İnsanın Anlam Arayışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

thumbnail

İnsanın Anlam Arayışı (Viktor Emil Frankl) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İnsanın Anlam Arayışı

Kitabın Yazarı : Viktor Emil Frankl

Kitap Hakkında Bilgi :

20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor Frankl, otuzun üzerinde yabancı dile çevrilen ve bütün dünyada 12 milyondan fazla satan İnsanın Anlam Arayışı'nda, kurucusu olduğu logoterapinin ilkelerini, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampındaki deneyimleri eşliğinde anlatmaktadır.

Okurlar, Frankl'ın tasvir ettiği toplama kampının, dünyayı daha büyük bir hapishane olarak kavramamızı sağlayacak parlak bir metafora dönüştüğünü fark edecektir. Gasset, Heidegger ve Sartre'dan aşina olduğumuz düşünceler ışığında, varoluşun çetin koşullarında "anlam"ı keşfetmemize yardım edecek süreci anlatan Frankl, "İnsanı insan yapan nedir?" sorusuna da yanıt vermeye çalışıyor...

"Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir."

Kitabın Özeti :

Kitabın ilk bölümde yazar Auschwitz toplama kampında yaşadıklarını anlatmaktadır. İkinci bölümde ise Auschwitz toplama kampında yaşadıklarından elde ettiği öğretilerle kendi kuramını oluşturduğu Logoterapi’den bahsetmektedir. Üçüncü bölümde ise insanın hayatın acı yönlerine karşı nasıl iyimser olabileceğine ilişkin düşüncelerinden bahsetmektedir.

Kitabın ilk bölümünde, yazarın toplama kampında yaşadığı deneyimleri ve bu ruhsal ve fiziksel savaşta nasıl hayatta kalmayı başardığını göstererek bize hayat hakkında önemli bir ders vererek nasıl başa çıktığını anlatır. Toplama kampına gelişiyle birlikte ailesiyle olan bütün bağlarından uzakta, kendisi gibi insanların arasındadır. Burada eskiden ne kadar iyi bir doktor olduğunun, nereden geldiğinin bir önemi yoktur. Onu diğer tutuklulardan ayıran tek şey hayatta kalmak için neler yapabileceğidir. Bu acımasız hayatta kalma savaşında onu motive eden şey hayata yüklediği anlam olmuştur.

Kamptan kimin ne zaman kurtulacağı, orada ne kadar daha tutuklu olarak yaşayacağı sorusuna kimse cevap bulamamaktadır. Bu belirsizlik de pek çok kişiyi bu mücadelede geride bırakmıştır. Bu mücadelede güçsüzlüğe, hastalığa, dinlenmeye yer yoktur. Toplama kamplarında insanlar fiziksel olarak güçsüz ve ağır koşullarda çalışamayacak bir durumdaysa bu mücadeyi baştan kaybetmişlerdi. Onlar gaz odalarında yakılarak vahşice öldürülenler, kadere boyun eğmek zorunda kalanlardandı. Bir de bu mücadelenin ilerleyen dönemlerinde kaybedenler vardı. Onlar bir gün kurtulacakları ümidiyle yaşayan ancak bu beklentilerinin acı bir şekilde gerçekleşmediğini gördükçe önce bütün ümitlerini sonrasında hayatlarını yitiren insanlardı. Ya intihar ediyorlardı, ya da krize girip günlerce yataklarından çıkmayıp kendilerini ölüme mahkum ediyorlardı.

Çok çarpıcı bir ifadeyle kamptan kurtulup geri dönenler için “Bu tutuklular, kendilerini kurtarmak için dürüst olsun olmasın her yola, her türlü acımasız güce, hırsızlığa, dostlarına ihanete başvurmaya hazırlardı. Birçok şanslı olayın ya da mucizenin yardımıyla geri dönmeyi başaran bizler biliyoruz: En iyilerimiz dönmedi.”

Hayat şartlarının bu kadar olumsuz olmasına rağmen bu mücadele nasıl yürütülebilirdi? Hayata verdiğimiz anlamla. Toplama kampında yaşadığı acılardan öğrendiklerini anlatma fırsatını bulabileceğini düşünmesi onu mücadelede güçlü kılar. Yazar, kampta doktor olarak da çalışmıştır, bu dönemde kamptan kaçma ve kamptaki hastalara yardım etmek arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığı zaman kampta kalıp o hasta insanlara yardım etmeyi seçmiştir.

Yazarın önemli bir ifadesi de iki türlü insan ırkı olduğunu söylemesidir. ‘Soylu insan ırkı’ ve ‘soysuz insan ırkı’ diyerek ayırdığı bu iki insan topluluğun farkı sadece onurlu bir hayat ve insanlıktır. Bir insanın toplama kampında bile nasıl onurlu olabileceğini ifade etmek amacıyla bu terimleri kullanmıştır. Bunu ifade etmek için şu karşılaştırmaları yapar. Gaz odalarını icat eden de insandır, gaz odalarına duayla ve gururla yürüyen de insandır. Toplama kamplarında artan ekmeğini paylaşan gardiyanlar da insandır, şiddet uygulayan, onları aşağılarcasına davrananlar da insandır. Onurlu olan insan hiçbir şartta onurundan vazgeçmeyecektir. Yazar sefilce ölmeyi değil, gururla ölmeyi tercih edenlerdendir.

Yazar her acıya bir anlam yükler, önemli olanın bu acıları çekerken bu acılardan ne anlam çıkardığımızdır. Eğer bu acılar bize bir anlam ifade etmiyorsa, bizim hayattaki varoluşumuza ilişkin öğretide bulunamaz. Yazar acıyı hayattan çıkarmaya çalışmaz veya onu görmemezlikten gelmez. Acıda da bir anlam olması gerektiğini özellikle vurgular. Bu acılarla mücadelemizde insan oluruz veya insanlığımızı kaybederiz. Aslında acılara olan dayanıklılığımız belirler hayatımızı. İçimizdeki onurlu insan, bu acılarla mücadele etmeyi bilen ve bu acıların bir anlam için olduğunun farkında olan insandır. Bu acılarla mücadele etmeyi, bu zorlukları göğüslemeyi reddeden kişi de değerlerini kolayca hiçe sayabilir ve onurlu insan olmayı reddedebilir. Hayatla olan mücadelemizde uğruna feda ettiğimiz her şey işte bu anlamlar içindir. Eğer bu anlamlar olmazsa biz de yaşamak için bu mücadeleye sarılmazdık. Hayatlarında boşluk yaşayan insanlar, ya da hayata artık bir anlam yükleyemeyen insanlar değil midir intihara teşebbüs edenler? ‘Acı duygusu, buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an, acı olmaktan çıkar’ sözü gibi. Nietzsche’nin ‘Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla dayanabilir’ sözü aslında bu anlatılanları en güzel ve yalın şekilde özetlemektedir.

“Yaşam, bir dişçiye gitmeye benzer. Her an daha kötüsünün henüz yaşanmadığına inanırsınız, oysa zaten yaşanmış bitmiştir.”

Tutuklular şimdi çok uzaklarda kalan eski hayatlarından kopuşa ve bir insanın yaşamını sürdürebileceği şartların çok altında olanaklara sahip bu kamplarda karşılaştıkları hem fiziksel hem de ruhsal acılara farklı evrelerde uyum sağlamaktadır. İlk evre şok tepkisini içerir. Bu psikiyatrideki ‘af yanılsamasına’ benzer. İdama mahkûm edilen tutuklu infazdan hemen önce son dakikada affedilebileceği yanılsamasına kapılır. İkinci evre duygu yitimi evresidir. Yani kişi hissetmeyi göze alamadığı coşku ve duygularını köreltir. Böylece kendisini çok gerekli ve koruyucu bir kabukla kaplar.

Yazar, tutukluları umutsuzluktan koruyan şeyin bu acılara katlanmayı ve bunu kaderleri olarak kabullenmek olduğuna da değinmiştir. Bu da yazarın kadere inandığını ve onunla barışık olduğunu bize göstermekle beraber acıların aslında bizim hayatımızın bir parçası olduğunu kabullenmemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Yazar 1944’ ün son haftasıyla 1945 ilk günleri arasındaki ölüm oranının, önceki ölüm oranlarından çok büyük bir artış gösterdiğini şu şekilde yorumlamaktadır: ‘Bunun nedeni tutukluların çoğunun, yılbaşına kadar tekrar evlerinde olacağı yolunda safça bir umutla yaşamış olmalarıydı. Yeni yıl yaklaştıkça gelen haberler cesaret verici olmadığı için, tutuklular cesaretlerini yitirmiş ve hayal kırıklığına yenik düşmüşlerdi. Bu da direnme güçleri üzerinde tehlikeli bir etki yaratmış ve birçoğu ölmüştü.’

Kitabın ikinci bölümü’nün adı ‘Genel İlkeleriyle Logoterapi’dir. Bu bölümde yazar logoterapiden bahseder. Psikanaliz’de geçmişe yönelim varken, logoterapide geleceğe yönelim vardır. Gelecek için beklenen yeni anlamlar bu terapi yönteminin başlıca temasıdır. Kişi sorunlarını, varoluşunun anlamları üzerinden değerlendirir ve onlarla baş etmeye uğraşır. Yazar, logoterapinin psikanalizden farkını etkileyici bir şekilde bize anlatmaya çalışır: ‘Ama bana göre, ben sadece ‘savunma mekanizmalarım uğruna yaşamayacağım gibi, sadece tepki oluşumlarım uğruna ölmeye de hazır değilim. Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir.’

Yazar insanların varoluşunu mutlak bir şekilde anlam arayışıyla devam ettirmek istediğini bu konuda yapılan çeşitli çalışmalarla anlatır. Logoterapinin görevinin de bu anlam arayışında insana yardım etmek olduğunu söyler. Yazar, insanın kaotik durumlar, sıkıntılar, gerilimler dolu bir hayattan kaçmasının değil uğrunda ter dökeceği, gerekirse acı çekeceği bir anlam, bir sebep, bir neden olması gerektiğini söyler.

Kitabın üçüncü ve son bölümü ‘Trajik Bir İyimserlik Tartışması’ dır. Yazar, acı, suç ve ölüme karşı insanın iyimser olabildiğini anlatır. İnsanın nasıl bu kadar negatif olaylara karşı hala hayatta kalabilme savaşına devam ettiğinin cevabını verir. İnsanın hayatında anlamsızlık olduğu sürece de ruhsal dengesinin bozulabileceğindan bahseder. Bu bölümde beni en çok etkileyen şey Freud ve kendi bakış açısını karşılaştırmasıdır. Yazar Sigmund Freud’un insanları açlığa terk ettiğinizde hepsinin farklarının kaybolacağının ve açlık güdüsüne karşı hepsinin aynı davranacağını savunmasını eleştirmiştir. Çünkü toplama kampında bu böyle olmamıştır, orada, o en acımasız şartlarda bile onurlu ve onurlu olmayan insanlar hemen fark edilebilmiştir. Ortaya çıkan şey tek tip insan değil, insanlığını kaybetmeyen ve kaybeden insanların farklılığıdır.

About