7 Ekim 2024 Pazartesi

Uzay Dolmuşu Kalkıyor (Muzaffer İzgü) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Uzay Dolmuşu Kalkıyor

Kitabın Yazarı: Muzaffer İzgü

Kitap Hakkında Bilgi:

126 sayfadan oluşan bir çocuk kitabı olan Uzay Dolmuşu Kalkıyor, 7 yaş ve üzeri okurlara hitap etmektedir. 1994 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlan eser yıllardır tekrar tekrar basılır. Dorukhan Özcan’ın çizdiği siyah beyaz resimlerle süslenen kitabın büyük yazı boyutu sayesinde ilkokul 1. sınıftan itibaren kolaylıkla okunabilir uzay temalı bir kitap.

Küçük bir uzay aracı düşünün. İçinde kaptan ve on bir çocuk var. Denizin babaannesini de unutmamak gerek tabii. Aracımız uzayın derinliklerine doğru yol alırken acaba yolcularımızı neler bekliyor? Her satırında kahkahanızı tutamayacağınız bir serüven.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, Deniz adında bir çocuk, arkadaşları ve babaannesinin mucit mahalle berberi Necati Amca ile yaşadıkları uzay macerasnı konu almaktadır. 

Kitabın Özeti:

Berber Necati Amca babasını ve dedesini çocuklara anlatır. Dedesi uçmak, babası ise uçak yapmak için ömrünü harcamıştır. Berber Necati Amca ise uzaya yolculuk yapma hayali kurmaktadır. Berber Necati Amca, bu hayalini gerçekleştirmek için Uçuçböceği adında bir uzay aracı yapar. Çocukların isteği üzerine uzay aracını çacuklara gösterir. 

Çocuklarla Necati Amca, Uçuçböceği’nin içine girip etrafını incelerlerken Deniz’in babaannesi de yanlarına gelir. Deniz’in babaannesi gelmişken de Uçuçböceği’nin içine girer. Uçuçböceği’nin içine giren 11 çocuk ile babaanne ve berber Necati Amca’nın maceraları başlar.

Kısa bir süre içinde Uçuçböceği havalanarak uzaya doğru yola çıkar. Uçuş berber Necati Amca’nın kontrolü dışında gerçekleşen bir yolculuğa döner. Uçuçböceği'nin ilk uçuş denemesini yaptıkları için herkes sevinç ve heyecan içindedir. Uçuşun Necati Amca’nın kontrolü dışında olduğunu öğrendiklerinde panik yaşarlar ama ellerinden bir şey gelmez. 

Necati Amca, Uçuçböceği'nin kontrolünü sağlayıp dünyaya dönebilmek için çabalar. Necati Amca, uzay yolculuğunun sorunsuz geçmesi için çocuklara ve Deniz’in babaannesine çeşitli görevler verir.

Uçuçböceği ve içindekiler bir süre uzayda kontrolsüzce yol alırlar. Bir süre sonra 999 adlı gezegene mecburi iniş yaparlar. Uçuçböceği'nin kontrolünü 999 gezegenindekiler yüzünden kaybettiklerini anlarlar. 999’lular inceleme yaptıktan sonra dünyaya dönebileceklerini öğrenirler. Uçuçböceği, 999 gezegenine iniş yapınca içindekilere her birine farklı ten renklerine ve ırklara sahip çocuklar eşlik eder. Uçuçböceği'nin içindekiler 999 gezegenindekilerle hemen kaynaşırlar. 999 gezegenini gezerler ve hem dünyaya çok benzeyen hem de çok farklı olan şeyler görürler.

Deniz, 999 gezegenindeki arkadaşlarının isimleri değil de numarası olduğunu öğrenince çok şaşırır ve 999 gezegenindeki arkadaşlarına Su ile Gül isimlerini verir. Deniz’i çok seven 999’lu arkadaşları da bu isimlerden çok hoşlanırlar ve bu isimleri sahiplenirler. Diğerleri de kendi 999’lu arkadaşlarına uygun isimler teklif ederler. Böylece 999 gezegenindeki çocukların her biri yeni isimlere kavuşurlar. Deniz'in babaannesi Halime Teyze, 999’lu çocukların başındaki 999’lu kadına İpek ismini teklif eder. 

999 gezegeninde herkes halinden memnundur. Bir süre sonra Uçuçböceği'nin dünyaya dönme vakti gelir. Deniz gitmeden önce 999’lu arkadaşlarına hatıra olarak birer bozuk para verir. 999'lu arkadaşı Gül de pantolonundaki kırmızı boncuklardan birini koparıp Deniz’e verir. Uçuçböceği ile dünyaya doğru yola çıkarlar. 

Deniz, gözlerini açtığında kendini annesi ve babaannesinin yanında, evlerinde bulur. Annesi yanlarından gidince babaannesiyle 999 gezegeni hakkında konuşmaya çalışır. Ancak babaannesinin 999 gezegeni hakkında hiçbir şey hatırlamadığını fark eder. Babaannesinin sözleri üzerine hastalığı yüzünden ateşi çıktığı için hayal gördüğünü düşünür. Deniz, yastığının altına bakınca kırmızı boncuğu eline alınca şüphesi gider.

2 Ekim 2024 Çarşamba

Sözcüklerin Kamera Arkası - Üç Arkadaş Bir Film (Ferhat Taştekin) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Sözcüklerin Kamera Arkası - Üç Arkadaş Bir Film

Kitabın Yazarı: Ferhat Taştekin

Kitap Hakkında Bilgi:

“Sanırım insan büyüdükçe dünyası küçülüyor ve hiçbir şey ona eskisi kadar büyük görünmüyor.”

Sıkıcı bir ödev, üç sıra dışı arkadaş ve gizemlerle dolu bir dil macerası!
Ece, Ozan ve Mete`nin yolları beklenmedik bir film projesinde kesişiyor. Peki ya...
• Papapilov ne demek?
• Vampir sözcüğü Türkçe`den mi geliyor?
• Yaşlı komşuları Süha Bey`in sırrı ne?
Kahkahalar, sürprizler ve keşiflerle dolu bu yolculukta, sözcüklerin esrarengiz dünyasına hazır olun!
Deyimler canlanıyor, atasözleri dans ediyor!
Bu kitabı okuduktan sonra, dile bir daha asla aynı gözle bakamayacaksınız.
Heyecan verici bir macera, sıcacık bir dostluk hikâyesi ve dilimizin zenginliklerini keşfetme fırsatı sizi bekliyor! (Tanıtım Bülteninden)

Kitabı okuyanlar; Ana dilimizi öğrenmenin ne kadar eğlenceli olabileceğini keşfedecek. Sözcüklerin diller arası etkileşimdeki rollerini ve nasıl aktarıldıklarını fark edecek. Derslerin istenildiğinde eğlenceli hâle getirilebileceğini, sıkıcı zannedilen şeylerin gerçekten ne kadar ilgi çekici olabileceğini öğrenecek. Her öğrencinin uygun koşullar sağlandığında güzel çalışmalar ortaya koyabileceğini, her bireyin değerli ve kendi alanında yetenekli olabileceğini fark edecek. Dostluk, çalışmak, emeğiyle kazanmak, yardımseverlik gibi kavramları içselleştirecek. Sinemanın birçok şeyi anlatmanın güzel bir yol olduğunun farkına varacak.

Kitabın Konusu:

Kitap, okulda öğrencilere verilen ödev üzerinden sözcüklerin anlamları ve sinema ile bir şeyler anlatma olgusunu konu almıştır.

Kitabın Özeti:

“Sanat, ruhumuzu uyandırmanın ve bilincimizi genişletmenin bir yoludur.”

Derste dalgın olan Ece'ye öğretmeni seslenmiş ama duymamıştır. Öğretmeni “İkidir sana sesleniyorum, burada mısın?” der. Ece bu sırada öğretmeninin saç modelini düşünmektedir. Aklındaki tek şey de bu değildir. Genelde kafasında çok fazla ve karışık düşünceler olurdu. 

Ece “Özür dilerim, öğretmenim, aklıma bir şey geldi de” dedi. Öğretmeni “Yoksa sunum ödevin için bir fikir mi buldun?” diyerek şaka yaptı. Ece’den cevap gelmeyince şakasını devam ettirerek. “Sunumun için bir konu belirledin mi?” dedi. Ece “Hayır, öğretmenim.” dedi. 

Şaka gerçeğeğe dönmüştür. Öğretmen hafta bitmeden herkesin konu seçmesini ve iki-üç kişilik gruplar halinde çalışmalarını söyledi. Yapacakları şey hem öğretici hem de eğlenceli bir sunum hazırlamak. 

Ece henüz sunu konusunu belirleyememişti. Bir ekip arkadaşı da yoktur. Ece yolda ürürken kendi kendine konuşmaktadır. Yolda karşılaştığı yaşlı bir amca sayesinde harika bir proje konusu bulur.

Ece önce projeyi tek başına gerçekleştirmek ister. Öğretmeni projeyi duyunca çok beğenir. Ece'den bu projeye sınıfın sessiz karakteri Ozan ve bir sakatlık yaşamış olan Mete'yi de dahil etmesini ister.

Ece 'nin grubunda olmayı Ozan kabul etse de Mete reddetmiştir. Ece'nin sunum projesi bir sinema filmidir.

Ece ile Ozan proje hazırlıkları devam ederken Mete'nin manavda çalıştığını görürler. Ece neden manavda çalıştığını sorunca Mete babasına sormasını söyler.

Mete'nin babası çalışamadığı için manavda çalışmak zorunda kalmıştır. Bu durumu Mete herkesten saklamaktadır. Mete bu durumun ortaya çıkmaması için zorda kaldığı bir anda Ece kendisine destek verir. Mete'de yavaş yavaş gruba dahil olmaya başlar.

Mete'nin babası yeniden çalışmaya başlar. Ancak Mete kardeşlerinin ve kendisinin yemek paralarını temin etmek için ailesinin haberi olmadan çalışmaya devam eder. Bu durum okulda öğrenilir.

Ece babasıyla konuşarak okula yemek sponsorluğu konusunda ikna etmeye çalışır.

Bir süre sonra proje konusu olan film biter. Tüm okul velileri davet edilere film için gala yapılır.

1 Ekim 2024 Salı

Yuan Huan'ın Kulübesi (Miyase Sertbarut) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Yuan Huan'ın Kulübesi

Kitabın Yazarı: Miyase Sertbarut

Kitap Hakkında Bilgi:

Ezber bozan kalemiyle çocuk ve gençlik edebiyatımıza pek çok yenilikçi eser kazandıran Miyase Sertbarut’un, okumaya mesafeli duran çocuklardan esinlenerek yazdığı Yuan Huan’ın Kulübesi, beş mucizevi hikâyeyi dikkat çekici bir üst kurguyla birleştiren, merak uyandırıcı bir roman.

Başta kitapların renkli dünyasına ısınamayanlar olmak üzere, 9 yaşını aşmış her yaştan okurunu gözü pek bir hikâye avcısına dönüştürmeyi vadeden bu heyecan dolu serüven; yerel ile evrenseli, geleneksel ile dijitali bir araya getirerek, zamanı ve mekânı genişleten, enfes bir anlatım sunuyor.

“Herkesin bir hikâyesi vardır,” düşüncesi izleğinde, çocukları eleştirel okumaya yönlendiren Yuan Huan’ın Kulübesi; hikâyelerin ölümsüzlüğüne vurgu yaparak, aslolanın onları aktarma yöntemlerini çeşitlendirmek ve geleceğe taşımak olduğunu savunuyor.

İlhami, oyun olsun diye girdiği bir telefon kulübesinin ahizesinden tuhaf hikâyeler dinlemeye başlar. Geçmiş ile bugün arasında sıkışıp kalan işçi çocukların, parmaklıklar ardında büyüyen çocukların, hatta okula gitmek istedikleri halde gidemeyen çocukların gizemli hayatlarına tanıklık eden kahramanımızın aklına parlak bir fikir gelir. Dinlediği hikâyeleri Türkçe ödevi için kullanacaktır. Kitap okumayı sevmeyen İlhami için işler yoluna girmiş gibidir. Ancak unuttuğu önemli bir ayrıntı vardır. Ya okuduğu kitabı okula getirmesini isteseler? Peki, adını Yuan Huan olarak uydurduğu Çinli bir yazar gerçekte var mıdır? Bant kaydı sandığı sesin ardında yatan sır nedir? İlhami’nin zihni son hikâyeye kadar karmakarışıktır. Yoksa, anlattığı yalanlara artık kendi de mi inanmaktadır?..

İçindeki gizli hikâyeciyi, Çinli yazar Yuan Huan’a atfettiği ters köşe hikâyeler ile açığa çıkaran Miyase Sertbarut, İlhami’yi ve dolaylı olarak bütün okurlarını esrarengiz bir edebiyat evrenine konuk ederek, benzersiz bir kitap deneyimi yaşatıyor.

Çok katmanlı metnini daha da derinleştirmek adına aralara gizem tohumları serpiştirmekten kendini alıkoyamayan yazar, Yuan Huan'ın Kulübesi'nde yanıtını aradığı cevapsız sorularıyla okurunun kitapla olan etkileşimini arttırıyor ve geniş geniş düşündürüyor.

Kitabın Konusu:

Kitap, tarih, adalet, vicdan ve benzeri önemli konuları, ilgi çekici ve düşündürücü yönleriyle konu olarak işlemektedir.

Kitabın Özeti:

Okula yeni gelen Türkçe öğretmenleri Berrin Hanım öğrencilerinden her hafta bir öykü okumalarını ister. Aynı zamanda öğrenciler okudukları bu öyküyü sınıfta arkadaşlarına da anlatacaklardır. Sınıftaki öğrenciler bu duruma tepkilidir. Türkçe öğretmenleri Berrin Hanım'ı ikna ederek bir hikayede karar kılınır. Bir cuma günü okul çıkışı İlhami, Zümrüt ve Caner birlikte kütüphaneye giderler. 

Kütüphaneden kitaplarını aldıktan sonra çocuklar birlikte biraz yürürler. İlhami kitap okumayı hiç sevmeyen bir öğrencidir. Çocukların ertesi gün düzenlenecek olan sirk için birer biletleri vardır ve sirke gidecekleri için çok heyecanlılardır. Sirkin olduğu alana gittiklerinde sirkin yerinde olmadığını görürler. Sirk yerini bir eşya yığınına bırakmıştır. Çocuklar bu duruma çok üzülür. Kalan eşyaların arasında çocukların dikkatini bir telefon kulübesi çeker. 

İlhami, telefon kulübesindeki ahizeyi kulağaına dayar. Ahizeden gelen ses "Dinle" der. İlhami telaş ve şaşkılık içindedir. İlhami bu durumu arkadaşlarının fark etmesini istememektedir. Arkadaşlarının gitmesini bekledikten sonra İlhami telefon ahizesini tekrar kaldırır. Ahizedeki ses “Dinle, bir hikayem var sana.” der. İlhami'nin aklına Türkçe öğretmeninin verdiği hikaye ödevi gelir. Kitap okumak zorunda kalmadan ahizeden dinlediği hikayeyi derste anlatabileceğini düşünür. Böylece hikayeyi dinler ve derste anlatarak 100 puan alır. 

İlhami telefon kulübesini belediye gelip kaldırmadan önce sıkça ziyaret eder. Her ziyaret ettiğinde ahizeyi kulağına dayayarak bir öykü dinler. Dinlediği bu öyküleri de Türkçe dersinde anlatmaya başlar. Öğretmen, bu öykülerin yazarının kim olduğunu sorduğunda kendisinin uydurduğu Yuan Huan adlı birisinin olduğunu söyler. Telefon kulübesindeki ahizeden gelen ses, İlhami’ye beş farklı öykü anlatır.

Türkçe öğretmeni İlhami'nin ödevlerini yapmasından çok memnundur. Arkadaşları ise bu duruma çok şaşkındır. İlerleyen günlerde İlhami sırrını korumaya çalışır. Yalanının ortaya çıkmaması için uğraşı içindedir. Yeni hikayeler dinleyebilmek için telefon kulübesine giderken zor durumlarda kalır. İlhami için dinlediği her hikaye buna değmektedir. 

Telefonun ucundaki kişi onu tanıdığını ve gördüğünü ima eden şeyler söylemektedir. İlhami bu durumu sorgulamaya başlar.

28 Eylül 2024 Cumartesi

İyilik Timi (Metin Özdamarlar) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: İyilik Timi

Kitabın Yazarı: Metin Özdamarlar

Kitap Hakkında Bilgi:

İyilik Timi’yle beraber birbirinden heyecanlı maceralar yaşamaya hazır mısın?
Çikolata makinesi yapımı,
Kuru Fasulye Şenliği,
Tüm mahalleye dondurma dağıtmaca,
Tek dostu arabası olan amcayla macera,
Aras’ı kurtarma serüveni ve daha neler neler…

Bu kitap seni birbirinden heyecanlı maceraya sürüklerken bir yandan da kalbinden hiç çıkmayacak olaylarla karşı karşıya bırakacak!

“İyi olacağız, iyi kalacağız ve ne olursa olsun iyiliği yaymaya devam edeceğiz.”

Bu kitabın gelirinin bir kısmı SMA hastalarına bağışlanacak. İyilik Timi, İlk Genç okurlarına; dayanışmanın, yardımlaşmanın, imece usulünün, şefkatin, merhametin, arkadaşlığın güzelliğini kalpleri ısıtacak şekilde anlatıyor. Araştırmanın, öğrenmenin, kültürümüzü korumanın, sorgulamanın, beyin fırtınasının, iyilik için beraber hareket etmenin önemini vurguluyor. SMA hastalarına dikkat çekiyor.

Kitabın Konusu:

Kitap, SMA hastalığına dikkat çekerek şefkatin, merhametin ve arkadaşlığın önemini anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Benim adım Asel. Telefonumun alarmını kurmaya gerek kalmadan erkenden kalkan biriyim. Sabah saat 07:00 civarı vücudumun biyolojik saati uyanmaya ayarlanmış gibidir. Babam, başarılı olmak için uykudan çalmak gerektiğini söyler. Bunun yanında gelişmek için uykunun ne kadar faydalı olduğunu da biliyorum. Erken kalkmamı sağlayan kural, erkenden yatmak. Böylece her sabah annemin ya da babamın beni uyandırmasına ihtiyaç duymadan erkenden kalkıyorum. 

Bu sabah kalkar kalkmaz her zamanki gibi pencereyi açtım. Bir süre kuşların sabah konserini dinledim. Sonra banyoya geçerek yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım. Kıyafetlerimi giyip akşamdan hazırladığım okul çantamı kontrol ederek mutfağa geçtim. İkisi de öğretmen olan annem ve babam beraberce kahvaltı hazırlıyorlardı. Ben de buzdolabından reçeli, peyniri ve zeytini çıkardım. 

Tıp fakültesinde okuyan ablam ortalıkta görünmüyordu. Geç saatlere kadar ders çalıştığı için uyuyor olmasına alışmıştık. Babam hergün tereyağında yumurta yapar ve “Yedikten sonra kontrol edin, bir parmağınız eksik mi?” diye espri yapardı. Babam yumurtayı gerçekten güzel yapar. 

Ailenin en küçük bireyi benim. Ekmek alma görevi de bana ait. Mahalle fırınımızda odun ateşinde pişmiş ekmekler ve bol susamlı simitler yapılırdı. Fırından çıkarken dijital tabelaya baktım. “Askıda Ekmek: 38” yazıyordu. Dünden 8 adet fazlaydı. İnsanlar askıya “iyilik” asıyor ve hiç bilmedikleri insanlara sunuyorlardı. İyiliğin anlamı da tam olarak bu değil miydi? 

Eve geldim. babam “Dönemin sonuna yaklaşıyoruz. Şunun şurasında karne almanıza bir şey kalmadı. Tatil planlamanı yaptın mı?” diye sordu. “Yaptım babacığım. Kitaplığımda okunma sırasını bekleyen kitapları okuyacağım. İzlemeyi düşündüğüm filmleri izleyeceğim. Uzun süredir yazmayı planladığım kitabımı yazmaya başlayacağım.” dedim.

Annem, aile bireyleri için duyuruları panoya asar, renkli kalemler kullanarak bazen özlü bir söz de yazar. Panodaki yapışkan bir kâğıtta benim için şu not vardı: Okul dönüşü fırından bir tane ekmek alalım. En iyi yaptığımız şeyi yapaılm, gülümseyelim. Gülümsedim. Evden çıktım. 

Okula yürürken bir mahallenin tüm sıcaklığını hissederim. Mahallemiz, kendisini çevreleyen büyük sitelerin arasında, müstakil evlerden oluşuyor. Bizim mahallede; sabahları horoz sesleriyle uyanılır; yaz aylarında bahçeden toplanan domates, salatalık ve biberlerle kahvaltı yapılırdı. Kışın sobaların üzerine portakal kabuğu konulur, kestane pişirilir ve büyükler küçüklere eskimeyen masallar anlatırdı. Mahallemizin adı Sevgi Mahallesi.

Bizim mahallede yaşan Mehmet amca, Almanya’da uzun yıllar çalışmış, emekli olunca mahallemize yerleşmişti. Mahallede kimseyle iletişim kurmazdı. Tek dostu, 1967 model Chevrolet arabasıydı. Çocuklar top oynarken kaleleri arabadan uzağa kurar, bisiklet sürerken arabanın yanından geçmezdi. Mehmet amca her sabah arabasını özenle siler, onu, bir insanın insanı sevmesi gibi severdi. 

Mahallemizde çok güzel bir arkadaşlık ortamı var. Eslem, Arhan, Bilgin ve Dilek ile çok iyi anlaşıyoruz. Hepimiz aynı sınıfta 7. sınıfa gidiyorduk. Birlikte kurduğumuz üç kulübümüz vardı. Birincisi, okuduğumuz kitapları her hafta değerlendirdiğimiz Kitap Okuma Kulübü. Kitap kulübümüzün sorumlusu Eslem. İkincisi Film İzleme Kulübü ve sorumlusu da Dilek. Son kulübümüz Türkü Dinleme Kulübü ve sorumlusu benim. Arkadaşlarımla tam bir ekip halindeyiz. 

Zeki öğretmenimizin verdiği proje ödevi ile iyilik projelerine başladık.

İlk projemiz olan çikolata şelalesini Sevgi Evlerine bağışlayarak orada yaşayan çocuklardan mektuplarla harika dönüşler aldık. Bunun üzerine İyilik Timi'ni kurduk.

Görev dağılımı yapıp Kuru Fasulye Şenliği, Askıda Kitap ve Zimem Defteri gibi güzel projeleri Sevgi Mahallesinin harika insanlarının desteği ile gerçekleştirdik.

Bir akşam yemek esnasında komşumuzun çocuğunun SMA hastası olduğunu ögrenince buna çok üzüldüm. İyilik Timi'nin yeni görevi belli olmuştu artık. Valilik izni alınarak ekibimiz projeleri ile bu yardım kampanyasına destek verdiler.

25 Eylül 2024 Çarşamba

Karınca ve Aslan Hikayesi - İş Hayatında Yönetici ve Raporlamaların Çalışma Hayatına Etkisi


Karınca ve Aslan Hikayesi - İş Hayatında Yönetici ve Raporlamaların Çalışma Hayatına Etkisi

Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…

Çok çalışır… 
Çok üretir… 
Ve bunları keyif içinde yapardı. Karınca’nın patronu olan Aslan, başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle; hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti. Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.
Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi.Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.

Pek çok gerek kamu gerek özel sektör işletme malesef bu durumda. Mavi yaka çalışanlar ile beyaz yaka çalışanlar arasında bazı işletmelerde bu tip ayrışmalar yaşanmaktadır.

17 Eylül 2024 Salı

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi


Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu

Kitabın Yazarı: Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi:

Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?

“Gülümseten Öyküler” ve “Tombiş Kitaplar” dizileriyle çok sevilen mizah ustası, yazar Behiç Ak, teknolojinin gündelik yaşamlarımıza etkisini irdelediği Yaşasın Ç Harfi Kardeşliği! kitabının ardından, yine gülümseten bir eleştiri yapıyor.Ânı yaşamak ve hissetmek yerine, o ânı teknolojik araçlarla kaydedip arşivleyen Sude’nin sanal dünyaya tutkusunu anlatan roman, ilginç karakterleriyle de dikkat çekiyor. Yazar, desenleriyle etkileyici bu romanında, bir yandan çocukların doğadan kopması üzerine, bir yandan da dijital ilişkiler nedeniyle değişen aile ve arkadaşlık ilişkileri üzerine düşündürüyor. Çocukların, içine doğdukları dijital ortamlara ilişkin farkındalık kazanmalarını sağlayan roman, günümüz dünyasını anlamaya ve gelecek için öngörülerde bulunmaya davet ediyor. Her yaştan okur için keyifli bir okuma ve mizah dolu desenleriyle keşif dolu bir yolculuk.

Pantomimci babasının ve avukat annesinin yoğun iş yaşamları, Sude’nin ailesiyle paylaştığı saatleri iyice azaltmıştır. Arkadaşının önerisiyle bir tablet bilgisayar edinen Sude, kısa bir süre içinde, sanal dünyanın parçası olup çıkar. Sıkılmadan oyalanıyor, üstelik her an ulaşılabiliyor diye, onun yeni ilgisini önce olumlu bulan ailesi, zamanla Sude’nin aşırı tutkusundan endişelenmeye başlar. Annesi kızını “kurtarma” operasyonuna girişir. Sude dijital labirentten kurtulabilecek midir?..
(Tanıtım Bülteninden)

Behiç Ak'ın yazıp resimlediği çocuk romanı olan Postayla Gelen Deniz Kabuğu yirmi iki bölümden oluşmaktadır.

Kitabın Konusu:

Kitap, günümüz problemlerinden teknolojiyi bilinçsizce kullanmanın zararlarını ve aile ilişkilerinin zayıflamasının sonuçlarını konu almaktadır.

Kitabın Özeti:

Sude, ülke ülke gezen pandomimci Rıfkı Bey ile işine sıkı sıkıya bağlı avukat Sevda Hanım'ın sevgili kızlarıdır. Sude, babası ve annesinin çok yoğun çalışmaları nedeniyle genellikle yalnız kalmaktadır. Aile sadece pazar günleri bir araya gelebilmektedir. Küçük bir kız çocuğu olan Sude anne ve baba ilgisinden uzak olarak büyümektedir. Sude, okul dışındaki vakitlerini sahilde yürüyerek ve deniz kabuğu toplayarak geçirmektedir. Diğer çocuklar da eskisi gibi sokakta vakit geçirmediği için Sude'nin yalnızlıktan canı çok sıkılmaktadır. 

Bir gün kapılarına gelen bir tablet bilgisayar satıcısından aldıkları tablet ile hayatları birden değişir ve olaylar başlar. Sude, tablet bilgisayarı ile yalnızlığını giderme yoluna girer. Sude, artık evden çıkmaz olmuştur. Sürekli olarak tabletiyle internette gezinmekte ve oyunlar oynamaktadır. Önceleri bu durum pek sorun teşkil etmez. Bir süre sonra Sude her şeyi tabletinin ekranına bakarak yapmaya başlar. 

Sude artık öğretmeninin de izniyle derslerini bile tabletine kaydederek izlemektedir. Okula veya başka bir yere giderken hep tabletindeki yol bulucuyu kullanır. Bir gün annesi Sevda Hanım, Sude'yle televizyon izlerken, Sude'nin televizyonu da tablet ekranından izlediğini fark eder. Sude'nin ekran bağımlılığının çok ciddi bir seviyeye çıktığını görerek bir şeyler yapmaya karar verir. Sude'yle bu durumu konuşur.

Aile artık Sude'yle daha fazla ilgilenmeleri gerektiğine karar vererek hep birlikte dışarıya çıkarlar. Sokaktaki herkesin ellerindeki tablet ya da telefon ekranlarına baktığını görünce çok şaşırırlar. Sude ise tabletinin yol bulucusuna bakarak ilerlediği için etrafında olan bitenin farkında bile değildir. Tiyatroya varırlar ama Sude tiyatroda bile tabletini bırakmayarak tüm gösteriyi kaydeder. Bu durum Sevda Hanım'ın iyice endişelenmesine ve harekete geçmesine neden olur.

Sevda Hanım, Sude'nin en çok vakit geçirdiği oyunun Gogoluku olduğunu öğrenir. Annesi Sude'ye Gogoluku oyunu hakkında sorular sorar. Ardından da kızı için bu oyuna katılması gerektiğine karar verir. Oyunda kızının dikkatini çekmesi için Tarator adında, kıvırcık saçlı Kanadalı bir çocuk karakter oluşturur.

Planını uygulamaya başlayan Sevda Hanım, işe bir tablet alarak başlar. Gerçek dünyanın aksine sanal dünyada ne kadar da kolay yalan söylediğini fark eder. Eşiyle kızlarının sanal dünyadaki kişiliği hakkında konuşurlar. Sude'nin gerçek dünyada ailesi yaşamak isteyip yaşayamadığı anıları, sanal dünyada sanki yaşamış gibi göstermesinden çok etkilenirler.

Sevda Hanım her geçen gün Sude'yle daha çok ilgilenir. Kızının iş yapmaktan nasıl kaçtığını ve ne kadar sakarlaştığını fark eder. Sevda Hanım artık Sude'nin tabletini elinden almayı düşünmektedir. Sude'yle bu konuyu konuşmaya başlar ama konuşmaları bir telefon görüşmesiyle yarım kalır. Telefonda ülkedeki en büyük iletişim şirketi olan Tokudo önemli bir iş için hemen Sevda Hanım'la görüşmek istemektedir.

Sevda Hanım apar topar şirkete giderek şirketin garip genel müdürüyle görüşür. Bu görüşme sırasında Gogoluku oyununun Tokudo şirketine ait olduğunu ve oyunun şirketin şifrelerini çalan korsanlar tarafından kontrol edildiğini öğrenir. Böylece, kendisini de bu durumla ilgilenmesi için çağıran Tokudo şirketiyle, korsana karşı mücadele etmek için anlaşır.

Sevda Hanım nihayet planını uygulamak için Gogoluku oyununa girer. Bazen zor bazen kolay sorularla birkaç saatini Gogoluku ile geçirir. Gogoluku oyunu hakkında bilgi ve fikir edinir. Sonunda çok zor bir soruyla karşılaşınca oyunu bırakmak zorunda kalır. Soru gerçekten zordur ve Sevda Hanım bu soruyu günlerce bulamaz.

Bir pazar günü, Sude için özel posta servisiyle bir paket gelir. Paketten Gogoluku oyununu üç boyutlu hale getiren bir gözlük çıkar. Sude, bu gözlüğe hemen alışır ve eskisinden de kötü bir duruma düşer. Günler böyle geçerken Sevda Hanım, kızını bu oyundan kurtarmak için sürekli çabalar ve Gogoluku macerası sürpriz bir şekilde sona erer.

15 Eylül 2024 Pazar

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi



Kitabın Adı: Veba Geceleri

Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk

Kitap Hakkında Bilgi:

Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.

1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.” -LE POINT, FRANSA
“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.” -THE INDEPENDENT, İNGİLTERE
“O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı.” -THE NEW YORK TIMES, ABD
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, gerçekte var olmayan kurgusal Minger Adası ve ahalisi üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun Veba karşısındaki tutumunu, komşu ya da uzak ülkelerin bu salgınla nasıl baş ettiklerini, ne gibi yöntemler uyguladıklarını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

“Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.”  Sayfa 119

“İnsanların birbirleriyle ilişkileri zayıflamıştı, dostlukları ve yeni bir şeyler öğrenme, yeni söylentilere öfkelenme isteği de azalmıştı. Herkesin yeterince korkusu, yarası, telaşı vardı. Kimse komşusunun ölümüyle meşgul değildi.” Sayfa 452

Yıl 1901, yer Osmanlı’nın yirmi dokuzuncu vilayeti olan ve Akdeniz’de Girit ile Kıbrıs’ın arasında çok eski zamanlardan beri Minger halkının yaşadığı ve Mingerce’nin konuşulduğu tarihi Minger Adası’dır.
Minger adasında Veba salgını başlar. Minger'deki salgını için Sultan Abdülhamit tarafından adanın durumunu kontrol etmek üzere İzmir’deki salgını başarıyla durduran ve Sağlık Başmüfettişi olan kimyager Bonkowski Paşa’yı görevlendirilir.

Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Çin deki veba salgınında Müslümanlar ile konuşmak ve karantinaya ikna etmek için Aziziye gemisiyle Çin'e doğru yola çıkmışlardır. Pakize Sultan, padişah V. Murat'ın en küçük kızıdır. Babası tahttan indirildikten sonra bir saraya kapatılmışlardır. Evlilik çağına kadar da kapatıldıkları sarayda yaşamışlardır. Amcası Sultan Abdülhamid kendisini Doktor Nuri ile tanıştırarak evlenmesini sağlamıştır. Çin'e doğru yol aldıkları gemide eczacı ve aynı zamanda karantinadan iyi anlayan Bonkowski Paşa ve onun yardımcısı Doktor İlias'ı görürler. Bonkowski Paşa ile konuştuklarında Minger adasında veba salgını şüphesi olduğunu öğrenirler. Bonkowski Paşa ve yardımcısı Doktor İlias'ı Minger adasına bıraktıktan sonra gemi ile Çin yolculuğuna devam ederler.

Koruma amaçlı bir Osmanlı askeri olan Kolağası Kamil, Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri'nin yanında seyahat etmektedir. Sabah uyandıklarında Bonkowski Paşa'nın öldürüldüğünü ve veba salgınının gerçek olduğunu anlatan Sultan Abdülhamid'ten bir mektup alırlar. Bonkowski Paşa'nın gizemi çözülemeyen bir biçimde öldürülmesi sonucu daha önce tahttan indirilen Sultan Abdülhamit'in kardeşi V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ve kocası Doktor Nuri'nin derhal Minger adasına gitmelerini istemektedir. 

Minger Adası'nın valisi olan Sami Paşa, Bonkowski Paşa'nın katili olarak bir tekke şeyhi olan Şeyh Hamdullahın üvey kardeşi olan Ramiz'i tutuklamıştır. Osmanlı'dan gelen bir telgrafla Ramiz'in idam kararı ertelenir. Veba salgın gittikçe daha çok yayılmakta, halk ise karantina kurallarına uymamaktadır. Minger halkı yurt dışına kaçmak için gemilere binmeye çalışır. Salgının kendi ülkelerine yayılmasını engellemek için Osmanlı'nın Mahmudiye isimli savaş gemisi ve başka iki ülkenin gemisi adayı abluka altına alıp giriş çıkışları yasaklamıştır. Vali Sami Paşa, Osmanlı'dan gelen telgraflar yüzünden karantina'yı tam olarak yönetemediğini düşünmektedir.

Minger Adası'nda halk karantina kurallarına değil de hoca ve şeyhlerin yazdığı muskalara inanması yüzünden Veba salgını durdurulamamaktadır. Valisi Sami Paşa Saray tarafından yalnız bırakılmıştır. Adada yalnızca durumu kötü olan Rumlar, Türkler ve gerçek Mingerliler kalmıştır.

Karantina Neferlerinin başına getirilen Kolağası Kamil, Ramiz'in eski sevgilisi olan Zeynep'e aşık olarak evlenmiştir. Kamil, bir sabah vali daha rahat karantina işlerini yürütebilsin diye postaneyi basarak, telgraf geliş gidişlerini durdurur. Böylece Osmanlı'dan emir almaz bir hale gelmiştir. Yine de karantina kurallarına uymayan halk yüzünden salgın hızla yayılmaktadır. Duruma kızan Osmanlı hükümeti Vali Sami Paşa'yı başka bir vilayete vali olarak atayarak yerine başka bir vali gönderir. Sami Paşa'nın ise Minger'den gitmeye niyeti yoktur. Sultan Abdülhamid kararında döner diye beklerken yeni Vali adaya gelir. Sami Paşa onları karantinaya alıp bekletirken Şeyh Hamdullah ve papaz efendiden birlikte karantina vaazı vermelerini ister. 

Bu sırada Ramiz, yeni valiyi kaçırarak vilayet binasını basar. Vali'nin adamları ile Ramiz'in adamları arasında çatışma çıkar. Ramiz ve adamları tutuklanarak idama mahkum edilir.

Kolağası Kamil eline yeni bir bayrak alarak imparatorluğa başkaldırıp adanın bağımsızlığını ilan eder ve artık Osmanlıya bağlı bir ada olmadıklarını söyler. Çatışma sırasında gönderilen yeni vali öldürülmüştür. Kamil liderliğinde yeni bir devlet gibi hareket etmeye başlarlar. 

Kamil'in eşi Zeynep hamiledir ve veba'ya yakalanır. Veba, Zeynep'ten de Cumhurreisi Kamil'e geçerek bir hafta arayla ikisinin de vefat etmesine neden olur. Kamil'in ölümü sonrası hapishane de isyan çıkar. Şeyh Hamdullah ve adamları yönetimi ele geçirir. Karantinayı tamamen kaldırarak 2 ay boyunca hüküm sürerler. 2 ay sürecinde her gün 50'yi aşkın ölü verirler, veba daha hızlı yayılmaya başlar.

Doktor Nuri ve Pakize Sultan odalarında hapsedilmiş, Vali Sami Paşa da idam edilmiştir. Şeyh Hamdullah vebaya yakalanınca 2 gün içerisinde ölür. Şeyh Hamdullah'ın adamları yönetimi Pakize Sultan ve Doktor Nuri'ye bırakırlar. Tamamen sokağa çıkma yasağı ilan eden Doktor Nuri, birkaç doktor ve Mazhar Efendi'nin de yardımlarıyla bu süreci çok iyi yönetmiştir. Sokağa çıkma yasağının çok iyi uygulaması etkisini gösterir ve bir süre sonra salgın durarak her şey eski haline dönmeye başlar.

O zamanlar kraliçe ilan edilen Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri, Mazhar Efendi tarafından bir süre sonra Çin'e gönderilirler. Bu hem Osmanlı hem de Minger adası tarafından verilen bir sürgündür. Çin de tam 25 yıl kaldıktan sonra Londra'ya gitmişlerdir.