14 Mayıs 2021 Cuma

Memleket Hikayeleri (Refik Halit Karay) Kitap Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Memleket Hikayeleri

Kitabın Yazarı: Refik Halit Karay

Kitap Hakkında Bilgi:

Memleket Hikâyeleri Türk edebiyatında Anadolunun en hakiki hikâyeleridir. Anadolu Memleket Hikâyelerinde bütün gerçek varlığı ve iç dünyasıyla karşımıza getirilmiştir.
Nihad Sami Banarlı

Geniş ününü mizah ve siyasal yergi yazılarıyla sağlayan Refik Halidin mizah yazıları gibi hikâyeleri de edebiyatımızın bu alanında bir aşama olmuştur. O zamana kadar İstanbul sınırları
dışına çıkamayan Türk hikâyesini Anadoluya yöneltmekle hikâyeciliğimize yeni bir ufuk açmış, yeni bir soluk getirmiştir.
Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman

Refik Halidin anlattığı olaylar bütünüyle yaşadığı dönemin olaylarıdır. Memleket Hikâyeleri ile Gurbet Hikâyelerinde canlandırılan kişilerin çoğu adeta canlıdır. Bütün bu yönleriyle Halide Edip onun yalnız Türk edebiyatının değil, Rus ve Amerikan edebiyatlarından sonra, hikâyecilikte cihan ölçüsünde ön planda bir yer işgal edebilecek bir hikâyecimiz olduğunu belirtir.
Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi

Kitabın Özeti:

YATIK EMİNE

Yatık Emine, Ankara'da eşleri birbirinden ayırmış, neredeyse bütün memleketi birbirine düşürmüş bir hayat kadınıdır. Emine, kaymakamlık tarafından Ankara'ya iki gün uzaklıkta, kışları soğuk, yazları ise susuz ve dayanılmaz sıcak olan, çok ahlâklı bir kasabaya gönderilir. Amaç; Emine'nin oradaki insanları örnek alarak huylarını değiştirip, iyi huylu biri olmasıdır. Emine her yerden sürülerek bu kasabaya gönderilince herkes onu ters bir insan, bazen İstanbul sokaklarında rastladıkları; sigarası parmaklarında, allıkları yüzünde, peçesi açık, dişleri çürük, yürüyüşü kıvrımlı, tıknaz ve hazırcevap biri olarak düşünür. Fakat Emine tam tersine çok sakin, kaymakam tarafından sorulan sorulara bile korkarak cevap veren biridir. Kapkara çok güzel gözleri olan Emine'ye çoğu erkek ister istemez kendini kaptırır. Edindiği dostu Server'in Emine'ye aldığı giysileri ve evindeki eşyaları bir gün Emine yokken mahallenin kadınları evine girip alırlar. Âmâ kimse Emine'yi dinlemez. Bu yüzden açıkta kalır. Emine’ye yardım eden adamlar da birbirlerini kıskandıkları için anlaşmazlıklar çıkar. Bu yüzden Emine aç kalır. Bir akşam kötü amaçlarla Emine'nin evine giden adamlar Emine'yi donarak ölmüş olarak bulurlar.

KOCA ÖKÜZ

Hacı Mustafa ağa her sene pazardan öküz alır. Ekini kaldırır, döveni döndürür, malı ambara taşır. Öküzü iyice kullandıktan sonra güze doğru pazara götürüp aldığı paraya satar. Böylece karın tokluğuna yaşar. Mustafa jandarmalık yapmış, Hicaz’a gidip hacı olmuş, gözü açık ve hileci bir adamdır. Memurlarla ve işinin düşeceği adamlarla senli benli konuşur, odalarına uğradıkça ikram görür. Ara sıra Mustafa da onlara hediyeler verir. Bu sefer aldığı öküz tembeldir. Fakat bundan Mustafa'nın haberi yoktur. Öküz ahıra gidince bir yatar bir daha kimse onu yerinden kaldıramaz. Mustafa, oğlu, yanaşması ve birkaç kişi daha iple çekerler fakat hayvanı kıpırdatamazlar bile. Gerektiğinde döverler ama hayvan bana mısın demez... Bir gün Hacı Mustafa Kasap Cavga Rıza'ya gider. O'na iyi beslenmiş bir öküzü aldığı paraya satabileceğini söyler. Bütün sorumluluğu üstünden atar, kasabın kendisinin gelip öküzü almasını, öküzün hiçbir şekilde kıpırdamadığını söyler. Kasap bunu kabul eder fakat iki mecidiye eksiğe alacağını söyler. Mustafa kabul eder. Kasap öküzü almaya geldiğinde azıcık bir dürtmeyle öküzü kaldırır. Bunun üzerine Mustafa küplere biner. Sebepsiz yere yanaşmasına tokat atar. O sinirlerini yatıştırmaya çalışırken tellâl tüm kasabaya kasabın dükkânında öküz kesileceğine, isteyenlerin gelmesini duyurur.

VEHBİ EFENDİNİN KUŞKUSU

Vehbi Efendi, Düyunu Umumiye idaresinde kantar kâtibi ve kendi halinde, sakin biridir. Ürkek, bön ve durgun bir adamdır. Soru sorulmadıkça kendiliğinden konuştuğu görülmez. Bütün günlerini evi ve kalem arasında pürüzsüz, değişiksiz bir makara gibi sarmak, tüketmek onu memnun eder. Dört kuruş maaşına imrenerek kısmetler tâ ayağına kadar geldiği halde evlenmemiş, kadın nedir bilmez Vehbi Efendi. Oturduğu bina tahta bir kapı çekilerek ikiye bölünmüştür. Evinin diğer yarısında bir kadın, iki de kızı oturur. Kızların biri küçük biri de gelinlik yaşındadır. Büyük kız Vehbi Efendi'ye hep cilveler yapar ve onu ayartmaya çalışır. Bir gece Vehbi Efendi dayanamayıp kapıyı çıkarıp kızın yanına gider fakat korkusundan hemen geri döner ve kapıyı da yerine takar. Bir gün muhtar Vehbi Efendi'nin yanına gelir ve yan komşusu kızla evlenmek zorunda olduğunu çünkü kızı gebe bıraktığını söyler. Vehbi Efendi böyle bir şey olmadığını savunsa da muhtar, kapının çivilerinin yamuk olduğunu ve benzeri örnekler göstererek adamcağızı ikna eder. Kız ve Vehbi Efendi evlenir, dokuz ay sonra da çocukları olur. Bir gün Vehbi Efendi kahvenin önünden geçerken mahallenin en çapkın erkeği, Vehbi Efendi'ye çocuğu nasıl yutturduklarını bağırır.

SARI BAL

Sarı Bal bir çengidir. Eğlenmek isteyenler Sarı Bal'ın evine gider ve rakısını yudumlayarak Sarı Bal'ı izler. Bir gün Sarı Bal'ın kapısı çalar. Önce kapıyı açmak istemez ama kapıyı çalanın Hilmi Ağa olduğunu öğrenince kapıyı açmak zorunda kalır. Hilmi Ağa o kasabada herkese lâfını dinletir. Sarı Bal, Hilmi Ağa ve yanındakileri eğlendirir, sürekli rakı verir. Kasabaya yeni gelen polis müdürü katı olduğundan bu şekilde eğlenmeyi yasaklamıştır. Sarı Bal'ın evinin önünde sürekli devriye gezdirir. Fakat o gün kar yağdığından nöbetçiler ortalıkta olmaz diyen düşünüp gelir Hilmi Ağa ve arkadaşları. Fakat yanılırlar. Biraz sonra kapı çalar ve polis içeri girer. Herkesi toplar. Evde iki tane yatak vardır. Bir tanesinde iki çıkıntı bir tanesinde ise bir çıkıntı bulunmaktadır. Polis, Sarı Bal'ın iki tane çocuğu olduğunu bilir faka üçüncü kişinin kim olduğunu tahmin edemez. Örtüyü açar. Örtünün altından çıkan kişi amirine ne diyeceğini bilemez.

ŞAKA

Şakir Efendi, Servet Efendi ve Nedim Bey, deniz kenarında bulunan bir kasabada yaşayan samimi üç arkadaştır. Bu üç arkadaş işleri bittikten sonra hep balık pazarına giderler. Havası, suyu, yemeği istekler uyandıran bu memlekette kadınsızlıktan yakınırlar. Her akşam gezdikten sonra içmeye giden bu arkadaşlar yine içmeye giderler. Geçtikleri sokakta birden Servet Efendi karşıdan gelen iri uzun, ince yapılı kızı göstererek beğendiğini söyler. Arkadaşları da o kızın adının Despina olduğunu söylerler. Gazinoya varırlar ve bir güzel sarhoş olurlar. Daha sonra gazinodan çıkarlar ve yürüyerek kumsala giderler. Kumsalda, karanlıkta gevrek bir kadın gülüşü ve sularda çırpınma sesi duyarlar. Servet Efendi birden soyunmaya başlar. Arkadaşları naptığını sorduklarında o sesin Despina'nın sesi olduğunu iddia eder ve poposuna çimdik atmaya gideceğini söyler. Sonra da denize atlar. Ertesi sabah Üzerine jandarma kaputu örtülü ıslak ceset ağlara dolanmış bulunur.

KÜS ÖMER

Zehra, Ömer'le bir hafta içinde evlenecektir. Ömer herkese benzeyen bir adam değildir. Önceleri arabacılık yapardı. Fakat bir keresinde Hüsmen'in atları kendisinin atlarını geçtiği için arabacılığı bırakmıştır. Çocukluğunda güreşirken sırtı yere geldi diye alıp başını gitmiştir. Bunun üstüne bütün yaz kasabaya uğramamıştır. Bu yüzden de adı "Küs Ömer"e çıkmıştır. Şimdi tütün kaçakçılığı yapar. Zehra ile evlenir. Zehra'nın elleriyle baktığı ve çok sevdiği kazları vardır. Bir gün Ömer sözünden çıkamadığı Eşref Ağa'nın ısrarıyla kaz dövüştürmeye karar verir. Dövüşün sonunda Ömer'in kazı yenilir. Ömer eve gelir ve kısrağını alır. Kısrağına atladığı gibi başını alır gider.

YATIR

Kasabalı, yenecek ve yakacak ne gerekliyse eylül ayı içinde hazırlar ve soğuk aylara kaygısız girer. Fakat kasabalının bir sıkıntısı vardır. Çünkü girdiği köyde bir çift hayvan bırakmayan veba, yöreyi eli böğründe bırakır. İki sene için hamamı kiralayan İlistir Nuri hamamda yakmak için içinde Evliya yatır bulunan Maslak'taki ormana göz dikmiştir. Bir çare bulamadığı takdirde hamam ona tarlaları sattırıp İlistir'i batıracaktı. İlistir bir gün ak sakallı, yeşil sarıklı, yarı ermiş bir köylü olan Abdi Hoca'ya rastlar. Abdi Hoca’yı, Kadri Şeyhi'nin rüyasında üç gündür bir ermiş, yatırlar, karanlık nemli yerlerden, en çok da çam kokusunda hoşlanmazlar diye gördüğünü anlatıp kandırır. Abdi Hoca da Kadri Şeyhi'ne görünen ermiş bana görünmüyor, şanım şöhretim elden gidiyor diye rüyayı doğrular. Bundan sonra da Maslak Tepesi'nde sadece bir yatır kalır.

KOMŞU NAMUSU

Eyüp'de memur olan Şakir Efendi ile memur adayı Osman Efendi, Baki Efendi'nin karısının pencereye renkli mendiller asarak aşığına işaret verdiğini keşfetmiştir. Asılan mendil beyaz ise "Baki Efendi evde yok", kırmızı ise "evde demek" olduğunu keşfetmiştirler. Her gün bunu konuşurlar ve aralarında tartışırlar. Bir gün Osman Efendi'yle Şakir Efendi, Baki Efendi'yi iki tek atmak için akşam yemeğine davet ederler. Yemekte konuyu karısının eve adam aldığına getirirler. Sonra Baki Efendi'nin evinin karşısında oturan Şakir Efendi'nin evine giderler. Geç saate kadar beklerler. Karısının eve bir adam aldığını görürler. Şakir Efendi hemen eve gider. Ertesi gün Şakir Efendi merakla neler olup bittiğini sorar Baki Efendi’ye. Baki Efendi, evine giren adamın doktor olduğunu ve karısının sancılandığını anlatır. Şakir Efendi de neye uğradığını şaşar.

YILDA BİR
 
Köyden hayli uzakta bir su değirmeni çalıştırıcısı olan Değirmen Bekir, kadın özlemiyle kıvranıp durur. Her günü can sıkıntısı içinde geçer. Tek isteği bir kadına sahip olmaktır. Bir gün değirmenin yakınlarında konaklayan göçebelerden genç kız Elif un öğütmeye gelir ve birlikte olurlar. Göçebeler yine göçer giderler. Bekir bir dahaki yılı bekler. Göçmenler geri döndüğünde Elif yine değirmende un öğütmeye gelir. Bu defa Elif'in vücudunda kapanmış yara izleri vardır. Bekir bunları görünce çok şaşırır. Ertesi yıl Bekir aynı yerde konaklayan göçebe çadırlarına sokulur ve Elif'i arar fakat Elif'i bulamaz. Oradaki göçmenlere sorduğunda Elif'in gelmediğini öğrenir. Neden gelmediğini sorduğunda aldığı cevap Bekir'i yıkmıştır. Öğrendiğine göre Elif daha çok kötülemiştir. Yani kötü yola düşmüştür ve başını bir sürü belaya sokmuştur. Bekir ne kadar üzülmüş olsa da eli kolu bağlı oturur çünkü elinden hiç bir şey gelmez.

SUS PAYI 

Bursa'da ipek fabrikasında insanlar günde on dört saat kaynar sular başında, pis kokular, hasta nefesler emerek zehirlenirler, hayatlarının baharlarında, daha tazecikken, bu sağlıksız koşullar yüzünden ölürler. Fabrikada işçi başı olarak çalışan Hasip Efendi'nin sevgilisi Fotika da bu fabrikada körpeliğini ve sağlığını kaybetmiştir. Fotika da bu sağlıksız koşullara dayanamaz ve maalesef hayatını kaybeder. Gencecik yaşında, hayatının en güzel çağında hayatını kaybetmesi tabii ki herkesi üzer. Fotika'nın cenazesinde papaz Avrupa'daki fabrikalarda nasıl çalışıldığını, çalışma saatlerini, ücretlerini, bütün bu yoldaki kanunları, kavgaları, isyanları tüm ayrıntılarıyla açıklar. Ertesi gün Hasip Efendi, fabrika sahibi Hidayet Bey'e papazdan öğrendiklerini anlatır. Hidayet Bey, fabrikasının ustasız kalacağını ve bu fikirlerden dolayı kovulan adamlardan çekinilmesi gerektiğini düşünür. Aşıp Efendi bu bilgileri patronuna söylediği için patronundan zam alır. Hidayet Bey de bu konuları göz önünde bulundurarak gerekli önlemleri alır ve bundan sonra da işini düzgün yönetmeye gayret eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder