21 Temmuz 2019 Pazar

NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 4. Bölüm


Kitabın Adı : NUTUK

Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK

Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT

4. BÖLÜM: ULUSAL BİRLİK VE DAYANIŞMA KORUNARAK İÇ AYAKLANMALARIN BASTIRILMASI (ANA METIN: S ; 57-63) 

İstanbul'un işgalinden sonra başlayan yıkıcı akımlar ve ayaklanmalar, hızla yurdun her yerinde görüldü ve sürdü. İstanbul'da Damat Ferit Paşa yeniden işbaşına getirilmişti. Bu hükümetin bütün yıkıcı ve hain örgütlerle, bütün düşmanlar ve Yunan ordusuyla yaptığı işbirliğine de, yurdun her yanına yağdırılan Halife-Padişah fetvası yön veriyordu. Hainlik, cahillik, kin ve bağnazlık dumanları bütün yurdu koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları Ankara'da karargâhımızın dıvarlarına kadar çarptı. İzmir'den sonra Batı Anadolu'nun önemli bölgeleri de Yunan saldırıları ile çiğnenmeğe başladı. 

Ayaklanmaları, Amasya'daki 5. Kafkas Tümeni, Antep bölgesinden getirilen Kılıç Ali Bey komutasındaki bir ulusal birlik, Sivas'taki 3. Kolordu güçleri, Eskişehir'deki Ethem Bey birliği ve Bolu dolaylarındaki İbrahim Bey birliği ile bastırmaya çalıştık.

Efendiler, kimi kapalı sorunların kolaylıkla açıklanmasına yarayacağını sandığım için, yüce kurulunuza bir "Yeşil Ordu"dan söz edeceğim: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve hükümetinin kuruluşundan sonra, Ankara'da "Yeşil Ordu" adıyla bir dernek kuruldu. Derneğin ilk kurucuları, pek yakın ve bilinen arkadaşlardı.

Amaçları, Osmanlı ordusunun kalıntısı denilebilecek o günlerdeki yorgun, bezgin, devrim ülküsüne göre yetişmemiş birlikleri bilinçlendirmek, böylece askerlerin halife fetvaları gibi kışkırtmalara kapılmalarını önlemekti. Yeşil Ordu örgütünün kurucuları arasına, milletvekili olan Çerkez Reşit Bey'le Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Bey de girmişler.

Ayrıca, kendilerine bağlı bütün adamları da Yeşil Ordu'nun sanki temelini oluşturmuşlar. Çerkez Ethem, bir ulusal birlikle Anzavuru kovalamada, Düzce ayaklanmasını bastırmada başarılı kimi hizmetler yaptı; bu nedenle Yozgat'a gitmek üzere Ankara'ya çağrıldığında, hemen herkesçe beğenildi ve övüldü. Kendisini abartılı biçimde öven de kuşkusuz olmuştur.

Ethem Bey ve kardeşlerinin bu alkış ve övgülerden dolayı büyüklendileri, kimi düşlere bile kapıldıkları, sonraki davranışlarından anlaşıldı. Yozgat ayaklanmasını bastırmağa uğraşırken, askeri ve ulusal birlik komutanlarına küçültücü ve saldırgan biçimde davrandığı görüldü. Biz bütün bunlara karşın, bu kardeşleri her zaman yararlanılabilecek durumda bulundurmayı yeğledik.

Efendiler, bu sırada, bizim düzenli ordu kurma görüşümüze karşı, "milis" örgütü kurma görüşünü genel bir akıma dönüştürme çabaları ortaya çıktı.

Reşit, Ethem ve Tevfik kardeşler, "Kuvva-yı Seyyare" adındaki güçlerine dayanarak, bu yolda çok ateşli biçimde çalışıyorlardı. Kuvve-i Seyyare, yani Gezgin Güç komutanlığı, Karacaşehir'de kendine bağlı "Karakeçili" adında gizli bir birlik kurmuştu; Cephe komutanlığının bundan bilgisi yoktu. Rastlantı sonucu öğrenip bilgi istediğinde de Ethem Bey cephe komutanının buyruğunu yerine getirmedi. Cephe komutanlığının, sivil işlere, geri hizmetlere karışılmaması için verdiği genel buyruğa da uymuyor, Kütahya bölgesinde her şeye karışıyordu.

Cephe komutanı, halkın yakınmaları konusunda kendisine gelen raporların ışığında bir buyruk yayınlamıştı. Buyrukta, "Hainlikleri ne denli gerçek olursa olsun, hiçbir köy yakılmayacak, halktan hiçbir kimse, hiçbir birlikçe, hiçbir suçtan ötürü öldürülmeyecektir." deniyordu.

Umum Kuvva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey bu buyruğa da karşı geldi. Reşit Bey'i yanıma getirttim ve ne istediklerini sordum. "Cephe komutanlarını değiştiriniz" dedi. "Yerine koyacak adamlarımız yoktur" dedim. "Beni atayınız, ben daha iyi yaparım' dedi.

Ethem ve kardeşlerini izlemek gerektiğini İsmet ve Fahrettin Paşalara bildirdim. 22 Aralık 1920 günü, Reşit Bey'le bakan ve milletvekili arkadaşlardan on beş kişiyi yanıma çağırdım.

Toplantı sonunda Kuvva-yı Seyyare'ye son ve kesin olarak şunların bildirilmesi karara bağlandı:
1. Kuvva-yı Seyyare, öbür birlikler gibi emir ve komutaya tam olarak uyacak ve yasa dışı her türlü taşkınlıktan kaçınacaktır.
2. Kuvva-yı Seyyare kendiliğinden hiçbir yerde ve hiçbir yolla adam toplamayacaktır.

Efendiler, Ethem Bey, bu kararları bildirmek üzere gönderdiğimiz kurulun üyelerini tutuklattı ve onların adıyla çektiği telgrafta kendi isteklerini yineledi. Bunun üzerine cephe komutanlarına Ethem ve kardeşlerine karşı savaşa girmelerini emrettim.

Efendiler, bu kardeşler, askerliği çapulculuk, devlet kurup yönetmeyi de şunun bunun suçsuz çocuklarını kurtulmalık dilenmek için dağa kaldırma haydutluğu sanıyorlardı; utanmaz, kendini bilmez, herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar alçak ve aşağılık yaratılışlı bu kardeşler, şarlatanlıkları ve yaygaralarıyla bütün bir Türk yurdunu tedirgin ediyor, Türk ulusunun Büyük Meclisini kendileriyle uğraştırıyorlardı; onları ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte tepeleyip yola getirmek ve böylece devrim tarihimizde herkese ders olacak bir örnek vermek zorunlu göründü.

Efendiler, Meclis'in açıldığı günlerde cephelerin durumu ise şöyleydi: İzmir Yunan cephesinde, iki alaylı 56. tümen, özellikle kolordu komutanı Nadir Paşa'nın buyruğuyla, onur kırıcı bir biçimde Yunanlılara teslim edilmişti.

Bu alaylardan birinin komutanı olan ve o sırada Ayvalık'ta bulunan Ali Bey, 28 Mayıs 1919 günü Yunan birliklerine karşı ilk kez cephe kurup savaşa girişti. Bunun üzerine Soma, Akhisar ve Salihli'de ulusal cepheler kurulmaya başladı.

Böylece oluşmaya başlayan Kuzey Cephesinin komutanlığını Albay Kâzım Bey üstlendi. Aydın bölgesinde de asker ve halktan kimi yurtseverler, Yunanlılara karşı çıkıyorlardı. Bunlar içinde ad ve kılık değiştirerek o bölgeye gelmiş olan Celal Bey'in çaba ve özverisi anılmaya değer.

Bu arada Ali Bey'in birlikleri Bergama'daki Yunan işgal güçlerini bir baskınla ortadan kaldırınca, Yunanlılar dağınık ve zayıf birliklerini toplamak gereğini duydular ve Nazilli'yi de boşalttılar.

Böylece 1919 Haziran ortalarında Aydın cephesi de kuruldu. Tümen komutanı Albay Mehmet Şefik Bey, Kuvva-yı Milliyenin başı ise Demirci Mehmet Efe idi. Güneyde Fransızlara karşı Adana cephesi açılmış ve ulusal güçler kurularak yiğitçe işe başlamışlardı. Tufan Bey adıyla eylem yapan Yüzbaşı Osman Bey'in yiğitlikleri anılmaya değer. Maraş, Antep ve Urfa'da da önemli savaşlar ve çarpışmalar oldu. Sonunda işgal güçleri buralardan çekilmek zorunda kaldılar. Bu başarıların kazanılmasında Kılıç Ali ve Ali Saip Beylerin adlarını anmayı ödev sayarım.

Efendiler, bir hafta kadar sonra Kocaeli Komutanlığından aldığım bir telgrafta, "ülkenin yüksek çıkarlarına ilişkin bir konuda Sadrazam Paşa'nın benimle telgraf başında görüşmek istediği" bildiriliyordu.

Ben, Tevfik Paşa'nın bana değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne başvurması durumunda dileğinin kabul edilebileceğini bildirdim. Bunun üzerine

Tevfik Paşa, 27 Ocak 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak bana açık bir telgraf gönderdi. Telgrafında, "İtilaf Devletleri, 21 Şubatta Londra'da toplanacak konferansa, Osmanlı delegeleri yanında Ankara'nın yetkili temsilcilerinin de katılmasını istiyorlar" diyor, yanıtımızı makine başında beklediğini söylüyordu.

Tevfik Paşa, ekli şifre telgrafında ise, Yunanlıların Londra konferansında etkin olmak için İzmir'e ek kuvvetler yolladığı, yakında bir saldırıda bulunacaklarını bildiriyordu.

Tevfik Paşa'ya şu yanıtı verdim: "Ulusal iradeye dayanarak Türkiye'nin alınyazısını eline alan yasal ve bağımsız tek kuvvet, Ankara'da sürekli çalışmakta olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye ile ilgili bütün sorunları çözmekle görevli olan ve her türlü dışişlerinde başvurulması gereken yer, işbu Meclis'in Bakanlar Kurulu'dur. İstanbul'da herhangi bir kurulun hiçbir bakımdan yasal ve hukuksal niteliği yoktur. Kurulunuza düşen yurt ve vicdan görevi, bu gerçeğe uyarak, hemen ulus ve ülke adına başvurulacak yasal hükümetin Ankara'da olduğunu kabul edip bildirmektir."

Tevfik Paşa'ya özel olarak da şu telgrafı çektim: Konferansta ülkeyi ayrı ayrı temsil edecek iki kurulun ne denli sakıncalar doğuracağını, sizin gibi saygıdeğer bir kişinin tam olarak anladığına inanıyoruz. Padişah Hazretlerinin, ulusal iradenin belirdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıdığını resmi olarak bildirmesi artık gerekli olmuştur. Bu yapılmazsa, padişah-halifenin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur; bundan doğacak sorumluluk, önceden kestirilmesi olanaksız tüm sonuçlarıyla birlikte, doğrudan doğruya Padişah Hazretlerinin olacaktır.

Tevfik Paşa bu telimize verdiği yanıtta, ulusun egemenlik haklarını korumak için harcadığımız emekleri takdir etmekle birlikte, konferansa dolaylı olarak çağrılmamızın doğal olduğunu bildiriyordu. Birleştiğimiz kamuya duyurulursa, delegelerimizin de ayrı değil, birleşik sayılacağını savunuyordu. Görüldüğü gibi Tevfik Paşa ve hükümeti, Anadolu'yu eskiden olduğu gibi İstanbul a bağlamak ve tutsak etmek istiyordu.

Tevfik Paşa'ya şu yanıtı verdim: "Durumun önemi ve koşulların ağırlığı dolayısıyla, sizi ve sayın arkadaşlarınızı ve özellikle Padişah Hazretlerini her bakımdan bir kez daha aydınlatmamız bir görev oluyor.

Bunun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce konulup uygulanan Anayasanın temel maddelerini olduğu gibi bildiriyorum:
1- Egemenlik kayıtsız ve şartsız olarak ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın kendi geleceğini doğrudan doğruya kendisinin yönetmesi ilkesine dayalıdır.
2- Yürütme gücü ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve toplanır.
3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi'nce yönetilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder