Öğretmen ve öğrencilere yönelik kitap özetleri, kitap sınavları, kitap soruları ve eğitici hikayeler
21 Ekim 2019 Pazartesi
Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü - Binbin Gece Masalları
Masalın Adı : Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Ve 4. Gece Olunca
Şehrazâd, sözünü sürdürmüş: Bildiğime göre, ey bahtı güzel şahım, balıkçı ifrite "Sana asla inanmam. Ta ki, küpe girdiğini gözlerimle görmüş olayım!" deyince; ifrit sarsılmış, silkinmîş ve yeniden göğe yükselen bir duman olmuş. Sonra da sıkışmaya ve nihayet yavaş yavaş küpe yerleşmeye başlamış. Bunun üzerine balıkçı, hemen üstünde Süleyman'ın mührü olan kurşun tıpayı almış ve küpün ağzını tıkamış. Sonra da ifrite seslenmiş: "Hey oradaki! Ölmek için, ölüm tarzını seç! Yoksa seni denize fırlatacağım ve de kıyıda bir ev yaptırıp seni avlamak isteyenleri engelleyeceğim. Onlara, 'Burada, kim kendisini kurtarırsa, kurtulur kurtulmaz kendisini kurtarana ölüm çeşitleri sayarak hangi türden ölmek istediğini soran bir ifrit var' diyeceğim" demiş. İfrit, balıkçının sözlerini işitince küpten çıkmaya çalışmış, fakat başaramamış ve de Süleyman'ın mührüyle kurşun tıpa altında hapsedilmiş olduğunu anlamış.
O zaman, balıkçının kendisini, ifritlerin en zayıfından en kuvvetlisine kadar hiçbirinin kurtaramayacağı bir zindana atmış bulunduğunu fark etmiş. Sonra balıkçının kendisini deniz kıyısına doğru götürdüğünü anlayınca, ona "Hayır, hayır!" demiş. Balıkçıysa. "Böyle gerekli, böyle gerekli!" demiş. O zaman ecinnî, şartlarını gevşetmeye başlamış ve alçakgönüllülükle, ona: "Ey balıkçı, bana ne yapacaksın?" diye sormuş. O da, "Seni denize atacağım. Çünkü sen orada 5 yüzyıl kaldıysan ben kıyamet gününe kadar kalman için tertibat alacağım. 'Allah'ın seni korumasını istiyorsan, sen de beni koru! Beni Öldürme ki, Tanrı da seni öldürmesin!' diye sana yalvarmadım mı? Oysa sen, benim yalvarışlarıma kulak asmadın, alçakça davrandın!" demiş ve eklemiş: "İşte şimdi Allah seni benim ellerime terk etti, sana vicdan azabı duymadan istediğimi yapabilirim.’ İfrit, "Bana küpü aç! Seni iyiliklere boğayım!" deyince balıkçı, "Yalan söylüyorsun, sen! Hey lanet olasıca!" demiş ve de; "Zaten senin ile benim aramda Kral Yunan'ın veziri ile Tabip Ruyan arasındaki olay aynen geçiyor" diyerek eklemiş... İfrit, "Bu Kral Yunanın veziri ve Tabip Ruyan kimdi? Nedir Kral Yunan'ın bu öyküsü," deyince;
Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü
Balıkçı anlatmaya başlamış:
Bilesin ki ey ifrit, akıp giden eski zaman içinde ve birbirini izleyen çağlarda, Rum ellerinde, Fars kentinde, Yunan adlı bir kral varmış. Zenginmiş, güçlüymüş; ordulara, hatırı sayılır güçlere hükmedermiş ve her ülkeden hükümdarlarla dostça geçinirmiş. Fakat bedeni, hekimleri ve bilim insanlarını umutsuzluğa düşürmüş olan bir cüzamla dertliymiş. Ne ilaçlar, ne haplar, ne merhemler onu şifaya kavuşturuyor, hiçbir hekim derdine çare bulamıyormuş. Günün birinde Ruyan adlı ihtiyar bir hekim, Kral Yunan'ın kentine gelmiş. Bu hekim Rumca, Farsça, Latince, Arapça ve Süryanice kitapları okuyup bilgi edinmiş. Tıp ve yıldız bilimi üstünde incelemelerde bulunmuş. Bunlarla ilgili kuramlar ve kaideleri ve yıldızların olumlu ve olumsuz etkilemelerini çok iyi bilirmiş. Bitkiler, yaş ve kuru otlar ve bunların iyi ve kötü etkileri üstünde de bilgi sahibiymiş. Ayrıca felsefe ve her türlü tıp bilimiyle başkaca fenler üstünde de incelemelerde bulunmuş imiş.
Bu hekim kente gelince, daha birkaç gün geçmeden, kralın öyküsünü ve Allah'ın takdiri gereği cüzamdan çektiklerini ve de tüm hekim bilim insanlarının tedavilerinden bir sonuç alınamamış olduğunu öğrenmiş. Bunu öğrenince, o geceyi düşünerek geçirmiş. Ama, ertesi gün, Tanrı'nın değerli mücevheri güneş dünyayı selamlayıp ortalığı aydınlatınca, uyanmış. En iyi giysilerine bürünerek Kral Yunan'ın huzuruna çıkmış. Yere kadar eğilerek kralın karşısında yeri öpmüş. Kralın kudretinin uzun ömürlü olmasını ve Allah'ın yardımıyla iyilikler dilemiş. Sonra sözünü sürdürerek kendisinin kim olduğunu anlatmış. Ve de "Efendim, bedeninde bulunan hastalığı öğrendim ve hekimlerin çoğunun derdine çare bulamadığını duydum. Bundan dolayı seni iyileştirmeye geldim. Sana ilaç içirecek ya da bedenine merhemler sürecek değilim!" demiş.
Bu sözleri duyan Kral Yunan çok şaşırmış ve "Bunu nasıl yapacaksın, bilmiyorum ama, beni iyileştirirsen, Tanrı şahidim olsun, sana ve seni izleyecek sülalene yeterince servet bağışlar, tüm dileklerini yerine getirmeleri için buyruklar veririm. Sen de benim musahibim ve dostum olursun" demiş. Sonra da ona hilat giydirmiş; armağanlar vermiş ve "Gerçekten sen, ilaçsız, merhemsiz benim hastalığımı iyi edebilir misin?" diye sormuş. Hekim de, "Evet, kesinlikle! Bedenine hiçbir ağrı ve zahmet vermeden, seni iyi ederim" demiş. Kral görülmedik bir şaşkınlıkla ona "Ey hekimbaşı, bunu hangi gün ve saatte gerçekleştireceksin? Bir an önce işe giriş çocuğum!" demiş. Hekim de "Duyduk ve itaat ettik!" diye yanıt vermiş.
Bunu izleyerek kralın huzurundan ayrılmış. Kitaplarını, ilaçlarını ve kokulu bitkilerini yerleştireceği bir ev kiralamış. Sonra ilaçlarından, bitkilerinden düzenler yaparak bunları sap kısmım oyduğu bir çomağın içine doldurmuş. Sonra da elinden geldiğince bir de top yapmış, işini bitirince, ertesi gün, kralın huzuruna çıkmış ve karşısında eğilerek yeri öpmüş. Sonra ona, ertesi gün meydana gitmesini ve kendisini orada beklemesini söylemiş.
Ertesi gün oyun meydanına giden krala, emirleri, mabeyinciler, vezirler ve krallığın diğer önemli kişileri eşlik etmiş. Meydana daha yeni ulaşmışlarken, Hekim Ruyan çıkagelmiş ve krala, orada silahşörlerindan seçeceği birkaçıyla at üstünde top oynamasını önererek, "Bu sopayı al ve sıkı sıkı tut ve bununla topa vur! Bu oyunu tüm avucun ve bedenin terleyesiye kadar sürdür. Böylece ilaç avucundan tüm vücuduna geçerek dağılacak. Terleyip ilacın bedenini etkilemesine değin zaman geçince sarayına dön, hemen hamama girip yıkan! Kendini iyileşmiş bulacaksın. Şimdi Tanrı'ya emanet ol!" demiş.
Kral Yunan, hekimin verdiği sopayı alıp seçtiği silahşörlerle top oynamaya başlamış. Silahşörler de atlarının üstünde topu atıp kralın vurmasını sağlayarak onunla birlikte bu oyunu sürdürmüşler. Kral, topun peşine düşerek, ulaşınca ona şiddetle vurmak üzere at koşturmuş, elindeki sopayı da sıkı sıkıya tutuyormuş. Bu biçimde sopa vurmayı, avucu ve tüm bedeni terden sırılsıklam oluncaya kadar sürdürmüş. Böylece, ilaç avucundan sızarak bütün bedenine yayılmış. Hekim Ruyan ilacın etki sağladığını anlayınca, kralın hemen saraya dönmesini ve hemen hamamda yıkanmasını önerdiği için; kral da hemen dönüp kendisine hamamı hazırlamalarını emretmiş. Halı sericiler ve köleler, acele koşuşup, halıları serip giysileri ve havluları yerine koyunca, kral hamama girmiş ve hamamın özel bölmesinde giyinip dışarı çıkınca, atına atlayıp sarayına dönmüş ve orada uyumuş.
Kral Yunan'ın durumu böyleyken, Hekim Ruyan da evine gidip yatmış. Ertesi sabah uyanınca saraya gitmiş. Kralın huzuruna çıkıp kabulünü dilemiş. Kral onun içeri alınmasını buyurmuş, hekim huzura gelince eğilerek yeri öpmüş ve ağır ağır şu kasideyi okumaya başlamış:
Hitabet, baba olarak seni seçse idi; çiçek açar ve bir daha başkasını seçmezdi. Ey ışık saçan yüzü meşalenin alevini körleten! O parlak yüzün sönmeden ışık saçıp dursun! Zamanın çehresinde çizgiler belirleyinceye kadar. Bulutun tepeleri sarıp yağmura dönüştüğü gibi; sen de cömertliğinle kapla benim her yanımı! Yaptıklarınla zaferin tepelerinde yer tut! Bahtın, hiçbir dileğine karşı çıkmadığı sevgilisi ol!
Bu kasideyi duyunca, kral ayağa kalkmış ve sevecenlikle hekimin boynuna sarılmış. Sonra onu yanına oturtmuş ve şahane miatlar armağan etmiş.
Gerçekten kral hamamdan çıkınca, bedenine bakmış ve cüzamdan hiçbir iz kalmadığını görmüş, vücudu sanki saf gümüşe dönmüş. O zaman en müşkun bir sevinçle mutluluk duymuş, göğsünün daralması geçmiş, ferahlamış. Sabahleyin yataktan kalkınca, divana girmiş, tahtına oturmuş. Mabeyinciler ve krallığının ileri gelenleri, sonra da Hekim Ruyan içeri girmişler. İşte bu sırada kral ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş. Bunun üzerine ikisine sofra serip bütün gün yiyecekler, içecekler sunmuşlar. Akşam olunca, kral hekime hilatlar ve diğer armağanlardan gayri 2000 dinar vermiş. Sonra da kendi özel bineğiyle evine dönmesine ruhsat tanımış.
Hekim ayrıldıktan sonra, onun hekimlik mesleğindeki marifetini hayranlıkla hatırlamaktan kendini alıkoyamamış ve de "Beni merhem falan sürmeden, bedenimin dışından iyileştirdi. Allah için bilimin yücesine ulaşmış bir hekim! Bu adamın iyiliğini armağanlarla karşılamam ve onu bir nedim ve sevecen bir dost olarak her zaman yanımda tutmam gerekir" demiş. Ve Kral Yunan, bedeninin sağlıklı ve tüm hastalıktan arınmış görerek, bütün sevinciyle mutlu, yatıp uyumuş.
Ertesi sabah kalkıp tahtına oturduğu zaman ulusun ileri gelenleri yöresini sarmış; emirler ve vezirler sağına soluna oturmuş. Hekim Ruyan'ı sormuş, o da gelip önünde yer öpmüş. Onu gören kral, ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş, onunla oturup yemek yemiş. Uzun bir ömür dileyerek hilatlar ve daha başka şeyler armağan etmiş. Sonra, gün batıncaya kadar konuşmalarını sürdürmüş ve ona ödül olarak 5 hilat ve bin dinar daha vermiş. İşte hekim, krala hayırlar dileyerek evine döndüğü zaman durumu böyleymiş.
Sabah olunca kral, saraydan çıkıp divana gelmiş. Yöresini yine emirler, vezirler, mabeyinciler sarmış. Vezirlerin içinde berbat görünüşlü, uğursuz yüzlü ve kem gözlü, korkunç, iğrenç biçimde hasis, yüreği hırs, kıskançlık ve kinle taşlaşmış biri varmış. Bu vezir, kralın Hekim Ruyan'ı yanına oturttuğunu ve ona her türlü yakınlık ve cömertlik gösterdiğini görünce kıskanmış ve gizlice onun yok edilmesini kararlaştırmış. Atasözünün de belirttiği gibi, "Hırslı önüne gelene saldırır; hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar; kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur".
Bu vezir, Kral Yunan’ın yanına yaklaşarak eğilip yeri öpmüş ve "Yüzyılın ve zamanın kralı! Sen ki kullarına cömertliğinle yaşam sağlarsın, yüreğimde korkunç ağırlığı olan bir duygu var, bunu sana açıklamazsam, kendimi gerçekten sadık bir kul değil, bir zina çocuğu gibi hissedeceğim. Bana izin verirsen bunu sana açıklarım" demiş. Vezirin sözlerinden içi kararan kral, ona, "Nedir söyleyeceğin?" diye sormuş; Vezir de, "Ey azametli kralım, eskiler 'Kim ki, bir işin sonunu ve bunun yaratacağı kötülükleri görmezse, talih denen şeyi kendine dost bilmesin!' demişler. Ben de kralım, senin saltanatını söndürmekten başka bir şey düşünmemekte olan düşmanına ödüller yağdırarak, lütuflarla donatarak, taşıyamayacağı kadar cömertlik göstererek yanılmakta olduğunu görüyorum ve bu yüzden, kralım için büyük endişeler duyuyorum" demiş.
Bu sözleri duyan kral, son derece bunalmış, rengi atmış ve "Lütuflarımla donattığım halde bana düşman olduğunu iddia ettiğin bu kişi kimdir?" diye sormuş. Vezir, "Hekim Ruyan'dan söz ediyorum" demiş. Kral ona, "Sözünü ettiğin kimse benim iyi bir dostumdur, benim için insanların en değerlisidir. Çünkü o bana elimde tutarak cüzamdan kurtulmamı sağlayan bir şey verdi. Başka hekimler benden umutlarını kesmişlerdi. Bu zamanda Batı'da olduğu gibi Doğu'da da onun gibisi yoktur. Böyleyken nasıl oluyor da sen, onun hakkında bu gibi şeyler söylemeye cüret ediyorsun? Bense, bugünden başlayarak ona güvenceler vermek ve aylık bin dinar tutarında maaş bağlamak istiyorum. Aslında krallığımın yansını ona bağışlasam, onun için pek fazla bir şey yapmış olmazdım. İnanıyorum ki, sen bunları kıskançlığından söylüyorsun, tıpkı vaktiyle işittiğim şâh Sindbad'ın öyküsünde olduğu gibi" demiş.
O anda, Şehrazâd, ansızın sabah olduğunu fark etmiş ve anlatısını kesmiş.
Bunu gören Dünyazâd, ona "Ablacığım, anlattıkların ne kadar tatlı, kibar, zarif ve saf!" demiş. Şehrazâd da, "Eğer şâh beni bağışlar da, hayatta kalırsam, yarın ikinize anlatacaklarım yanında bunlar nedir ki?" demiş. Şah, bunu duyunca, kendi kendine, "Vallahi! Gerçekten harika olan öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmem!" demiş. Sonra geceyi, sabaha kadar birbirlerine sarılarak birlikte geçirmişler. Sabahleyin şah, divana gitmiş; divan halkla dolunca, gün batasıya kadar tayinler, aziller yaparak, yöneterek, askıda kalan işleri bitirerek adalet dağıtmaya başlamış. Sonra divan dağılmış, şâh da sarayına dönmüş. Gece yaklaşınca, vezirin kızı Şehrazâd ile her zamanki ilişkisini kurmuş.... devamı Şah Sinbad'ın Öyküsü
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Site İçi Linkler
- 9. Sınıf Ders Notları
- 10. Sınıf Ders Notları
- 11. Sınıf Ders Notları
- 12. Sınıf Ders Notları
- Kitap Özetleri
- Kitap Sınavları
- Eğitim ve Teknoloji
- İngilizce - Türkçe Hikayeler
- A. Hamdi Tanpınar
- Ahmet Ümit
- Amin Maalouf
- Binbir Gece Masalları
- Cengiz Aytmatov
- Cemil Meriç
- Dan Brown
- Dede Korkut
- Dostoyevsky
- Fakir Baykurt
- H.G. Wells
- Halide E. Adıvar
- İskender Pala
- Jules Verne
- Kemalettin Tuğcu
- Mevlana Celaleddin Rumi
- Ömer Seyfettin
- Peyami Safa
- Reşat Nuri Güntekin
- Sabahattin Ali
- Stefan Zweig
- Tolstoy
- Y. Kemal Beyatlı
- Yaşar Kemal
- Ziya Gökalp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder