Kitabın Adı: Od / Bir Yunus Romanı
Kitabın Yazarı: İskender Pala
Kitabın Özeti:
Od romanında İskender Pala, Yunus Emre’nin hayatının uzun bir bölümünde dervişliğe ve şeyhliğe kavuşmasını, şiirlerine dokunan bir ahenkle ele almaya çalışmıştır. Romanın başlangıcında Molla Kasım adında bir genç söze başlar ve Yunus’un dergâhına gidip onu tanıdığı günleri güzel bir girişle anlatmaya başlar. Romanın geri kalan kısmı, Yunus’un Molla Kasım’a anlattıklarından ibarettir ve yine aynı şekilde sonuca varır.
Romanın başında Molla Kasım yağmurlu bir günde balık tutarken, yanına gelen bir adam bir deste kağıt uzatıp gider. Molla Kasım bu kağıtların şiir olduğunu görür ve bir tanesini okur. Hoşuna gidince, içlerinden başkalarını da okumaya başlar. Bazılarını beğenmeyip geçer, derken hoşuna gidenleri de gitmeyenleri de okuyup önündeki ateşe atarak yakar. Sonra uyur, rüyasında Yunus’u görür. O şiirlerin Yunus’a ait olduğunu öğrenir, çok üzülür ve bunları tekrar ondan dinleyip yazmak ister, düşer yollara ve onu bulur.
Sonra sözü Yunus alır, kendi hikâyesini Molla Kasım’a anlatmaya başlar. Yunus, Anadolu’nun Moğol akınlarıyla ve Bizans saldırılarıyla inlemekte olduğu, her gün katliamların yaşandığı, yokluğun insanları kırıp geçirdiği zamanların insanı olarak yaşanılan bu felâketi anlatır önce. Eşi Sitare’yi (asıl adı Elif olmasına rağmen, Yunus ona yıldız anlamına gelen Sitare adını vermiştir.), oğulları İsmail ve İbrahim’i bu felâketten korumak için ne büyük çabalar sarf ettiğini anlatır.
Ucasar’daki baskınlardan kaçıp, Temür Alp ve Satı Nine’yle birlikte Sarıcaköy’e gelirler; fakat Çekikgöz denilen Moğollar, burada da onlara aman vermez. Köylerini basar, tüm evleri ateşe verirler. İbrahim’i bu saldırılarda kaybederler ve her gün ölme korkusuyla yaşarken, Yunus tüm köyü başka bir yere göç ettirmek için keşif seyehatine çıkar. Dönene kadar Çekigözler Sarıcaköy’e tekrar baskın düzenlerler ve taş üstünde taş bırakmazlar. Sitare Çekikgözlerle mücadele ederken son nefesini verir.
Yunus’un fani hayatı aslında biricik eşi Sitare ve göz bebeği İbrahim’i kaybetmesiyle biter, daha sonra onlara kavuşacağı günü arzuyla bekler durur. Bir oğlu İsmail’i ise Sitare kuyuya saklamıştır ve orada bulup Satı Nine’ye emanet ederek tekrar Sarıcaköy’den gider. Tekrar döndüğünde oğlu İsmail’i fedailerin kaçırdığını öğrenir ve dünyası başına yıkılır. Kalan ömrünü, Tapduk Sultan’ın yoluna ve İsmail’i aramaya adar.
Tapduk Sultan, Yunus’un bir derviş ve sonra şeyh olmasını sağlayan bir Allah dostu, âlim ve şeyhtir. Onun dergahına giden Yunus, yıllarca ona hizmet eder. Dergâha odun ve su taşır. Bir ara Yunus dergaha bu kadar hizmet etmesine ve tasavvufa bu kadar kendini yakın hissetmesine rağmen, kendisine daha güzel görevler verilmediğini bahane ederek dergahtan kaçar. Tapduk Sultan gözleri görmeyen bir ermiş olduğu için, Yunus’u gönül gözüyle takip eder.
Yunus bir zaman yollara vurur kendini, gittiği yerlerde insanlar bunun ne kadar keramet sahibi olduğunu anlarlar. Mevlana ile tanışır, onun övgülerini kazanır. Yunus o zaman kendine bu gücü kazandıran Tapduk Emre’nin dergâhına dönme arzusu duyar. Düşer yollara; fakat kapısına vardığında geri çevrilir. Bir zaman bu hâl devam eder; fakat Yunus yılmaz bir derviştir ve Tapduk Sultan’ın gönlünü razı ederek dergaha kabul edilir.
Bir yandan oğlu İsmail’in özlemi yüreğinden günden güne artar. Onu bulmadan ölmek istemediği için, her fırsatta ona ulaşacak yollar arar. Tapduk Sultan, Yunus’un içindeki şiir yeteneğini fark eder. Büyük toplantılarda Yunus’la atışmalar yapınca, tüm dervişler Yunus’un tasavvuf aşkı ve becerisi karşısında boyun eğerler. Bir zaman sonra Tapduk Emre, “Sen artık burada kalmamalısın, bir şeyh olarak gezerek irşad yapmalı, kendi dergâhını kurmalısın.” diyerek Yunus’a büyük bir görev verir.
Derviş Yunus, tekrar yollara düşer. Gittiği her yerde irşad yapar, Allah’ın kelâmını yayar, insanlarla tasavvuf üzerine derin sohbetler yapar ve şiirlerini okur. Aynı zamanda oğlu İsmail’e çıkacak bir yol arar, Alamut fedailerinden, soğuk nefeslerden bir haber bekler. Son karar olarak, doğduğu köy olan Sarıcaköy’e giderek, orada bir dergâh kurmak ister. İsmail bu arada Arn Usta denilen bir celladın yanında yıllarca insanlara eziyet etmeye zorlanmış, Allah’a inancını yitirmiş, babasından nefret eder hâle gelmiş bir zavallı olarak yaşamıştır. Daha sonra babasını tanıyan fedailer tarafından oradan kaçırılarak babasını bulması için bir zamanlar dedesinin yaşadığı köye bırakılmıştır.
İsmail kaçırılırken yanına aldığı hazineyle kendisine bir çete kurmuştur ve yoldan geçen kervanlara, Alamutlulara saldırı düzenlemektedir. Kader bu ya? Yunus ile İsmail’in yolları, bir dağ başında kesişir. İsmail ve çetesindeki kızanlar, Turakçın ve Yunus’u Alamut fedaisi zannederek pusu kurarlar. Vuruşma sonunda Yunus’un en büyük yoldaşı, arkadaşı Turakçın oracıkta boynundan yediği bir okla vefat eder. Zaten ikisinin de kılıcı yoktur. Turakçın, elindeki asaya Allah’ın verdiği kudretle savaşmıştır.
İsmail’in çetesindeki bir kişi, diğer kişinin öz babası olduğunu ona söyler. Önce inanmaz; fakat sonra onu öldürmek istemez. Yunus İsmail’i görmeden, Turakçın’ın ölümü üzerine yüzünü göğe çevirdiği anda kör olur. Sonra İsmail’i tanır ve onunla konuşur, konuşur. Ona, kendisini Sarıcaköy’e götürüp orada bir dergah kurmak istediğini söyler. Son dileği gerçek olur, dergâhına binlerce insan gelir, yıllarca onun eteğinden nice dervişler çıkar.
İsmail önce Allah’ı inkar etmiş ve babasına nefret kusmuştur. Fakat Yunus’un o güzel yüreği ve sabrı, oğlunu hak yoluna çevirmeyi başarmıştır. Hakk’a yürüdüğü anlarda, dilinden;
Kitabın Özeti:
Od romanında İskender Pala, Yunus Emre’nin hayatının uzun bir bölümünde dervişliğe ve şeyhliğe kavuşmasını, şiirlerine dokunan bir ahenkle ele almaya çalışmıştır. Romanın başlangıcında Molla Kasım adında bir genç söze başlar ve Yunus’un dergâhına gidip onu tanıdığı günleri güzel bir girişle anlatmaya başlar. Romanın geri kalan kısmı, Yunus’un Molla Kasım’a anlattıklarından ibarettir ve yine aynı şekilde sonuca varır.
Romanın başında Molla Kasım yağmurlu bir günde balık tutarken, yanına gelen bir adam bir deste kağıt uzatıp gider. Molla Kasım bu kağıtların şiir olduğunu görür ve bir tanesini okur. Hoşuna gidince, içlerinden başkalarını da okumaya başlar. Bazılarını beğenmeyip geçer, derken hoşuna gidenleri de gitmeyenleri de okuyup önündeki ateşe atarak yakar. Sonra uyur, rüyasında Yunus’u görür. O şiirlerin Yunus’a ait olduğunu öğrenir, çok üzülür ve bunları tekrar ondan dinleyip yazmak ister, düşer yollara ve onu bulur.
Sonra sözü Yunus alır, kendi hikâyesini Molla Kasım’a anlatmaya başlar. Yunus, Anadolu’nun Moğol akınlarıyla ve Bizans saldırılarıyla inlemekte olduğu, her gün katliamların yaşandığı, yokluğun insanları kırıp geçirdiği zamanların insanı olarak yaşanılan bu felâketi anlatır önce. Eşi Sitare’yi (asıl adı Elif olmasına rağmen, Yunus ona yıldız anlamına gelen Sitare adını vermiştir.), oğulları İsmail ve İbrahim’i bu felâketten korumak için ne büyük çabalar sarf ettiğini anlatır.
Ucasar’daki baskınlardan kaçıp, Temür Alp ve Satı Nine’yle birlikte Sarıcaköy’e gelirler; fakat Çekikgöz denilen Moğollar, burada da onlara aman vermez. Köylerini basar, tüm evleri ateşe verirler. İbrahim’i bu saldırılarda kaybederler ve her gün ölme korkusuyla yaşarken, Yunus tüm köyü başka bir yere göç ettirmek için keşif seyehatine çıkar. Dönene kadar Çekigözler Sarıcaköy’e tekrar baskın düzenlerler ve taş üstünde taş bırakmazlar. Sitare Çekikgözlerle mücadele ederken son nefesini verir.
Yunus’un fani hayatı aslında biricik eşi Sitare ve göz bebeği İbrahim’i kaybetmesiyle biter, daha sonra onlara kavuşacağı günü arzuyla bekler durur. Bir oğlu İsmail’i ise Sitare kuyuya saklamıştır ve orada bulup Satı Nine’ye emanet ederek tekrar Sarıcaköy’den gider. Tekrar döndüğünde oğlu İsmail’i fedailerin kaçırdığını öğrenir ve dünyası başına yıkılır. Kalan ömrünü, Tapduk Sultan’ın yoluna ve İsmail’i aramaya adar.
Tapduk Sultan, Yunus’un bir derviş ve sonra şeyh olmasını sağlayan bir Allah dostu, âlim ve şeyhtir. Onun dergahına giden Yunus, yıllarca ona hizmet eder. Dergâha odun ve su taşır. Bir ara Yunus dergaha bu kadar hizmet etmesine ve tasavvufa bu kadar kendini yakın hissetmesine rağmen, kendisine daha güzel görevler verilmediğini bahane ederek dergahtan kaçar. Tapduk Sultan gözleri görmeyen bir ermiş olduğu için, Yunus’u gönül gözüyle takip eder.
Yunus bir zaman yollara vurur kendini, gittiği yerlerde insanlar bunun ne kadar keramet sahibi olduğunu anlarlar. Mevlana ile tanışır, onun övgülerini kazanır. Yunus o zaman kendine bu gücü kazandıran Tapduk Emre’nin dergâhına dönme arzusu duyar. Düşer yollara; fakat kapısına vardığında geri çevrilir. Bir zaman bu hâl devam eder; fakat Yunus yılmaz bir derviştir ve Tapduk Sultan’ın gönlünü razı ederek dergaha kabul edilir.
Bir yandan oğlu İsmail’in özlemi yüreğinden günden güne artar. Onu bulmadan ölmek istemediği için, her fırsatta ona ulaşacak yollar arar. Tapduk Sultan, Yunus’un içindeki şiir yeteneğini fark eder. Büyük toplantılarda Yunus’la atışmalar yapınca, tüm dervişler Yunus’un tasavvuf aşkı ve becerisi karşısında boyun eğerler. Bir zaman sonra Tapduk Emre, “Sen artık burada kalmamalısın, bir şeyh olarak gezerek irşad yapmalı, kendi dergâhını kurmalısın.” diyerek Yunus’a büyük bir görev verir.
Derviş Yunus, tekrar yollara düşer. Gittiği her yerde irşad yapar, Allah’ın kelâmını yayar, insanlarla tasavvuf üzerine derin sohbetler yapar ve şiirlerini okur. Aynı zamanda oğlu İsmail’e çıkacak bir yol arar, Alamut fedailerinden, soğuk nefeslerden bir haber bekler. Son karar olarak, doğduğu köy olan Sarıcaköy’e giderek, orada bir dergâh kurmak ister. İsmail bu arada Arn Usta denilen bir celladın yanında yıllarca insanlara eziyet etmeye zorlanmış, Allah’a inancını yitirmiş, babasından nefret eder hâle gelmiş bir zavallı olarak yaşamıştır. Daha sonra babasını tanıyan fedailer tarafından oradan kaçırılarak babasını bulması için bir zamanlar dedesinin yaşadığı köye bırakılmıştır.
İsmail kaçırılırken yanına aldığı hazineyle kendisine bir çete kurmuştur ve yoldan geçen kervanlara, Alamutlulara saldırı düzenlemektedir. Kader bu ya? Yunus ile İsmail’in yolları, bir dağ başında kesişir. İsmail ve çetesindeki kızanlar, Turakçın ve Yunus’u Alamut fedaisi zannederek pusu kurarlar. Vuruşma sonunda Yunus’un en büyük yoldaşı, arkadaşı Turakçın oracıkta boynundan yediği bir okla vefat eder. Zaten ikisinin de kılıcı yoktur. Turakçın, elindeki asaya Allah’ın verdiği kudretle savaşmıştır.
İsmail’in çetesindeki bir kişi, diğer kişinin öz babası olduğunu ona söyler. Önce inanmaz; fakat sonra onu öldürmek istemez. Yunus İsmail’i görmeden, Turakçın’ın ölümü üzerine yüzünü göğe çevirdiği anda kör olur. Sonra İsmail’i tanır ve onunla konuşur, konuşur. Ona, kendisini Sarıcaköy’e götürüp orada bir dergah kurmak istediğini söyler. Son dileği gerçek olur, dergâhına binlerce insan gelir, yıllarca onun eteğinden nice dervişler çıkar.
İsmail önce Allah’ı inkar etmiş ve babasına nefret kusmuştur. Fakat Yunus’un o güzel yüreği ve sabrı, oğlunu hak yoluna çevirmeyi başarmıştır. Hakk’a yürüdüğü anlarda, dilinden;
Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için,
Dost’un evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
dizeleri dökülmüştür. İsmail’in yüreğine, Yunus’un oğlu olma gururu, binlerce dervişin gönlüne ise Dost’un evi yer etmiştir.