19 Nisan 2019 Cuma

Beyhude Ömrüm (Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Beyhude Ömrüm

Kitabın Yazarı: Mustafa Kutlu

Kitabın Özeti:

Hikayede geçen köy, dağ başında, köy kurulacak bir yer olmamasına karşın havası ve çeşmesinden akan suyuyla güzel bir yerdir. Yüksekte olduğu için her tür sebze ve meyve yetişmez. Yetişen sebzeler de çeşme suyundan çekilen sular yoluyla yetişmektedir.

Hikayenin kahramanı (ismi verilmiyor) Gülpaşa Çavuş’un oğludur. Babası savaşta çok cengaver olmasına karşın orada yakalandığı hastalıklar sonrası köyüne döner döndükten kısa bir süre sonra vefat eder.

Gülpaşa Çavuş’un oğlunun bir tarlası vardır. Yığma duvar çekili, kasabaya giden yolun kıyısındaki çukurda. Tarlalar çukurda ve kıraç olduklarından ürünler verimsiz. Yine de iri taneli buğdaylarıyla görkemli ürünler alabiliyorlar. Çavuş’un oğlu, birgün sigarasını yakıp dinlenmek üzere gölgeye çekildiğinde ıslak kayayı fark eder. Aslında hep orada durmakta olan bir kayadır bu fakat bu kez farklı bir şekilde göze çarpar. Kaya daima ıslak ve yosunludur, zaten bu yüzden adı da Islak Kaya’dır. Çavuş’un oğlu bu kaya üzerine düşünürken birden aklına bu kayanın altında su olabileceği ve hayalindeki cennet gibi bahçeyi buraya kurabileceği gelir. Askerde tattığı üzüm ve narı belki de burada yetiştirebilecektir. Bu düşünceyle sevinç içerisinde kayanın dibini kazmaya karar verir.
Bu fikrini gerçekleştirebilmesi hayli zordur fakat bir kere kafaya koymuştur. Harman sonu düğünü olacak kızı, işlerin yetişmesi, kaynatasının itirazı, aralarının bozuk olduğu muhtar, köylünün konuşması, kanunlar derken pek çok engeli kafasından geçirir ve hepsinin üstesinden geleceği inancıyla yola koyulur.

Bu konuyu babasının arkadaşı olan ve her şeyden haberdar olan Berber Hacı’ya danışır. O da kendisine destek verip bir sakınca olmadığını söyleyince gerekli alet edevatı toplayıp Islak Kaya’nın başına geçer. Ferhat misali kazmayla kayayı delmeye çalışır.

Köy sakinlerinden Deli Derviş adında, kimilerinin deli, kimilerininse derviş kabul ettiği bir zat vardır. Köyün imamı Emrullah Hoca himayesinde kimseye zararı dokunmayan bu zat, Çavuş’un oğlunu kayayı delmeye çalışırken gören ilk kişi olur. Niyeti o söylemeden anlar ve o da duasını edip gider. Yine onu kayayı delmeye çalışırken görenler arasında Çerçi Cemil ve Tahsildar Atıf da vardır. Gülpaşa Çavuş’un definecilik geçmişi bulunduğundan oğlunun da define aradığını düşünürler ve bu haberi köye yaymak için hareket ederler. Gülpaşa Çavuş ile nişanlısı Zeynep, beşik kertmesi olmasına karşın birbirlerini sevmişlerdir. Ancak Muhtar Halil’in de Zeynep’te gözü vardır ve kızı sıkıştırmaya kalkar. Bu sebepten dolayı Gülpaşa Çavuş’tan meydan dayağı yer ve bu olaydan sonra iki aile arasında husumet başlar. Çerçi Cemil gelip de define haberini verince Muhtar Halil de ıslak kayanın altını kazmaya karar verir.

Gece yarısı Muhtar Halil ile Çerçi Cemil ıslak kayayı kazmak için epey uğraşır fakat umduklarını bulamazlar. Bu olay, Muhtar Halil’i iyice çileden çıkarır ve Çavuş’un oğlunun başına bir çorap örmek ister. Köyde onun define aradığı haberini herkese yayar. Ama bundan da umduğunu bulamaz, Çavuş’un oğlu kazmaya devam eder. Ancak kazı sırasında çok zorlandığı da olur, dinamit kullanarak patlattığı da. Sonunda amacına ulaşıp suyu çıkarır. Artık cennetten bir köşe saydığı bahçe idealine kavuşması mümkündür.

Yaz gelip de oraya istediği bahçeyi kurmaya çalışınca Muhtar Halil yeniden harekete geçer. Üstelik Çavuş’un oğlunun kayını Şahin, Muhtar Halil’in kızıyla İstanbul’a kaçmış, husumet bir kat daha artmıştır. Muhtar Halil akrabalarını toplayarak Çavuş’un oğluna bu yeni kurduğu bahçede dayak atar, yataklık hale getirirler. Bahçenin nöbetini tutma işi de Deli Derviş’e kalır. Bahçe gerçekten görenleri hayran bırakacak cinstedir. Her tür sebze ve meyveyi yetiştirir. Bir tek narı yetiştiremez, üzüm de istediği gibi değildir ama onun dışında her şey çok güzeldir.

Muhtar Halil, zorbalığını mahkemeye de taşır ve bu bahçenin kendisine ait olduğu iddiasıyla Çavuş’un oğluna dava açar. Buradan da umduğunu bulamaz ve davayı kaybeder. Aynı dönemde Muhtar’ın iki oğlu da İstanbul’a kaçar. Aslında pek çok kişi, zengin bir geleceğe sahip olma umuduyla İstanbul’a kaçmakta ya da göçmektedir. Gençlerin bir bir İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere taşınmasıyla köyün de eski havası, tadı kalmaz. Çavuş’un oğlu ise bunlara aldırış etmez, o, kurduğu cennetten bahçesine adeta âşıktır ve tüm meşgalesi de onu güzelleştirmektir. Bazıları onun tüm ömrünü bu uğurda boşu boşuna harcadığını düşünse de o halinden memnundur.

Çavuş’un oğlu, iki oğlunu da İstanbul’a gitme sevdasından vazgeçiremez ve karısıyla tek başına kalır. Köyde kalanlar zaten çok az kişidir ve bunlar da bakacak kimsesi olmayan, köyde kalmaya mahkûm olanlardır. Kasabaları önce kaza, sonra nahiye, sonra da köy olur. Evler harabeye döner. Kuzular melemez olur. Çok geçmeden Çavuş’un oğlunun hanımı da hastalanır ve tedavilere rağmen kurtarılamaz. Çavuş’un oğlu, bahçeye başı bağlı biridir ve çocuklarının ısrarlarına karşın İstanbul’da durmayıp köyüne döner. Aradan yıllar geçer. Artık iyice yaşlanmıştır. Çok sevdiği bahçesine görmeye bile gidemez hale gelir. Havayı iyi bularak bahçesine gittiği bir gün ayağı kayar ve düştüğü yerden kalkamaz. Köyde kimsesi olmadığı için imdadına yetişen de olmaz. Oracıkta, bahçeyi yapmaya karar verdiği günleri hatırlayarak kar altında kalır ve ölür. Ve bir bahçeye gömülür.