16 Eylül 2017 Cumartesi

thumbnail

Dahi Doğuştan Mı Olunur Yoksa Sonradan Mı? Polgar Kardeşler Bir Başarı Hikayesi


İlginç bir başarı hikayesi: Polgar Kardeşler

Suzan Polgar dünyayı farklı algılıyor. O bir dahinin beynine sahip. Ancak Suzan doğuştan bir deha değil bunu geçirdiği sıradışı çocukluk sayesinde kazandı. O sıradan bir çocuğun bir dahiye dönüştürülebileceğinin canlı bir ispatı aslında. Onun beynini ve düşünüş biçimin anlamak suretiyle kendi beyinlerimizin sınırlarını geliştirebiliriz belki de…

Suzan, her üçü de satranç tarihinin büyük isimleri arasında olan Polgar kardeşlerin en büyüğü. Onların bu inanılmaz başarıları, babaları Laszlo Polgar’ın yaptığı bir deneye dayanıyor aslında.

Macaristan’da yaşayan pedagojik psikolog Laszlo Polgar’ın ilk kızı olan Suzan 1969 yılında doğduğunda babasının bir teorisi vardı. Ona göre “Dahiler doğmaz, yaratılır”dı. Bu tezini savunurken de Mozart’ı örnek gösteriyordu sonuçta Mozart’ın daha 5 yaşında müzik konusunda gösterdiği başarısı Mozart gibi bir müzisyen olan ve oğlunu sistematik olarak yetiştiren babasının eseriydi. Ona göre birçok çocuk kapasitesinin çok altında yetiştiriliyordu ve okula devam ederek bu kapasitenin arttırılması imkanı yoktu. Bir deney yapmaya karar verdi kızı üzerinde. Öncelikle kızını bir matematikçi olarak yetiştirmeyi düşündü ancak Suzan bir gün evde bir satranç tahtası bulup bunun hakkında ailesine sorular sormaya başlayınca baba Polgar satrançta karar kıldı.

Satrancı sadece hobi olarak oynayan baba, bilgisinin bu proje için yeterli olmayacağını düşündüğünden önce kendisini bu konuda yetiştirdi. Susan, henüz daha dört yaşına basmadan babası ile satranç çalışmalarına başladı.

Susan ilk turnuvasına beş yaşında girdi ve dönemin önemli tabularından birini de alt itti. 1970’li yıllarda satranç dünyası erkek egemenliği altındaydı ve bu oyunun kadınlara dönük olmadığına dair yaygın bir inanış vardı. Ancak 10 maçın hepsini kazanarak bu tabunun yıkılması için ilk adımları atmaya başlamıştı aslında. Bu esnada Polgar ailesine 1974 yılında ikinci çocukları Sofya ve 1976’da son kızları Judit katıldı. Baba Polgar onların satranç eğitimlerine beş yaşına kadar başlamasa da Susan ile çalışmalarına devam ederken diğer iki kız kardeş de bu ortamda büyümeye başladı…

Susan, 1991 yılında büyük usta oldu. 1996-1999 yılları arasında ise Dünya Kadınlar Şampiyonu ünvanını elde etti. İkinci kız kardeş Sofya, henüz beş yaşındayken 11 yaş kızlarda Macaristan şampiyonu olarak başlar satranç kariyerine. 1986 yılında 14 Yaş Kızlar Dünya Şampiyonu olan Sofya olimpiyatlarda da birçok madalya sahibi olur. Sofya’nın en büyük başarısı ise Roma’da en iyi erkek satranç sporcuları arasında sekiz oyun üst üste kazanmasıdır.

En küçük kardeş Judit, 1988 yılında Dünya 12 Yaş Genel Kategori Şampiyonu olarak ilk rekorunu kırar. 1989 yılında dünyada en iyi yüz sporcu arasına giren Judit, 1991 yılında da yeni bir rekor kırarak tarihteki en genç büyük usta ünvanını elde eder. 2005 yılında dünyada en iyi sekiz numaralı sporcu olarak kariyerinin en parlak dönemini yaşar.

Peki bu üç satranç dehası kardeşin sırrı nedir? Gerçekten babalarının savunduğu gibi çalışmayla dahi mi olmuşlardı?

Satranç oyunu gibi süregelen bir görev beynin ön kısmında, ön bellek adı verilen bir bölgede işlenmektedir. Buradaki nöronlar gerekli bilgileri bağlantılar oluşturarak kaydederler. Ancak bu bağlantılar kısa sürede kaybolur. Yani ön bellek geçici bir not defteri gibi çalışır ve sadece yaklaşık 7 değişik bilgi saklayabilir. Bu nedenle 7 basamaklı bir telefon numarası aklımızda tutabildiğimiz maksimum bilgidir. Suzan’ın bu inanılmaz hafıza becerisinin temelinde gördüğü taşları akılda gruplayarak tutması yatıyor. Siyahlar, beyazlar, piyonlar vb…

Çocukluğunda itibaren Suzan binlerce kitap okuyup, binlerce hamle incelediği için satranç oyununun tüm ihtimallerini neredeyse beynine kazımıştı. 10 yaşındaki bir çocuk yaklaşık 10 bin kelime bilir, oysa Suzan 10 yaşındayken 100 bin satranç grubunu öğrenmeye çalışıyordu. Bu işlem onun beyninin fiziksel olarak değişmesini sağladı.

Polgar’ların başarısının temelinde örüntü tanıma yatıyordu. Yani herhangi bir satranç oyunu esnasında Polgar’lar rakiplerinin tersine oyunda muhakeme yürütmüyor, sezgisel hareket ediyorlardı. Herkesin dakikalar, bazen saatlerce süren muhakeme sonunda yapabildiği bir hamleyi, Polgar’lar hiç düşünmeden yapabiliyorlardı ve üstelik sonunda oyunu da kazanıyorlardı. Onlar satranç oynarken, beyinlerinde kullanılan kısım, hepimizin yüz tanırken kullandığı kısımla aynıydı. Yani Polgar’lar herkes nasıl tanıdıklarının yüzünü bilebiliyorsa, herhangi bir satranç oyununda karşılarına çıkan durumları “önceden tanıyorlardı”.

Kısacası yıllar süren çalışma Polgar kardeşlerin beyinlerini değiştirmiş. Bu da aslında babasının deha doğulmaz, deha olunur teorisini kanıtlayan bir durum.

21 yaşındayken Suzan satranç ustası ünvanını kazandı. Yaklaşık 600 erkek arasındaki ilk kadın oldu. En küçük kızkardeşi Judit ablasının izini takip etti, şu anda adı dünyanın en iyi 15 erkek oyuncusu ile birlikte anılıyor. Polgar kardeşlerinde etkisi ile günümüzde satranç şampiyonalarında artık kadınlar, erkeklerle eşit şartlar altında yarışıyorlar.

Anlaşılan o ki yaptığımız şey her ne olursa olsun eğer aklımızı tamamen ona verirsek ve gerçekten istersek başarılı olmak mümkün.

Matematiksel

Subscribe by Email

Follow Updates Articles from This Blog via Email

No Comments

About