Kitap Hakkında :
"Cadıbostanı, yani şimdiki Caddebostanı... O tarihte, haftada bir kere İstanbul'dan kalkan, yandan çarklı, bir ufacık vapur, muayyen yerlere uğraya uğraya İzmit'e kadar gider. Fakat uğradığı yerlerde iskele, rıhtım yoktur; açıkta durur, vapura kayıklar yanaşır ve müşterilerle eşya uzak bir yolculukta olduğu gibi zorlukla, bağrışa haykırışa çıkarılır. Cadıbostanı bu duraklardan biridir ve hakikaten bir bostandan başka bir yer değildir. Etrafgöz alabildiğine yalnız bağ ve bağlar ortasında tek tük köşkler. Köşkler ya aşıboyalı, yahut kaplamaları siyahlaşmış, boyasızdır. Biricik yol, yine Bağdat Caddesi'dir; ama eski usul, iri iri kaldırım taşlarıyla döşenmiş. Bugünkü çeşmeler yine yerli yerinde: Ayrılık, Selami, Çatal ve Bostancı çeşmeleri...."
-Refik Halid Karay-
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat'ta okuru Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki İstanbul'a götürüyor; yemek sofralarından, ramazanlardan, kadın erkek ilişkilerine kadar pek çok sosyal unsuru gözlemleyerek gazeteci kalemiyle anlatırken, yakın tarihin gündelik olaylarını, kültürel dönüşümlerini renkli, mizahi ve son derece keyifli bir üslupla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
-Refik Halid Karay-
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat'ta okuru Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki İstanbul'a götürüyor; yemek sofralarından, ramazanlardan, kadın erkek ilişkilerine kadar pek çok sosyal unsuru gözlemleyerek gazeteci kalemiyle anlatırken, yakın tarihin gündelik olaylarını, kültürel dönüşümlerini renkli, mizahi ve son derece keyifli bir üslupla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Kitaptan Notlar :
Müslüman kadınlar hiçbir devirde ağarmış saçlarıyla yaşamazlar. Beyaz saçla gezme işi Müslüman olmayan tebaanın kadınlarından olmaya işaret eder. Bu nedenle Müslüman kadınlar saçlarını her zaman kına ile boyarlar. kınadan elde edilen rengi değiştirmek için kullanılan baharatlardan en çok bilineni ZERDEÇAL dır. Bu baharat saçın rengini kızıldan sarıya çeker. Saçı beyaz bir kadın hamamda sorulmaksızın Hıristiyan olarak tanımlanır. Hıristiyan kadınlara KOKANA denmektedir.
Hamit devrinin güzeli kesinlikle BEYAZ tendir. Esmerlik tartışmasız bir kusurdur. esmerin adı "çingen maşası"dır. İlerleyen zamanlarda buğday ten beğenilir olmuştur. sonraları esmerlik de güzellik sayılmaya başlanır. Ancak bugün bile genel beğeni Beyaz tendir.
Kısa saç bu dönemde atlatılmış olan hastalık belirtisidir ve asla sevilmez. Saç uzundur.
Erkeklerde sakal yerini bıyığa bırakır. Bıyıksız olmak büyük bir kusurdur. Şinasi'nin kısmen köse görünmesinin devlet memuru olmasına engel olduğu anlatılır. Erkeklerin ceplerinde her zaman bir bıyık tarağı bulunur. Bıyıktaki beyaz telller neredeyse yas sebebidir. Kaytan bıyık, pala bıyık ve Almanlarla gelişen ilişkilerden sonra bükme veya burma bıyık moda olur.
Gerek AZİZ devrinde gerekse HAMİT devrinde halk okuma yazma bilmediğinden Aktar dükkânlarının kapılarında, kime ait olduğunu belli etmek için; satılan ürünlerden birisi SEMBOL olarak kullanılmıştır. Bir dükkân açıldığında ilk önce kapısının üzerine örneğin Süpürge asılır. Bir diğeri yıllardır adaçayı asmaktadır. Tarif edilirken adaçaylı dükkân diye tarif edilir.
BERBER ler genelde, hem saç sakal tıraşı yaparlar hem diş çekerler hem de sünnet yaparlardı. Bazı berberler bir tür doktor gibidir. Kocakarı ilaçları ve ilkel yöntemler uygulayanlar olur.
Abdülhamit ve öncesi dönemde evin kapısının YEŞİLE boyanmasının anlamı, bu evden birinin HACCA gidip döndüğünün belirtilmesidir. Hacıdan dönenler yanlarında Zemzem suyu getirirlerdi. Bugün de getirirler. Zemzemin bir miktarı mutlaka saklanır, ölüm döşeğinde olan birilerine içirilirdi. Ayrıca hacdan TOPRAK getirmek de bir adetti. Mahallede doğum yapan kadınlara bu topraktan vermek, dönemin adetlerindendi.
İçtiği ve emdiği Afyona rağmen söz dinlemeyen çocuklara o dönemlerde neler anlatılırdı? Bütün toplumlarda ÇOCUK bir biçimde korkutulmuştur. Batı toplumlarında da örnekleri olmalı. Abdülaziz ve Abdülhamit devrinde çocukları korkutmak için bazı öyküler anlatılmıştır. Bunlardan birini Kemal Sunal filmlerinden biliyoruz. GULYABANİ... Umacı, hamam anası, çarşamba karısı, cellat, zindancı, bekçi baba, tımarhaneden boşanan deliler, kesik baş.... Bu isimler ağırlıklı olarak anlatı değildir. Sadece birer isimdir. Bugün bile bazılarımız bu isimlere aşinayızdır.
Abdülaziz devrinde özellikle İstanbul'da kullanılan büyük ihtimalle sonraları unutulan SÜBEK adında bir malzeme vardır. Kundaktaki çocuğun bacakları arasına yerleştirilen bir çeşit cam kavanoz olan sübek; çocuğun çişini beşiğe yaparak altını ıslatmasını engellemektedir.
Bu dönemde ister zengin olsun ister fakir; bütün çocuklar haşlanmış AFYON emerek büyümektedir. AFYON, bu dönemde bütün aktarlarda bulunan bir çocuk büyütme, sakin tutma, uyutma gıdasıdır.
Ülkemizde kadının doğum yapmasına yardımcı olan kişinin adı EBE'dir. Köy yerlerinde ebeler çoğunlukla alaylı olurlar. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bütün ülkedeki EBE, DOKTOR sayısı bir kaç yüzle ifade edilir. Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerinde İstanbul'da hastahanelerin sayısında bir artma görülür. Ancak İstanbul'da dahi ebe ile evde doğum yapmak yerine hastaneye gitmek bir çeşit ZÜPPE lik sayılır.
Bir önceki kuşakta babalarımız ve dedelerimiz arasında örneğin NİYAZİ ve ENVER isimleri vardır. Bunlar RESNELİ NİYAZİ ve ENVER PAŞA'nın adının yaşatılması amaçlıdır. o kuşaklar için, bu isimler önemlidir. Bizim geleneklerimizde İSİMLE YAŞATMAK vardır. Sonra KAZIM ve FEVZİ-ler gelir. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde son iki isim özellikle seçilmiştir. Takip eden dönemde KEMÂL adı çoğalır ki bu da Büyük ATATÜRK'ün yaşatılmasıdır.
Oruç ve ibadet, hilafet merkezinde umumi nazarda en dejenere şeklini almıştı. İsraf, zina, safahat, kumar, tembellik… Sonra da dindarlık taslama ve riya.
Yalnız tek bir noktada kati perhiz. Alkol…
Bunun da sebebi hükümet yasağından çok, rakının hiçbir surette giderilmesi mümkün olmayan kokusu…
Bu semtin asıl adı: CADI BOSTANI’dır. İstanbul’un piknik alanlarından biridir. Haftada bir İstanbul’dan kalkan yandan çarklı bir vapur ile gidilip yenilen içilen bir yerdir.
İstanbul’da bolca yenen soğan ve sarımsak, Hamit devrinde gözden düşmüş ve yenilmez olmuştur.
Müslüman kadınlar hiçbir devirde ağarmış saçlarıyla yaşamazlar. Beyaz saçla gezme işi Müslüman olmayan tebaanın kadınlarından olmaya işaret eder. Bu nedenle Müslüman kadınlar saçlarını her zaman kına ile boyarlar. kınadan elde edilen rengi değiştirmek için kullanılan baharatlardan en çok bilineni ZERDEÇAL dır. Bu baharat saçın rengini kızıldan sarıya çeker. Saçı beyaz bir kadın hamamda sorulmaksızın Hıristiyan olarak tanımlanır. Hıristiyan kadınlara KOKANA denmektedir.
MAKYAJ; kadınlarımızın Cumhuriyet sonrasında yapmaya başladığı bir şey değildir. Makyajın o dönemdeki adı YÜZ YAPMAK tır. Yüz yapmak için en çok kullanılan malzeme RASTIK'tır. Pudra da çok kullanılmıştır.
Aziz ve Hamit devrinde kadınların yüz yapma biçimi; pudra ile yüzü porselen gibi bembeyaz yapmak, kaş ve kirpikleri tamamen simsiyah boyamaktır. kaş ve kirpik boyamakla ünlenen kadınlar vardır. bunlar genelde fakir kadınlardır ve DÜZGÜN yapmakla ünlenmişlerdir. bu işle geçimini sağlayanlar vardır.
Hamit devrinin güzeli kesinlikle BEYAZ tendir. Esmerlik tartışmasız bir kusurdur. esmerin adı "çingen maşası"dır. İlerleyen zamanlarda buğday ten beğenilir olmuştur. sonraları esmerlik de güzellik sayılmaya başlanır. Ancak bugün bile genel beğeni Beyaz tendir.
Hamit devrine kadar SERPME BEN pek makbuldür. Sonraları dudak üstünde tek ve belirgin bir BEN güzel sayılır. Güzellik kavramının bu evriminde belki de Fransız Mürebbiyelerin etkisi vardır.
Kısa saç bu dönemde atlatılmış olan hastalık belirtisidir ve asla sevilmez. Saç uzundur.
Erkeklerde sakal yerini bıyığa bırakır. Bıyıksız olmak büyük bir kusurdur. Şinasi'nin kısmen köse görünmesinin devlet memuru olmasına engel olduğu anlatılır. Erkeklerin ceplerinde her zaman bir bıyık tarağı bulunur. Bıyıktaki beyaz telller neredeyse yas sebebidir. Kaytan bıyık, pala bıyık ve Almanlarla gelişen ilişkilerden sonra bükme veya burma bıyık moda olur.
CÜMBÜR CEMAAT sözü günlük dil içerisinde değişime uğramıştır. Sözün doğru biçimi CUMHUR CEMAAT tir.
Gerek AZİZ devrinde gerekse HAMİT devrinde halk okuma yazma bilmediğinden Aktar dükkânlarının kapılarında, kime ait olduğunu belli etmek için; satılan ürünlerden birisi SEMBOL olarak kullanılmıştır. Bir dükkân açıldığında ilk önce kapısının üzerine örneğin Süpürge asılır. Bir diğeri yıllardır adaçayı asmaktadır. Tarif edilirken adaçaylı dükkân diye tarif edilir.
BERBER ler genelde, hem saç sakal tıraşı yaparlar hem diş çekerler hem de sünnet yaparlardı. Bazı berberler bir tür doktor gibidir. Kocakarı ilaçları ve ilkel yöntemler uygulayanlar olur.
EL ALMIŞ bazı berberlerin tedavi amaçlı olarak hastanın ağzına tükürmesi, sıra dışı olaylardan değildir.
Abdülhamit ve öncesi dönemde evin kapısının YEŞİLE boyanmasının anlamı, bu evden birinin HACCA gidip döndüğünün belirtilmesidir. Hacıdan dönenler yanlarında Zemzem suyu getirirlerdi. Bugün de getirirler. Zemzemin bir miktarı mutlaka saklanır, ölüm döşeğinde olan birilerine içirilirdi. Ayrıca hacdan TOPRAK getirmek de bir adetti. Mahallede doğum yapan kadınlara bu topraktan vermek, dönemin adetlerindendi.
İçtiği ve emdiği Afyona rağmen söz dinlemeyen çocuklara o dönemlerde neler anlatılırdı? Bütün toplumlarda ÇOCUK bir biçimde korkutulmuştur. Batı toplumlarında da örnekleri olmalı. Abdülaziz ve Abdülhamit devrinde çocukları korkutmak için bazı öyküler anlatılmıştır. Bunlardan birini Kemal Sunal filmlerinden biliyoruz. GULYABANİ... Umacı, hamam anası, çarşamba karısı, cellat, zindancı, bekçi baba, tımarhaneden boşanan deliler, kesik baş.... Bu isimler ağırlıklı olarak anlatı değildir. Sadece birer isimdir. Bugün bile bazılarımız bu isimlere aşinayızdır.
Kandillerde helva pişirmek ve dağıtmak geleneği Abdülhamit devrinde de vardır. Esasında bu gelenek bizlerin orta asya ve İslâm öncesi dönemlerden getirdiğimiz çok eski bir ritüeldir.
Abdülaziz devrinde özellikle İstanbul'da kullanılan büyük ihtimalle sonraları unutulan SÜBEK adında bir malzeme vardır. Kundaktaki çocuğun bacakları arasına yerleştirilen bir çeşit cam kavanoz olan sübek; çocuğun çişini beşiğe yaparak altını ıslatmasını engellemektedir.
Bu dönemde ister zengin olsun ister fakir; bütün çocuklar haşlanmış AFYON emerek büyümektedir. AFYON, bu dönemde bütün aktarlarda bulunan bir çocuk büyütme, sakin tutma, uyutma gıdasıdır.
Ülkemizde kadının doğum yapmasına yardımcı olan kişinin adı EBE'dir. Köy yerlerinde ebeler çoğunlukla alaylı olurlar. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bütün ülkedeki EBE, DOKTOR sayısı bir kaç yüzle ifade edilir. Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerinde İstanbul'da hastahanelerin sayısında bir artma görülür. Ancak İstanbul'da dahi ebe ile evde doğum yapmak yerine hastaneye gitmek bir çeşit ZÜPPE lik sayılır.
Bir önceki kuşakta babalarımız ve dedelerimiz arasında örneğin NİYAZİ ve ENVER isimleri vardır. Bunlar RESNELİ NİYAZİ ve ENVER PAŞA'nın adının yaşatılması amaçlıdır. o kuşaklar için, bu isimler önemlidir. Bizim geleneklerimizde İSİMLE YAŞATMAK vardır. Sonra KAZIM ve FEVZİ-ler gelir. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde son iki isim özellikle seçilmiştir. Takip eden dönemde KEMÂL adı çoğalır ki bu da Büyük ATATÜRK'ün yaşatılmasıdır.
“Mavilim kalk gidelim
Feneri yak gidelim”
Bu türkünün sözlerinde geçen “feneri yakmak” ifadesi üzerine:
Gerek Aziz devrinde gerekse Hamit devrinde İstanbul’da ve aslında ülke genelinde sokak aydınlatması bulunmamaktadır. İnsanlar bir eve misafirliğe giderken evin erkeği önde evlad ve iyal (çoluk çocuk ve eş) arkada, elde fenerlerle yürünerek gidilmektedir. Elinde fener olmadan sokaklarda yürümek, hırsızların işi olarak tanımlanır. Evlerde ayakkabılık gibi fenerlikler bulunmaktadır. Fenerler çeşit çeşittir. Genel olarak hafif malzemeden, tel veya ince çitalardan yapılan bir KÜP olan fenerin içerisinde yağlı bir fitil; bir çeşit gaz lambası veya mum vardır. Etrafı saydam bir muşamba ile örtülüdür. Bu fenerlerin işçiliği mükemmel olanları vardır. Herkes gelir durumuna göre fener edinir.
Misafirlikten kalkacak olan evin reisi “Fenerimi Yaksınlar” ricasında bulunur. Fener yakılır ve herkes yola koyulur.
Feneri yak gidelim”
Bu türkünün sözlerinde geçen “feneri yakmak” ifadesi üzerine:
Gerek Aziz devrinde gerekse Hamit devrinde İstanbul’da ve aslında ülke genelinde sokak aydınlatması bulunmamaktadır. İnsanlar bir eve misafirliğe giderken evin erkeği önde evlad ve iyal (çoluk çocuk ve eş) arkada, elde fenerlerle yürünerek gidilmektedir. Elinde fener olmadan sokaklarda yürümek, hırsızların işi olarak tanımlanır. Evlerde ayakkabılık gibi fenerlikler bulunmaktadır. Fenerler çeşit çeşittir. Genel olarak hafif malzemeden, tel veya ince çitalardan yapılan bir KÜP olan fenerin içerisinde yağlı bir fitil; bir çeşit gaz lambası veya mum vardır. Etrafı saydam bir muşamba ile örtülüdür. Bu fenerlerin işçiliği mükemmel olanları vardır. Herkes gelir durumuna göre fener edinir.
Misafirlikten kalkacak olan evin reisi “Fenerimi Yaksınlar” ricasında bulunur. Fener yakılır ve herkes yola koyulur.
Oruç ve ibadet, hilafet merkezinde umumi nazarda en dejenere şeklini almıştı. İsraf, zina, safahat, kumar, tembellik… Sonra da dindarlık taslama ve riya.
Yalnız tek bir noktada kati perhiz. Alkol…
Bunun da sebebi hükümet yasağından çok, rakının hiçbir surette giderilmesi mümkün olmayan kokusu…
Bu semtin asıl adı: CADI BOSTANI’dır. İstanbul’un piknik alanlarından biridir. Haftada bir İstanbul’dan kalkan yandan çarklı bir vapur ile gidilip yenilen içilen bir yerdir.
İstanbul’da bolca yenen soğan ve sarımsak, Hamit devrinde gözden düşmüş ve yenilmez olmuştur.
PALMİYE AĞAÇLARI Bu ağaçlar Aziz devrine kadar ülkemizde görülmez. Aziz devrinde Avrupa ile ilişkiler artmıştır. Özellikle de Fransa ile… bu dönem Fransa’da Napolyon dönemidir ve Palmiye; Napolyon’un özellikle beğendiği bir ağaçtır. Bu ağaçlar ülkemize o dönemde gelmiş ve yayılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder