operasyonları için merkez olarak kullanıyordu. Doğrusu: Dışarıdan yıkılmaz görünen taş duvarların arkasındaki geniş salonlarda ve çalışma odalarında dev ekranlar vardı. Bu ekranlara dünyanın bütün borsaları, televizyon kanalları ve özel kanallardan bilgiler akıyor, daha sonra bu bilgiler bilgisayarlara aktarılıyordu.

Sir Eli, her zaman kullandığı büyük çalışma salonundaydı. Geniş, ağır maun masasının karşısındaki koltuklarda oturan iki orta yaşlı ve sportmen görünüşlü adamın söylediklerine dikkatle kulak kabartmıştı. Odanın içinde en kaliteli hava purosunun kesif dumanı İle oluşan bir ağırlık vardı. Bu ağır havana, Afrika nemi ile birleştiğinde alışık olmayan birisi için sıkıntı verici bir özellik kazanabilirdi.
“Bakın!..” Yaşlı adam sağ elini havaya kaldırıp bileğini iki konuğuna doğru uzattı: “Bu gördüğünüz yarayı, bir çatışma esnasında aldım. Ruh hastası genç bir Türk ajanı beni neredeyse öldürüyordu.”

Sir Eli’nin konukları, şimdi ona biraz daha saygı duymuştu. Bu adam bir çeşit gaziydi. Ölümcül bir saldırıdan kurtulmuştu.

“Ama o saldırıyı organize eden Türk yeraltı grubu sanırım gri (akım diye adlandırıyor kendisini…”

“Evet, Bay Eli, gri takım… Ama çok ciddi takip altındalar. Son üyeleri bir araya geldiklerinde onları her an takip edebilir hale gelecekler. O zaman kısa süre içerisinde yok edilebilirler.”

“Bakın, benim öyle bir derdim yok. Sanırım üç beş kişilik bir ekipler şu anda. Kendini kaybetmiş yaşlı bir adamın motive ettiği birkaç eski ajanın işi o grup sanırım…”

“Aslında böyle de denebilir” diye ekledi diğer konuk. O biraz daha az konuşuyor, daha çok dinliyordu. İyi bir saha adamı olduğunu belli eden özelliklerdi bunlar.
“Esas sorunum, yeni yeni kendisini göstermeye başlayan bir Türk özel kuvvet birimi. Amerikan 5EAL komandolarını alın, onla çarpın, içine CIA ve DIA’in en iyi elemanlarını katın, işte size ‘Şahinler.’ İsimlerini, Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı saldırı sırasında vurulan bir Türk özel kuvvet askerinden alıyorlar. Yani, son derece iyi ve öfkeliler. Savaş sonrası pek çok yasa ötesi Sir Eli için yasa dışı yoktu, yasa ötesiydi onun işleri işimi baltalayan operasyonlara imza attılar. Her şey yolunda sanıyorsunuz; ama birden bakıyorsunuz ki, o bölgede sivil sanılan insanların yansını bu tim oluşturuyor. Ve sonra öfke içinde her şeyi parçalıyorlar.”

Sir Eli’nin konukları ağızlan açık kalmış bir biçimde hayretlerini gösteren bir ifade takındılar. Sir Eli Şahinleri anlatırken, onlara duyduğu hayranlığı da gizlemiyordu.

“Ve beyler,.. En sonunda bu soruna bir çözüm bulmaya karar verdim. Biliyorsunuz, Gambiya’daki Türk askerleri, bu ülke ile şu anda size açıklayamayacağım çok önemli bir işbirliğini geliştiriyorlar. Küçük bir oyun hazırladım. Gambiya’da eğitim veren Türk jandarma subayları geçen gün bir pusuysa düşürüldü. Ve şimdi bu subayları kurtarmak için kim geliyor dersiniz? Tabii ki Şahinler. Bu sefer çok zor oldu her şey, ama başardım. Çok para harcamak zorunda kaldım. İçeriden bağlantıyı bulmak hayli güçtü Ancak bir kız bana yardım etli ve gereken bağlantıyı buldu.”

“Bay Eli, organizasyon kabiliyetiniz müthiş. Demek ki Grilerle Şahinleri aynı anda yok etmeyi düşünmüyorsunuz.”

“Bakın, Şahinler nasıl bir tuzağa düştüklerinin farkında değiller. Türk subaylarını rehin alan haydut çetesine yaklaşık beş yüz bin dolar ödedim. Aslında bu para az bile; çünkü Şahinler bu haydutları fena paralayacak. Ancak esas iş bundan sonra başlıyor. Sierra Leone’den getirdiğimiz, ki bu da çok ama çok zor bir işti, sekiz yüz kişilik bir gerilla kabilesinin liderine bu madenden pay önerdim ve o da Şahinleri yok etmeyi kabul elti. Yani Şahinler iş bittiğini düşündüğü anda kendilerine ağır silahlarla saldıran bir taburu bulacaklar.”
“Madenden pay önermek… Bu çok yüksek bir meblağ değil mi Sir Eli?”

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...
thumbnail

Metal Fırtına 2 Kurtuluş (Burak Turna) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Metal Fırtına 2 Kurtuluş

Kitabın Yazarı : Burak Turna

Kitabın Özeti :

Sir Eli denilen kişinin ekonomik desteğiyle, Stillson ABD’nin başkanı olmuştur. Bu başkan sadece Sir Eli’nin verdiği emirleri yerine getiren kukla, göstermelik birisidir. Perde arkasında hükümeti yöneten asıl kişi ise Sir Eli olacaktır. Gayri meşru yollarla hükümet olan Stillson sadece onaylayan konumundadır. Kabine ilk toplantısını New York’ta yapmıştır. Stillson toplantıya çağırdığı Sir Eli’yi kabineye tanıtır. Stillson ayağa kalkıp Sir Eli’ye yervererek kenara çekilir. Sir Eli, Stillson’a hiç bakmadan başkanlık koltuğuna oturarak bütün gücün kendisinde olduğunu gösterir.

Beyler çok önemli bir görev için buradasınız diyerek söze başlar. Emir veriyor gibidir. Gerçek başkan gibi davranmaktadır. Stilson ise onun yanında başıyla onaylayan kişi konumundadır.

Sir Eli hedeflerini bir bir sıralamaya başlar. Bütün taşeronları ortadan kaldıracağız. Gerçek imparatorluk bugün ortaya çıkmaya başlayacaktır. Bakanlardan tek isteğim Amerikan ordusunun harekete geçmesi için düğmeye basmalarıdır. Şimdi ana planlarımızı uygulamaya koyabiliriz. İlk olarak Ortadoğu’yu tam bir kaosun ortasına sürüklemeliyiz. Bu kaos sayesinde top yekün savaş çıkararak Müslüman dünyayı yenilgiye uğratmalıyız. Ortadoğuda taşeron devletlere ihtiyacımız kalmamalı. İsrail’in bile bizim için bir önemi yok artık. İsrail etrafına gereken zararı verip ondan sonra ortadan kaldırılmalı. Yani Ortadoğu’da yakılacak ateşle beraber Amerikan politikalarına muhalefet edebilecek hiçbir devlet yapısı kalmamalı. Oradaki Yahudiler Amerikanın kontrolüne geçmelidir.

Amerikan ordusunun Suudi Arabistan ve İran’a saldırması için Amerikalılar, Amerika’da büyük bir terör eylemi düzenlerler. Bu eylemin sorumlusu olarak İranlılar ve Suudiler gösterilir. Buna karşılık olarak Suudi Arabistan’daki kutsal toprakların ele geçirilmesi emri verilir. İsrail’de büyük bir patlama yapılır. İsrail bu saldırının İran tarafından yapıldığı zannederek İran'a savaş açar.

Amaç Ortadoğu’da tek büyük bir devlet kurmak ve bunun için federal bir yapı oluşturularak kontrolünün Amerikanın denetiminde olmasını sağlamaktır.

Amerika Suudi Arabistan topraklarına hava saldırısı yaparak savaşı başlatmıştır. İran da Amerikan Hava Kuvvetleri uçaklarına karşı taarruz harekatı başlatmıştır. Suudi Arabistan tüm Müslüman ülkelere çağrıda bulunarak cihat ilan etmiştir.

İstanbul’da ise Dolmabahçe Sarayında Türkiye’nin ev sahipliğinde Rusya, Çin ve Hindistan Amerika’nın yapmış olduğu saldırıları toplantıda konuşulmaktadır. Gelişmeler hakkında görüşmeler yapıllmaktadır.

Türk Pilotları da Rusya’ya giderek Rus uçaklarıyla ortak olarak Amerikan uçak gemilerine saldırıda bulunurlar. Birçok Amerikan uçağı düşürülmüştür. Kısmen Türkiye’de Rusya ile birlikte savaşa dahil olmuştur.

Amerika, Türkiye’ye bir CIA Ajanı olan Michael Einckharff’u gönderir. Bu ajanın geliş sebebi ise Dışişleri Bakanı olan Abdullah GÜL’ü kaçırıp Amerika’ya götürmektir. Bunun için gerekli tüm planları yapan ajan uygulamaya tam geçecekken Dışişleri Bakanı Abdullah GÜL üç –beş kişilik bir heyetle Amerika'ya gider ve ajan da dönmek zorundakalır.

Abdullah GÜL’ün Amerika’yı ziyareti esnasında kaybolduğu bildirilir. Fakat olay kaybolma değil kaçırılmadır. Kaçırıldıktan sonra dört metrekarelik bir hücrede hapis tutulur. Daha sonra Abdullah GÜL ve diğerlerini Teksas’ta Bilimsel Araştırma Merkezine götürerek beynini yıkamaya çalışırlar. Bakanların beyni yıkanıp daha sonra da serbest bırakılacak ve o sayede Türkiye Amerika'nın istekleri doğrultusunda yönetilecektir.

Gri Takım Üyesi Amerika’da Türkiye lehine çalışan ajanlardan Mert, Han, Kurt, Deniz ve Amerikalı Tracy isimli hayat kadının çalışmaları ile Abdullah GÜL ve diğer bürokratlar kurtarılır.

Kuzey Irak’ta Hakkari Dağ Komando Tugayında görevliyken bir operasyon esnasında Asteğmen Selçuk girdiği çatışmada Amerikan askerlerine esir olur ve Amerika’ya götürülür. 2 yıl boyunca bir Araştırma Merkezinde tutulduktan sonra Abdullah GÜL’ün de aynı yerde olduğunu öğrenir. Yangın çıkartarak Abdullah GÜL ve diğer bürokratların kurtarılmasını sağlar.

Büreyde yakınları / Suudi Arabistan

Amerikan 1.Tank Tümeni General Smith komutasında Suudi Arabistan topraklarında hızla ilerliyorlardı. Hedefleri Kutsal toprakları olduğu bölgeyi ele geçirmekti. Amerikan askerlerinin içinden bazıları oraya gitmek istemiyorlardı. İçlerinden sürekli olarak kaçmak geliyordu ama çölde kısılıp kalmışlardı.

Akşam olmak üzereydi ve etraftan Tank Tümenin öncü kuvvetleri arasındaki zırhlılar üzerlerine doğru gelen RPG Roketleri Topçu Atışları, makineli tüfek atışlarıyla başlayan atışlar General Smith’ın sinirlerini bozmuştu. Çölün içinde ciddi büyük bir kuvvet gizliydi. Bir Amerikan askeri General Smith’e gelerek Komutanım büyük birdirenişle karşı karşıyayız. Çok profesyonelce Suudilerden beklenmedik şiddetli ve kararlı ateşle karşılaştık dedi.

Türkiye’den Kayseri Komando Tugayı Tuğgeneral Hasan KARA’nın komutasında dünyada eşi benzeri az bulunur bir harekatla Suudi Arabistan çöllerine girmişti. Takımlara ayrılıp Suriye bağlantısı üzerinden gizlice çölü geçmiş ve Amerikalılardan habersiz HİCAZ’a yaklaşmışlardı. İki Taburuyla BÜREYDE etrafına yerleşirken iki Taburda Tank Tümenin yolunu kesmek üzere geniş bir alanda yerli halkla beraber direniş hattı oluşturulmuştu. Amerikalıların bundan haberi yoktu. Tümen ilerledikçe daha fazla direnişle karşılaşacaktı.

Tabur Komutanı Binbaşı Hakan havancılara emir vermişti.Durmaksızın ateş edilecekti. Havan toplarının yerinin belirlenmesizordu. Bu gerçekleşinceye kadar Tümenin geri çekilmesi için baskı yapacaktı.

Amerikan Uçakları, Apaçi helikopterleri hava saldırılarına başlayınca ölüm makineleri kan kokularını almış köpek balıkları gibi hedefe üşüşmek için uğraşıyordu. Uçakların geldiğini gören Bnb.Hakan Metal Fırtına operasyonu nedeniyle daha önceden tecrübeliydi. Özel olarak seçilmişlerdi. Türk birlikleri hazırlıklıydı. İki Tabur asker yeterli değildi. Ama Tugayın geri kalanı daha geniş bir alana yayılmıştı. Bnb. Hakan’ın emriyle Havan Topları Amerikan askerlerine ardı ardına ateşe başlamıştı. Öncü Tank birliklerinin askerleri zırhlı aracın üstündeki kapaktan dışarı çıkarak makineli tüfeklerine hedef arıyordu.

Amerikalı Generalin sinirleri aşırı derecede bozulmuştu.Telsizden hava kuvvetlerini isteyerek bu işi yapamayacaklarsa defolup gitsinler diye haykırıyordu. Apaçiler ve A-10 uçakları da belirmişti. Daha önceden hazırlanmış sahte mevzileri bombalayıp gidiyorlardı. Amerikan uçakları ve helikopterleri birer birer RPG ve taşınabilir uçak savar silahları ile avlanarak tek tek düşürülüyordu. Gelişmiş Amerikan silahları hiçbir işe yaramıyordu.

Türk askerleri ve yerli gönüllülerle birlikte bedevilerin ellerinde nereden geldiği belli olmayan birkaç ton C-4 olduğunu öğrenen Bnb. Hakan bütün C- 4’leri belli bir derinliğe gömmüşler ve etrafına da binlerce 155.lık top mermisi RPG mermilerini yerleştirerek bir cephanelik oluşturulmuştur.

Amerika, birliklerinin çok fazla kayıp vermesi üzerine ve hava desteğini de yitirmesiyle bir toplantı yapar. Ne yapılması gerektiğini sorar fakat General Smith’ten korktukları için hiç kimse cevap veremez. Yarbayın bir tanesi şöyle bir manevra şekli sunar. Ortadan bir yarma harekatı yaparak ilerleyebileceklerini düşünmektedir. Bu fikir kabul görür ve hareket başlar. Türk birlikleri de bunun yapılmasını bekler. İleri gözetleyici Subayı Teğmen Alper gelişmeleri Tbk.Bnb. Hakan’a bildirir. Tank Zırhlıları ilerlemeye başlayınca daha önceden gömülen C-4 patlayıcıları patlatılır. Cephanelik şeklindeki tuzak devreye sokularak bu patlamayla bütün tanklar ve araçlar ses ve basıncın etkisiyle etkisiz hale getirilir. General Simth’in aracıda devrilerek kendisi yaralanmıştır.

Modern tarih geride kalmıştı sanki karşısındaki insanlar öyle iyi kamufle olmuş ve o kadar hareketliydiki modern savaş teknikleri işe yaramaz hale gelmişti.

General Smith etrafında yavaşça ilerlemekte olan tank ve zırhlı araçların birer birer durmaya başladığını fark etmişti. Dağ gibi bir kum bulutu bütün savaş alanını sarmıştı. Askerler birbirlerine yakın bir şekilde hareket ediyordu. Kum fırtınası zamanla şiddetini arttırmış, tüm silahların namluları kumla dolmuştu. Silahlar artık işe yaramıyordu. Kumlar hepsini yutacak duruma gelmişti 50 metreyi bulan kum bulutları her yeri dağıtıyordu. Karanlık çökmeye başlamıştı. Nefes bile almak mümkün değildi.

Bütün silahlar susmuş bir işe yaramıyordu. Amerikalılar ve Türkler karşılıklı olarak tüfeklerine süngülerini takarak artık süngülerle muharebe ediyorlardı. Tüm her yer ölü ve yaralılarla dolmuştu. Savaş neredeyse durma noktasına gelmiş hatta tamamen durmuştu. Bir süre sessizce beklediler. Komutanlar yavaş yavaş öne doğru gelmeye başladılar. General Smith ve Tuğgeneral Hasan KARA karşı karşıya geldiler. Amerikalı askerler de yavaş yavaş öne doğru gelerek birbirlerine yaklaştılar. Aynı hareketi Türk Askerleri ve Arap siviller de yaptı ve savaş bitmiş oldu.

Sonuç olarak Arabistan çöllerinde tüm dünyaya hakim olmaya çalışan ekonomi ve teknolojinin işe yaramadığı bir savaşta Amerika’nın Türk ordusu karşısında başarısızlıkla sonuçlanan savaşın Türk Subaylarının ve askerlerinin dahiyane fikirleri ve harekatı sonucu zaferle sonuçlandı.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...

21 Temmuz 2019 Pazar

thumbnail

Metal Fırtına 1 (Orkun Uçar ve Burak Turna) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Metal Fırtına

Kitabın Yazarları : Orkun Uçar ve Burak Turna

Kitap Hakkında Bilgi :

Metal Fırtına,  23 Mayıs 2007 tarihinde başlayan ABD ve Türkiye arasında patlak veren savaşı konu eden politik kurgu bir kitaptır.

Metal Fırtına’nın en ilginç yanlarından biri de kahramanların; R. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, George W. Bush, Condeleezza Rice, Donald Rumsfeld gibi gerçek karakterlerden oluşmasıdır.

Orkun Uçar ve Burak Turna tarafından kaleme alınan Metal Fırtına, yayımlandığı dönemde büyük yankı uyandırmıştı.

Bu ilk kitaptan sonra yazarlar ayrı ayrı Metal Fırtına serisine devam etmişlerdir.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...

Kitabın Özeti :

23 Mayıs 2007 günü Kuzey Irak’taki Türk askerî birliği, müttefik ABD’nin saldırısına uğrar. Amerikan 101. Hava İndirme Tümeni, Irak’ın kuzeyindeki Türk Deniz Piyade Tugayı’na saldırmıştır.

Saldırının yapıldığı saatlerde, ABD’de Metal Fırtına operasyonunun ayrıntıları görüşülmektedir. Operasyonun hedefi İstanbul ve Ankara’yı ele geçirmektir.

Türkiye’ye yönelik operasyonun arkasında bir madencilik ve enerji şirketinin ortaklarından olan Lynam adında bir işadamı vardır. Saldırı haberi üzerine Ankara’da Genelkurmay Başkanlığındaki harekât merkezinde toplantılar yapılır. Öncelikle diplomatik yolların kullanılması düşünülmektedir. Bu sırada Irak’taki Türk birliklerine yönelik saldırılar ise devam etmektedir. Bunun üzerine Başbakan, ABD’nin saldırıları ve Türkiye üzerindeki emelleri hakkında basına açıklamalar yapar. Bu sırada Türk istihbaratının başına yeni atanmış olan Çetin Kutlu elinde bir dosya ile Başbakanı beklemektedir.

Türk istihbarat timi Gri Tim üyesi olan ve görevi gereği Fransa’da yaşayan Gökhan Birdağ, aldığı bir emir ile Ermeni asıllı bir silah tüccarının bürosuna girer ve bir dosya bulur. Dosyada, Türkiye’deki bor, uranyum ve toryum madenlerinin işletme hakkının 2007 Aralık ayından itibaren bir madencilik şirketine ABD tarafından satıldığı yazmaktadır. İşte MİT Müsteşarının elindeki dosya bu dosyadır. Dosya Amerikan saldırısından dört ay önce ele geçirilmiştir. Ancak dosya aylarca içerideki hainler tarafından sümen altı edilmiştir. Amerikan saldırısının ana hedefi Türkiye’deki zengin maden yataklarını ele geçirmektir.

Amerikan saldırıları tüm şiddetiyle devam etmektedir ve diplomatik yollardan da bir sonuç alınamamıştır.

Amerika’nın Türkiye’ye saldıracağını dört ay önceden öğrenen Gökhan Birdağ yanındaki atom bombasıyla Amerika'da bir çiftlikte uygun zamanı beklemektedir. Eğer saldırılar sona erdirilmezse New York ve Washington’da bombaları patlatacaktır.

Amerikan Ordusu, Anıtkabir’i de bombalamıştır. Bu arada İstanbul’a hava saldırısına başlamıştır.

Gökhan Birdağ Washington’da merkezî bir yere atom bombasını yerleştirir. Bombanın patlamasıyla Washington’daki bir çok önemli merkez yok olur. Amerikan istihbarat elemanları Gökhan Birdağ’ın saklandığı yeri tespit eder ve yakalamak için harekete geçerler. Savaşı Florida’daki bir merkezden takip eden ABD Başkanı Türkiye’ye tehditler yağdırır.

Türk ve Amerikan orduları arasındaki savaş tüm şiddetiyle sürerken, Türkiye’nin Rusya, Çin, Almanya ve Fransa ile görüşmeleri de devam etmektedir. Rusya Devlet Başkanı Başbakana, bor, uranyum ve toryum madenlerinin işletiminde bu ülkelere pay verilmesi durumunda yardım edeceklerini bildirir. Anlaşma sağlaması üzerine dört ülkenin temsilcileri Birleşmiş Milletler binasında ABD’ye ültimatom verirler. ABD bu ültimatom karşısında çaresiz kalır. ABD Başkanı istifaya zorlanır ve böylece savaş sona erer.

Amerikan istihbaratının elinden bir Alman ajanın yardımıyla kurtulan Gökhan Birdağ hasta yatağında savaşın bittiği haberini alır. Gökhan Birdağ’a yardım eden Alman ajan ona bazı fotoğraflar gösterir. Fotoğraflarda yer alan kişi, savaşın arka planındaki isim olan Adrian Lynam’dır. Bunu öğrenen Gökhan Birdağ intikam almak için yemin eder.
thumbnail

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir?


Metal Fırtına 1

Tarih, 23 Mayıs 2007… Yer, Kerkük'ün kuzeydoğusu…
Kuzey Irak'taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri "müttefik"lerinden hiç de beklemedikleri bir darbe almıştır.
CNN International hemen haber geçmeye başlar: "Kuzey Irak'ta çatışma… 13 ABD askeri öldü, 30 yaralı var. Ordu yetkilileri, Amerikan güçlerine saldıran 35 Türk askerinin öldürüldüğünü açıkladı."
Amerikalıların niyeti Türkiye'deki zengin bor minerallerini ele geçirmektir. Bunun için her şeyi göze almışlardır. İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere tüm Türkiye'yi savaş alanına çevirmeyi bile…. Ve Metal Fırtına Operasyonu başlar…

Metal Fırtına ilk olarak Orkun Uçar ve Burak Turna tarafından beraber yazılmıştır. İlk kitaptan sonra yazarlar ayrı ayrı Metal Fırtına serisi kitaplar yazmaya devam etmişlerdir. Aşağıda ayrı ayrı iki yazarın yazdığı Metal Fırtına kitaplarının tanıtımları bulunmaktadır.

Orkun Uçar'ın Yazdığı Metal Fırtına Kitap Seti 

1- Metal Fırtına 2 / Kayıp Naaş


Metal Fırtına 2 / Kayıp Naaş özeti için tıklayınız...

Tarih 27 Mayıs 2007. Anıtkabir, ABD tarafından bombalanmış, Atatürk’ün naaşı ortadan kaybolmuştur.

Devlete bağlı gizli bir teşkilata (Gri Takım) çalışan Türk ajanı Gökhan Birdağ’ın görevi ise kayıp naaşı bulmaktır. Komutan Kurt’un anlattıkları Gökhan’ı yeni bir hedefe yöneltir.

Kayıp Naaş Operasyonu’nun ardındaki şeytani planı öğrenen Gökhan, Ortadoğu’ya gidip çıban başı olan İsrail’i vuracaktır.

Üç büyük dinin merkezi, kutsal şehir Kudüs, tarihinin en kanlı, en acımasız hesaplaşmalarından birine tanık olacaktır.

2- Metal Fırtına -3 / Kızıl Kurt 


Metal Fırtına -3 / Kızıl Kurt özeti için tıklayınız...

Bu kez düşman Rus Mafyası…

Orta Asya için ölümcül güç mücadelesi

Gökhan merdivende uzaklaşan koşar adım sesleri duydu. Adamlardan biri yukarı çıkıyordu. Artık zaman kaybedemezdi.

Belindeki el bombasını hızla çıkarıp pimini çekti. Biraz bekledikten sonra bombayı içeri yuvarladı ve duvara neredeyse yapışık halde odanın diğer ucuna doğru koştu.

Bomba hemen patlamış, Gökhan da sarsıntıdan kurtulmak için yere yatmıştı. Yattığı yerden göz açıp kapayıncaya kadar kalktı ve geri, kapıya koştu. Kapıdan çıktığında göz gözü görmüyordu.

Dumanlar arasında ancak siluetler şeklinde gördüğü bedenlere neredeyse rastgele ateş etmeye başladı. Birkaç saniye sonra, yerde ilk cesetle beraber üç tanesinin daha yattığını gördü, hiçbiri tanınacak halde değildi.

3- Metal Fırtına 4 - Turan


Metal Fırtına 4 - Turan özeti için tıklayınız...

Ekip lideri kolunu diğerlerine uzatıp parmaklarını açtı. Yumruk yaptığı anda ateş başlayacaktı. Diğerleri onu gözlüyordu ama birdenbire liderlerinin kafasının boynundan kayıp yere düştüğünü gördüler, ardından bedeni yana devrildi. Tam önündeki toprak sanki canlanmış ve onun canını almıştı.

“Kızıl Şaman Koray çıplak vücudu kurbanlarının kanıyla boyanmış halde ayakta duruyordu. Elindeki kısa kılıçtan hâlâ kan damlıyordu. Çekik gözlü cansız suratlara baktı. Çin gizli istihbarat servisi GRI’ya bağlı ölüm timiydi bu. Bekliyordu bu saldırıyı. Ama kurdun inine böyle girilemezdi.”

Binlerce insan geride iz bırakmayan bir katil tarafından yok ediliyor.
Dünya korku içinde.
Tek umut Gökhan Birdağ liderliğindeki Türk timinde!
Kızıl Şaman Koray ne saklıyor?
Şaman kehanetlerindeki kıyamet “Kalgançı Çak” geldi mi?!

4- Metal Fırtına 5 - Tengri


Türk'ün Tanrısı Geri Dönüyor!

Orkun Uçar Metal Fırtına, Kayıp Naaş, Kızıl Kurt ve Turan’dan oluşan serisinin son kitabı Tengri’de Umut Altın ile birlikte okuru destansı bir maceraya davet ediyor.

Gizemli Ela Gözlüler, günümüz Türkiye'sinde Kutadgu Bilig ve Divanü Lûgati’t-Türk'te saklanan kadim sırrın peşindeyken; nükleer savaş sonrası ölümcül tehlikelerle dolu dünyada Gökhan Birdağ ve Kızıl Şaman Koray, canavarlarla mücadele ederek hedeflerine ulaşmak zorundadır.

Bu kutsal görevde Ela Gözlülerin, Gökhan ve Kızıl Şaman'ın tek düşmanı insanlar değildir…

Metal Fırtına 5 – Tengri seriye yakışır görkemli ve epik bir finalde, kahramanlarımız Gökhan ve Kızıl Şaman Koray'ı okurla son kez buluşturuyor!
Türk tarihinin en eski eserleri, kayıp zamana ait hangi sırrın koruyucusu?
Koray, “Sonsuz göğün altında dört rüzgâr gibi özgür olalım,” diye mırıldanarak üzerindeki koruyucu giysiyi çıkartmaya başladı. Bu sırada ilk radyasyon ölçümünü yapmakla meşgul olan Gökhan, ne yaptığını görünce şaşkınlıkla ona baktı. “Delirdin mi sen?” diye bağırdı.

Koray gülümsedi, “Buna ihtiyacımız yok,” dedi.
“Tüm yolculuğu bunun içinde geçiremem.”
“Radyasyon…”
“Biz tek kullanımlık kahramanlarız. Başarır ya da ölürüz.” 

Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitap Seti

1- Metal Fırtına-2 – Kurtuluş 


Metal Fırtına-2 – Kurtuluş özeti için tıklayınız...

Metal Fırtına 2 Kurtuluş, ilk kitaptan bu yana merak edilen soruların cevaplarını heyecanlı ve sürükleyici yepyeni bir olay örgüsüyle sunuyor. Abdullah Gül ve ekibi, kimlerin elinde?

ABD’nin Türkiye’yi işgal girişimi üzerine diplomatik müzakerelerde bulunmak amacıyla Vaşington, DC’a hareket eden Abdullah Gül ve ekibi enterne edilmişti. Ekibin başına neler geldi, Dışişleri Heyeti ile ilgili planlar neydi? Planların arkasında kim vardı ve bağlantıları nerelere kadar uzanıyordu? Vaşington, DC’da patlayan bomba neleri değiştirdi?

Vaşington’da patlayan atom bombasının sistemi zora sokması ve Türkiye işgalinin çıkmaza girmesi sonucu Başkan Bush görevden çekilmek zorunda kalmıştı. Yeni ABD hükümeti kimlerden oluşuyor, neyi hedefliyor? Türkiye hızla toparlanırken ateş bu sefer nerelere sıçrıyor? Amerikan yönetimine el koyan gizli bir grup, kimsenin beklemediği bir anda tekrar harekete geçerken yeni hedef neresi? Türk, Amerikan ve Rus politikacılar zamana karşı yarışıyor. Gri Takımın içinde köstebek mi var? Ortadoğu’ya nihai barışı getirmek isteyen Türkiye bunu başarabilecek mi?

2- Metal Fırtına-3 – Karşı Saldırı


Metal Fırtına-3 – Karşı Saldırı özeti için tıklayınız...

"Gelecek öngörülebilir mi? Metal Fırtına 3 Karşı Saldırı''yı okuyun ve buna siz karar verin."

Yazdığı Metal Fırtına kitabıyla olası bir Amerika -Türkiye savaşını öngörüp Beyaz Saray''ı bile ürküten ve dünyayı sallayan, Üçüncü Dünya Savaşı''yla Avrupa''daki göçmenlerin eylemlerini tahmin eden Burak Turna bu sefer de okuyucuyu dünyanın en sıcak çatışma bölgelerine götürerek, heyecanlı bir aksiyon kurgusunun içine sokuyor.

Kötülük baronu, bütün operasyonlarda kendisini engellediğini düşündüğü Gri Takım’dan kurtulmak için bir plan geliştirir. Afrika’nın Atlas Okyanusu’na açılan Gambiya isimli küçük ülkesinde pek az kişinin bildiği bir Türk eğitim birliği vardır. Kötülük baronu, bu birliğin subaylarını kaçırttırır ve Türk Özel kuvvetlerinin onları kurtarması için girişim başlatmasını sağlar. İlk amacı bu özel birliği pusuya düşürmektir.

Ancak esas amacı bu komployu Gri Takım’ın öğrenip engellemeye çalışmasını sağlamak ve Gri Takım''ı, savaş alanına geldiğinde yok etmektir.

Peki Gri Takım, bu büyük tuzaktan kurtulup karşı saldırıya geçebilecek mi? Kurt, bu ölümcül mücadeleden sağ kurtulabilecek mi? Mert ve Gökhan’ın ilişkileri nasıl bir şekil alacak?

Metal Fırtına 3''ü okumaya başladığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve bir sonraki sayfayı heyecanla bekleyeceksiniz.

3- Metal Fırtına-4 – Gizli Güç


Metal Fırtına-4 – Gizli Güç özeti için tıklayınız...

Son kitapta tuzağa düşürülen Gri Takım’ın hangi üyeleri kurtuldu?

Dünyayı diz çöktürmeye yeminli Elan Rahu Gri Takım’ı ortadan kaldırabilecek mi?

Gizli Silahlar kınlarından çıkıyor mu?

Türkiye’nin Gizli Gücü harekete geçecek mi?

“Metal Fırtına” kahramanları Gökhan ve Mert ne yapacak?

Tüm bu soruların ve daha pek çoklarının sevapları kitabın içinde…

Okuyucuların ellerinden bırakamayacakları yepyeni bir macera sizleri bekliyor.

4- Metal Fırtına-5 – Karanlık Savaş


Metal Fırtına-5 – Karanlık Savaş özeti için tıklayınız...

“Metal Fırtına” serisinin beşinci kitabı, okuyuculara unutamayacakları bir serüven yaşatmaya hazır…

Gri Takım, dünyanın çeşitli yerlerinden ajanlarını bir araya getiriyor ve kötülüğün kalesine doğru yola çıkıyor…

Süper Güçlerin casusluk örgütleri ve özel kuvvet birimleri, onların bu yolculuğuna engel ya da yardımcı olmak için, kıyasıya bir mücadelenin içine giriyorlar…

Tarihin karanlık dehlizlerinden çıkan, ruhani güçlerin birbirleri ile savaşı, Gri Takım’ı dönülmez noktaya sürüklüyor…

Bu kitaptan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…

Metal Fırtına serisi, KARANLIK SAVAŞ ile birlikte dönüm noktasına geliyor…

5- Metal Fırtına-6 - Uyanış

Gökhan ve Mert , Gerçekliğin paramparça olduğu bir dünyaya gözlerin açıyor.

Kimliklerin birbirine karıştığı, akıl oyunlarının ölümcül stratejilere dönüştüğü bir dünyada, Türklerin Anadolu’daki varlığına kast edecek korkunç bir sırra ulaşmak ne kadar kolay olabilir.

Bildiğimiz politik oyuncuların yerini gerçek oyunculara bıraktığı hızlı bir aksiyon, derin sorgulamaların da kapısını aralıyor.

Metal Fırtına 6 : Uyanış Metal Fırtına serisinin en iyi kitaplarından birisi olmaya aday.

Ölümcül Sırra ulaşması gereken sadece Gökhan ve Mert mi?

Bu sırrı kim kim neden gizledi?

Zihnimizin kalıplarını parçalamadan o sırra ulaşabilecek miyiz?

Cevaplara ulaşmak için ilk gereken şey ; Uyanış...
6- Metal Fırtına-7 – Ateş Kapanı 

Metal Fırtına serisinde büyük bir dönüm noktası… "

Metal Fırtına 7: Ateş Kapanı" Gökhan ve Mert, o güne kadar adını bilmedikleri düşmanlarının elinde can mı verecekler?

Gerçek düşman kim?

Metal Fırtına''nın gerçek kahramanları yoksa şimdiye kadar bizim de adını bilmediğimiz başkaları mı?

Eğer sıradan bir insan olarak kendinizi kaosun içinde bulsaydınız neye dönüşürdünüz?

Bir anda canavara dönüşmüş insanların arasında kalsaydınız?

Ya, kendinizi insan zihninin zorlanmaya başlayacağı bir kurgunun ortasında bulsaydınız…?

Bu romanı okuyanın yapacağı ilk şey, sekizinci kitabın ne zaman yazılacağını sormak olacak!

7- Metal Fırtına-8 – Hakikat Muhafızları

Metal Fırtına 7'de herkesin peşinden koştuğu sır gerçeğe dönüşmeye başlarken, düşman güçlerin tahmin edemediği faktör neydi?

Bir toplumun birbiri ile tüm iletişimi kesildiğinde onları hâlâ birbirine bağlayacak olan sırrı kimse bilmiyordu. Ancak nihai darbe sonrasında ortaya çıkan tepki hiçbir insanın aklına getiremeyeceği türdendi.

Ve savaşın sisi arasında, hakikati bir bal arısı gibi taşıyan, kitlelerin zihinlerinde tahmin edilemez güçleri harekete geçiren gölge savaşçılar...

Onların silahları, bilgileri, mermileri bilinçleriydi...

General Massimo, Türkiye üzerinde gerçekleştirdiği operasyonun dış dünyaya ve tarihe sızmaması için büyük çaba gösteriyor ama olaylar kontrolünden çıkıyordu...

Düşman uzun süredir ilk kez soğuk terler dökmeye başlamıştı...

Burak Turna'nın Yazdığı Diğer Kitaplar 

1- Nükleer Darbe 

Güç onu kendi çıkarları uğruna pervasızca kullanan liderlerin elinde ne hale gelir?

Dünya yönetimini ele geçirmek için nükleer savaş planlayan güçler, planlarını uygulamaya koyuyor… Türk ordusu ve Rus ordusu; Avrupa ordularına, kendi topraklarında ağır kayıp verdiriyor… Çin, Amerikan topraklarının bir bölümünü işgal ederek, tarihte bir ilke imza atıyor… Dünyanın süper güçleri, Akdeniz sularında birbirine giriyor ve nükleer silahlar ateşlenmek üzere silolarından çıkıyor… Dünyayı yönetmek isteyenlerin ‘Nükleer Darbe’ planı böylece uygulamaya koyuluyor…

Peki Türk özel askeri timi ‘Bölüm 18’ bu korkunç planı engelleyebilecek mi?

Yazdığı romanlarla dünya gündemine oturan Burak Turna bu kez nükleer silahlara sahip olan ülkelerin bu silahın dünya ülkeleri arasında yayılmasını engellerken, nükleer silahları kullanarak kendi halklarını da baskı altında tuttuklarına işaret ediyor ve Batı ordularının, Doğu orduları karşısında ‘başarılı olamayabileceği tezini’ işliyor.

Nükleer Darbe belki de yakın gelecekte yaşanacakların bir özetini sunuyor.

2- Üçüncü Dünya Savaşı 

Burak Turna’nın ortaya attığı ve gerçekleşen
7 kehanetin yer aldığı
Üçüncü Dünya Savaşı
yeni baskısıyla karşınızda…
Yeni bir dünya savaşı kapıda...

1215 Magna Carta''dan bugüne uzanan ilişkiler zinciri Doğu ve Batı medeniyetlerini karşı karşıya getiriyor. Avrupa Birliği dağılmak üzere. Avrupa''nın Katolik ve Protestan havzasında giderek yükselen Neo-Nazi hareket, Türkler, Ruslar ve Afrikalılar başta olmak üzere tüm yabancı unsurlara karşı düşmanca faaliyetlere girişiyor. Derhal hareketlenen Rusya, Avrupa içlerine doğru ilerlemekte. Bütün bu olaylara kayıtsız kalamayan Türkiye, kilit bir hareketle savaşın gidişatına yön veriyor.

Pasifik''te ise ABD ve Çin arasındaki amansız güç mücadelesi, tarafları savaş formasyonuna geçirmiş bile. Uzay araçlarının, yepyeni tekniklerin kullandığı bir uzay savaşı patlamak üzere. Dünyaya yön vermeye çalışan ezoterik örgüt Ölüm Kardeşliği, tüm tarafları tahrik ediyor ve dünyayı, görülmedik bir felakete sürüklüyor.

Garip bir elektrik vardı havada, bütün dünya atmosferine yayılan. Herkes büyük bir şeyler olmasını bekliyordu. Büyük bir kötülüğün dünyanın yüzeyine yayıldığını hissedebiliyordu sıradan insanlar. Fırtına öncesi sessizlik gibi... Ve belki de yeni bir dönem başlayacaktı, belki de insanlık dönemi kapanacaktı. Kimse kıyametin yakında olup olmadığını bilmiyordu ama Papa Ratzinger''in sağlığının gittikçe kötüleşmesi, 112. ve son Papanın gelmek üzere olduğu inanışlarını güçlendiriyordu.

3- Sistem A 

SistemA gibi bir felsefe kitabı, Türk düşünce tarihinde ilk kez yazılıyor. Felsefenin batı kökenlerinde, bir Türk düşünür ilk kez bu kadar cesur bir girişime kalkışıyor. Burak Turna’nın beyin laboratuarında kurguladığı deneysel felsefe çalışmasının sonuçları devrimsel olabilir ancak bu sonucun ortaya çıkması için çok uzun zaman gerekebilir. Ve pek çok emek. Ancak okuyucuların göreceği gibi, Burak Turna’nın ulaştığı bir sonuç daha sonra saygın bilimsel makalelerde bilim adamları tarafından aynen yazıldı.

SistemA, düşünce ile madde arasındaki en etkili iletişim aracı olmaya aday.

4- Süleyman Operasyonu 

Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur?

MİT ve MOSSAD arasında geçen bir mücadelenin öyküsü

Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur? sorusuna cevap aradığı haber konusu ile hayatı allak bullak olan Süleyman, İsrailli kadın gazeteci sevgilisi, Deniz Kuvvetleri''nde astsubay olan babası, çalıştığı gazetedeki istenmeyen adam halleri arasında gidip gelen derin bir duygusal gerilim altındadır.

Masum bir şekilde haber sorusunun cevabını ararken, aslında dev bir istihbarat savaşının tam merkezinde olduğunu asla bilemez...

MOSSAD, Süleyman Operasyonu ismini verdiği bir harekat sayesinde, Akdeniz''deki enerji yataklarıyla ilgili insiyatifi ele geçirmeyi ve MİT''e karşı üstünlük elde etmeyi ummaktadır...

Oğluna sevgisini gösteremeyen bir babanın, İsrail''e bağlı kalmakla duygularını yaşamak arasında ezilen bir sevgilinin ve nefret dolu bir gazete genel yayın yönetmeninin tam ortasında umutları tükenmekte olan Süleyman, bu mengeneden nasıl kurtulacağını düşünmektedir.

Süleyman Operasyonu başladığında ise dünya değişecektir...

5- Parvus’un Askerleri İstanbul Düştü

23 Nisan 1909… İstanbul için sıradan bir gündü… Şehrin etrafı yine onu almak için gelen bir orduyla çevrilmişti...

İtalya önderliğinde, binlerce Makedon ve Sırp eşkıyası, onlara katılan dünyanın tüm büyük güçlerine ait donanmalar ve askerler, tek bir hedef için toplanmıştı: İstanbul’u almak ve Osmanlı Devleti’ne son vermek…

Roma, 500 yıllık rakibi Osmanlı’ya ölümcül darbeyi vuracak operasyon için düğmeye bastığında ise Yıldız Sarayı’nda yalnız bir Sultan vardı. Sultan II. Abdülhamid, 33 yıllık iktidarının sonuna geldiğini biliyordu…

Ancak sonu gelen sadece onun iktidarı değil, Devleti Ali’nin bizzat kendisiydi…

Tüm bu büyük olayların içinde sessiz sedasız, gölgelerin arasında karanlık işler yapan bir isim vardı. Alexander Israel Parvus…

Osmanlı’dan sonra kurulacak düzenin ilk adımlarını, Osmanlı’yı yıkmak için bir araya getirdiği, farklı kimliklere bürünmüş karanlık güçlerle beraber atacaktı… Onlar Parvus’un Askerleri’ydi…

6- Osmanlı'nın Gizlenen İşgali 1909 

Osmanlı'nın 1909 yılındaki işgali, varlığını gizli biçimde sürdüren Roma İmparatorluğu'nun iradesi ve onun emrindeki G8 devletleri tarafından mı gerçekleştirildi?

1.Dünya Savaşı, Osmanlı'nın 1909 yılında gerçekleşen ve uzun yıllar süren işgalini gizlemek için düzenlenen bir kurmaca mıydı?

Çanakkale Savaşları aslında 1912 yılında İtalya'nın Çanakkale'deki Osmanlı kalelerini bombalaması ile mi başladı?

1909 işgalinde Amerikan askerleri Gattling silahı kullanarak Osmanlı askerlerinin imhasını askeri şifre yoluyla Amerika'ya bildirdi mi?

Osmanlı İmparatorluğu 1909 yılında ortadan kaldırıldı ve tarihle beraber tüm insanlık kandırıldı mı?

Jön Türkler aslında Makedon ve Ermeni Terör örgütlerine verilen şifreli isim miydi?

1909 İşgali'nin Roma tarafından hedeflenen ama 1909’da tamamlanmayan son kısmı için aynı güçler tekrar harekete mi geçti?

Burak Turna, Osmanlı'nın Gizlenen İşgali-1909 isimli kitabıyla tüm dünya tarihini kökünden sarsacak bir bilgiyi kamuoyuna sunuyor.

Yazar, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyanın büyük ülkelerinin askerleri ve donanmaları tarafından, terör örgütleri ile ortaklık içerisinde işgal edildiğini ve bu işgalin askeri şifreler yoluyla tamamen tarihten gizlendiğini ortaya koyuyor.

 Osmanlı'nın Gizlenen İşgali-1909 kitabında yazar, büyük devletler arasında gerçekleşen askeri şifrelerin çözümlemesini okurlarıyla paylaşarak, onlara 105 yıldır tüm dünyanın gözlerinden gizlenmiş bir sırrı tüm yönleriyle açıklıyor.

7- Çanakkale’nin Gizlenen Gerçeği - 1915 Büyük Resim

1915 yılında yaşanan trajedinin arkasında tarihin en büyük örtme operasyonlarından birisi mi gerçekleştirildi? Çanakkale Savaşları gerçekte hangi tarihte başladı ve 1909 işgali ile bağlantısı neydi? Savaşın tarihe yansıtılmayan gizli tarafları kimlerdi? Savaşı Anzaklar kazandı ve bu gizlendi mi? Sır perdesi, ilk kez bu eserde aralanıyor…

Orkun Uçar'ın Yazdığı Diğer Kitaplar

1- Sin – Sarı İstilâ

Derzulya’da kutsal kötülerin savaşı devam ediyor… “En büyük ego bile fark edilmeyi ister.”

Mabedin derinliklerindeki daire şeklindeki bir odada Sin’in gördüğü en şaşırtıcı yaratık vardı. Cavlaklar onu insan sanıyordu, çünkü tıpkı robot gibi gerçeğinin üzeri örtülmüştü. Sin’in gördüğü ise bütün vücudunu kaplayan dövmelerinden alevler çıkan canlı bir ateşti.

“Sen ve ben,” diye fısıldadı… “Levh-i Mahfuz.” Bedenindeki dövme harfler yavaş yavaş ortaya çıkmıştı. Hepsi mora yakın alevler içindeydi.

Bir şarkı mırıldanıyordu. Odadaki meşaleler sönmüştü, tek ışık kaynağı onun bedeniydi. Sin Sufi adına büyü denen bir gücün harekete geçtiğini anlamıştı. “Ağır bir yüküm var,” dedi. “Binlerce yıldır taşıyorum onu. Paylaşmam gerekiyor. Heykel kadar hareketsiz ve bebek kadar çaresiz görünsen de çok güçlüsün. Sin, binlerce yıldır beklediği ilahım. Sende onun damgası var.” Yakıcı parmakları, derisinin üzerindeki Sin yazısı üzerinde geziyordu. Bu harfleri tanıyordu. “Ama önce sana bir hikâye anlatmalıyım.”

2- Asi

SAVAŞ, DEHŞET VE KORKU... DERZULYA’DA GÜÇSÜZLERE YER YOK!!!

Sarp alaylı bir ifadeyle güldü. “Anlamıyorsun değil mi? Milyarlarca insanın ölümünden bahsediyorsun. Öyle bir düzenden bahsediyorsun ki, insanların zalim yöneticilere ve korkunç, küçük tanrılara taparak yaşayacağı dehşet çağı... Sürgündeki var veya yok, kendi kafandaki çarpık bir fantezi dünyası oluşturuyorsun. İyi ama benim farkım ne olacak o zaman John. Herkes avcı olacak. Kötülük sıradan olacak. Oysa biliyor musun belki de ben kötülüğü, avcılığı farklı olmak için seçmişimdir. Çoğunluk olan şey sıradandır John. Ben şu anda farklıyım, olağanüstüyüm, hâkim olan ahlakın, iyi ve kötü kavramlarının dışındayım. Bu dünyanın kendi yarattığı yaşam stilinin tek temsilcisi olan bir türüm. Asiyim. Oysa senin düzenin beni sıradan yapacak. Dejenere olmaya, çürümeye ve çürütmeye mahkûm iktidar yapacak. Ben bu olamam. “Ben sıradan olamam.”
Metal Fırtına serisinin en sıra dışı kitabı "Metal Fırtına 8: Hakikat Muhafızları"

About