31 Ağustos 2019 Cumartesi

Fıkhi Terimler Kitap Özeti


Fıkhın, şer’i delillerden elde edilen fıkhi hukumleri sistematik tarzdaele alan dalına furu-i fıkıh, delillerden hukum elde etme metodunu inceleyen dalına da usul-i fıkıh denir.

Ahvâl-i Şahsiyye: Şahsın hukuku.

Hidâyet-i Mürşîde: Yol gösterici hidayet.

Deliller: Araştırılan hususta şer’i-ameli nitelikteki hükme ulaştıran vasıtaya delil denir. Fıkhi bir hükmün dini-hukuki dayanağı (edille-i şer’iyye, edilletu’l-ahkam) anlamında kullanılır. Fıkıh literatüründe yaygın genel kabule göre şer’i delillerden kitap, sünnet, icma ve kıyas aslî deliller; istihsan, istıslah (mesalih-i mursele), istishab, sedd-i zerayi’ gibi deliller de fer’î veya tâli deliller grubunda yer alır. Bu asli delillerin bir diğer adı da “dört delil”dir (edille-i erbaa).

Kitâp: Ayetler, iman, ahlak, adab-ı muaşeret, geçmiş toplumlardan kıssa ve öğütler, genel insani ve akli değerler, beşeri ilişkiler gibi konularda okuyucuya doğrudan ana fikir vermektedir.

İcmâ: İcma; müctehidlerin şer’i bir meselenin hükmüne dair görüşlerini aynı yönde olmak üzere tek tek açıklamaları yoluyla meydana gelebileceği gibi (sarîh icmâ), şer’i bir mesele hakkında bir veya birkac müctehid görüş belirttikten sonra, bu gçrüşten haberdar olan o devirdeki diğer müctehidlerin açıkca aynı yönde kanaat belirtmemekle birlikte itiraz beyanında da bulunmayıp sukut etmeleri suretiyle de (sükûtî icmâ) oluşabilir.

Kıyâs: Naslarda (Kitap ve Sunnet’te) hukmu bulunmayan fıkhi meseleye, aralarındaki illet (gerekce) birliği sebebiyle, naslarda duzenlenmiş meselenin hukmunu vermek” şeklinde tanımlanır. Musiyi (vasiyet edeni) olduren musa-leh (vasiyet alacaklısının) vasiyetten mahrum olur. Boylece, naslarda musiyi öldüren musa-leh hakkında özel bir hüküm bulunmadığı halde, kıyas yoluyla böyle bir kimsenin vasiyetten mahrum olacağına hükmedilmiş olur.

İstihsân: Müctehidin bir meselede, özel bir delil sebebiyle, o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgecip başka bir çözümü benimsemesi, ya da iki farklı kıyas imkanı bulunduğunda, ilk bakışta dikkat çekmeyen kıyası (kapalı kıyası) gerekçe birliği açısından daha güçlü bulduğu icin açık kıyasa tercih etmesidir. Buna göre, istihsan çeşitlerini iki gruba ayırmak mümkündür:
1. Genel hükümden istisna yoluyla yapılan istihsan.
2. Kapalı kıyas istihsanı.

Istıslâh (Mesâlih-i Mürsele): İslam hukuk terminolojisinde maslaha terimi geniş anlamda kullanıldığında, hem “yarar sağlama”yı hem “zararı savma”yı ifade eder. Maslahanın bu iki yonu ayrı ayrı anlatılmak istendiğinde birincisi için “celbu’l-menfaa” (celbu’l-maslaha), ikincisi için “def’ul-mefsede” (def’ul-mefsede) tabiri kullanılır. Yorum yoluyla da olsa nasların kapsamına girmeyen ya da “illet” bağı kurularak (kıyas yoluyla) nasta duzenlenmiş bir olaya bağlanamayan fıkhi bir meselenin hukmunu İslam fıkhının genel ilkelerine gore belirleme yontemine “ıstıslâh“, bu metodu uygulayarak hukme ulaşırken esas alınan maslahatlara da “mesalih-i mürsele” denir.

Örf ve Âdet: Fakihlere göre bir toplumdaki orf ve adetin geçerliliği için onun yaygın ve sürekli olması, nasların lafzına ve ruhuna yani İslam hukukunun temel ilkelerine aykırı düşmemesi gerekir. Bu şartları taşıyan örfe sahih örf, taşımayana da fasid örf adı verilir.

Istıshâb: Daha önce varlığı bilinen bir durumun -aksine delil bulunmadıkça- varlığını koruduğuna hükmetme yöntemidir. Şekk ile yakin zail olmaz.

İbâha-i Asliyye Istıshâbı: Buna göre bir şeyden yararlanma veya bir davranışta bulunma hakkında naslarda özel bir hüküm yoksa veya kıyas yahut ıstıslah yoluyla naslardan bu hususta özel bir sonuç çıkmıyorsa, “Eşyada aslolan mübahlıktır”.

Berâet-i Zimme Istıshâbı: Bir kimsenin borclu veya suçlu olduğuna dair delil bulunmadıkca borçsuz ve suçsuz kabul edilmesi esastır. Buna göre, alacaklı olduğunu iddia eden kimse bunu isbat edemediği takdirde davalının borçlu olmadığına; yine, suç işlediği iddia edilen kişinin bu fiili isbat edilmedikce aynı prensibe göre suçlu olmadığına hükmedilir.

Vasıf Istıshâbı: Şer’an varlığı kabul edilen bir hükmün, sebebinin ortadan kalktığı isbat edilmediği sürece sabit sayılması esastır. Mesela, satım ve mirascılık gibi bir mülkiyet sebebine binaen sabit olan mülkiyetin, geçerli bir nikah akdinden sonra kurulan evlilik bağının, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ortadan kalktığını gösteren bir delil olmadığı sürece devam ettiğine hükmedilir.

İslâm Öncesi Şerîatler: Hz. Muhammed’den önceki ilahi dinlerin hükümlerinden (şer’ü men kablenâ) Kur’an-ı Kerim’de veya Hz. Peygamber’in sünnetinde yer almayanların müslümanlar için bağlayıcı olmadığında alimler fikir birliği içindedir. Hanefiler dahil bir grup İslam alimi bu tür hükümlerin de müslümanlar hakkında da bağlayıcı delil olacağı görüşündedir.

Sedd-i Zerâî’: Harama, kötu ve zararlı bir sonuca vasıta olan davranışların yasaklanması, kötülüğe giden yolların kapatılması demektir. Kötülüklerin önlenmesi, menfaatlarin elde edilmesinden daha önceliklidir.

Re’y ve İctihâd: Re’y kelimesi fıkıh literaturunde “hakkında acık bir nas yani ayet veya hadis metni bulunmayan fıkhi bir konuda müctehidin belli metotlar uygulayarak ulaştığı şahsi görüş” anlamında kullanılan bir terimdir.
İctihad sözlükte “zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda kişinin olanca gayreti göstermesi”, fıkıh ilminde ise “fakihin şer’i-ameli bir meselenin hükmünü, ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayreti sarfetmesi” anlamına gelir. Bu melekeye sahip olan kimseye müctehid denir.

Ehliyet: Kişinin dini ve hukuki hükme konu (muhatap) olmaya elverişli oluşu demektir.

Vücûb Ehliyeti: Kişinin haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir. Vücub ehliyetinin temelini zimmet ve hukuki kişilik teşkil eder; bu ehliyetin yaş, akıl, temyiz ve rüşd ile alakası yoktur.

Edâ Ehliyeti: Kişinin dinen ve hukuken muteber olacak tarzda davranmaya ve hukuki işlem yapmaya elverişli oluşu demektir.

Hükmen Bulûğ Yaşı: Ebu Hanife’ye göre erkeklerde 18, kızlarda 17 yaş, çoğunluğa göre her ikisi için de 15 yaştır.

Hüküm: İslam dininin, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak üzere getirdiği kuralların bütününe şer’i hükümler (ahkam-ı şer’iyye) veya ilahi hükümler (ahkam-ı ilahiyye) olarak tabir edilir.

Amelî Hükümler: İtikadi hükümlere nisbetle ikinci derecede oldukları için bunlara ahkam-ı fer’iyye de denilir.

Taabbudi Hükümler: İbadetlerle ilgili dini hükümlere denilir.

Vaz’î Hüküm: İki durum arasında şariin kurduğu bağı ifade eden vaz’i hüküm, kendi icinde sebep, şart ve mâni şeklinde üçe ayrılır.

Sebep: Şariin varlığını hükmün varlığı, yokluğunu da hükmün yokluğu için alamet kıldığı durumdur. Mesela vakit namazın, ramazan ayının girmesi orucun, malın nisab miktarına ulaşması zekatın sebebidir.

Rükun: Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden bir unsuru ifade eder. İbadetlerde rukunler ve bunların yanında sıhhat şartları o ibadetin farzlarını oluşturur. Bunlardan birinin eksik olması o ibadeti gecersiz (batıl, fasid) kılar. Namazda Kur’an okumanın (kıraat), ruku veya secdenin terkedilmesi böyledir.

Şart: Bir hukuki sonucun varlığı kendi varlığına bağlı olan, ancak kendisinin varlığı onun varlığını zaruri kılmayan ve onun yapısından bir parca teşkil etmeyen fiil veya vasıftır. Mesela namaz icin abdest, nikah akdinde şahit şarttır.

Sıhhat; Bir fiilin gerekli rukun ve şartları taşıması, butlân; ruknunun veya kurucu unsurlarından birinin eksik olması, fâsid; ruknu ve unsurları tamam olduğu halde şartlarının eksik olmasıdır.

Bâtıl: Bir hukuki işlemin batıl olması, onun kurulmamış ve yok hükmünde olması ve bu işleme hiç bir hukuki sonucun bağlanmamasıdır.

Müfsîd: Bir ibadeti bozan veya bir hukuki işlemi sakatlayan fiil ve eksikliğe denir.

Teklîfî Hükümler: Mukellefin fiilleri.

Vâcip: Dini literatürde vacip, Hanefiler haric fakihlerin çoğunluğuna göre, kesin bir delille ve kesin bir surette yapılması istenen dini yükümlülüğü ifade ederse de Hanefiler bunu farz ve vacip şeklinde iki kademede ele almayı uygun görürler.

Farz: Fıkıh ilminde, Allah ve Rasulu’nun mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil demektir. Hanefiler delilin kat’i veya zanni oluşuna göre bir ayırım yaparak, bir fiilin yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda
istendiğini gösteren delil kat’i ise bunu farz, zanni ise bunu vacip terimiyle ifade ederler. Farzı terkeden kimse fasık durumuna düşer. Vacibin inkarı küfrü gerektirmez. Farz-ı ayn: Şariin her bir mukellefin ayrı ayrı ifa etmesini istediği mukellefiyettir. Farz-ı kifâye: Muslumanların ferden değil de toplum olarak sorumlu oldukları mukellefiyetlerdir.

Vâcip: Hanefiler vacibi çoğu yerde “ameli farz” olarak da adlandırırlar.

Sünnet: Müekked ve ğayr-i müekked ceşidine “huda sünneti” de denir. Hz. Peygamber’in, insan olması itibariyle yaptığı normal ve beşeri davranışlara ise zevaid sünnet veya adet sünneti denilir. Farz namazlardan once ve sonra kılınması sünnet olan namazlar için, Şafii mezhebinde ayrıca vitir namazı ve şevvalde tutulan altı gün oruc için revatib sünnet tabiri kullanılır.

Haram li-aynihî: Şariin, bizzat kendisindeki kötuluk sebebiyle, baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir.

Haram li-ğayrihî: Aslında meşru ve serbest olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan gecici durumla ilgili olan fiildir.

Azîmet: Farz, vacip, sünnet, müstehap niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekruh gibi davranışların da yapılmamasını ifade eden bütün teklifi hükümleri icine alır. Hanefilere göre, yolculuk esnasında dört rek’atlı farz namazların kısaltılarak ikişer rek’at kılınması esasen bir azimet hükmüdür.

Ruhsat: Fıkıh ilminde “meşakkat, zaruret, ihtiyac gibi arızi bir sebebe bağlı olarak azimet hükmünü terketme imkanı veren ve yalnız söz konusu arızi durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve gecici hükmü” ifade eden bir terimdir.

İmâmeyn: İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed icin kullanılır.

Tarafeyn: İmam-ı A’zam ile İmam Muhammed icin kullanılır.

Şeyhayn: İki şeyh, iki reis, iki buyuk imam demektir. İmam-ı A’zam ile İmam Ebu Yusuf icin kullanılır. En büyük iki halife anlamında Hazret-i Ebu Bekr ile Hazret-i Ömer icin de kullanılır.

Sekaleyn: İnsanlar ve cinler icin kullanılır. Bu iki topluluğa da peygamber olarak gönderildiği icin Peygamberimiz Hz. Muhammede Rasulu’s-Sekaleyn denir. Cin ve insanlara fetva verene de, Muftiyus-sekaleyn denir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder