Bir İdam Mahkumunun Son Günü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir İdam Mahkumunun Son Günü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

Bir İdam Mahkumunun Son Günü (Victor Hugo) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir İdam Mahkumunun Son Günü

Kitabın Yazarı : Victor Hugo

Kitap Hakkında Bilgi :

Konu Bir İdam Mahkumunun Son Günü ise “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” cümlesi, tüm mecazlardan sıyrılıp gerçek bir anlama bürünüyor. Ölümsüz yazar Victor Hugo’nun 1829 yılında kaleme aldığı roman, yazarın Paris’teki ünlü Greve Meydanı’nda gerçekleştirilen bir idama tanıklık etmesinden ilham alıyor.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü, 19. yüzyıl Fransa’sını gerçekçi bir biçimde yansıtması bakımından tarihi ve toplumsal bir kaynak olarak değerlendiriliyor. Yazarın henüz 27 yaşındayken takma bir adla yayımladığı eser, döneminin siyasi ve sosyolojik yapısına bir eleştiri niteliği taşıyor.

Hayat ve Ölüm Arasında İnce Bir Okuma Deneyimi

Bir İdam Mahkumunun Son Günü, idamı bekleyen bir adamın dilinden yazılmış olmasıyla etkileyici bir anlatıma sahip. Romantizm akımının en güçlü temsilcisi olan Hugo, ölüm korkusu ve merhamet duygularını okuruna sarsıcı bir empati ile hissettiriyor. Eser, ölüme yaklaşan bir insanın ruh halindeki değişimleri başarılı bir şekilde ortaya koyması sayesinde aynı zamanda psikolojik bir roman olma özelliği de taşıyor.

İdamı “devrimlerin yok edemediği kaide” olarak nitelendiren Hugo, kitabının ön sözünde bu infaz yöntemi hakkındaki görüşlerini okuruna bir manifesto havasında sunuyor. Sonrasında ise romanının ön hazırlığını, kitabın konusuna dair konuşmaların yer aldığı bir tiyatro piyesiyle yapıyor. Yazar, bu kısımda topluma ve kitabına karşı eleştirilerini doğrudan halktan kişiler aracılığıyla yaparak farklı bir çalışma ortaya koyuyor.

Romanın son kısmında yazar, okurunu cinayet suçu ile tutuklanan ve mahkemede beş hafta sonra idam edileceğini öğrenen bir adamın satırlarıyla baş başa bırakıyor. Mahkum edilmeden önceki yaşamına oldukça yabancılaşan anlatıcı, okura daha çok içe dönük bir durum hikayesi anlatıyor. Romanda bu nedenle birbirinin yerini alan iki duygu ağır basıyor: Umut ve korku. Eserin ana fikrini besleyen bir diğer çarpıcı yönünü ise mahkumun son anda insanlar hakkındaki düşünceleri oluşturuyor.

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, dünya edebiyatının ölümsüzlerinden Victor Hugo'nun (1802-1885) yirmi altı yaşında yazdığı bir gençlik yapıtıdır. Victor Hugo'nun içerik olarak bu romandaki amacı çok yalın, çok açık: İdam cezasının hem trajik, hem de saçma yanını göstermek. Onun büyüklüğünde, onun dehasında bir yazar için böyle bir savı insani ve etik boyutlarıyla sergileyerek kanıtlamak hiç de güç değil. Ama bu romanın büyük önemi başka özelliklerinden kaynaklanıyor. Bu yapıt, birinci tekil kişi ben ile yazılan romanın ilk örneği. Daha önce böyle bir yöntem bilinmiyor. Demek ki bu özelliğiyle bir yol açıcı, bir öncü bu roman. Roman kahramanının da dediği gibi, bir tür zihinsel otopsi olan bu romanda, modern edebiyatın ilk iç monoloğu ile karşılaşıyoruz. Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, bir yazınsal yenilik olan Samuel Beckett ve Georges Bataille'ı haber veriyor. Bu da romanın bir başka önemli özelliği. Bataille ve Beckett'i tanıdıktan sonra bu romanı daha iyi kavrıyoruz. İdam Mahkûmunun kendisine ironik bir gözle bir başkası olarak bakışı ise, Victor Hugo'nun Arthur Rimbaud'dan kırk yıl önce 'Ben Bir Başkasıdır' düşüncesini yaşamış olduğunu gösteriyor.

Kitabın Özeti :

Victor Hugo’nun idam cezasını eleştirdiği, idama mahkum edilmiş bir kimsenin yaşadığı psikolojik durumu günlük tarzında ele aldığı bir kitaptır. Önsözde "Bu kitap herhangi bir hakime yazılmıştır." yazmaktadır. Kitabın ön sözünde Victor Hugo idam cezasının insani bir tarafı olmadığını uzun uzadıya anlatmaktadır. Victor Hugo’ya göre idam bireysel bir olgu değildir. İdam öldürülen kişinin kendisiyle birlikte ailesini ve dolaylı olarak toplumun tümünü etkileyen bir olaydır.
Cinayet suçu ile yargılanan mahkûm, duruşmaya çıkarken kürek cezasına son derece adi bir ceza olarak yaklaşır. Mahkeme edildikten sonra idam cezası alır. Mahkeme, bu mahkûma beş hafta sonra idam kararı vermiştir. O anda kürek çekmek, mahkûm için son derece cazip bir ceza olarak görünmeye başlar. Ne yazık ki her şey için çok geçtir artık. Ölüm korkusu mahkûmu zehirli bir sarmaşık edasıyla sarmaya başlamıştır. İlk sıralarda halen affedileceği umudunu da taşımaktadır. Bu süre içinde bir af çıkabileceği veyahut ta idam cezasının hapis cezasına çevrilebileceği ihtimali içinde kendini oyalamaktadır.

Mahkûm idam kararı sonrasında tam beş hafta boyunca sürekli olarak ölümü düşünür. Daha ölüm gelmeden idam edilerek ölmek düşüncesi onu öldürmeye başlamıştır. Bir iç muhasebeye başlar. Mahkûm arkada bırakacağı şeyleri, yaşamın güzellikleri ve gençliğini düşünmeye başlar ve bunların kıymetini anlamaya başlar. Tüm ruhu daralmış, tüm ruhu iyice ölüm düşüncesine saplanmış, ölecek olmak korkusu benliğinin her noktasına işlemiştir. Yaşadığı her saniyede ölümü ile ilgili detayları kurgulamaktadır. Ölümünü bekleyen mahkûm ruhi olarak pek çok değişime uğramakta, hayata ve insanlığa karşı tüm duyguları da değişmektedir. Genç adam önce annesini düşünür sonra onun zaten yaşlı olduğunu söyleyip karısını düşünmeye başlar. Karısının hastalığından dolayı onun da kısa bir süre sonra öleceği yargısına varır. Sonra mahkûm, bebek yaştaki kız çocuğunu düşünmeye başlar. İşte orada “benim zavallı yavrucuğum! Onun ne suçu var ki” minvalindeki serzenişi idamın bireysel bir vaka olmadığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Nihayet idam günü gelmiş, oluşan değişimlerden idam edileceği günün geldiğini o da anlamıştır. Gardiyanlar mahkûmu almak üzere hücresine gelirler. Korkudan titremeye başlayan mahkûm arkasında bıraktığı kızı eşi ve annesini düşünür. Adam en çok kızını düşünmekte ve onun için üzülmektedir. Çünkü kızını son kez görmesi için onu yanına getirmişler ve küçük kız babasını tanıyamayarak ona “Bilmiyor musunuz bayım? Babam öldü.” diye cevap vermiştir.

Mahkûm idam edileceği yere götürülmeden önce bir odada bekletilirken onun idamını izlemek için gelen kalabalığı görmüştür. “Ah! Sırtlan çığlıkları atan halk. Ondan kaçamayacağımı, kurtulmayacağımı, bağışlanmayacağımı kim biliyor? Beni bağışlamamaları olanaksız! Ah! Sefiller! Merdiveni çıkıyorlar galiba...”

Bu oda da idama götürtülmeden önce tutulan kişilerin duvarlara yazdığı yazıları dikkatle okur. Yazıları okudukça daha çok tedirgin olmuştur. Dışarıda toplanan halk ise idamı beklemekte kimleri bağırıp çağırıp ortalığı bir panayır yerine çevirmektedir. Pek çoğu idam sahnesini seyrederken alacağı zevki bir an önce duymak için sabırsızlık etmektedir. İnsanların bir idamı seyretmekten zevk alması ne kadar insanlık dışı bir şeydir.

“Bağlayın ellerini, çırpınmasın ölüme giderken! Saçlarını da tıraş edin, kesilen kafası güzel görünsün! Gömleğinin boynunu kesmeyi unutmayın, bıçak güzelce koparsın kafasını! Ha birde söyleyin dışarıdaki insanlara, az kaldı istedikleri vahşet gelmek üzere! Merhamet diyorum, doğadaki tüm canlılarda sınırsızca bulunan merhamet neden biz insanoğlunda yok”

“Merak ediyorum, giyotinle olmasa da insanların canını vahşice alan ve buna seyirci kalan milyonlar hala neden kana doymuyor?”