4 Aralık 2019 Çarşamba

thumbnail

Bu Ülke (Cemil Meriç) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bu Ülke

Kitabın Yazarı : Cemil Meriç

Kitap Hakkında Bilgi :

Bu ülke, Cemil Meriç'in "aynı kaynaktan fışkırdılar" dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. "Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak" isteği Cemil Meriç'in düşünme ve yazma çabasına her zaman yön vermiştir. Elinizdeki kitap bu isteğin belki de en fazla berraklaştığı eseri: "Bu sayfalarda, hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim: etimin eti, kemiğimin kemiği." Bu özgün fikir adamının sürekli etrafında, içinde dolandığı Doğu-Batı sorunu yanında, özellikle sol-sağ kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli tesbitlerini ve aforizmalarını içeriyor Bu Ülke. İlk baskısı 1974 yılında yapılmıştır. Cemil Meriç’in gözlem ve tecrübelerine dayanarak Türkiye’yi siyasi ve edebi açıdan ele alarak yazmış olduğu denemelerden oluşan kitabıdır.

Kitabın Özeti :

Bir Avuç Duman
Düşünce bir köprü, kıldan ince, kılıçtan keskin… Kalabalıklar geçemez üzerinden. Ülkeler asırlarca habersiz yaşamış birbirinden. Ne Asya Avrupa’yı tanımış, ne Avrupa Asya’yı. El Biruni boşuna anlatmış Hint’i çağdaşlarına. Kıt’alar kapalı birbirine. Yalnız Kıt’alar mı?

Aynı mahalledeki insanlar birbirlerine yabancı. Her ev meçhule giden bir kompartıman.Kompartımandakiler tesadüfün bir araya topladığı üç beş yolcu. Ne Marx’ın annesi oğlunu anlayabilmiş; ne Cromwell, Milton’u. Saint-Simon Ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor. Tehlikeli bir durak, tımarhane. Birçok yolcular cinnette karar kıldı: Nietzsche, Hölderlin. Comte, ömrü boyunca huysuz bir aşık gibi dalaştı cinnetle. Ayrılan birleşen, tekrar ayrılan bir çifttiler. Ve Rubaçof zindanının duvarında sesler duydu, kelimeleşen sesler. Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer sarsıntısı gibi. Uçurumlara köprü atan cümlelerde var.

Bir ırmağa benziyor zaman. Hayretten dona kalmış. Perdede hep aynı gölgeler. Karagöz’ün repertuvarı tarihinkinden daha zengin. Juvenal’i öfke şairleştirmiş, öfke yani isyan. Şark’ta fert değil, sokak isyan eder. Sorumsuz ve şuursuz bir bir ayaklanış. Hikmet, hamakatle vuslatı hayatın tabii cilvesi saymaktan ibaret.
Batılı için tekamül bir başkalaşma, bir kişileşme. Sürünün tarihi yok. Ama tarihin yaratıcısı o. Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mı? Aradaki mesafe uzayınca, evet!

Coşmak lazım, diyor Saint-Simon, yaşamak lazım. Hem zirvelerde, hem uçurumlarda yaşamak. Dizginleri gerilen at şahlanır, ama kanatlanmaz.
Tecrübe, harem ağalarının silahı. Büyüklerin bu koltuk değneğine ihtiyacı var mı? İsa tecrübesiz. Saint-Just tecrübesiz olduğu için ulu. Tecrübe, bayalığa alışmak ve bayağılaşmak. İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.

SAĞ VE SOL
İdeolojik iki kavram. Herkesin dilinde nerdeyse bütün siyasal ve toplumsal çatışmaların temeli. Gerçekten ne anlama geldiklerini ve ya nerden türediklerini bilipte kullanan kaç kişi var? Birde Meriç ten dinleyelim o zaman. Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Sol’un halk vicdanında yarattığı tedailer: casusluk, darağaçları, Moskova; Sağ’ın müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak…. Sol Latince de kötü, uğursuz, berbat demek. Sağ kibar ve imtiyazlı. Bütün semavi dinlerde böyle değil mi? Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz. İdeolojilere ve kelimelere.

SEN BİR AZ-GELİŞMİŞSİN
Bana dayanılmaz acılar yaştan meselelerden biri de hep bize yapıştırılan kimlik ve ya adına ne derseniz deyin onunla yaşamaya çalışmak olmuştur. Bu gerek ferdi gerekse toplumsal olsun bizde o kadar gerçek ve değiştirilemez görünür ki eninde sonunda bize bunu yapıştıran kişi ye sarılmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Halbuki başkalarının değil bizim kendimizin ne olduğunu, neyimizin eksik neyimizin fazla olduğunu bilmesi heyhat! Daha güzel olmaz mıydı? Alın size Meriç'in gözüyle bir misal. Zaferler sonrası gelen bozgunlar mazimizden utanmaya sebebiyet verdi. Sonra utanç unutkanlığa bıraktı yerini. Ve Avrupalı dostlar! "sen bir az-gelişmişsin" dedi. Ve bizim aydınlarımız gururla benimsedi ve taktı "nişan-ı zişan". Kıtaları ipek bir kumas gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar. Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır." Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az gelişmişsin." Ve Hıristiyan Batı'nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nisân-i zîşân" gibi gururla benimsedi aydınlarımız.

Bir de cumhuriyette verdiler bize bir isim. Neymiş çağdaşlaşmak gerekmiş. Bakın ne diyor Meriç: Hem aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hristiyan Batı'nın putlarına perestiş olsun?

KİTAP
Toplum olarak okumuyoruz. Okumuyoruz ama her meseleye dair bir şeyler biliyoruz. Daha doğrusu bildiğimizi sanıyoruz. Hatta bazen kör kütük cahilliğimizden olacak kendimize olan güvenimiz sayesinde eğer karşıdaki ya tam bilgili ya da bizim gibi bilgisiz değil de tam aradaysa onu da kendi inandığımız düşüncelere inandırabiliyoruz. Kitaplara para harcamak. Boşa harcanan paralar gibi geliyor bize. Bakın Meriç ne diyor kitap sevene kitap delisi diyoruz. Ama at yarışı oynayan günümüz için türlü şans oyunları oynayanlar- kimseye at delisi dediğimiz yok. Kitap yüzünden yoksulluğa düşen yok ama at yüzünden iflas eden bir sürü.

İnsanların temel ihtiyaçları dışında kalan diğer şeylere harcadıkları para kitaplara ayırdıklarının kaç mislidir. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işle, ruhun daha huzurlu olması demek. Bunun içinde okumak öğrenmek tecrübe etmek gerek. Biz olgunlaşmayı zaman la kendiliğinden olabilecek bir şeymiş gibi algılıyoruz. Şimdi ismini hatırlamıyorum ama ünlü bir yazarın dediği gibi dostlarım salt zaman insanları olgunlaştırmaz ancak armutları olgunlaştırır.

İSLAMİYET VE DEMOKRASİ
Kimilerine göre yan yana gelmesi bile imkânsız iki kavram. Özünde bir biri ile çatışan çok az kavram vardır kanımca. Kavramlara anlam yükleyen kullanıcılar yok mu? Her şeyin sebebi onlar. Ne desek boş sözü iyisi mi yine Meriç’e bırakalım. İslamiyet’in devlet telakkisine bir göz atalım. İnsanlar doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukuki ve müspet bir eşitlik. Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukuki bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet. Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin başka bir adı ve ya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin kime karşı hürriyeti? Fikir hürriyetini, insanın insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil , bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Bu anlamda İslamiyet demokrasinin ta kendisidir. Ama Batı'nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişe, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.

Bir Avuç Duman
Düşünce bir köprü, kıldan ince, kılıçtan keskin, kalabalıklar geçemez üzerinden. Ülkeler asırlarca habersiz yaşamış birbirinden. Ne Asya Avrupa' yı tanımış, ne Avrupa Asya'yı. El Biruni boşuna anlatmış Hint’i çağdaşlarına. Kıtalar kapalı birbirine. Yalnız Kıtalar mı? Aynı mahalledeki insanlar birbirlerine yabancı. Her ev meçhule giden bir kompartıman. Kompartımandakiler tesadüfün bir araya topladığı üç beş yolcu. Ne Marx'ın annesi oğlunu anlayabilmiş; ne Cromwell, Milton'u. Saint-Simon Ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor. Tehlikeli bir durak, tımarhane. Birçok yolcular cinnette karar kıldı: Nietzsche, Hölderlin. Comte, ömrü boyunca huysuz bir aşık gibi dalaştı cinnetle. Ayrılan birleşen, tekrar ayrılan bir çifttiler. Ve Rubaçof zindanının duvarında sesler duydu, kelimeleşen sesler. Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer sarsıntısı gibi. Uçurumlara köprü atan cümlelerde var.

Bir ırmağa benziyor zaman. Hayretten dona kalmış. Perdede hep aynı gölgeler. Karagöz’ün repertuvarı tarihinkinden daha zengin. Juvenal'i öfke şiirleştirmiş, öfke yani isyan. Şark’ta fert değil, sokak isyan eder. Sorumsuz ve şuursuz bir bir ayaklanış. Hikmet, hamakatla vuslatı hayatın tabii cilvesi saymaktan ibaret. Batılı için tekamül bir başkalaşma, bir kişileşme. Sürünün tarihi yok. Ama tarihin yaratıcısı o. Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mı? Aradaki mesafe uzayınca, evet!

Coşmak lazım, diyor Saint-Simon, yaşamak lazım. Hem zirvelerde, hem uçurumlarda yaşamak. Dizginleri gerilen at şahlanır, ama kanatlanmaz.
Tecrübe, harem ağalarının silahı. Büyüklerin bu koltuk değneğine ihtiyacı var mı? İsa tecrübesiz. Saint-Just tecrübesiz olduğu için ulu. Tecrübe, bayalığa alışmak ve bayağılaşmak. İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.

Bu Ülke (Cemil Meriç) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Subscribe by Email

Follow Updates Articles from This Blog via Email

No Comments

About