Kitabın Adı : Olağanüstü Bir Gece
Kitabın Yazarı : Stefan Zweig
Kitabın Özeti :
1914 yılında Rava-Ruska'da bir Avusturya hafif süvari alayıyla katıldığı çarpışmalarda şehit düşen Baron Fredrich M. von R.nin yazı masasında bulunan notlar daha sonra ailesi tarafından gözden geçirilmesi istenerek yazara verilmiş. Stefan Zweig de sadece altı saatlik bir zaman dilimini kapsayan bu olağanüstü geceyi sadece ismini değiştirerek Olağanüstü Bir Gece kitabı ile yazıya dökmüş.
1914 yılında Rava-Ruska'da bir Avusturya hafif süvari alayıyla katıldığı çarpışmalarda şehit düşen Baron Fredrich M. von R.nin yazı masasında bulunan notlar daha sonra ailesi tarafından gözden geçirilmesi istenerek yazara verilmiş. Stefan Zweig de sadece altı saatlik bir zaman dilimini kapsayan bu olağanüstü geceyi sadece ismini değiştirerek Olağanüstü Bir Gece kitabı ile yazıya dökmüş.
Baron Fredrich'in hikayesi ise şöyle;
Tarihler 7 Haziran 1913 ü gösterdiğinde otuz altı yaşındaki barona erken ölen ailesinden bir miras kalmıştı. Kendisi bu fırsatı iyi değerlendirerek subaylık mesleğinden vazgeçmiş ve kendince emekliye ayrılmıştı. Ailesi soylu bir sınıftan geliyordu, normalde de durumu oldukça iyiydi. Üstüne bir de bu miras gelince tamamen zengin ve soylu bir aristokrat olmuştu. Tüm ilgi alanını lüks ve çok nadir uğraşlara ayırıyordu. Mesela antikacılardan nadir parçalar bularak bunları uygun bir sistemle dizmek ona çok keyif verirken, o günlerin en çok okunan kitaplarına ilk sahip olmak da bir diğer uğraşıydı. Tabii birde kadınlar vardı. Kadınlar kesinlikle ilgi alanına giriyordu. Fakat tüm bu zengin yaşayış bir süre sonra onu derin bir durgunluğa soktu. Tam altı ay sürecek bu uzun durgunluk döneminde tüm heveslerinden uzaklaştı. Artık ne kitaplar ne pahalı antikalar ne de kadınlar ona heyecan veriyordu. Sıradan bir hayatın tam içindeydi. Ta ki o olağanüstü geceye kadar.
O gün evden bir anlığına çıktı ve etrafın oldukça kalabalık olduğunu faytonların soyluları ve sosyeteden tanıdığı simaları sırayla götürdüklerini gördü. O da hemen bir faytona atladı. Arabacının sorusu ise bütün olayı açıklıyordu. Arabacı " At yarışlarına değil mi efendim? "demişti. Baron da bu soruya başını sallayarak cevap vermiş ve kendisini bir anda yarışlarda bulmuştu. Aslında altı ay öncesine kadar böyle olayları hiç kaçırmazdı. İçeri girdiğinde herkesin sıralarına oturduğunu, çok özenle giyindiklerini görmüştü. Yarışın başlamasıyla tüm soylular sanki bambaşka insan oluvermişlerdi. Bağırıyor, kazanmasını istedikleri atın ismini haykırıyorlardı. Bu heyecan bir anda baronu etkiledi. Çünkü onun uzun zamandır hissedemediği bir duyguyu tüm bu insanlar yaşıyorlardı. Ardından yarışlara biraz ara verildi. Bu ara esnasında baronun gözü bir hanımefendiye takılmıştı. Çok güzel ve alımlı olan bu kadın adeta gözleriyle barona cilve yapıyordu. Bu durum yine hoşuna gitti baronun. Çünkü gizli bir oyun ona heyecan vermişti. Fakat kadının yanında birden şişman ve kel bir adam belirdi. Elini kadının omzuna atmasıyla baron onun kadının kocası olduğunu anladı. Artık oyun bitmiş ve heyecanını yitirmişti. Yarışlar tekrar başlarken bir anda kargaşa oldu. Şişman ve kel adam o karmaşayla elindeki tüm kuponları düşürdü. Bir tane kuponda baronun ayağına denk geldi. Eline aldığı sırada yarış başladı. Maçı takip etmeye ve heyecanlanmaya başladı. Çünkü kuponundaki at yeniyordu. Yarış bitti ve tüm ikramiyeyi baron aldı.
Bu suç işleme duygusu ve yaşadığı heyecan ona tekrar bilet aldırttı. Yine maçı o kazandı ve çok fazla parası oldu. Fakat baron bu durumdan hiç memnun değildi. Soylu birisine hiç yakışmıyordu bu durum. Üzgün bir şekilde panayır gibi bir yere girdi. Burada insanların arasına karışmak ve durgunluğunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar yanına kimse gelmedi. Hatta insanlar ondan uzaklaşıyor gibiydi. Çünkü kıyafeti ve duruşuyla soylu biri olduğunu belli ediyordu. Dükkanlar ve lunapark kapanınca baronun yanında biri geldi. Bu bir fahişeydi. İlk kez birinin dikkatini çektiği için heyecan duydu ve onun peşinden gitti. Fakat biraz uzaklaşınca arkasında iki kişinin olduğunu gördü. Kadına çok yüklü bir para verdi ve arkasındaki iki kişiye de acıyarak onlara da para verdi. Para alan bu aciz insanların yüzündeki mutluluk ona çok büyük bir his yaşattı.
O akşam gördüğü herkese yardım etmek istedi. Baloncunun tüm balonlarını satın aldı, kek satan yaşlı kadının önünden kek alarak yüklü bahşiş bıraktı. Evlerin camlarından içeri paralar attı. En sonunda hayatının amacını ve kendi benliğini buldu. O akşamdan sonra çok mutlu ve bilinçli bir insan olarak yaşamaya devam etti. Hiç yalnızlık çekmedi aksine artık sokakta gördüğü her insanla muhabbet ediyor, yardımlaşıyor ve artık yalnızlık duygusunu zerre kadar hissetmiyordu.
Tarihler 7 Haziran 1913 ü gösterdiğinde otuz altı yaşındaki barona erken ölen ailesinden bir miras kalmıştı. Kendisi bu fırsatı iyi değerlendirerek subaylık mesleğinden vazgeçmiş ve kendince emekliye ayrılmıştı. Ailesi soylu bir sınıftan geliyordu, normalde de durumu oldukça iyiydi. Üstüne bir de bu miras gelince tamamen zengin ve soylu bir aristokrat olmuştu. Tüm ilgi alanını lüks ve çok nadir uğraşlara ayırıyordu. Mesela antikacılardan nadir parçalar bularak bunları uygun bir sistemle dizmek ona çok keyif verirken, o günlerin en çok okunan kitaplarına ilk sahip olmak da bir diğer uğraşıydı. Tabii birde kadınlar vardı. Kadınlar kesinlikle ilgi alanına giriyordu. Fakat tüm bu zengin yaşayış bir süre sonra onu derin bir durgunluğa soktu. Tam altı ay sürecek bu uzun durgunluk döneminde tüm heveslerinden uzaklaştı. Artık ne kitaplar ne pahalı antikalar ne de kadınlar ona heyecan veriyordu. Sıradan bir hayatın tam içindeydi. Ta ki o olağanüstü geceye kadar.
O gün evden bir anlığına çıktı ve etrafın oldukça kalabalık olduğunu faytonların soyluları ve sosyeteden tanıdığı simaları sırayla götürdüklerini gördü. O da hemen bir faytona atladı. Arabacının sorusu ise bütün olayı açıklıyordu. Arabacı " At yarışlarına değil mi efendim? "demişti. Baron da bu soruya başını sallayarak cevap vermiş ve kendisini bir anda yarışlarda bulmuştu. Aslında altı ay öncesine kadar böyle olayları hiç kaçırmazdı. İçeri girdiğinde herkesin sıralarına oturduğunu, çok özenle giyindiklerini görmüştü. Yarışın başlamasıyla tüm soylular sanki bambaşka insan oluvermişlerdi. Bağırıyor, kazanmasını istedikleri atın ismini haykırıyorlardı. Bu heyecan bir anda baronu etkiledi. Çünkü onun uzun zamandır hissedemediği bir duyguyu tüm bu insanlar yaşıyorlardı. Ardından yarışlara biraz ara verildi. Bu ara esnasında baronun gözü bir hanımefendiye takılmıştı. Çok güzel ve alımlı olan bu kadın adeta gözleriyle barona cilve yapıyordu. Bu durum yine hoşuna gitti baronun. Çünkü gizli bir oyun ona heyecan vermişti. Fakat kadının yanında birden şişman ve kel bir adam belirdi. Elini kadının omzuna atmasıyla baron onun kadının kocası olduğunu anladı. Artık oyun bitmiş ve heyecanını yitirmişti. Yarışlar tekrar başlarken bir anda kargaşa oldu. Şişman ve kel adam o karmaşayla elindeki tüm kuponları düşürdü. Bir tane kuponda baronun ayağına denk geldi. Eline aldığı sırada yarış başladı. Maçı takip etmeye ve heyecanlanmaya başladı. Çünkü kuponundaki at yeniyordu. Yarış bitti ve tüm ikramiyeyi baron aldı.
Bu suç işleme duygusu ve yaşadığı heyecan ona tekrar bilet aldırttı. Yine maçı o kazandı ve çok fazla parası oldu. Fakat baron bu durumdan hiç memnun değildi. Soylu birisine hiç yakışmıyordu bu durum. Üzgün bir şekilde panayır gibi bir yere girdi. Burada insanların arasına karışmak ve durgunluğunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar yanına kimse gelmedi. Hatta insanlar ondan uzaklaşıyor gibiydi. Çünkü kıyafeti ve duruşuyla soylu biri olduğunu belli ediyordu. Dükkanlar ve lunapark kapanınca baronun yanında biri geldi. Bu bir fahişeydi. İlk kez birinin dikkatini çektiği için heyecan duydu ve onun peşinden gitti. Fakat biraz uzaklaşınca arkasında iki kişinin olduğunu gördü. Kadına çok yüklü bir para verdi ve arkasındaki iki kişiye de acıyarak onlara da para verdi. Para alan bu aciz insanların yüzündeki mutluluk ona çok büyük bir his yaşattı.
O akşam gördüğü herkese yardım etmek istedi. Baloncunun tüm balonlarını satın aldı, kek satan yaşlı kadının önünden kek alarak yüklü bahşiş bıraktı. Evlerin camlarından içeri paralar attı. En sonunda hayatının amacını ve kendi benliğini buldu. O akşamdan sonra çok mutlu ve bilinçli bir insan olarak yaşamaya devam etti. Hiç yalnızlık çekmedi aksine artık sokakta gördüğü her insanla muhabbet ediyor, yardımlaşıyor ve artık yalnızlık duygusunu zerre kadar hissetmiyordu.