15 Eylül 2019 Pazar

Alaaddin'in Sihirli Lambası - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Alaaddin'in Sihirli Lambası

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Bir varmış, bir yokmuş… Alaaddin adında bir oğlu olan dul bir kadın varmış. Alaaddin ve annesi çok yoksulmuş, hayatları yokluk ve sıkıntı içinde geçiyormuş. Alaaddin para kazanmak için en zor işleri yapıyor, çok uzak bölgelere muz toplamaya gidiyormuş. Bir gün şehirden uzaktaki bir hurmalıkta yabani hurma toplarken garip bir yabancıyla karşılaşmış.

Bu iyi giyimli, sakallı adamın başındaki sarıkta parlak bir safir taş varmış. Gözleri simsiyahmış ve bakışları insanın içine işliyormuş. Yabancı, Alaaddin’e bir teklif yapmış:

- Buraya gel evlat! Gümüş bir para kazanmak ister misin? diye sormuş.
Alaaddin hayretle;

- Gümüş bir para mı? Böyle bir şeyi kazanmak için her şeyi yaparım, demiş.

- Senden bir şey istemiyorum. Sadece benim sığamadığım şu delikten aşağı in, orada söylediklerimi yaparsan karşılığını alırsın, diye konuşmuş adam.

Alaaddin, adamın yerdeki ağır taşı kaldırmasına yardım ettikten sonra ufak tefek ve çevik olması sayesinde daracık delikten zorlanmadan geçmiş. İçeride daracık bir merdiven bulmuş ve dikkatle aşağı inmiş.

Aşağısı parlak taşlarla dolu, büyük bir mağaraymış. Eski bir gaz lambasının cılız ışığı yeraltını hafifçe aydınlatıyormuş. Alaaddin’in gözleri bu yarı aydınlık ortama alışınca, çevresinde olağanüstü bir manzara olduğunu fark etmiş. Ağaçların dallarından ışıl ışıl parlayan mücevherler sarkıyormuş. Mağaranın her tarafında altın testiler ve içlerinde değerli taşlar bulunan mücevher kutularıyla doluymuş. Alaaddin, gözlerine inanamıyormuş. Karşısında gerçek bir hazine varmış. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamamışken, yukarıdan gelen sesle irkilmiş:

- Lamba! Lamba! Lambayı söndür ve sadece onu getir bana!

Adamın bu kadar mücevherin arasından sadece değersiz bir lambayı istemesine
çok şaşıran Alaaddin, onun bir büyücü olduğunu düşünmüş. Aladdin lambayı almış ve merdivenleri tırmanmaya başlamış. Büyücü:

- Ver onu bana, demiş. Lambayı almak üzere elini uzatarak tekrar onu hemen
ver, diye bağırmış.

Lambaya bir an önce kavuşmak isteyen adam;

- Lambayı hemen vermezsen seni sonsuza kadar burada bırakırım, demiş.

- Önce dışarı çıkmak istiyorum!

- Bunu sen istedin! Diyerek deliği kapatmış.

Parmağındaki yüzüğün fırlayıp aşağıya düştüğünü fark etmemiş. Alaaddin
birden ayağının altında bir şey hissetmiş. Yerden alınca, bunun bir yüzük olduğunu fark etmiş. Yüzüğü parmağına takar takmaz mağara gürültüyle aydınlanmış ve Alaaddin’in önünde beliriveren pembe bulutun içinden bir cin çıkmış.

- Dile benden ne dilersen! Diye konuşmuş cin.
Olanlara şaşıran Alaaddin, karşısındaki dev görüntüye bakarak sadece:

- Evime gitmek istiyorum, diye mırıldanmış.

Dileği göz açıp kapayıncaya kadar yerine gelmiş. Oğlunu bir anda evin içinde
Gören annesi, ocağın başından kafasını kaldırarak kapıya bakmış ve kapalı olduğunu görünce hayretle;

- İçeri nereden girdin? Diye sormuş.

Alaaddin, başına gelenleri heyecanla annesine anlatmış. Annesi:

- Peki ya gümüş para ne oldu? Diye sorunca, Alaaddin lambayı annesine
göstermiş. Onca maceradan sonra elinde sadece bu lamba kalmış.

- Üzgünüm anne, ama elimde sadece bu var, demiş Alaaddin. Annesi;

- Bu lamba sağlam mı acaba, baksana ne kadar da kirli demiş.
Temizlemek için lambayı ovuşturmaya başlamış. Birden lambanın ağzında
Çıkan dumanlar odayı kaplamış. Dumanlar arasından bir cin belirivermiş ve:

- Yüzyıllardır bu lambanın içinde yaşıyordum. Siz beni serbest bıraktınız, artık
benim efendimsiniz. Dileyin benden ne dilerseniz, diye konuşmuş.

Şaşkınlıktan Alaaddin ve annesinin ağzı açık kalmış, tek söz bile edememişler. Cin bir kez daha sözlerini tekrarlamış ve annesinin yemek için bir şeyler hazırlamadığını hatırlayarak;

- Bize içinde her şeyin bulunduğu bir sofra donat! diye emretmiş.

O günden sonra, Alaaddin ve annesi çok mutlu olmuşlar. Sihirli lamba sayesinde
her istekleri yerine geliyormuş. Yoksulluk günleri geride kalmış. Zamanla Alaaddin de büyümüş, uzun boylu ve yakışıklı bir genç olmuş. Annesi oğlunun iyi bir kızla evlenip yuva kurmasını istiyormuş. Bir gün Alaaddin pazar yerinden geçerken iki kişinin taşıdığı tahtırevanın içinde Sultanın kızını görmüş ve ona aşık olmuş. Eve gidince olanları annesine anlatmış. Annesi de oğlu için saraya gidip Sultanla konuşmaya karar vermiş. Ertesi gün, annesi Sultanın huzuruna çıkmak üzere içi eşsiz mücevherlerle dolu bir kutu hazırlamış. Mücevherlerle dolu kutuyu çok beğenen Sultan kadını huzuruna çağırtmış.

Kadının geliş nedeni anlaşılınca, Sultanın kızı Halime ile evlenme hayalleri kuran Vezir, Sultanı etkileyecek şeyler söylemiş. Sultan da Alaaddin’in annesine oğlunun zenginliğini ve gücünü gösteren bir armağanla huzuruna çıkması gerektiğini söylemiş.

Sultan, eğer oğlun kızımla evlenmek istiyorsa, yarın bana kırk köle yollasın. Her köle için değerli taşlarla dolu küpler taşısın. Bu değerli hediyeleri korumak için de peşlerinden kırk asker gelsin, diye sözlerine son vermiş.

Bunları duyan kadın üzüntüyle evine geri dönmüş. Sihirli lambanın bu kadar büyük bir isteği karşılaması çok zormuş. Alaaddin lambayı almış, çok daha kuvvetlice ovuşturmuş, karşısına çıkan cine isteklerini sıralamış. Cin, Alaaddin’in isteklerini duyar duymaz üç kez elini çırpmış ve hemen oracıkta eli kolu mücevherlerle dolu kırk köle belirmiş. Peşlerinde de mücevherleri koruyan nöbetçiler varmış. Ertesi gün, sultan gördükleri karşısında hayretler içinde kalmış. Daha önce böylesine büyük bir zenginlik görmemiş. Tam Alaaddin’i kızına eş olarak kabul etmek üzereymiş ki kıskançlıktan ne yapacağını bilemez hale gelen veziri Sultana:

- Peki kızınız ve damadınız nerede yaşayacaklar Sultanım? Diye sormuş.

Bu beklenmedik soru karşısında bir an şaşıran, gözünü para hırsı bürümüş
Sultan, Alaaddin’e hemen büyük ve görkemli bir saray yaptırmasını söylemiş. Alaaddin, Sultanın isteğini duyar duymaz evine dönmüş; cin ile konuşmuş. Cin göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede isteği de yerine getirmiş. Eskiden bakımsız olan topraklarda şimdi görkemli bir saray yükseliyormuş. Artık bu düğüne kimse engel olamazmış. Özellikle de Sultan, böyle zengin ve güçlü bir damat bulduğu için herkesten daha mutluymuş. Alaaddin’in inanılmaz şansı ve zenginliğini duymayan kalmamış.

Bir gün, Alaaddin’in sarayının penceresi altında garip bir satıcı belirmiş. Satıcı, Prenses’e:

- Eski lambalar alırım! Diye selenmiş.

Aladdin’in bu sırrını yalnız annesi biliyormuş, o da kimseye söylememiş. Sultanın
Alaaddin ile evlenen kızı Halime de bu konuda bir şey bilmiyormuş. Eski lambayı bu yeni lambalardan biriyle değiştirirse Alaaddin’i sevindireceğini düşünmüş. Ama bu lamba o satıcının eline geçince Alaaddin’in hiçbir gücü kalmamış. Lambayı ele geçiren büyücü, lamba cininden, sarayın içindeki prensesle birlikte başka bir yere taşınmasını dilemiş.

Alaaddin ve Sultan şaşkınmış. Olanların sihirli lambadan kaynaklandığını sadece Alaaddin biliyormuş. Onu inanılmaz bir zenginliğe kavuşturan cini gelmiş, dilek dilemek için bir şansı daha varmış. Hemen yüzüğü bulup parmağına geçirmiş; ovuşturunca ortaya çıkan cine:

- Beni karımı esir alan büyücünün yanına götür, demiş. Sözünü bitirir bitirmez
kendini sarayının içinde bulmuş. Perdenin arkasına saklanmış, karısı büyücüye hizmet ediyormuş. Yavaşça Prenses’e seslenmiş. Alaaddin’in orada bulunduğunu fark eden Prenses:

Alaaddin buraya nasıl geldin? Diye sormuş. O da karısından sessiz olmasını, orada olduğunu büyücüye fark ettirmemesini istemiş. Elindeki tozu karısına uzatarak bunu büyücünün çayına karıştırmasını söylemiş. Büyücü çayı içer içmez derin bir uykuya dalmış.

Alaaddin her yerde sihirli lambayı aramış, ama bulamamış. Mutlaka buralarda bir yerlerde olmalı demiş. Lambanın yardımı olmadan sarayı buraya nasıl taşıyabilirdi ki? Diye sormuş kendi kendine. Horlayan sihirbaza bakmış ve adamın dayandığı büyük yastığın arkasını kontrol etmiş. Lamba oradaymış. Alaaddin hemen lambayı ovuşturmuş. Lambadan çıkan cin, Alaaddin’e:

- Hoş geldiniz, Efendim! Bunca zamandır beni neden başkasına hizmet etmek
zorunda bıraktınız? Diyerek onun gelmesine ne kadar sevindiğini belirtmiş.
Alaaddin de cine:

- Neyse ki artık benim yine hizmetimdesin, demiş. Benim yanımda olduğunu
bilmek çok güzel, diye eklemiş. Bu kötü kalpli büyücüyü o kadar uzak bir yere gönder ki bizi bir daha bulamasın! Diye emretmiş.

Cin memnuniyetle gülümsemiş ve elini çırpar çırpmaz büyücü ortadan kaybolmuş. Olup bitenler yüzünden hayli korkmuş olan Halime, Alaaddin’e yaklaşmış ve ona:

- Neler oluyor, bu cin de neren çıktı? Diye sormuş. Alaaddin de:

- Sakin ol, artık her şey yoluna girecek, demiş ve en başından başlayarak
Olanları ona anlatmış.

Nihayet her şey eskisi gibiymiş. Alaaddin’le karısı sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Halime, çok uzaklardaki babasına duyduğu özlemle, Alaaddin’e tekrar geri dönüp dönemeyeceklerini sormuş. Alaaddin, gülümseyerek ona bakmış;

- Bir mucize sayesinde buraya kadar geldik, aynı mucize sayesinde tekrar
ülkemize dönüp sonsuza kadar mutlu yaşayabiliriz, diye cevap vermiş.
Bu arada Sultan, kızı damadı ve onların görkemli sarayı ortadan kayboldu diye çok üzülüyormuş. Ancak elinden hiçbir şey gelmiyormuş, çaresizlik içindeymiş. Bu gariplikleri açıklasınlar diye ülkenin ileri gelenlerini saraya çağırmış.

Kıskançlık ve kinle dolu vezir sürekli, Alaaddin’in şansının sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyordum. Diye konuşuyormuş. Herkes Alaaddin’le Halime’yi görmekten umudu kesmek üzereymiş ki, çok uzaklardaki Alaaddin, lambayı yine ovuşturmuş, cine

- Beni, karımı ve sarayımızı hemen ülkemize geri götür! Diye emretmiş.
Bunu duyan cinin parmağının bir hareketiyle saray yerden havalanmış ve gökyüzünde süzülmeye başlamış. Artık geri dönen saray yeniden eski yerine konmuş. Sultan, Alaaddin ve Halime Sultanla kucaklaşmaya koşmuş. O günden sonra hepsi bir arada mutlu bir şekilde yaşayıp gitmişler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder