Ahmet Haşim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2019 Cumartesi

thumbnail

Bize Göre (Ahmet Haşim) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bize Göre

Kitabın Yazarı : Ahmet Haşim

Kitap Hakkında Bilgi :

Ahmet Haşim "Bize Göre"de Batı medeniyetinin insanımız üzerinde bıraktığı yıkıcı etkiyi günlük hayatın ayrıntılarına işaret ederek anlatmaya çalışır.
"Bize Göre" Ahmet Haşim'in, bazen mizaha yakın anlatımıyla doğu ve batı arasında kalan bir toplumun dünyasını, bir şair gözüyle tasviridir.

Kitabın Özeti :

Ahmet Haşim, 1921′de nesir yazmaya başlamıştır. İlk nesirlerini topladığı Bize Göre ile Türk Edebiyatının en orijinal üslupçusu olarak kabul edilmiştir. Ahmet Haşim'in derli toplu, bir konu etrafında şekillenen yazılarında zarif, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir. Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır.

Eserden Seçmeler

GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM

- Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır. Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar güzel değil! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, soluk dudakları değişikliğe uğratarak, harap uzviyetlerden birer gençlik ve güzellik mucizesi vücuda getirmiş. Kim diyor ki kadın şimdi, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi hiç görmek kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?

- Kadın ne yapardı bilmem . Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?

Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a az rağbetleri her kesin dikkatini çekmişti. Sonradan öğrendik ki Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı değer kuşları arsenikli yemlerle öldürüyorlarmış.

Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve keskin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birden damlar tarafın dan gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum. Senelerden beri hasret kaldığı dost sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti.

Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir bac a üstünden ufk a çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gök yüzü. Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir. Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam. Sıcak bir Asya gecesi: Damlarınyan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıkı kadınlar. Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar. Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası.

Muhakkak, leylek, ressam ve şairi birtakım karışık ve mevzun hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuştur. İş te onun içindir ki maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak kadar güzel olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendinde buluyor.

SİNEMA

Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?

Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini koymasıdır. Rüya alemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, dövüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy süvariliklerinden veya harikulade hırsızlık vakalarından, başka türlü tat almak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir.

Resmi, beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimel ile kirpiğin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden, damla damla akan sahte göz yaşları, zevkini ve aklı selimini şapka ve bas tonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.

Sinema, böyle yorm ayan m as um bir göz eğlences i k al dıkç a, yorgun baş ın m unis bir sığmağıdır. Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, tatlı bir ninni vazifesini görür. Ben, en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın, ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlığına borçluyum.

ŞEHİR HARİCİ

Üç dört seneden beri uzak çiftliğinde, arılar, inekler, keçiler ve tavuklardan müteşekkil dost bir hayvan çemberi ortasında yaşayan akıllı bir dostumu ziyarete gittim .

Şehirden tam am en uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanımak müşkül oldu: Saçları vahşi bir geli me ile başını sarmış, rengi bak ır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler belirmişti. Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kalmamıştı. Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü. Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, şüphe yok ki vücudu böyle haşin bir zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir. Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi olmak kabil mi?

Derler ki: Aynı ağaç ların, aynı tepelerin ve aynı göklerin sonsuz bir tek rarından başka bir şey olmayan kır aleminin saadetleri, sırf şairane bir icat eseridir. Gerçekten, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Çukurova sınırı dışında bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden yardım dilemiştir. Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek , peynir ve bal temin eden bir çiftlik olabilir.

Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlem dir.

About